Konu: Lakatos
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 20-01-2007, 16:24   #1
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Lakatos

Popper, Lakatos ve Türk Çiftmantıkçılığı
Doğan Gürpınar*
Türkiye’nin iç ve dış düşmanlar tarafından kuşatıldığı aksiyomu medyada çeşitli vesilelerle dillendirilen bir temel aksiyom olarak tekrarlanıyor. Mesela AB ile entegrasyon, bununla ilintili sayılabilecek Kıbrıs sorunu, devlet-din ilişkileri, demokratikleşme tartışmaları hep bu ana aksiyoma oturtularak değerlendiriliyor ve her yeni gelişme daha önce öngörülememiş, hatta tam tersi öngörülmüşse bile bir yandan bu aksiyomun yeni bir kanıtı olarak değerlendirilirken, bir yandan da bu aksiyom aynı esnemezlikte kalabiliyor. Örneğin iddia edildiğinin aksine AB’nin müzakere tarihi vermesi, iddia edildiğinin aksine Kıbrıs’ta referandumu Rumların reddetmesi temel argümanın esnemesini getirmedi, aksine aksiyom aynı kesinlikte ve şaşmazlıkta kalırken gün yüzü görmemiş yeni açıklamalar ortaya sunuldu. Bu aksiyomun ikincil çıkarımları mesela AB tartışmalarında geliştirilen temel karşıt argüman, Türkiye’nin AB tarafından kandırıldığı, AB’nin Türkiye’den “tavizler” koparmak için Türkiye’yi oyaladığı şeklindedir. Buna Türkiye’nin AB’ye kendini tektaraflı angaje etmemesi gerektiği ve çokyönlü bir siyaset geliştirmesi gerektiği iddiasıyla AB entegrasyon süreci tektaraflı bir kendini bağlama süreci olarak tanımlanır. Bu argüman benzer şekilde Türk-Amerikan ilişkilerine ve daha genel olarak küresel gelişmelere de adapte edilir ve Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinde mevcut durumda onursuz bir sömürge haline düştüğü ve “Batı” tarafından Türkiye’de “suni” iç karışıklıkların körüklendiği iddiası dillendirilir. Zaten içeride de buna teşne güç odakları cumhuriyete ve devlete karşı tetiktedirler. Türkiye (burada kastedilen Türkiye olmaktan çok “devlet”tir ve yine “devlet” maddi ve kurumsal bir kimlik olmaktan çok belli bir değerler bütününü temsil eder) ve cumhuriyet (cumhuriyet kelimesinin burada ayrı bir sembolizmi vardır, “devlet”in sembolizmini tamamlamaktadır) dört bir yandan, birbirleriyle birleşmiş ve işbirliği halindeki iç ve dış mihraklar tarafından tehdit edilmektedir. Buradaki stratejinin en kritik boyutu birbirlerine çok farklı tehdit algılarını başarıyla birleştirme ve basit bir “haklı olan biz” ve “onlar” karşıtlığına dönüştürmesidir. Batı, emperyalizm, devlet, İslam, yobazlık gibi kavramlar içleri keyfi ve sabit olmayan bir şekilde kullanılır ve operatif tanımları olmayan bu kavramlar bu sayede anlam değil anlamsızlık üretmeye başlarlar. Aynı şekilde tüm kavramlar ya/ya da karşıtlığı üzerinden anlaşıldığı için mesela her “ara düşünce” bir tarafa çekilir, yeniden anlamlandırılır, böylece bir çok düşünce kendi olmaktan çıkartılarak istenildiği anlamda anlaşılır ve kendi karşı-argümanları aynı şekilde bu manipule dilmiş anlama karşıt olarak imal edilir. Böylece gerçeklerin artık bir anlamı kalmaz. Her şey daha önceden verili tanımlara sıkıştırılır. Bu iddialar bütününün doğruluk derecesi bu yazıda değerlendirilmeyecektir. Bu argümanın doğru ve yanlış boyutları vardır. Burada mühim olan bu argümanın genel matematiksel doğruluk dercesini tespit etmek değildir ve yukarıda indirgenmiş bir halde sunulan bu iddialar bütünü içindeki doğruluk payları ihmal edilmemektedir. Ancak bundan öte, burada operatif