Konu: Demokrasi
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 23-01-2007, 09:17   #2
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Avrupa anayasalarında 1918 savaşından sonra yarı doğrudan demokrasinin bazı usulleri kullanılmıştır. Özellikle yasama üzerinde yü­rütmenin yetkilerini güçlendirmek gayesiyle Parlamentoyu aşarak doğ­rudan halka başvurabilme olasılığı veya çeşitli kamu kudretleri arasın­da muhtemel ihtilaflarda halkı hakem yapmak için referandum usulü kullanılmaktadır. Bu durumda hakemlik referandumdan söz edilir. Bazı ülkelerde anayasalar ve uluslararası önemli anlaşmalar referanduma sunulur. Maastrischt anlaşmasının Avrupa Topluluğu ülkelerince refe­randumla kabul edilmesi bu duruma bir örnek oluşturmaktadır
IV - DEMOKRASİ ANLAYIŞLARI VE Kişi. HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİ
1 - Klasik Demokrasi
Liberal olan klasik demokrasi, özgürlüğü temel veri ve değer olarak almaktadır: Bu tür demokrasi anlayışında “halk için yönetim” ifadesiyle halkı oluşturan kişilerin her birinin özgürlüğü için yönetim kastedilir. Korunması gereken temel öğe özgürlük olduğu gibi gerçekleştirilmesine yönelinen amaç da refah devleti çerçevesi içinde özgür­lüktür.
Liberal demokraside yönetim düzeyinde özgürlük, kamu işlerinin yürütülmesinde düşüncelerin çeşitliliğini kabul etmektedir. Bu çeşitli görüşlerden biri sayıca daha çok taraf toplayarak çoğunluk durumuna geçecektir. Bu çoğunluğun temsilcileri toplumu yönetirken karşıları­na bir azınlık çıkmaktadır. Çoğunluk kendinden ayrı görüşte olan bu azınlığı da yönetecektir. Ancak hiçbir tedbir alınmaz ise çoğunluk azın­lığa mutlak bir biçimle hâkim olarak onu kudretsiz kılabilir. Bu neden­le çoğunluk olabilme hakkı gibi azınlık haklarının da korunması gere­kir. Kamu işlerinin yi1rütülmesinde çoğunluktan; başka türlü düşünen azınlık bu araçları kullanarak taraftarlarının sayısını arttırabilme ve bir gün çoğunluk haline' gelebilme hakkına sahip olmalıdır.
Yöneten, yönetilen ilişkisi bakımından özgürlük dayandığı çoğun­luk ne olursa olsun yönetenlerin kötüye kullanamayacakları kişi hakla­rının kabulü olarak ortaya çıkar. Kökeni 1789 insan Hakları Bildirisinde olan klasik kişi hak ve özgürlükleri bireycidir. Bireyin kendi olanaklarını seferber edebilmesi için tanınmış haklar bütünüdür. Bireysel özgürlük­ler, örgütlenmiş bir toplum çerçevesinde, kişilerin kendi kaderlerini bağımsız ve etkin bir, şekilde gerçekleştirmelerine olanak veren çeşitli yeteneklerdir. Bu haklar bireyin daha önceden var olan olanak ve öz­gürlüklerini iktidara karşı koruyan önleyici araçlar gibi görünmektedir.
Bireysel haklar; haksız olarak etki alanını genişletmeyi isteyen bir iktidardan kişiyi korumayı amaçlar ve kişinin dokunulmaz özerkliğini devamlı kılar. Batı demokrasisinin içinde oluştuğu durumdan söz ederken söylediğimiz çevresel nitelikler klasik kişi hak ve özgürlükleri anla­yışının bireyci olmasının nedenidir. Kültürel, sosyal, ekonomik ve siyasal ortam gibi Ayrıca demokratik teorinin kurucularından Rousseau’nun görüşleri de hak ve özgürlüklerin bireyci olmasını desteklemiştir.
Sosyal sözleşmeden önce tabiat halinde yaşayan ve tamamen özgür olan insanlar sosyal sözleşme ile bir arada yaşamaya başlarken daha önceden sahip oldukları hak ve özgürlüklerden vazgeçmemişler, bunları kendilerinde saklı tutmuşlardır. Bu niteliğinden dolayı klasik demokrasi bireycidir denilir.
