Tekil Mesaj gösterimi
Alt 15-02-2007, 01:48   #1
Meric
Yardımcı Admin
 
Meric - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Mesnevi Edebiyatı

Mesnevi (edebiyat)

Mesnevi özellikle Arap, Fars ve Osmanlı edebiyatında kendi aralarında uyaklı beyitlerden oluşan ve aruz ölçüsüyle yazılan divan edebiyatı şiir biçimidir.
Arapça’da "müzdevice" denilen mesnevi türü ilk olarak 10’uncu yüzyılda İran edebiyatında ortaya çıkmıştır. Türk edebiyatına girişi 11’inci yüzyılda Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig adlı yapıtıyla başlar. Kutadgu Bilig mesnevî nazım biçimiyle kaleme alınmış hacimli bir siyasetnâme örneğidir.
Her beytinin kendi arasında kafiyelenmesi hem yazma kolaylığı sağlar hem de daha uzun metinlerin bu şekle uygun olarak kaleme alınmasına imkân tanır. Diğer nazım şekillerindeki kafiye bulma zorluğu şairleri uzun metinlerde bu şekli kullanmaya teşvik etmiştir. Bu nedenle uzun aşk öykülerinde, destanlarda mesnevi kullanılmıştır. Mesnevi bir eser başlıca tevhid, münacat, na’t, miraciye bölümlerinden oluşur.
Mesneviler aşk mesnevileri (Fuzulî-Leyla vü Mecnun), dinî-tasavvufi mesneviler(Süleyman Çelebi-Mevlit), ahlaksal ve öğretici mesneviler ( Şeyhî-Harnâme), savaş ve kahramanlık konusunu işleyen gazavatnameler, bir kentin güzelliklerini anlatan şehrengizler ve mizahi mesneviler diye ayrılabilir.
Divan şiirinde, her beytinin dizeleri kendi arasında uyaklı, aruzun genellikle kısa kalıplarıyla yazılan nazım biçimine ve bu biçimde yazılmış yapıtlara mesnevi denir. Mesneviler konularına göre üçe ayrılır: Destansı nitelikteki mesneviler (Firdevsi'nin Şehname'si)¤; öğretici nitelikteki mesneviler (Nabi'nin Hayriye'si)¤; din ve tasavvufla ilgili mesneviler (Mevlana'nın Mesnevi'si, Fuzuli'nin Leyla ile Mecnun'u, Şeyh Galip'in Hüsn'ü Aşk'ı) . Ayrıca, padişahların savaşlarını anlatan manzum yapıtlar (gazavatnameler) , kentleri ve kentlerdeki güzelleri anlatan yapıtlar (şehrengizler) , bazı yergi türündeki yapıtlar, mesnevi nazım biçimiyle yazılmıştır. Mesnevi İran edebiyatında ortaya çıkmış (İran edebiyatında Genceli Nizami ve Cami bu türün başlıca adlarıdır) . Genceli Nizami'nin beş mesnevisinden oluşan Hamse'si, sonradan Divan edebiyatı ozanları tarafından da örnek olarak alınmıştır. Türk edebiyatında ilk mesnevi Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig adlı yapıtıdır. Her beyti kendi içinde uyaklı uzun nazım biçimidir.Bir anlamda Divan edebiyatında manzum hikayelerin yazıldığı bir biçim olarak da tanımlayabiliriz. Mevlânâ’nın ünlü tasavvufi mesnevisi 25.700 beyitten oluşmuştur.
Mesneviler aşk, dini ve tasavvufi, ahlaki-öğretici, savaş ve kahramanlık, bir şehri ve şehrin güzelliklerini anlatma, mizah gibi türlü konularda yazılmıştır. Divan edebiyatında roman ve hikaye gibi türler olmadığı için mesneviler bir bakıma bu türlerin yerini tutmuşlardır. On bölümden oluşur.Aynı şair tarafından yazılmış beş mesneviye “Hamse” adı verilir. Hamse sahibi olarak tanınmış önemli divan şairleri: Ali Şir Nevâi, Taşlıcalı Yahya, Nev’i-zâde Atâi’dir.

Kaynakça: AMil Çelebioğlu, Türk edebiyatında Mesnevi Nihat Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi Muhammet KUZUBAŞ, Mahzen-i Esrar ile Nefhatü'l-Ezhar Mesnevilerinin Mukayesesi


Mesnevi
Arapça "s n y" üçlü kökünden türemiş mesnevi sözü, bu dilde kendi
arasında kafiyeli mısralardan oluşmuş nazım sekli anlamında kullanılmamıştır.
