Tekil Mesaj gösterimi
Alt 02-02-2007, 22:43   #1
ferro1903
Banned
 
ferro1903 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Dünya'nın En Çılgın 11'i

Dünya futbolunda bazı futbolcular yaptıkları çılgınlıklarla gündeme oturdular. Yılın, hatta asrın ilk 11'i olur da, çılgın 11 olmaz mı? İşte dünyanın gelmiş geçmiş en çılgın 11'i...

İşte... "Çılgınlar onbiri"
Bazı futbolcular vardır, bakışları, halleri, tavırları, saha içindeki mimikleri, taraftarla olan diyalogları bir farklıdır. Kanları fazla sıcaktır. İstiap haddini aşmak için bahane ararlar, zıvanadan çıkmaları an meselesidir. Ama bir türlü vazgeçilemezler. Çünkü tüm bu farklı ve çılgın kimliklerine karşın kaliteli oldukları kesindir. Yaptıkları taşkınlık, saldırganlık bitmek bilmez ama her takımda onlar gibilere bir kontenjan senatörlüğü ayrılır mutlaka. Çünkü takıma bazen ruh katarlar, bazen direnç verirler. Bu isimlerin en büyük iki ikonu George Best ve Diego Maradona. Kimse onların yeteneklerini tartışmaz. Ama tartışacak kocaman bir hayat sunarlar bize. Biz de düşündük, taşındık ve son yılların çılgınlarını bir takıma toplayalım dedik. İşte size çılgınlar onbiri.

Click the image to open in full size.
Chilavert ve Higuita: Aslında bir tek bu mevkide hangisini seçsek bilemedik ve bu yüzden ikisini de aldık. Hangisini kaleye korsanız diğerine ayıp olacak. Bu yüzden ikisini de oynatmak lazım. Biri kalede, diğeri de nereye konursa orada. Elediğimiz isimler arasında Schumacher, Schmeichel, Ravelli ve Kahn da vardı. Ama hiçbiri bu ikisi kadar öne çıkmadı. Önce Chilavert’e bakalım. Tam adı José Luis Félix Chilavert. Muhtemelen her küçük çocuk gibi önce golcü olmak istiyordu. Ama kaleci olmak durumunda kaldı. Yine de gol atmak özlemini hiç bırakmadı. Geçen sezon Rogerio Ceni onun rekorunu kırana dek futbol tarihinin en golcü kalecisiydi. Tam 62 gol attı. Bir maçta hat-trick yapan tek kaleciydi. Milli forma altında tam 8 gol buldu. Bunlardan dördü 2002 Dünya Kupası elemelerinde atıldı. Serbest vuruşlara bayılırdı. Tam üç kez dünyada yılın kalecisi seçildi. Ama o pek kabına sığabilecek karakterde biri değildi. 2002 Dünya Kupası’nda Roberto Carlos’a tükürdü. 2006’da ise Ronaldo’ya ‘şişko ve yavaş’ dedi. 2005’te Fransa’da evrakta sahtecilikten altı ay hapse mahkûm oldu. Ya Higuita? Jose Rene Higuita Zapata da futboldan ziyade çılgınlık ve şov vaat edenlerden biriydi. Akrep vuruşuyla ünlendi. İngiltere karşısında yaptığı o fantezi kurtarış gelmiş geçmiş en güzel 100 futbol hareketinden biri seçildi. Çalımlarla orta sahaya kadar çıkma alışkanlığının en büyük bedelini 1990 Dünya Kupası’nda Milla’dan yediği golle ödedi ama uslanmadı. Futbolu bıraktıktan sonra da durulmadı. Adı önce bir uyuşturucu kartelinin kaçırılmasında anıldı ve hapis cezası aldı. Sonra kokain kullanmaktan mahkûm oldu. En son Survivor benzeri bir reality şovda görüldü.


Tony Adams: Tam adı Tony Alexander Adams. 22 sene Arsenal forması giydi, başka bir takıma transfer olmadan futbol hayatını bitirdi. Genelde böyle simge isimler hep ağırbaşlı ve sakin havalarıyla öne çıkar. Ama o bir başkaydı. Arsenal’in en genç kaptanıydı ve pazubantı kolunda tam 14 sene taşıdı. Ama tüm bunlar sosyal hayatta onu sorunlu biri yapmaktan alıkoymadı. Alkolle arası hep iyiydi. Gece kulüplerinde çıkardığı kavgalarla basına manşet oldu. 1990’da alkollü araç kullanmaktan hapsi boyladı. Tam dört kez kaza yaptı. 1996’da alkolik olduğunu kabul etti ve tedavi oldu. Bu dönemde piyano çalmayı öğrendi ve sevdi. 1998’de tamamen sağlıklı biri olarak futbola geri döndü. Çünkü en çok futbola bağımlıydı. Nitekim onu hayata döndüren şey de futbol oldu. Brunel Üniversitesi’nde Spor Bilimleri okudu. Daha sonra bir alkolle mücadele okulu kurdu. Artık olgunlaşmıştı ve anlatacak birçok tecrübesi vardı. Şimdilerde teknik direktörlük merdivenlerinde.