Klasik kişi hak ve özgürlüklerinin tatmini için uzun süre yönetenlerden hareketsiz ve çekimser kalmaları istenmiştir. Yani devletten pasif bir davranış beklenmiştir. Yapmama, karışmama. Ancak zaman içinde klasik hak ve özgürlüklerin aşırı bireyci anlayışı eleştirilere uğramıştır. XIX. Yüzyıl ortalarında halk kitleleri, anayasalar ve yasalarla resmen özgürlüklere sahip olmakla beraber maddi yaşam koşuları nedeniyle bu haklardan fiilen yararlanamıyordu. Sanayi devrimi ile gerçekleştirilen sanayileşme sonucu sanayi işçilerinin çığ gibi büyümesi dikkatleri hukukun tanımış olduğu özgürlüklerin maddi kullanımı sorunu üzerine çekmiştir. Parası olmayan için seyahat etme özgürlüğü nedir? Bir yandan bu tür eleştiriler, diğer yandan demokratik teorinin refah devleti çerçevesinde gelişmesi ve oy hakkının etkinleştirilmesiyle kişi hak ve özgürlükleri derin bir biçimde değişmiş ve evrim geçirmiştir. Bu değişme özellikle, ekonomik ve sosyal haklar yönünden çok açık ve seçik bir biçimde görülmektedir. Ekonomik ve sosyal hakların temel düşüncesi özgürlüklerin kullanımını sağlayacak maddi koşulların vatandaşlara sağlanmasıdır. Geleneksel özgürlükler terkedilmiş değildir, ama içerikleri değişmiştir. Artık kişiyi yalnızca devlet müdahalesine karşı değil büyük özel teşebbüslerin ekonomik güçlerini kullanarak devlete hâkim olmasına ve kişileri ekonomik olarak etkilemelerine karşı koruma yoluna gidilmektedir. Bu ikinci durum daha çok devletin müdahalesini gerektirdiğinden klasik görüşe tamamıyla ters düşmektedir. Devlet iktidarının sınırlanmasına karşıt bir eğilim taşımaktadır.
Günümüzde kamu özgürlüklerinin eski anlayışı ile yeni anlayışını bağdaştırma yönünde çaba gösterilmektedir. Çok defa birbirlerine ters düştüklerinden anlaşmazlık süregitmektedir. Batı ülkelerindeki tutum, eski kamu özgürlükleri anlayışını yeni anlayıştan esinlenerek bazı re­formlar yapmak suretiyle korumaktır. Yeni ve eski anlayışın payı ülkelere ve ülkelerdeki siyasal partilere göre değişir. Sağ partiler tam olarak eski anlayışı ve sistemi korumağa yönelirken sol partiler yeni anlayışı savunmaktadırlar. Bu uzlaştırma çabaları genellikle kamuoyunun eğilimlerine cevap vermektedir. Batıda işçi sınıfı bile biçimsel öz­gürlüklerin kaldırılmasını kabul etmez. Kaldı ki yaşam düzeyinin yüksel­mesi biçimsel özgürlüklere gerçek bir içerik kazandırmaktadır.
Bireysel hakların tatmini, her şeyden önce devletin hareketsiz ve çekimser kalmasını gerektirirken sosyal hakların gerçekleşmesi için bunun tam tersi olarak devletin pozitif ve aktif hareket etmesini gerekti­rir. Birinci halde, kişi yaşamın, kendisi yaşar ve iktidardan ancak bu konuda mümkün olan en az derecede müdahale etmesini ister. Bu 18. ve 19. yüzyılın liberal anlayışıdır. Diğer halde, olağanüstü teknik ilerleme ve aşırı bir iş bölümünün hâkim olduğu bu dünyada kişinin tek başına ulaşamayacaklarını devletin kendisine sağlayacağına güve­nir ve bekler. Bununla birlikte, söylemeğe gerek yok ki, bireysel özgür­lükler ve sosyal haklar bir yandan birbirlerine karşı olurken, öbür yan­dan birbirinin tamamlayıcısıdırlar ve hatta tek bir amaçta birleşirler: insan mutluluğu. Öğrenme ve eğitim hakkı, sağlığın korunması hakkı, sendika ya da grev hakkı bireysel özgürlüklerle pekâlâ bağdaşırlar ve hat1a denilebilir ki, sosyal haklar bireysel hakları yaygınlaştırma, derin­leştirme ve zenginleştirme olanağını yapısında taşımaktadır.
Bugünün koşullarında haklar devlete yöneltilebilecek taleplere dönüşmektedir. Hak, artık insana özgü bir niteliğin onayı ya da kullan­dığı bir ayrıcalığın korunması değil insanın belirlediği taleplerinin hukuki biçimde onaylanmasıdır. Bu yeni haklar bir zorunluluğun ifadesidir. Bunlar sosyal haklardır. Çünkü soyut bir yaratığa değil fakat “durum” içinde “somut yaşayan” insana aittir. Bu yeni hak anlayışı, bu hakların gerçekleşmesi için devletin karışmaması gibi negatif bir tutum değil bilakis bunların sağlanması için devletten pozitif bir müdahale beklemektedir. Bu haklar kişinin toplumdan bir alacağıdır. Kuşkusuz, top­lumsal hakların ortaya çıkması siyasal haklara son vermez, ancak onların anlamını köklü biçimde değiştirir. Eskiden siyasal haklar, daha önce var olan güvencesi olarak devlete karşı dikiliyorlardı, şimdi ise sosyal hakların sağlanması için kişilere mücadele olanağını vermektedirler.