Mesnevi edebiyat terimi olarak ilk defa İran edebiyatında kullanılmış olmakla birlikte, bu nazım şeklinin ilk örnekleri Arap edebiyatında görülmektedir.
Mesnevi terimi ve nazmı şekli Türk edebiyatına İran edebiyatından geçmiş, XI-XIX. yüzyıllar arasında bu türde sayısız eserler yazılmıştır.
İran edebiyatında önceleri destanî konuların işlenmesinde kullanılan mesnevi nazmı şeklinin ilk olgun örneği Firdevsî'nin Şâh-nâme'sidir (X-XI. yy.). Bu edebiyatta, mesnevi yalnız destanî eserlerde kullanılan bir nazım türü olarak kalmamış, tasavvufî, ahlâkî konularla aşk ve macera hikâyeleri de bu yolla
nazma çekilmiştir.
Türk şairleri üzerinde etkisi yönünden ön sırada bulunan, Türk şairi olmakla birlikte eserini Farsça olarak yazan Mevlânâ Celâleddin-i Rumî (1207-1273)'yi burada anmak zorundayız. Anadolu'da yazılmış olan birçok mesnevîyi, gerek şekil gerek muhteva yönünden etkileyen eser, bu nazım türüne verilen adın alemi olmuş, "mesnevi" dendiğinde önce Mevlânâ'nın eseri akla gelmiştir.
Mesnevî, kendi arasında kafiyeli beyitlerden oluşmuş bir nazım şeklidir (aa/bb/cc...). Beyit sayısı bakımından hiçbir kısıtlayıcı kurala bağlı değildir, iki ile on binlerce beyit arasında değişen bir genişliktedir. Gerek beyitler arasında kafiye bağlantısı bulunmaması gerek beyit sayısının sınırlı olmaması, şairlerin işledikleri konuyu istedikleri kadar genişletmelerine imkân sağlamış, bu yüzden de çok kullanılan bir nazım şekli olmuştur.
Beyit sayısının çok olması yüzünden, aruzun hangi bahrinden olursa olsun, mesnevîde daima kısa kalıplar kullanılmıştır. Bu kalıplan şöyle sıralayabiliriz:
1. ..-/.-./... : Mefâ'îlün/mefa'îlün/fa'ûlün
2. -/.-.-/.- : Mefûlü/mefâ'ilün/fa'ûlün
3. ..../..../... : Fâ'ilâtün/fâ'ilâtün/Fâ'ilün
4. ..--/..--/..- : Fe'ilâtün/fe'ilâtün/fe'ilün
(-.--) (-) (Fâ'ilâtün) (fa'lün)
5. ..-/.-.-/..- : Fe'ilâtün/mefâ'üün/îe'ilün
(-.--) (--) (Fâ'ilâtün (fa'lün)
6. -..-/-..-/-.- : Müfte'ilün/müfte'ilün/fa'ilün
7. .--/.--/.--/.- : Fa'ûlün/fa'ûlün/fa'ûlün/fa'ûl
Belli bir konuyu işleyen, bağımsız bir kitap olarak yazılmış mesnevilerin plânları, genellikle birbirine benzer. Bu genel plânda üç bölüm vardır
A. Giriş bölümü
B. Konunun işlendiği bölüm
C: Bitiş bölümü
A. Giriş Bölümü
Bu bölümde en çok "tevhîd ( =Tanrı'nın birliğini konu edinmiş şiir)",
"münâcât ( =Tann'ya yakarış)", "na't ( =Hz. Muhammed'e övgü)", padişaha
övgü ve "sebeb-i te'lif ya da sebeb-i terceme ( = eserin yazılma ya da çevrilme
sebebi)" konularında yazılmış parçalar görülür. Birçok mesnevi "besmele" ile
başlar. "Besmele" başlı başına bir şiir de olabilir. Şair "besmele"den sonra
"hamd ( = şükür)"e geçebileceği gibi, eserine "hamd"i konu edinen bir parçayla
da başlayabilir. Bu parçaya "tahmîd" denir. Bir kısım mesnevide "na't"tan
sonra "mi'râc (= Hz. Muhammed'in Tanrı katına yükselmesi)", "mu'cizât
( = Peygamber'in gösterdiği olağanüstü durumlar)" ve "Medh-i Çehâr-yâr
(=dört halifeye övgü)" başlıkları da vardır. Kimi mesnevilerde padişahtan
sonra, şairin ilgi ve yardım gördüğü başka bir devlet büyüğünü övdüğü de olur.
Hatta padişah yerine bir devlet büyüğünün övüldüğü mesneviler de vardır.