bir tanım getirilmemiş Batı kavramının kendi başına anlamsızlığı, AB denince kastedilenin tam olarak ne olduğu (üye devletlerin toplamı mı, komisyon mu, AB’nin en güçlü üç dört üyesi mi) gibi noktalara eğilinmeyecektir. Çünkü bu tür bilgi eksikiğinden veya ideolojik kaygılardan kaynaklanan bu zafiyetler başka ve daha temel bir noktadan kaynaklanmaktadır. Yani sorun bilgi eksikliği veya analitik düşünme eksikliği değildir. Buradaki patalojinin çözümü sadece daha fazla bilgi edinmekle geçmeyecek derin bir menşei vardır. Zaten fütüristik bu kehanetlerin doğruluk derecesi de ulaşılabilecek tüm bilgilere ulaşılsa bile uluslararası ilişkilerin ve uluslararası siyasetin belirsizlik boyutunun çok güçlü olması sebebiyle kestirmek mümkün değildir. Bugün gelecek yılın gelişmelerini bilme şansımız olmadığı gibi, ancak ulaşılabilecek bilgilerin ayrı parçalarını ellerinde tutan farklı aktörlerin hiç bir zaman tam bilgiye ulaşması ve bu şekilde güçlü bir öngörüye sahip olması mümkün değildir. Üstelik elli iki kağıttan oluşan ve her kağıttan dört tane olduğunun kesin olarak bilindiği bir iskambil destesinden farklı olarak uluslararası siyasette bu tür bir kesin bilgiye sahip değiliz. Biz burada kehanetlerin kendilerinden çok bu kehanetlere varış süreçleriyle ilgileneceğiz. Zira örneğin kehanetlerden bazısı tutabilir, bazısı tutmayabilir. Ancak mesele bir öngörünün doğruluğu değil (bugün için bu tür bir doğruluktan söz edemeyiz çünkü gelecek bilinemezdir) ileriye dönük öngörünün “saçma” orijinidir. Mesele doğru yanlış hesabı yapmak değil, metodolojidir. Kuşkusuz bu kuramın metodolojisindeki en büyük sorun geleceği bilme iddiasıdır (ve aynı şekilde belli odaklarının geleceği bildiği, geleceği kontrol ettiği iddiasıdır) ancak bu iddiayı atlayarak bu kuramın esasıyla ilgilenelim.
Karl Popper bilimselliğin kriterini yanlışlanabilme üzerine kurmuştu. Popper hiç bir bilgiyi kesin olarak bilemeyeceğimizden dolayı “doğrulama”nın, “kanıtlama”nın tek başına yeterli olmadığını, önemli olanın bir bilginin yanlışlanabilmesinin mümkün olabilmesi olduğunu yazmıştır. Mesela Popper için Marksizm sahte bir bilimdir zira her ne kadar Marksizm bir çok sonuca okuyucuyu ikna edecek kadar güçlü bir derinlik ve argümantasyonla ulaşmaktadır; ancak Marksizm tüm yapı iskelesinin temeline yanlışlanmaz temel aksiyomları kurmaktadır. Bu aksiyomların doğruluğunu ise ispatlamak mümkün değildir ve bu sebeple aksiyom (varsayım) olarak kalmaya mahkumdurlardır. Oysa doğruluğu gösterilemez bu aksiyomların ötesinde ve dışında tüm Marksist epistemoloji çökmeye mahkumdur. Marksizm tüm teorisini yanlışlanamaz temel varsayımlar üzerine kurmuştur. Aynı şekilde Marksizm kendi dışına kapalıdır, yani Marksist bir yaklaşım ile gayr-i Marksist (non-Marxist) bir yaklaşım birbirleriyle tartıştırılamaz, uzlaştırılamaz ve kıyaslanamaz. Burada ya A ya da A’ durumu söz konusudur. A ve A’ arasında bizim tercihimiz ise objektif üstünlüklere değil tercihlere dayanmak durumundadır. Özetle Marksizm Popper’a göre kendi dışına kapalıdır, kendi dışıyla beraber varolmaz. Bu sebeplerle bir sahte-bilimdir. Popper benzer şekilde tüm bilim felsefesini bu minvalde kurmuştur. Popper’in iyimserliği bilimin sahte-bilime karşı onun kuramsal üstünlüğü sebebiyle galebe çalacağına inancıdır. Sahte-bilim uzun vadede bilimle başedemez zira sahte-bilim uzan vadede kendi iddialarını destekleyemez.