Özgürlük ve eşitlik ilkelerinden kaynaklanan demokrasi olgusunu yalnızca devletin örgütlenme biçimi olarak ele almak yetersiz kalır. Demokrasi tüm toplumsal ilişkiler çerçevesinde düşünülmesi gerekli bir olaydır. Örneğin, eğitimde fırsat eşitliği, kadın erkek arası ücret eşitliği v.s. hep, demokrasinin yansımalarıdır. "Genel kural olarak de­mokrasi özgürlük ve eşitlik kavramlarına dayandığından siyasal rejimin bir azınlığın yararına değil, toplum üyelerinin tümünün yararına açık olması zorunluluğu vardır.
2 - Marxist Demokrasi Anlayışı
Marxist demokrasi 1917 Rus Devrimi sonunda ortaya çıkmış olan ve halen birçok ülkede uygulanan yeni bir demokrasi biçimidir. Çoğulcu demokrasi anlayışından çok farklı olup, içeriği siyasal olmak­tan çok ekonomiktir.
Marxistler çoğulcu klasik demokrasinin işçilere, ancak burjuvazi­nin sürekli hâkimiyetini sağlayan ekonomik, koşullara zarar vermeye­cek kadar bir siyasal özgürlük tanıdığını ve bunun bir aldatmaca ol­duğunu ileri sürürler. Çoğulcu demokrasinin niteliği olan çatışan çıkar­lar arasındaki dengeleme iradesi, bağdaştırma mekanizmaları ve uğ­raştırma usulleriyle aslında işçilerin kışkırtmasını önlemeği amaçladığını ve kapitalizmin bu tür çarelerle ancak görünüşte demokratik olan bir sistem: oluşturduğunu savunmaktadırlar.
Marxist demokrasi, toplumdaki sınıf çatışmalarının giderilmesi için üretim araçlarını kamulaştıran işçi sınıfı hâkimiyetine indirgenmek­tedir. Varsayım olarak bütün çatışmalar sınıf farklılaşmasından ileri geldiğinden nihai aşamada sınıfsız olan toplumun iç çatışma tanımayacağı, bütün üyeleri aynı kanıda olan bir birliğin gerçekleştiğini kabul etmektedirler.
Marxizm, özgürlük yerine bağımsız kılma, özgürleştirme ve kur­tarmadan söz etmektedir. Kişisel özgürleştirmede de üç aşama ön­görmektedir: Birinci aşama, burjuva kapitalist devlet aşamasıdır. Bu aşamada kamu özgürlükleri biçimsel olup proletaryanın sömürülmesini örtmektedir. Burjuva devlet yıkıldıktan sonra ikinci aşama başlamakta­dır. Bu aşamada gerçekleşen işçi diktatörlüğü bütün burjuva kalıntıları­nı yok etmek için çok sert bir rejim uygulamaktadır. Bunun için işçi iktidarının faaliyetine set çeken bütün sınırlamalar kaldırılmakta ve geleneksel anlayış tamamıyla tersine çevrilmektedir. Özgürlükler devle­te karşı koymak için kullanılacak araçlar değildir. Özgürlük koşullarını yaratan devlettir. Üçüncü aşama, komünizme geçtikten sonraki aşa­madır. Proleter diktatörlük, kapitalist ve burjuva zihniyetinin kalıntıları tamamen ortadan kaldırıldıktan, sosyalist ekonominin üretimi yaşam düzeyini yeterince yükselttikten sonra son bulacaktır. Bu aşamada devletin görevleri derece derece azalacak ve devret ortadan kalkacak ve böylece insanlar gerçekten serbest ve özgür olacaktır.
Marksistiere göre, marxizm kişinin zorla özgürleştirilmesini öngörür. Hâkim sınıfın hâkimiyet aracı olan devletin bu hâkimiyet ilişkilerine son vermesi beklenemez, çünkü bu tür davranış kendi kendisinin inkârı olur. İnsanın baskıdan kurtarılması ise ancak iktidarın yok edilmesiyle mümkündür. Bu, kendiliğinden gerçekleşmez, ancak halen hâkim sınıf olan burjuvazinin yok edilmesine yol açan; yapısal bir değişimle sağlanabilir. Bu yol proletarya diktatörlüğüdür. Demokratik olmayan proletarya diktatörlüğü komünist toplumunda karakteristiği ve nihai amacı olmayıp kapitalizmden komünizme geçiş döneminin özelliğidir. Bu geçiş döneminde iktidara gelen işçi sınıfı, burjuvaziyi tasfiye etmek görevini yüklenir. Mülkiyet ve üretim ancak işçi sınıfının diktatörce davranmasıyla olanaklıdır tezini Marxistler benimsemişlerdir.