Bütün eserlerde görülmemekle birlikte, "giriş bölümü"nde "mev'ize ( =öğüt)",
"sözün yüceliği" ve "kaleme hitab" başlıklarıyla karşılaşıyoruz. Taşlıcalı Yahya Bey'in Kitâb-ı Usûl’ü "kaleme hitab"la başlar. Bir mesnevi "giriş"inde burada sıraladığımız bütün başlıkları bulamayacağımız gibi, burada anmadığımız başlıklar da görebiliriz.
Yukarıda anılan başlıkların "giriş bölümü"ndeki sırası şöyle olabilir:
1. Besmele
2. Tevhîd
3. Münâcât
4. Na't
5. Mi'râc
6. Mu'cizât
7. Medh-i Çehâr-yâr
8. Padişah için övgü
9. Devlet büyüğüne övgü
10. Sebeb-i te'lîf
1. Besmele
İslâmî geleneğe uygun olarak, mesneviler de "besmele" ile başlar. Ancak, her zaman eserin başında yer alan besmele, mesnevideki ilk şiirin ilk beytini oluşturabileceği gibi, mesnevi metninin dışında da kalabilir, ilk beyitteki besmele kimi mesnevilerde vezne uymaz; fakat öbür mısra ile kafiyeli olduğundan, bir mısra gibi görünür. Kimi eserlerde ise:
Zikr-i bismillâhi rahmâni'r-rahîm
Kamu nesne bizegidür iy hakim (Fuzûlî / Leylâ vü Mecnûn)
örneğinde görüldüğü gibi, kurallı okunuşu bozularak vezne uydurulur. Başında besmele bulunan parça "tevhîd" ya da "münâcât" olabileceği gibi, bütünüyle besmeleye ayrılmış bir şiir de olabilir. Şair bu şiirde besmelenin erdeminden, her işe onunla başlamak gerektiğinden söz eder, besmelede bulunan her harfin neye delâlet ettiğini anlatır...
2. Tevhîd
Mesnevilerde "tevhîd" ve "münâcâ”tın sırası her zaman aynı değildir. Şair isterse tevhîdi isterse "münâcât”ı öne alır. Tevhîdin sözlük anlamı "bir kılma, bir sayma, Tanrı'nın birliğine inanma..."dır. Edebiyat terimi olarak ise "Tanrı'nın varlığını ve birliğini dile getiren manzume" anlamında kullanılır.
Öte yandan, "giriş bölümü"nde tevhîd bulunmayan mesneviler de vardır. Ancak başında tevhîd bulunan mesneviler daha çoktur.
Şairler tevhîd başlığı altında Tanrı'nın "esmâ-i hüsnâ"sını ve sıfatlarını sayarlar. Dünyada faili olmayan bir oluş, bir kılış yokken, bunca oluşu kılan üstün bir gücün, yani Tanrı'nın var olması gerektiğine işaret ederler. Evrendeki düzeni O'nun birliğine tanık gösterirler.
3. Münâcât
Tanrı'ya yakarış anlamındaki bu başlık altında şairler, kulun güçsüzlüğünü, her konuda Tanrı'nın yardımına muhtaç olduğunu ifade ederler, insanoğlunun günah işlemekten kurtulamadığını, buna rağmen Tanrı'nın bağış kapılarını açık tuttuğunu... bildirirler. Kimi mesnevilerde şair, eserini tamamlayabilmek için, onun yanlışlardan ve eksiklerden uzak olması, okuyanlar tarafından beğenilmesi için Tanrı'ya yakarır.
4. Na't
Hz. Muhammed'i övmek üzere yazılan şiire "na't" denir. Bununla birlikte, na't teriminin dört halife ve başka din büyüklerine yazılan övgü şiirleri için de kullanıldığı görülür. Süheyl ü Nevbahar ve Hurşîd-nâme'de olduğu gibi. Ancak geniş anlamda daima Hz. Muhammed için yazılan övgü söz konusudur. Bu şiirlerde en çok şu noktalar üzerinde durulur: O, kendisinden önce gelen peygamberlerden üstündür; iki cihanın sultanıdır; son peygamberdir, fakat onun nuru bütün varlıklardan önce yaratılmıştır; O, Tanrı'nın "sen olmasaydın felekleri yaratmazdım" dediği yüce peygamberdir; O, "fakirlik övüncümdür" diyen, Ahmed, Mahmûd, Muhammed, Mustafâdır...
Şair, Hz. Muhammed'in "mi'râc" ve "mu'cizât"mı ayrı başlıklar altında işlemişse, "na'f'te bu yönlere ağırlık vermez, bir iki beyitle değinir. Onun şefaatini dileyerek na'ti bitirir.