Popper’ın ardından bir başka bilim felsefesici, İmre Lakatos Popper’ın bu iyimserliğine katılmayacaktır. Lakatos, Popper ve Kuhn’un görüşleri üzerine, Popper’in ilerlemeciliği ve Kuhn’un döngsüselliğini birleştirmeye çalışır ve postyapısalcı teorileri dikkate alarak Popper’in inançlı bilime inancı sürdürmeye çalışırken Kuhn’un döngüselliğini Popper’in çizgisel ilerlemeciliği ile bağdaştırmayı amaçlar. Böylece, Kuhn Popper’ın içinde eriyecektir ve bilimsel gelişme bir ilerleme haline gelecektir.
Ancak Lakatos için bilim ile sahte-bilim ayrımı Popper’ın düşündüğünden daha karışıktır ve sahte-bilim Popper’ın düşündüğünden çok daha sinsidir. Bir kuram ampirik olarak doğrulanamadığında, objektif olarak beklenenden farklı bir gösterge ortaya çıktığında bu durum doğrudan yanlışlanma anlamına gelmez. Her zaman “hesaplanamayan” yan faktörler vardır ve kuram doğrulanmadığında her zaman suç bu faktörlere atılacaktır. Özellikle sosyal bilimlerde bir vakum içinde deney yapabilip mutlak ve her zaman aynı sayısal değeri veren ölçümlerinin olmadığı bir ortamda bu argüman çok daha ikna edici olacaktır. Buna bir de sosyal bilimlerin doğası gereği değer yüklü olması ve doğa bilimlerde olduğu gibi mutlak olarak tanımlanmış bir epistemolojiye sahip olmadığı için bu durum çok daha belirgindir.
Bu sebeplerden dolayı Lakatos hiç bir kuramın kesin olarak yanlışlanamayacağı noktasına gelmektedir. Zira her zaman bir “kaçış alanı” vardır. Lakatos bu kaydırmaya yozlaştırıcı (degenerating) sorun kaydırması der. Hele ki ideolojiler her zaman bu taktiğe başvururlar ve bu sebeple bir ideoloji hiç bir zaman kesin olarak yanlışlanamaz. İdeolojiler her yeni konjenktüre sonradan ama çok ikna edici bir açıklama bulmuştur. Bunun en klasik örneği Marx’ın ilk fütürizminin yanlışlanmasından sonra Engels’ten başlayarak tüm Marksist geleneğin buna farklı ve hepsi tek başına alındığında ikna edici duran açıklamalardır. Her seferinde kapitalizm çökmediğinde buna Marksist kuramın esasını, yani temel aksiyomlarını sarsmayan ikincil derecedeki çıkarsamaların göremediği Marksist kuramın esasına dokunmayan dışsallıklara atıf yapılmıştır. Dikkate değer olan ise bu dışsallıkların her zaman sonradan farkedilmesi ve ortaya konmasıdır. Bu sürecin ise bir son noktası, çöküşü yoktur. Belki ikna ediciliğinin sönmesi mümkün olabilir ama mutlak bir çöküşünden söz etmek mümkün değildir.
Buradan Türkiye’deki tartışmalara geri dönersek, Türkiye’de de bu minvalde bir argümantasyon tekniğinin çok geliştiğine şahit olmaktadır. Farklı fikirlere ve farklı fikirleri kabullenmeye tamamen kapalı bir iç tutarlığı çok güçlü daha doğrusu insanı rahatsız edecek ve iddianın doğruluğuna inancı yok edecek kadar “haddinden fazla iç tutarlılığa” sahip kuramların her gelişmeden sonra kendini yeniden inşa ettiğini görmekteyiz.
Bu kuram sunumun sonsuz olduğu bilgi piyasasından istediği bilgileri istediği şekilde alır, istediği şekilde eler, istediği şekilde kendine göre yorumlar ve iki ayrı bilgiyi birbirleriyle istediği gibi birleştirir. Aradaki boşluklar doldurulur, iki bilgiyi birbiri için anlamlı kılacak bütünsellik tercih edilen mantık çerçevesinde kurulur, tefsir edilir. Böylece, doğru iki bilgi, doğru olmayan üç bilgi, kısmen doğru ama bağlamından çıkartılmış dört bilgi, kısmen doğru ama saptırılmış beş bilgi ve bu bilgilerin keyfi olarak birleştirilmesinden ortaya her şeyi açıklayan bir kuram ortaya çıkar. Burada doğruyla yanlış içiçe geçmiştir ve birbirlerinden ayıklandığında neyin doğru, neyin yanlış olduğu artık anlamını yitirmiştir.