Marxist demokrasi kendini toplumun bir deyimi olarak ifade eder ve her şeyden önce demokrasinin sosyalist olduğunu iddia eder ve bireysel özgürlüklerin onayı yerine sınıfların özgürleştirilmesine yönelir. Ve tam olarak maddeci bir anlayışla kişiye çok az bir yer ayırır. Bun­dan dolayı açıktır ki bu demokrasi anlayışı ne kişiye ve ne de serbest tartışmaya elverişlidir.
3 -Günümüz Demokrasilerinin Yeni Boyutları
Klasik demokrasilerden çok farklı olarak modern demokrasiler katılmaya değil temsile dayanırlar. İktidarın doğrudan doğruya değil, temsilciler aracılığıyla kullanımı söz konusudur. Bu nedenle, kendi ken­dine yönetim sistemi değil, yönetimin kontrol edilip sınırlandığı bir sistemdir. Demokrasinin ne olup ne olmadığı konusunda kesin çizgiler getirmek oldukça güçtür. Özellikle gelişmiş demokrasilerle gelişmekte olan demokrasiler dikkate alındığında bu durum açık bir biçimde orta­ya çıkmaktadır. Gelişmiş ve yerleşmiş ülkelerin demokratik sistemlerin­de demokrasi standartları oldukça yüksek gözükmektedir. Siyasal mekanizmanın demokratik işleyişi dışında yaşayış biçimine dayanan «sosyal demokrasi”yide içermektedir. Demokrasi tarihçesinin çôk eski olduğu bu sistemler statü ve fırsat maksimizasyon oldukça yak­laşmıştır. Buna karşılık demokrasinin istikrarlı ve etkin olmadığı sistem­lerde yalnızca yasal sürecin nasıl işlediğine bakılarak demokratik bir nitelik taşıdığı söylenmektedir. Bu arada önem verilen hususlar ser­best seçim, çok parti sistemi ve temsili hükümet biçimidir. Bunlar dikkate alındığında siyasal özgürlükleri kişi hak ve güvenliğini adaleti sağlayan bir anayasal hükümetin varlığını genel anlamda demokrasi göstergesi olarak kullanabiliriz.
Çağımızda görülen klasik demokrasi anlayışının uygulamada çok farklılıklara uğraması zaman zaman batılı düşünürler, tarafından da eleştiri konusu yapılmaktadır. Örneğin demokratik toplumların belirli bir elit tarafından yönetildiği görüşü günümüzde yaygınlık kazanmıştır. Bununla birlikte elitler arasında bir rekabet olduğu yeni, grupların elit durumuna geçebileceği ve seçmenlerin; tercihlerini seçimlerde birbirine rakip, elitler arasında belirleyerek bir etkinliğe sahip olabileceği kabul edilmiştir. Soruna bu açıdan baktığımızda günümüz demokrasi­lerinin klasik demokrasi anlayışında oldukça önemli sapmalar göster­miş olduğunu da söyleyebiliriz. Şöyle ki
- Kararlar kişilerin dolaysız katılımıyla değil, elitler arası etkileşim süreci sonucunda oluşturulmaktadır.
- Siyasal aktörler artık tek tek kişiler değil belirli kurumun ve örgütlerin liderleridir. Güç sahipleri arasında siyasal etki açısından bir eşitsizlik söz konu­su dur.
- Güç hükümet dışı kurumların yönetici kadroları arasında bölüşülmüştür
- Kurumlar arası güç dağılımı rekabet konusudur ancak bu siyasal eşitliğin sağlanabileceği anlamına gelmez.
Zaman zaman sosyal demokrasi, ekonomik demokrasi, endüst­riyel demokrasi gibi kavramlar kullanılarak sınırlan çok geniş olan de­mokrasi olgusunun belirli yönleri vurgulanmak istenmektedir. Özellikle sosyal demokrasi kavramının kullanımı çağımızda yaygınlık kazanmıştır. Statü farklılıkları dikkate alınmadan toplumun her üyesine eşit hiz­met, eşit hak ve saygı olgusunu açıklamada kullanılan sosyal demok­rasi kavramı, bu eşitliğin demokrasilerde sağlanamadığı, bu nedenle sosyal demokrasiye gereksinim duyulduğu fikrini yaratmaktadır. Ancak sosyal demokrasi siyasal demokrasinin varlığı altında söz konusudur. Siyasal demokrasinin olmadığı durumlarda sosyal demokrasiden söz edilemez. .
Demokrasinin hangi koşullar altında yaşayabildiği de uzun tartış­malara konu olmuş, bazıları demokrasinin gelişebilmesi için ekonomik gelişmenin gerektiğini, bazıları eğitim düzeyi ile bazıları da liderlerin yetenekleriyle ilgili olduğunu söylemişlerdir. Özetlersek, açık sınıf dü­zeni, eşitlikçi değerler sistemi ve sanayi toplumu demokrasinin yaşa­yabileceği ortamı en iyi bir biçimde oluşturmaktadır diyebiliriz.