5. Mi'râc
Sözlük anlamı "merdiven", "göğe yükselme" olan mi'râc, Hz. Muhammed'in Tanrı katına yükselmesi olayına da ad olmuştur. Şairler, mesnevilerde bu başlık altında mi'râc olayım anlatarak Hz. Muhammed'i yüceltirler. Edebiyatımızda başlı başına bu olayı konu alan Mi'râc-nâmeler de yazılmıştır.
Mesnevilerin "giriş" bölümlerinde Mi'râc olayını anlatan şiirlerde, Hz. Muhammed'in Tanrı katına yükselmesi konu edilir. Cebrail'in gelişi ve Burak getirmesi; Peygamber'in Mescid-i Aksâ'da namaz kılması, göğe yükselmesi ve her felekten geçişi; Cebrail'in "Sidre"den öteye geçemeyişi; Hz. Muhammed'in Tanrı'ya "iki yay uzaklığından da az" yaklaşması; ümmeti için dileklerde bulunması...; yeryüzüne dönüşü ve yatağını henüz soğumamış olarak bulması anlatılır.
6. Mu'cizât
"Mu'cize" kelimesini çoğulu olan mu'cizât peygamberler söz konusu olunca, onların gösterdikleri olağanüstü haller, peygamberliklerini kanıtlayan "mu'cize'ler anlamına gelir.
Her peygamber gibi, Hz. Muhammed'in de mucizeleri vardır. Şairler mu'cizât başlığı altında bunları sıralayarak Peygamber'i yüceltirler. Bunlar arasında Hz. Muhammed'in doğumundan önce ve doğumu sırasında görülen olağanüstü haller, çocukluğunda başka çocuklardan farklılığı, düşmana toprak saçıp onları kör etmesi, parmağıyla ayı ikiye ayırması, parmağından askerlerinin susuzluğunu giderecek kadar su akıtması, körleri iyileştirmesi, diktiği hurmanın hemen yemiş vermesi, elinde kertenkelenin dile gelmesi, Önüne konmuş olan pişmiş zehirli kuzunun ona "benden yeme" demesi... bu başlık altında anlatılan mucizelerdendir.
7. Medh-i Çehâr-yâr
Hz. Muhammed'in dört yakını, dört dostu, dört halifesi, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali için övgü. Kimi mesnevilerin giriş bölümlerinde, şair "na'f'ten veya varsa buna bağlı olan "mi'râc" ve "mu'cizât" başlıklarından sonra dört halife övgüsüne geçebilir. Bu konudaki övgüler ayrı başlıklar altında verilebileceği gibi, bir başlık altında dört fîalifenin anıldığı da olur. Bu şiirlerde Ebû Bekir'in dürüstlüğü ve cömertliği, Ömer'in adaleti, Osman'ın edebi ve Kur'ân'ı yazdırması, Ali'nin cesareti başlıca üzerinde durulan noktalardır.
8. Padişah için övgü
Hemen hemen bütün mesnevilerin "giriş bölümü"nde bulunan bu başlıkta, şair hükümdara bağlılığını dile getirerek, eserinin kabul edilmesini diler. Onu kahramanlığından, adaletinden, kereminden... ötürü över; Tanrı'nın "yer yüzündeki gölgesi, Hz. Muhammed'in halifesi cihan sultanlarının en büyüğü diyerek yüceltir. Kimi mesnevilerde şair yoksulluk ve işsizlikten yakınarak, padişahın yardımını ister. Bu övgü hemen her zaman padişahın ömrüne ve devletine dua ile biter.
9. Devlet büyüğü için övgü
Mesnevilerin "giriş bölümleri"nde, şairler padişahtan sonra sadrazam, vezir, şeyhülislâm, kazasker... gibi devlet büyüklerinden birine de övgü koyabilirler. Bu övgüde övülen devlet büyüğünün mevkii, adaleti, ilmi, cömertliği, ilim ve hüner sahiplerine ilgi göstermesi vb. noktalar üzerinde durulur.
10. Sebeb-i te'lîf
Mesnevilerin "giriş bölümleri"nde hemen hiç ihmal edilmeyen başlıklardan biri de sebeb-i te'lîftir. Bu başlık altında şair eserini niçin yazdığını, onu bu eseri yazmuya yönelten sebebi açıklar. Yukarıdaki başlık sebeb-i nazm-ı kitâb, sebeb-i tertîb, sebeb-i tahrir biçiminde de olabilir. Farsçadan çeviri olan kimi mesnevîlerde bu başlık sebeb-i terceme olarak geçer.