Vinnie Jones: Belki de gelmiş geçmiş en renkli isimlerden biriydi tam adıyla Vincen Peter Jones. Leeds United ve Chelsea’de futbol oynayacak kadar yetenekliydi. Ama çok sertti. Tam 12 kez kırmızı kart gördü. Bir keresinde kırmızı kart görmesi sadece üç saniye sürdü. Paul Gascoigne’e yaptığı faulün fotoğrafı hiç unutulmadı. Tottenham’lı Gary Stevens’a yaptığı faulün ardından öfke dolu tepkilerle karşılaştı. Çünkü Gary’nin futbol hayatını bitirmişti. Bu olaydan sonra Leeds’de geçirdiği bir sezonda inat olsun diye sadece üç sarı kart gördü. ‘Futbolun Sert Adamı’ adlı bir video filmin sunucusu olarak beyaz perdeye atladı. Ama bu programda sertliği övdüğü için federasyondan ceza aldı. Dedesinin Gallerli olduğunu iddia etti ve bu sayede Galler Milli Takımı’na seçildi. 1998’de Pankreas Güreşi yaptı. 1999’da futbolu bıraktı ve sinema dünyasının parçası oldu. Ünlü yönetmen Guy Ritchie’nin filmlerinin vazgeçilmez ismiydi. Futbol sahalarında edindiği balta lakabına uygun rollerde oynuyor ve sert adam imajını hiç bırakmıyordu. 2002’de blues ve soul tarzı şarkılardan oluşan bir albüm çıkardı. 2003’te uçuş güvenliğini bozduğu için dava edildi. 2006’da müzikalde bile oynadı.


Paul Gascoigne: Paul John Gascoigne. Adı bir aziz ismi olabilir ama kendisi asla böyle bir hayat gütmedi. Gelmiş geçmiş en teknik İngiliz futbolculardan biri olarak anıldı. Hem İngiltere’nin hem de Avrupa’nın kalburüstü takımlarında oynadı. Ama her zaman haylazlığı yeteneklerinin önüne geçti. Daha 12 yaşındayken neden sürekli boş kâğıtlara imza attığını soran öğretmenine ileride iyi bir futbolcu olacağını, onun için antrenman yaptığını söyledi. Aslında zor bir çocukluk geçirdi. En yakın arkadaşını gözü önünde bir araba kazasında kaybetti. Ardından babası beyin kanamasından öldü. Ama o futbola tutunmuştu. Yetenekliydi. Bunu herkese kısa zamanda ispatladı. 23 yaşında BBC tarafından yılın sporcusu seçildi. Ama sakatlıklar ve yaramazlıklar kariyerini kötü etkiliyordu. Sürekli taşkınlık yapıyor ve saha içindeki muzırlıklarıyla basına konu ediliyordu. Hakemlerle alay etmeye bayılıyordu. Bir keresinde yere kartını düşüren hakemin kartını alıp ona gösterdi. Komikti ama dağınık hayatı yeteneklerini sekteye uğratmaya başlamıştı. İçki, dengesiz beslenme ve gece hayatı onu kötü etkiliyordu. Newcastle, Tottenham, Lazio, Rangers, Middlesbrough, Everton derken giderek forma bulamaz oldu. Kısa bir süre Çin’in Gansu Tianma takımında bile şansını denedi ve futbol sahnesinden çekildi.
Click the image to open in full size.

