Tekil Mesaj gösterimi
Alt 27-01-2007, 12:44   #1
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Einstei’nin İnancı ve Etkileri

Einstei’nin İnancı ve Etkileri
Einstein, evren modelini ortaya koyarken en büyük ölçeklerde düşünüldüğünde evrende maddenin eşit dağılım (homojen) gösterdiğini düşünmüştür. Yine kendisine ait olan genel görelilik kuramı ile bu inancını bir araya getirince evrenin sonlu olduğu sonucuna varıyor Einstein.
Genel görelilik kuramına göre kütle uzay-zamanı bükmektedir.Işık bir enerji türü olduğundan meşhur E= MC2 formülüne göre ışık ta bir kütleye sahiptir. Bu nedenle ışık ta dahil olmak üzere her şey kütle çekiminden etkilenmektedir. Kütle ile doğru orantılı olan bu bükülme miktarı eğer yeteri kadar büyük bir değere sahipse uzay kendi üzerine kapanacak şekilde eğrilecektir. Bu akıl yürütmeden dolayı Einstein kapalı evren inancını desteklemek için homojen dağılımı önermiştir.
O günlerde elde olan bütün bilimsel veriler homojen olmayan bir evren göstermekteydi. Sarmal kollu gökadalar gözlemlenebiliyordu ve bunların başka gökadalar olduğu çoğu biliminsanı tarafından onay görmüştü. Bunların ayrıca kendi aralarında geniş bantlar halinde gruplaştıkları biliniyordu. Diğer bir deyişle Einstein’ın elindeki bilimsel veriler eşit dağılım göstermeyen (heterojen) bir evrene kanıt olsalar bile Einstein eşit dağılımlı bir yapıda ısrar ediyordu.Einstein daha da büyük ölçeklerde homojenliğe rastlanacağı umudu ile yaşadı. Ancak o günden bu güne yapılan gözlemler evrenin homojen olmadığını, aksine yumrulu bir yapıda yani eş dağılımsız (heterojen) olduğunu göstermiştir. Einstein sırf felsefi ve estetik inançlarından dolayı bu yolu seçmiştir. Çünkü Einstein'a göre büyük hacimlerde az yoğunluk, küçük hacimlerde çok yoğunluk varken evrenin bir küre olarak kendi üzerine kapanmasına gerek kalmayacaktı, yani sınırsız bir evren olması gerekecekti. Bu da Einstein’ın felsefi inancına rahatsızlık verecek bir yaklaşımdı, kendi sözlerinden de felsefi doğrultusunu anlayabiliriz:
“Duyabileceğimiz en güzel en derin heyecan, mistik olan şeylerin duyumudur. Bu, gerçek bilimin tohumudur. Bu heyecanın yabancısı olan bir kimse -artık hayranlık duyamaz, huşu (Tanrıya boyun eğme, gönlü korku ve saygı ile dolu olma) içinde vecde gelmez(ulu bir şey karşısında kendinden geçme) olmuş bir kimse- ruhen ölmüş demektir. Bizim nüfuz edemediğimiz şeyin gerçekte var olduğunu bilmek ve bunun en yüksek bilgelik ve en parlak güzellik halindeki belirtilerinin donuk anlık(beyin) vasıtasıyla ancak en kaba şekillerini kavrayabildiğimizi anlamak ve hissetmek gerçek dinliliğin temelidir.”
Ancak biliminsanı doğayı daha çok tanıdıkça mistisizmden daha fazla uzaklaşmalıdır. Daha önceden mistik duygular yaratan bir güneş tutulması bilim insanı için mistik değil, ayın güneş ile dünya arasına girmesinden başka bir şey değildir. İlkel insan güneş tekrar çıksın diye bakire kız kurban ederken, bilim insanı güneş tutulmasını bilimsel değer açısından incelemek konumundadır. Burada tehlikeli olan hala mistisizmi yaşamak, hissetmek isteyen mistik duygularından kopmak istemeyen ve hatta bu duygulardan koparsa ruhen öldüğünü düşünen bir bilim insanının, duygularını tatmin etmek için çözdüğü mistik olayları aşıp daha üst seviyede mistisizm yaratma çabası içine gireceğidir.
  Alıntı ile Cevapla