Bu başlık altında, şair kendisini böyle bir kitap yazmaya yönelten sebebi verir. Mesnevîlerde bu sebepler de birbirine benzer. Şairler düşlerinde büyük mesnevî ustalarıyla konuşurlar, bu ustalar şairden bu yolda bir eser yazmasını isteyebilir. Şair yine düşünde ya da kendi âlemine dalmışken "hatif (= sahibi görülemeyen ses)"ten gelen bir ses, ondan böyle bir mesnevi yazmasını istemiş olabilir. Şair dostlarıyla oturup ünlü bir mesneviyi okurken, arkadaşları ondan benzeri bir eser yazmasını isteyebilirler. Hatta bu işi ancak kendisinin başarabileceğini söyleyerek ısrar etmiş olabilirler. Zamanın sultanı ya da başka bir devlet büyüğü, yabancı dilde yazılmış beğendiği bir eserin Türk diline kazandırılmasını şairden isteyebilir.
Sebeb-i te'lîf başlığı altında şair, eserinin yazılış sebebini açıklamakla kalmaz; bu konuda kendinden önce eser veren büyük şairleri anar, onlara nazire yazmakla övünür. Mesnevisinin çeviri ya da taklit olmadığını bildirir. Şairler, sebeb-i te'lîf'e ayrılan kısmın sonunda, yanlışlarının ve eksiklerinin bağışlanması dileğinde de bulunabilirler. Bu yüzden, şair ve eser hakkında en önemli bilgilerin sebeb-i te'lîf başlığı altında toplandığı söylenebilir.
Buraya kadar mesnevilerin "giriş” bölümlerinde yalnız "mesnevi" nazım şekliyle yazılmış kısımlardan söz ettik. Oysa bu başlıklar altında "kaside",
“kıt'a", "tercî-i bend," gibi nazım şekilleri de kullanılmıştır. Bunlar arasında pek azı vezin bakımından mesnevi veznine uyar, çoğunun vezni mesnevide kullanılan vezinden farklıdır.
Şairler değişik nazım şekillerinde ustalıklarını gösterebilmek ve "giriş" bölümündeki monotonluğu gidermek amacıyla bu yola başvurmuş, değişik nazım şekilleri kullanmışlardır. Aynı durumu "konunun işlendiği bölüm"de de göreceğiz.
B. Konunun İşlendiği Bölüm
Mesnevilerde "âğâz-ı dâstân", "matla-ı dâstân", "âğâz-ı kıssa", "âğâz-ı kitâb"... gibi başlıklarla başlayan "konunun işlendiği bölüm", mesnevinin ana bölümüdür. Burada ele alınıp anlatılan konular, eserden esere değişir. Bu değişkenlik, bölümün genel plânında da kendisini gösterir. Bu bölümde, "giriş bölümü" için verdiğimiz genel plâna benzer bir plân vermek mümkün değildir.
Edebiyatımızda, mesnevilerin bu bölümde ele aldıkları konulara göre tasnif edildiğini görüyoruz. Bu tasniflerin aynı konuda yazılmış mesnevileri göstermek için yararlı olduğu açıktır. Ancak, mesnevilerin yazılış amaçlarına göre tasnif edilmesinin yukarıdaki açıdan oluğu kadar, bu eserlerin ana bölümlerinin plânları arasında bağlantı kurmak yönünden de yararlı olacağını sanıyoruz. Bu düşünceyle mesnevileri yazılış amaçlarına göre dört gruba ayırarak, her grubun elde bulunan örneklerinden bazılarını notlarda gösteriyoruz:
1. Grup
Okuyucuya bilgi vermek, onu eğitmek amacı güden mesnevîler. Bu grupta dinî, tasavvufî, ahlâkî eserlerle eski bilimlerle ilgili olan ve ansiklopedik bilgiler veren mesnevîler yer alıyor. Bu konular için şu örnekleri gösterebiliriz:
a. Dinî mesnevîler
Sûre çeviri ve şerhleri, kırk hadis çeviri ve şerhleri, yüz hadis çeviri ve şerhleri, ilmihaller, mevlidler, hicret-nâme, mi’râciyye, vefât-ı Neb, hilyeler, Hz. Muhammed ve yakınları hakkında çeşitli hikâyele, makteller, Muhammediyye ve benzerler, dinî öğütler veren eserler, kutsal yerleri anlatan bir mesnevi
b. Tasavvufî mesneviler
Mevlânâ'nın Mesnevî’si çeviri ve şerhleri, Tasavvufu anlatıp öğretme amacı güden mesneviler, İran edebiyatındaki tasavvufî mesnevilerin çevirileri ve benzerleri, evliya menkabeleri, temsilî yoldan tasavvufu anlatan eserler, Yunus Emre, Kaygusuz Abdal ve Rûşenî gibi şairlerin mesnevileri
c. Ahlâkî mesneviler
İran edebiyatından çevrilmiş ya da oradan örnek alınarak yazılmış ahlâki eserler, çocuklara öğüt vermek amacıyla yazılmış mesneviler, içindeki dinî-tasavvuf! düşünceler yanında öğüt verme yönü ağır basan eserler, insanın fizikî yapısıyla ahlâkî yönü arasında ilişki kuran mesneviler, temsil yoluyl öğüt veren eserler
d. Ansiklopedi niteliği taşıyan ya da belli alanlarda bilgi veren mesneviler
Ansiklopedi niteliği taşıyan mesneviler, tıp ve astroloji ile ilgili eserler bir şuara tezkiresi
2. Grup
Okuyucunun kahramanlık duygusuna hitap eden, konusunu menkabelerden ya da tarihten alan mesneviler.