DEVLET

1. Devletin Oluşumu Ve Devlet Kavramı

a. Devlet Oluşumu

İktidarın üç biçimini ayırt etmiştik; yalın iktidar, bireysel düzeyde somutlaşmış iktidar, kurumsal düzeyde somutlaşmış iktidar, siyasal iktidarda sosyal iktidarın her üç biçiminin sivil toplumdaki özgün bileşimlerine göre farklı biçimler alır.

Yalın sosyal iktidar tek başına siyasal bir iktidar değildir. Burada bireylere çok az bir özgürlük bırakan mutlak bir egemenlik vardır; ama toplum henüz farklılaşmadığından bu egemenlik tam anlamı ile siyasal değildir. Yalın iktidar hem dinsel, hem askeri, hem ekonomik, hem de siyasaldır, fakat bu iktidara tabii olanlar bu değişik öğeleri birbirinden ayırt edemezler.

İş bölümü ve uzmanlaşma global toplum içindeki grupları farklılaşmasına yol açar; böylece, iktidarda’ da bir uzmanlaşma ortaya çıkar, her grup kendi özgür siyasal iktidarına sahip olur. Bu durumda kişisel birliği sağlayacak bir etkene güçlü gereksinme duyulur; buda bir insan veya bir grup tarafından uygulanan siyasal iktidardır. Yani yalın sosyal iktidar bireysel düzeyde somutlaşmış egemen bir iktidara dönüşür. Bu iktidar siyasaldır, ama diğer öğelerle de kaynaşmıştır.

Siyasal iktidar daha önce açıkladığımız gibi yetenekleri ve ayrıcalıklarına dayanarak güçlenen bir veya bir kaç kişinin elinde toplanır ve bu, herkes tarafından bir mülkiyet hakkı olarak görülür, yani iktidara başkalarının sahip bulunmadığı bazı yetenek ve ayrıcalıklar aracılığıyla ulaşılır ve ona ayrı bir özel mal gibi bakılır.

Tarihsel gelişmenin belirli bir aşamasında bireysel siyasal iktidar yetersiz hale gelir, zaafları ön plana çıkar. Temel zaafı iktidarın olağandışı yeteneklere sahip herkese ait olabilme dolayısıyla bu tür yeteneklere sahip herkesin iktidar olmayı talep etmesi üzerine sürekli çatışmaların ve bazı rekabet durumunun ortaya çıkması, yani istikrarsızlığın egemen olmasıdır. Bu nedenle bireysel siyasal iktidarlar sivil toplumun birliği, sağlamlığı ve refahı açısından büyük tehlike taşırlar. Üstelik uygarlığın gelişmesi, daha karmaşık ve gelişmiş bir iktidar aygıtının örgütlenmesini, uzmanlaşmış organların (idare, polis, ordu, adalet, eğitim kurumları, vb.) oluşmasını gerektirir. Bu büyük ve karmaşık aygıt bir kere ortaya çıktığında, işleyebilmesi için mutlaka asgari bir birlik ve süreklilik gereklidir. İşte bu işlevleri görmeleri için kurumlar oluşturulur. Tarihsel olarak da, eski Roma'da, çağımız Avrupa uluslarında devlet aygıtının gelişmesi ve örgütlenmesiyle kurumların ortaya çıkışı arasında bir yakınlık ve paralellik görülebilir.

Siyasal iktidarın kurumsallaşması tarihsel bir olgudur. Devlet soyut bir kategori olmayıp belirli, sosyal koşullar altında ve belli bir tarihsel konumda ortaya çıkan somut bir gerçektir. Avrupa'da modern devletin oluşumu ve iktidarın kuramsallaşması Ortaçağ' ın sonundan itibaren beliren bir dizi koşulun sonucu olmuştur: Feodal, kendine yeterliliğin parçalanması, ticaretin, mal dolaşımının ve pazar için üretimin gelişmesiyle belirlenen merkantilist bir kapitalizmin egemen olması; Monarşilerin toprak bütünlüğünün sağlamaları, ulusların oluşması ve ulusal birliğin bilincine varılması; Siyasal felsefede halk egemenliği ve sözleşme teorilerine doğru bir gelişmenin görülmesi. Ortaçağ sonundaki Cumhuriyetçi monarşi teorisine göre, Prens sivil toplumun efendisi değil, kurumun hizmetkârıdır, egemenlik Prens ya da hükümette değil yurttaşların tümündedir ve Prens egemen iktidara, halk sözleşmeyle verdiği için sahiptir.