Aynı şekilde bir çiftmantıklılık süreci de işler. Bakhtin’in metinlerin tek ve bütün bir mantıkla değil birbirleri içine geçmiş farklı mantıklarla örülü olduğunu anlatmak istediği dialojik süreç burada farklı bir şekilde tezahür eder. Bir konuda geliştirilen bir argüman aniden geçersiz kalınca, bu sefer tam tersi bir açıdan açıklama getirilir ve eski açıklamanın bazen üstü örtülür, bazen bu şekilde telafi edilir. İki ayrı açıklamanın aslında birbirlerini ne kadar bütünledikleri argümana ekstra bir kanıt olarak ortaya konur. Bu iki ayrı mantık yürütmenin çelişkileri ise görülmez, çok gerekirse ona üçüncü bir boyuttan açıklama getirilir ve çelişkiler tali ve önemsiz bir konuma indirgenir. Bu perspektif içinde çiftmantıklılık, hatta çokmantıklılık temel aksiyoma sarsılmaz bir iman olduğu için kimseyi rahatsız etmez, kimseyi paradigmayı genel olarak sorgulama noktasına götürmez. Mesela bir taraftan farkında olmadan liberal uluslararası ilişkiler kuramına karşı uluslararası siyasette her şeyin güç olduğu ima edilir ve ortada dolaşan insan hakları, demokrasi gibi kavramların gücü kamufle etmeye yönelik safsatalar olduğu iddia edilirken öte yandan insan hakları ve demokrasi kadar idea olan millet, müslümanlık, tarihsel düşmanlıklar gibi kavramlar kendi uluslararası ilişkiler analizlerinde merkezi bir rol oynar, hatta bu tür değerler uluslararası ilişkilerin belirleyicidirler. Bu durumda aslında ortada bir realpolitik kalmamaktadır. Örneğin Yunanistan tarihsel olarak Türklüğe düşman olduğu için Yunanlılarla hiç bir uzlaşmanın mümkün olamadığı tezi, yüzde yüz idealist ve uluslararası ilişkiler kuramı açısından da “liberal” bir açıklamadır. Burada Yunanistan kendi milli çıkarları gözetmeden, hatta belki kendi ulusal çıkarlarının hilafına idealist nedenlerle Yunanistan dış politikasını belirlemektedir gibi bir sonuç çıkmaktadır. Burada çelişik durumlar son derece keyfi ve analitik bir çerçeveye oturtulmadan kullanıldığı için kimseyi rahatsız etmez. Bu bakımdan çiftmantıklılık aslında mantıksızlıktır, daha doğrusu iki mantığın birbirlerini iptal etmesidir ancak kapsayıcı ve bütüncül bir mantıksal çerçeve kurmak gibi bir kaygının bulunmadığı ve her vakanın tek başına ele alındığı ve ancak tüm tekil vakaların temel aksiyom ile irtibat içinde anlaşıldığı bir düşüncede bu çiftmantıklılık veya mantıksızlık bir sorun yaratmaz.
Aynı şekilde tüm uluslararası ilişkiler sahası kendinden menkul emperyalizmle anti-emperyalizmin çatışmasına indirilirken, yine “ara”lar kaybedilmekte ve yine uluslararası ilişkilerin realist perspektifi reddedilmektedir. Böylece tüm girift ittifaklar, işbirlikleri ve çatışmalar aslında anlamsızlaşıyor, tek bir çatışmanın kendi başlarına bir değer ifade etmeyen yansımaları haline indirgeniyor. Aynı şekilde “haklılık”ın, “biz yüzde yüz haklıyız, onlar yüzde yüz haksız” argümanı uluslararası ilişkilerde realist perspektifi bir kalemde silerek liberal uluslararası ilişkiler perspektifini yüzde yüz tercih etmek anlamına gelmektedir. Uluslararası siyasette ancak liberal bir modelde anlamı olabilecek “milliyetçilik”i “devletçilik” ile karıştırarak realist bir dünyada milliyetçilikten veya benzer ideatik değerlerden medet ummak zaten paradoksun tam da merkezini oluşturuyor.
Her zaman yeni bir açıklama mümkündür. Birbirleriyle ilgisiz gibi duran ve hatta birbirlerini iptal eden akıl yürütmeler aynı anda kullanılır ve üçüncü bir noktaya ulaşır. Her zaman tutarsız gibi duran yeni durumlara yetkin (authoratative) bir izahat vardır. Burada yetkin izahattan kastım Yunan trajedilerinde tüm karmaşıklığı çözmek için yukarıdan aşağı inen tanrıların yaptığı gibi (deux ex machine) fiili durumla bu duruma getirilen noktasal izahat tam uyuşmadığı, tatmin edici olmadığı durumlarda gökten daha “teorik”, daha “geniş boyutta” bir izahat getirilir ve her şey birden anlaşılır oluverir. Mantıksal çıkarım keyfi ve selektif bilgilerle çok ileri noktalar vardırıldığı gibi bu yöntemin açık bıraktığı noktalarda çoklu mantık yürütmeler devreye sokulur. Buna “seçmeci mantık” veya “açık büfe mantık” da denebilir.