a. Konusunu menkabelerden alanlar:
Hz. Muhammed'in ve Hz. Ali'nin savaşlarını anlatan eserler, Battal-nâme ve benzerleri, Makedonyalı Büyük Iskenderle Kur'an'da gecen Zülkarneyn'in aynı kişi olduğu varsayımına dayanan, esas olarak bu efsanevî kişinin hayat çizgisini konu edinen îskender-nâmeler, Manzum Şâh-nâme çevirileri
b. Konusunu tarihten alan mesneviler
Adları ne olursa olsun, belli bir dönemin tarih olaylarını, özellikle seferleri, savaşları ve fetihleri konu edinmiş mesneviler
3. Grup
Sanat yönü ön plânda olan, okuyucunun edebî zevkine bitap eden, ana
çizgisi aşk ve macera olan mesneviler.
" Bunlar arasında, kahramanların beşerî (mecazî) aşktan ilâhî (gerçek) aşka yükseldikleri eserler; kahramanlar arasındaki aşk bütünüyle beşeri olduğu halde, iki âşığın kavuşmasını tasavvuf! mecazlarla örten mesneviler de vardır.
Bu mesnevilerin konulan, çoğunlukla İran ve Arap edebiyatlarından alınmıştır. Bunlardan çeviri ya da serbest çeviri olanlar yanında, ekleme ve çıkartmalar yapılarak, "Türkî libâs giydirilen" mesneviler de vardır. Yine bu tür mesneviler, şairlerin şiirdeki ustalıklarını, hünerlerini göstermeye çalıştıkları eserlerdir. Bu gruba giren belli başlı mesneviler şunlardır Yusuf u Zelîhâ, Leylâ vü Mecnûn, Husrev ü Şîrîn ve Ferhad u Şîrîn, Cemşîd u Hurşîd, Hurşid-nâme, Işk-nâme, Varka vü Gülşâh, Vâmık u Azrâ, Humâ vü Hümâyûn, Edhem ü Hümâ, Vîs ü Ramin, Gül ü Husrev, Süheyl ü Nevbahar, Şem' ü Pervane, Şâh u Gedâ ve Şâh u Derviş, Mihr ü Mâh ve Mihr ü Müşteri, Mihr ü Vefa, Gül ü Bülbül, Gül ü Nevruz, Niyaz- nâme-i Sa'd u Hümâ, Gûy u Çevgân, Işret-nâme, Hayrâbâd, Heft-peyker (Behrâm-ı Gûr). Heft-Hân, Beng ü Bade…
4. Grup
Şairlerin gördükleri, yaşadıkları olayları anlatan, toplum hayatından kesitler veren; kişileri, meslekleri, düğünleri ve belli yöreleri tasvir eden mesneviler. Bu eserler yerli konuları işlediklerinden, eski edebiyatımızın mesnevi alanındaki en orijinal örnekleridir. Bu gruba giren başlıca eserler şunlardır: Ta'rîfât veya Ta'rîf-nâmeler, Şehr-engîzler, Sûr-nâmeler, Sergüzeşt ve Hasbıhaller... Bunlardan şehr-engîz türündeki eserlerden kimileri yöresel tasvirler verir.
Mesnevilerde "konunun işlendiği bölüm"ün plân yönünden önemli farklı¬lıklar gösterdiğim daha önce bildirmiştik. Çoğu mesnevide, bu bölümün plânı birbirinden farklı olmakla birlikte, kimi eserlerde birbirine benzer plânlarla da karşılaşıyoruz. Burada yukarıdaki tasnifte sıraladığımız gruplardan yola çıkarak, plân yönünden özellik gösteren mesnevilerden örnekler vereceğiz.