Stefan Effenberg: Alman panzeri olarak bilindi. Önce Borussia Mönchengladbach’la çıkış yakaladı, sonra Bayern Münih’e geçti. Mücadeleci yapısı ve yenilgiyi kabullenmeyen tavrı nedeniyle her zaman takdir topladı. Şampiyonlar Ligi şampiyonu olan takımın kaptanıydı. Ama o da efendiliğiyle ünlenmiş isimlerden biri değildi. Her zaman disiplin problemleri yaşadı. 1994 yılında Güney Kore maçında kendisini ıslıklayan seyircilere el hareketi yapınca kadrodan çıkarıldı. Gönül hayatı da karışıktı. Karısı Martina’dan ayrılıp bir başka milli oyuncu Strunz’un karısıyla birlikte olmasıyla tabloid basınında demirbaş oldu. Yetmedi, yazdığı otobiyografiyle bütün eski takım arkadaşlarının tepkisi çekti. Kötü bir dille kaleme alınan bu kitapta sözde herkesin kirli çamaşırlarını döküyordu. Hiçbir zaman sevilen bir oyuncu olmadı. Ama kalitesi kabul görüyordu. En son olarak Katar’da El Arabi takımında futbolu bıraktı.

Paolo Di Canio: Bu kadronun belki de en hırçınlarından biri o. Ama yetenekli olduğu da kesin. Lazio, Juventus, Napoli ve Milan’dan sonra uzun yıllar Premiership’te forma giydi. Joe Cole’lu, Rio Ferdinand’lı, Lampard’lı, Carrick’li efsanevi West Ham kadrosunda yer aldı. Fakat nerede olursa olsun adı sürekli olaylarla anıldı. İlk sabıkası kendisine kırmızı kart gösteren hakemi iterek yere düşürmesiydi. Her zaman hırçınlığıyla gündeme geldi. Ama 2001’de Fair-Play ödülünü alan da yine oydu. Rakip kalecinin yerde yattığını görünce boş kaleye kafa vurmak yerine topu tutup oyunu durdurmuştu. Fakat her zaman ‘Fair’ bir oyuncu olduğunu söylemek mümkün değildi. Faşizan selamları nedeniyle hem para cezasına çaptırıldı hem de oynamama cezası aldı. Mussolini hayranı olduğunu hiç saklamadı. Bir ara sinemaya merak sardı ve bir kısa filmde rol aldı. Hâlâ İtalya 2.Ligi’nde futbol hayatını sürdürüyor.


Djalminha: Tam adı Djalma Feitosa Dias. Avrupa’da uzun süre top koşturdu, başarılar yakaladı ama hiçbir zaman Brezilya takımının önemli bir parçası olmadı. Bütün Brezilyalılar gibi yıldızdı. Ama takım yıldızı olmaktan ziyade başına buyruk olmayı tercih etti. Flamengo’da profesyonel olduğu ilk yıllardan itibaren özgün kişiliğiyle öne çıktı. Sorunlu yapısı nedeniyle yolu Japonya çıkmazlarına düştü. Palmeiras’ta yeniden doğdu ama hâlâ yalnız kalmayı, yalnız durmayı tercih ediyordu. Bu dönemde Brezilya’nın en önemli ödüllerinden biri olan Bola de Ouro’yu aldı. Deportivo’ya geldiğinde adını dünya duydu. Tam beş sene İspanyol kulübünde oynadı. 2000 yılında şampiyon olan ve müthiş bir performans gösteren Silva’lı, Donato’lu o yaşlılar takımının öne çıkan isimlerinden biriydi. Ama huysuzluğu yaşlandıkça da geçmedi. Önce 2001’de takım arkadaşı Victor’la yumruklaştı. Ardından bir sonraki sezon Teknik Direktör Irrureta’ya attığı kafayla da kariyerinin sonunu hazırladı. Sonrasında düşüşe geçen kariyerinde önce Avusturya’ya, oradan da Meksika’ya gitti. Yeteneği tartışılmazdı. “Ben futbolu güzelleştirmek için oynuyorum, ama diğerleri bunu bir gladyatör sporu sanıyor” sözü ile tarihe geçti.

Eric Cantona: Derler ki 1966 İngiltere’de futbolun devrim yaptığı yıldır. Son yıllarda bunun nedeni olarak İngilizlerin Dünya Kupası’nı kaldırması değil, aynı yıl doğan Cantona gösteriliyor. Bir Fransız olarak İngiltere futbolunun gidişatını değiştiren bu adamın tam adı Eric Daniel Pierre Cantona. Marsilyalı. Kral olarak anıldı. Ama bir krala yakışmayacak kadar deli doluydu. Daha ilk yıllarda Marsilya’da oynarken, yedeğe alındı diye formasını yere fırlattı. Hemen ardından yeni seçildiği milli takımda hocasını haşlarken yakalandı. Bütün bunlar üzerine kiralık gönderildi. Bu sefer de Montpellier’de takım arkadaşı Lemoult’un suratına kramponlarını attı. “Büyüdükçe yatışır” dendikçe yatışmıyordu. 1991’de bu sefer hakeme top fırlattı ve 1 ay ceza aldı. Ceza verenlere “aptal” dedi, ceza iki katına çıktı. Artık Fransa ona dar geliyordu. Önce Leeds’e gitti, ardından da bir efsane olduğu Manchester United’a. O kadar iyi oynadı ki, Kırmızı Şeytanların en iyi oyuncusu olarak kabul edildi. Ama sabıkası da bir o kadar kabardı. 25 Ocak 1995’te ise doruğa çıktı. Kırmızı kart gördükten sonra kendisine küfreden taraftarlara uçan tekme savurdu. Bu hareketi nedeniyle 120 saat sosyal hizmet cezası aldı. George Best’ten sonra en çılgın oyuncu olarak kulüp tarihine geçti. O da sinemaya merak saranlardandı. Tam 9 filmde oynadı.