Görüldüğü gibi, "halk egemenliği fikrinin yerleşmesiyle siyasal iktidarın kurumsallaşması, ulusal devletlerin oluşumu arasında ilişki bulunmaktadır. Kurumsallaşma siyasal iktidarın toplumsallaşması demektir. Yani sivil toplumun kendi kendinin bilincine varması, sivil toplumdaki' tüm kişilerin ve grupların sivil toplumun varlığına, birliğine ve sürekliliğine yüksek bir değer vermesidir. Bu nedenle, devlet, hem kurumsallaşmış bir siyasal iktidarı hem de sivil toplumu ifade eder. Kurumsallaşma ise, egemen iktidarın kolektif mülkiyette (egemenlik) yine aynı iktidarın yürütülmesini (hükümet işlevi) içerir. Bu nedenden hükümetler gider ama devlet kalıcıdır. Hükümet etme de bir ayrıcalık değil, ilkelere ve kurallara bağlı bir işlevdir. Sonuç olarak, şu denile­bilir: Sivil toplumun, sürekliliği için kurumsal iktidar çok daha elverişlidir. Bireysel iktidarda şefin itibarı veya gücü diğer grup' üyelerinin ona uymasını zorunlu kılmaktaydı; kurumsallaşmış iktidarda yöneticilerin iradesi, .devlet adına hareket ettikleri zaman otorite haline gelir. Hükümet iktidarın sadece kullanıcısıdır, yaratıcısı bizzat sivil toplumun kendisidir.



b. Devlet Kavramı:

En genel tanımıyla devlet, kurumsalların varlığını gerektiren, kurumsal düzeyde somutlaşmış bir siyasal iktidar biçimidir. Devlet kavramı pek eski sayılmaz. İktidar; düzen gibi çağrışım yaptığı fikirlerin çoğu Yunan Sitesine ve Roma imparatorluğu’na kadar gider. Çağdaş devlet kavramıysa; XVI. ncı yüzyılda evrensel egemenlik ütopyasına karşı oluşmuştur.

Devlet nedir? Devlet bir siyasal iktidar biçimidir; Devlet kurumsallaşmış bir iktidardır; Devlet etkin bir iktidardır; Devlet meşru bir iktidardır, hukuk iktidarıdır; Devlet aynı zamanda tüzel bir kişidir; Nihayet devlet belli bir toprakla sınırlı bir örgüttür. Böylece devlet, kurumsallaşmış bir siyasal iktidar; kendine bağlı insanların güvenliğini sağlamak "Üzere kurulmuş etkin bir sosyal örgütlenme biçimi; en yüksek düzeyde ve değerleri kapsayan bir egemenliğe bağlı, sivil toplumun 'kendi kendisinin bilincine varmasını ifade eden ve" belirli bir toprakla sınırlı bir örgüt, etkin bir siyasal iktidardır.

Devlet etkin bir siyasal iktidardır: devlet dış ve iç tehlikelere karşı kendisinin ve kendine bağlı kişilerin güvenliğini sağlayan bir örgütlenme biçimidir. Bundan dolayı birçok baskı ve zorlama aracına sahiptir, yani etkin olmak zorundadır. Modern devletin dev ve karmaşık yönetim sistemi, hem yasamanın gereksinimlerini karşılama, siyasal bakımdan ifade edilen gereksinmelere cevap verme aracı ve hem de onu elinde bulunduranlar için bir güç aracıdır. Etkin bir siyasal iktidar olmasının anlamı budur.

Devlet egemen bir iktidardır: Devlet kendi kendine örgütlenebilen, herhangi bir başka iktidar tabi olmayan bağımsız, egemen bir iktidarı gerektirir. Devlet, sosyal güçler arasında var olan sürekli çatışmada yüksek hakemlik rolünü oynar. Egemenlik aslında siyasal iktidar kavramının içinde de vardır: Siyasal iktidar bütün diğer toplumsal iktidarlardan üstündür. Demokrasi egemenlik fikrini güçlendirmiştir. Demokraside devlet egemenliği halkın kendi kaderini tayin etme hakkından başka bir şey değildir; bu anlamda devlet egemenliği halkın iradesinin üstünlüğünü varsayar yani halk egemenliğidir

Devlet meşru bir iktidardır: Bireyselleşmiş siyasal iktidarın fiili bir iktidar olmasına karşın, kurumsallaşmış siyasal iktidar hukuk iktidarıdır. Bu iktidarı yürüten kişilerin kendi iradelerinden, tutkularından ve bireysel çıkarlarından bağımsız olarak kurallara uymaları gereklidir. Kurumsal iktidar, sivil toplumun bireyden yüksek bir gerçeklik ve değer olarak algılanmasını zorunlu kılar ve devletin dinsel zorlamalardan bağımsız tam anlamıyla siyasal iktidar olmasını gerekli görür. Bireysel iktidar ise dinsel normlarla sınırlandırılmıştır.

Devlet meşruluğu esastır. Devlet yurttaşların, kendi aralarında doğan çatışmaların çözümleyicisi olarak kabul ettikleri ve varlığı yabancı ülkelerce tanınmış bir örgüttür. Devleti yurttaşlar tarafından sorunları çözümleyen bir araç olarak görülmesi ve yabancı ülkelerce tanınması ona meşruluğunu verir. Meşruluk devletin egemenliğinin ruhsal biçimi, baskı ve zorun manevi yönüdür.