1. Grupta yer alan eserler arasında plân yönünden birbirine benzeyen mesnevilerin başında "Kırk Hadis" ve "Yüz Hadis" çeviri ve şerhleri gelmektedir. Bu mesnevilerde, önce ele alınan "hadîs"in çeviri veya şerhini veren parça, sonra da o parçanın özüne uygun hikâye kısmı gelir. Böylece eserin ana bölümü kırk veya yüz hadisin çeviri veya şerhi ile bir o kadar da hikâyeden oluşur. Hazini ve Hakânî'nin "Kırk Hadis"leri " ile Hatiboğiu'nun "Ferah-nâme" ve Âlî'nin "Subhatü'l-Uşşâk adlı yüz hadisleri plân yönünden benzeşirler.
İran'da yazılıp çok sevilmiş bir mesnevi, birkaç Türk şairince çevrilmişse, bu çeviriler arasında plân yönünden benzerlik bulunması tabiîdir. Ancak bu benzerlik, çeviri olmayan eserler arasında da görülebilir. Aynı mesneviye "nazire ve cevap" olarak yazılmış mesnevilerde "konunun işlendiği bölüm" plân yönünden birbirine benzeyebilir. Burada, Nizamî'nin Mahzenü'l-esrâr'ına yazılmış nazireleri örnek olarak gösterebiliriz:
İran edebiyatında, Emir Husrev'in Matla'u'l-envâr'ı, Hâcû-yı Kirmâni'nin Ravzatü'l-envâr'ı ve Molla Câmî'nin Tuhfetü'l-ahrâr'ı Nizâmî'nin eserine naziredir. Türk edebiyatında, Nizâmî'nin eseri başta olmak üzere, yukarıda adı geçen mesnevilerden çoğuna nazireler yazılmıştır: Azerî İbrahîm Çelebi'nin Nakş-ı Hayâl'i ile, Mustafa Cinânî'nin Riyâzü'l-cinân'ı Nizâmî'ye; Âlî'nin Tuhfetü'l-uşşâk'ı Câmî'nin mesnevisine; Atâyî'nin Nejhatü'l-ezhâr'ı ise Emir Husrev'in eserine naziredir. Sıraladığımız bu örnekler arasında plân bakımından tam birlik vardır. Hepsi de ilk örnek olan Mahzenü'l-esrâr'ın plânında birleşirler. Aynı benzerlik, Câmî'nin Sübhatü'l-ebrâr’ı ile ona nazire olan Taşlıcalı Yahya'nın Gencîne-i Râz'ı ve Atâyî'nin Sohbetü'l-ebkâr'ı arasında da görülür.
Mahzenü'l-esrâr, yirmi "makale" ve her "makâle"den sonra gelen bir "hikâye”den oluşan bir mesnevidir. Yukarıda saydığımız nazirelerde de durum aynıdır. Câmî'nin Sübhatü'l-ebrâr'ı ise kırk "Ikd ( =dizi)" dan sonra gelen birer "hikâye"den oluşmuştur. Yahya'nın ve Atâyî'nin eserlerinde de, küçük farklarla, durum aynıdır, öte yandan, Yahya'nın Gülşen-i Envâr ve Rahml'nin Gül-i Sad-berg adlı mesnevilerinin Mahzenü'l-esrâr'a nazire olduğu söyleniri, öyledir de. Ancak bu eserlerle Mahzenü'l-esrâr arasında plân bakımından benzerlik yoktur.
Çeviri veya nazire olmadıkları halde, "konunun işlendiği bölüm"de belli bir plânın uygulandığı mesneviler de vardır. Bunun en güzel örneklerinden birisi de Garib-nâme'dir.
Âşık Paşa, bu eserini on "bâb ( = bölüm)" ve her "bâb"da on "dâstân" olarak düzenlemiştir. Aynca bu mesnevinin her "bâb"ında o "bâb"ın sayısı ile ilgili konular işlenerek, şekil ve muhteva arasında bütünlük sağlanmıştır.
Taşlıcalı Yahya'nın Kitâb-ı Usûl'ünün de kendisine özgü bir plânı vardır. Şair, eserinin önemini vurgulamak istermişçesine, her ana bölümü aynı beyitle bitirir. Bundan sonra da "hikâye" ve "latife" başlıklı parçalar gelir.