Stan Collymore: Stanley Victor Collymore. 90’lı yolların en önemli İngiliz oyuncularından biri. Liverpool ve Aston Villa’da parladı. Ama inişli çıkışlı hayatı onu hep sınırladı. Liverpool’da oynadığı ilk maçta harika bir gol attı ve bir anda gündeme oturdu. Fowler’la birlikte harika işler yaptı ve bir anda en popüler İngiliz futbolculardan biri oldu. Ama hırçınlığı hiç bırakmadı. Önce yedek kulübesinde oturmayı reddetti. Sonra bir deplasman maçına gitmek istemedi. Kaybedilen bir kupa finalinden sonra teknik direktörünü medya önünde eleştirdi. Dolayısıyla başı cezalardan hiç kurtulmadı. Owen’ın parlayışıyla Aston Villa’ya gitti. Ama orada da sorunlar yakasını bırakmadı. Bir ara depresyona girdi. Tabloid basının malzemesi olmaktan hiç kurtulamadı. Hatanın büyüğü ise her zaman kendindeydi. Önce spiker olan kız arkadaşını yumrukladı. Sonra yangın tüpüyle kulüpte hasara neden oldu. Basınla arası hep kötüydü. Tüm bu baskılardan kaçmak için İspanya’ya gitti. Ama orada da tutunamadı. Henüz sözleşmesi sona ermeden futbolu bıraktığını açıkladı ve bunun üzerine kulüple davalık oldu. Futboldan sonra da renkli hayatı sürdü. BBC Radyo’da bir program yaptı. Sonra ahlaka aykırı hareketleri yüzünden tutuklandı. “Bu hayatta beş çayında bisküvi yemek dışında da yapılması gereken şeyler var” dedi. Temel İçgüdü 2 filminde rol aldı. Ekim 2006’da futbola yeniden dönmek istediğini açıkladı. Hâlâ en iyilerden biri olabileceğini iddia ediyordu.

Robbie Fowler: Bu takımın belki de kaptanı olacak kadar renkli bir isim o. Tam adıyla Robert Bernard 'Robbie' Fowler. Liverpoollular ona Tanrı dediler. Ama o hep insana dair hatalar ve sevaplarla anıldı. Müthiş bir genç yetenek olarak kısa zamanda parladı. Liverpool forması giydiği ilk 13 maçta 12 gol attı. Arsenal karşısında 4 dakika 33 saniyede yaptığı hat-trick unutulmazdı. Yetenekli ve umut vaat ediyordu. Ama o sadece futbol sahasında yaptıklarıyla yetineceklerden biri değildi. 1997 yılı bunun en büyük göstergesiydi. Önce bir maçta gol attıktan sonra formasının altından grevdeki dok işçileriyle dayanışma içinde olduğunu söylediği bir tişört çıkardı ve büyük ceza aldı. Ardından aynı sezon UEFA tarafından Fair Play ödülüne layık görüldü. Çünkü lehine verilen penaltıya itiraz etmiş ve hakemin kararı değişmeyince topu kaleciye teslim etmişti. Sakatlıklardan çok çekti. Ama yine de zekâsını göstermeyi hiç ihmal etmedi. Uzun bir sakatlıktan sonra döndüğü ilk maçta, gol attıktan sonra kendisini kokainman olmakla suçlayan Everton taraftarlarıyla dalga geçmek için saha çizgilerindeki kireçlerle kokain çekiyormuş gibi yaptı ve yine ceza aldı. Her hareketinde bir hinlik ve bir afacanlık vardı. Çılgınlar arasında yeri bir başkaydı.
__________________
Sponsorumuz İçin Tıklayınız

Forum Kurallari İçin Tıklayınız
ferro1903 Ofline   Alıntı ile Cevapla