Devlet topraklı, sınırlı bir örgüttür: Bu toprak üzerinde yaşayan herkes zorunlu olarak devlete bağılıdır. Devlet, kendi toprağı üzerinde kuvvet kullanma tekeline sahiptir.

Modern devlet demokratik bir devlettir: Devlet örgütü iki mekanizmayı halkın denetimi altında tutmaktadır: Seçim ve parlamento mekanizması ile yerinden yönetim mekanizması.

Demokrasinin yayılması devletin işlevleri ve yapısı üzerinde de etkili olmaktadır. Şöyle ki bir yandan devletin faaliyet alanı ve dolayısıyla gücünü büyütmekte, diğer yandan devlet organlarını bölmekte ve denetim mekanizmalarını çoğaltmaktadır.

Modern devlet hukuk devletidir: devletin eylemi güvenilir belirli kurallara tabidir; yurttaşlar bağımsız yargıçlar önünde bu kuralların uygulanmasını isteyebilir. Demokratik, bir devlet, kendi çerçevesinde gitgide daha sıklaşan hukuki bağların örülmesini gerektirir. Ve bu bağlar onun gücünü denetim altına alır ve zayıflatırlar.

Devlet genelde sosyal örgütlenme sorunlarının içinde çözümlendiği bir çerçevedir. Devlet hemen hemen bütün güç ve iktidarlara egemen olan bütünsel bir üst iktidardır, bu iktidarlar arasında egemen bir hakemdir, aynı zamanda diğer iktidarların otorite biçimlerinin bir yansımasıdır.







2. Devlet Türleri

Tekçi ve bileşik olmak üzere iki grupta toplayabiliriz.

a. Tekçi Devlet

Devlet iktidarının bölünmediği bir merkezde toplandığı devletlerdir. Türkiye, Fransa, İspanya bu tür devlete bir örnektir.