Popper gibi sadık bir bilimperest ve bir bilim ahlakçısı açısından bu anlayış “anlamsızdır”. Popper böyle bir sürecin sürdürülemeyeceğini düşünmek durumunda kalacaktır ancak fiili olarak bu kuram gerçek dünyada veriler ne olursa olsun bir pozitif feedback sistemi gibi kendi kendini doğrulayamayı sürdürecektir. Tabii burada epistemoloji ile ideolojinin farkının ayırdında olmak gerekecektir. Ancak bundan öte düşünsel bir ahlakın, daha doğrusu düşünsel sağduyunun varlığın da inkarını kabullenmek gerekecektir.
Türkiye’de son yıllarda popüler olan okul münazaralarını hatırlatan, tartışma olduğu söylenen ama daha çok sağırlar monologları şeklinde geçen ortamlarda olan bu tür bir süreçtir. Buradaki argümanları yanlışlamanın imkanı yoktur. Yani karşıt fikirler birbirleriyle çatışarak daha sağlıklı ve daha “ileri” bir noktaya varılamaz. Veya iki karşıt fikirden biri diğerini eleyemez. Lakatos’un ilerlemeci (progressive) sorun kaydırması dediği süreç bu paradigmanın çöküşünü veya iptalini gerektirmeden kendini gerçekliğe uydurmasını mümkün kılabilir. Aynı şekilde bu tür, Lakatos’un “pozitif heuristik” dediği süreç içinde sorunsalı daha açıklayabilir kılmaktadır. Kuramlar ve paradigmalar bu şekilde kendi canlılıklarını ve geçerliliklerini koruyabilirler. Aksi sürece ise Lakatos “negatif heuristik” der. Bu süreçte sorunun daha açıklanabilir kılınması yerini çelişkilerin üstü manipulatif mekanizmalarla kapatılır. Burada öncelik kuramın ne olursa olsun yanılmaz kılınma kaygısındadır.
Türkiye’de de zenofobik kuramlar çok yaratıcı senaryolar kurarlar. Bu senaryolarda tüm dünya basit bir ikiliğe, dikotomiye indirgenir. İyiler ve kötüler kesin olarak ayrıştırılabilir. Biz ise hep ve yüzde yüz haklıyızdır. İşte bu kuramın temel aksiyomları bunlardır. Bu sebeple negatif heuristik yöntemle her şey bu aksiyomları destekleyecek ve hatta yeni ve yeni bir kanıt sağladığından (oysa Popperyen bir bakış açısında “daha fazla doğrulama”nın kendi başına bir anlamı yoktur) kuramı daha da güçlendirecek, daha da sorgulanmaz kılacağından her şey bu kurama hizmet eder. Dünyadaki en alakasız gelişmeler bile doğru, kısmı doğru, bağlamından çıkartılmış bilgi ve saptırılmış bilgilere dayanarak bu kuramı doğrulayacak hale getirilir. Böylece bilgiler tek başlarına anlamsız hale getirilir. İlginç olan tamamen aynı bilgilere dayanılarak birbirinin tam tersi iki sonuca ulaşmak mümkündür ve bu iki birbirlerine tamamen ters iki yaklaşım için diğerinin hiç bir kabul edilebilirliği yoktur. Bu kuramın muhatap aldığı, iletişim ve tartışma (conservation) içinde olduğu bir dışı yoktur. Dünya A ve A’ dan ibarettir ve A’nın herhangi bir dikkate alınacak değeri yoktur. Bu sebeple ortada bilimsellik ve mantıksallık olarak dikkate alınacak bir çıkarsamalar bütünü varolmaz. İdeoloji epistemolojiye galip gelirken ambalajlarında bu süreç kendini gerçeklik olarak sunar ve ciddiye alınacak bir argüman ürettiğini iddia eder ve kabul ettirir. Böyle bir zihniyet ise Karl Popper’in “açık toplum”unun tam tersini doğurur, “kapalı toplum”u, veya burada bizim “sağlıksız toplum” diyebileceğimiz bir toplumu.
  Alıntı ile Cevapla