2. Grupta yer alan mesnevilerden, Ahmedi'nin İskender-nâme'si ve onun
taklidi olan Ahmed-i Rıdvan'ın İskender-nâme'si "dâstân"lardan oluşan bir
plâna sahiptir. Ahmedî bu destanları "Dâstân veya mukaddime-i Dâstân",
"Matla'-ı Dâstân ve Hâtime-i Dâstân" olmak üzere üçlü bir planla vermiştir.
Destanların uzunlukları ne olursa olsun, başlıklar değişik yazılmış olsa bile, bu
plânı görebiliyoruz.
3. Grupta yer alan mesnevilerde, aynı konuyu işleyen eserlerde bile, plân
yönünden önemli ayrılıklar vardır. Genellikle aşk ve macerayı konu edinen bu
mesnevilerde şairler, olayların takdim-tehiriyle araya küçük parçalar eklemek
veya çıkarmak suretiyle aynı konuda yazılmış başka mesnevilerden farklı bir eser
ortaya koymaya çalışmışlardır.
Bu değişikliklerden biri, belki de en önemlisi ise, "konunun işlendiği bölüm"lerde, kahramanların ağızdan, değişik nazım şekilleriyle, söylenen şiirlerdir. Bunlar arasında sayı bakımından gazeller birinci sırayı alır. Gazel kadar olmamakla birlikte, "kıt'a", "müstezad", "murabba", "muhammes", "tercî" ve "terkîb-i bend" nazım şekillerinin kullanıldığı da görülür.
Mesnevi içinde yer alan bu değişik nazım şekillerinde görülen özellikler şöyle sıralanabilir:
a. Bunlar genellikle kahramanların ağzından söylenir. Bu şiirler bazan
âşığın sevgilisine gönderdiği aşk mektubudur ya da aşk mektubunda yer alır. İki
âşığın karşılıklı olarak şiir söyledikleri de olur. Bazen de asıl kahramanların
yanında bulunan olayın geri plândaki kahramanları, efendilerinin duygularını
dite getirmek üzere şiir söylerler. Mesnevilerde doğrudan doğruya şairin
ağzından söylenmiş şiirler de görülebilir.
b. Şair, mesneviden bu tür şiirlere geçmeden önce, son beyitte bunu haber
verir. Böylece mesnevî ile araya giren şiir arasında bağlantı kurar.
c. Bu şiirlerden pek azında şairin mahlası ile karşılaşıyoruz. Sonunda
kahramanın adı bulunan ya da hiçbir ad bulunmayan şiirler çoğunluktadır.
İçinde bulunduğu mesnevi ile aynı vezinde yazılmış nazım şekilleri vardır; ancak değişik vezinle yazılanlar daha çoktur.
d. Mesnevi içinde değişik nazım şekillerinin yer alması, özellikle gazel yazılması İran edebiyatında başlamıştır. Fakat Türk şairlerinin mesnevîlerindeki gazeller, hem sayıca çok olmaları, hem de nazım tekniği yönünden gazelin bütün özelliklerini taşımaları bakımından dikkat çekicidir. Hatta, bazı şairlerin mesnevîlerindeki gazelleri, divanlarındaki gazeller arasında da görebiliriz.
Yine bu gruba giren mesnevilerden "Heft-peyker" veya "Behrâm-ı Gür" adıyla bilinen eserlerde konu "yedi" bölüm halinde düzenlenmiştir. Edebiyatımıza Nizâmî'nin aynı adlı eserinin çevirileriyle giren bu mesnevinin en orijinal örneğini Nev'îzâde Atâyî "Heft-Hân" adlı mesnevîsiyle vermiştir. Bu mesnevide yedi mekânda yedi hikâye anlatılır.
Konusu aşk olan mesnevilerde olaylar birbiri ardınca sıralanırken, şair konuyla ilgi kurarak başka bir hikâye anlatabilir. Nizâmî'den çevrilmiş Leylâ vü Mecnûn mesnevilerinden Rıdvan'ın eserinde Mecnûn'un durumu anlatılırken değişik yerlerde üç hikâye verilmiştir. Yine bu tür mesnevilerde, kahramanlardan birinin ölümü veya benzeri bir felâket anlatıldıktan sonra şair, cihanın vefasızlığını dile getiren bir başlıkla olayların akışını durdurur. Okuyucuya bu konuda öğütler verir. Şeyhoğlu Mustafa, Hurşid-nâme'de "Boğa Han" hikâyesine girerken onun zalim bir hükümdar olduğunu bildirdikten sonra "Mev'ıza der-şân-ı Zâlimân (= Zalimlerin durumları üzerine öğüt)" başlığı altında öğütler verir.
__________________


http://img81.imageshack.us/img81/9771/topmain8dd3mg5.jpg
Meric Ofline   Alıntı ile Cevapla