c. Bileşik Devlet
Günümüzde bileşik devletin en yaygın ve önemli biçimi federal devlet olup devamlı gelişme halindedir. Amerika Birleşik Devletleri, Rusya Federasyonu, Meksika, Brezilya, Arjantin ve diğerleri.
Tekçi bir devlet için de uygulanan yerinde yönetim ve federalizm arasında farklar vardır. Federalizm çok ileri götürülmüş bir tür yerinden yönetimdir. Federal devlet aralarında iç hukuk, yani anayasa hukuku ilişkileri (uluslararası ilişkiler değil) olan bir devletler birliğinde, bir üstün devletin diğer devletler üstünde yer almasıdır. Başka bir deyimle federalizm, devleti oluşturan, bölge ve eyaletlerin gerçek devletler gibi siyasal biçimde örgütlenmesidir. Böylece üye veya federe devletler ile bunları kapsayan ve koordine eden federal devlet ortaya çıkmaktadır.
Federal devlet başlangıçtan beri kamu kudreti haklarının büyük bir kısmını (özellikle dış egemenlik yönünden ve bir kısım da yasama ve adalet yetkilerini) kendi üzerine almaktadır. Genellikle kendi yetkilerini belirlemek için yetkili kılınmıştır. Böylece giderek federe devletlerin yetkilerini kısıtlayabilir. Federal yasa federe yasanın üstündedir. Federal devlette, federe devletlerin, karşı koyamayacağı merkeziyetçi bir kudret ve merkezi bir otorite vardır. Kaldı ki, uluslararası ilişkilerde federal devletin diğer devletler karşısında ülke bütünlüğü, siyasal iktidarın tekliği söz konusudur. Merkezi federal devletin üye devletler üzerindeki bu üstünlüğü nedeniyle federe devletlere devlet niteliğinin tanınmasını kabul etmeyen yazarlar vardır.
Günümüzde federal devletlerin sayısı çoktur. Ülkesi geniş olan devletlerin federalizmi benimsemesi coğrafi nedenlerdendir. Bazen de etnik ve dil bakımından farklılık gösteren toplumlarda federalizme gidilmektedir.
Federal devletle federe devletlerin aralarında özel tipte ilişkiler vardır: Bu ilişkiler uluslararası ilişkilere hiç benzemeyen iç kamu hukukuna dayanan anayasal ilişkilerdir. Bu özellikler federal devletin kurulması ve üye devletleri içermesi ve uluslararası ilişkilerin devletlere tanınmış olmasından ileri gelmektedir.
Teorik ve ilke olarak federal devleti oluşturan federe üye devletlerin kendi aralarında eşit olmaları esastır. Ama fiilen farklılaşma olmaktadır. Her federe devletin kendi anayasası vardır.
Federal devlette iki meclis vardır. Biri temsilciler meclisi diğeri ise federal konseydir. Bu sonuncusu her federe devletten genellikle eşit sayıda seçilen delegelerden oluşur.
DEVLETİ OLUŞTURAN ÖĞELER
Devlet ancak ön üç koşul bir araya geldiğinde var olabilir. Önce devletin üzerinde yerleştiği ve yetkilerinin kullanılışını sınırlandığı bir toprak parçasının, ülkenin, var olması gerekir, Daha sonra bu ülke üzerinde oturan ve gerek ırk,.dil, din gibi ortak özellikleri ile ya da aynı gelenek ve görenekler, aynı yaşayış biçimi, özellikle yaşama iradesiyle bir ulus oluşturacak biçimde birleşmiş bir topluluk. En sonra da ulusun ülkesi üzerinde sürekliliğini ve varlığını sürdürmeğe yönelen bir hukuksal ve politik örgüt.
Sosyal açıdan devleti şöyle tanımlayabiliriz: Zorlama kudretine sahip bir otorite tarafından ortak iyiye yönelmiş sosyal, siyasal ve hukuksal bir düzenin sağlandığı ve sürdürüldüğü, belirli bir ülke üzerin­de yerleşmiş insan topluluğudur. Bu tanıma göre şu dört öğenin bir araya gelmesiyle bir devlet oluşabilmektedir: Bir insan topluluğu; top­luluğun yerleştiği ülke; topluluğu yöneten bir iktidar; iktidarın gerçek­leştirdiği ve sürdürdüğü toplumsal, siyasal ve hukuksal düzen.
a. İnsan Topluluğu - Ulus:
Devleti oluşturan öğelerden birincisi, ülke sınırları içinde yaşa­yan insan topluluğu, halktır. Çağımızda yukarıdaki özellikleri olan top­luma ulus denilmektedir. Ulus, maddi ve manevi olarak bütünleşmiş bir insan topluluğudur. Ulus, kişilerin birbirleriyle maddi ve manevi bağlarla bağlı olduklarını hissettikleri ve diğer ulusal grupları oluşturan kişilerden farklı olduklarını algılayabildikleri bir toplumdur. Ulusu, ırk, dil, din bağlılığı gibi etkin öğelerin yanında birlikte yaşanan tarihsel olaylar, ortak mutluklar, felaketler gibi manevi öğeler oluşturur. Bir ulusu oluşturan öğeler arasında ırka ait niteliklerin önemi modern ulus anlayışında giderek daha az yer tutmaktadır. Belirtilen özellikler yanın­da, aynı ülke üzerinde yaşamaktan doğan ekonomik çıkar birliği de ulusun önemli bir öğesini oluşturmaktadır.
b. Ülke
Devletin temel öğesi olan topluluğun, ulusun üzerinde yerleştiği coğrafi alan devletin ülkesidir. Devlet, her şeyden önce, ülkesel bir kuruluştur. Devletin ülkesinin sınırları anlaşmalarla belirlenir. Ülkeye verilen önemin nedeni devletin iktidarına ölçü ve sınır teşkil etmesidir. Çünkü ülke devlet iktidarının en etkili olduğu alandır.
c. İktidar
Genel olarak iktidar kavramı hakkında yaptığımız açıklamalar devlet iktidarını da kapsamaktadır. Ancak, bunlara, ek olarak burada kısaca devlet iktidarına özgü bazı niteliklerden söz edeceğiz.
Devlet iktidarı, iktidarın genel özellikleri yanında yalnız kendine özgü şu nitelikleri taşır:
Devlet iktidarı üstün durumlu ve merkezi bir iktidardır. İktidarın her aşama ve düzeydeki topluluklarda rastlanılan bir olgu olduğunu söylemiştik. Bu anlamda devlet iktidarı bir ülkedeki çeşitli toplulukların iktidarlarının üstünde yer alır. Bu düşünce en somut biçimde federal devletlerde görülebilir: Eyaletler (federe devletler) birleşerek kendi üstlerinde bir merkezi devlet (federal devlet) oluşturmaktadırlar.
Devlet iktidarı sivildir. Devlet iktidarının sivilleşmesi uzun bir oluşumun sonucudur. Başlangıçta devletler belirgin bir askeri nitelik sunmaktaydılar. Fakat uzun bir gelişim sonucu devlet iktidarı sivilleş­miş ve askeri iktidarı kendisine bağımlı kılmıştır. Devlet iktidarı sivil personel tarafından kullanılır. Askeri iktidar savaş durumları ve ulusal güvenlik için örgütlenmiş olup sivil devlet iktidarlarından ayrıdır ve ona bağlıdır. Bu iki iktidar arasında ayrılığın gerçekleştirilmesi, ordunun siyasi yaşam dışında bırakılması, sıkıyönetim durumu hariç, halk üze­rinde polis işlerini uygulamaması yoluyla sağlanmaktadır.
—Devlet iktidarı dünyevidir.
—Devlet iktidarı sivil olup siyasıdır.
— Devlet iktidarı fiziksel zorlama tekelini elinde tutar.
  Alıntı ile Cevapla