Tekil Mesaj gösterimi
Alt 26-02-2007, 10:05   #7
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Kira artışlarının TÜFE enflasyon hedefi ile sınırlanması için yasa da çıkarılmış olmasına karşılık, bu sınırlamaya genel olarak uyulmayacağı anlaşılmıştır.1999 Aralık ayından 2000 Aralık ayına kadar ki 12 aylık dönemde TÜFE endeksi içinde kira kaleminde %41,9 ‘luk bir artışın olması bunun en gerçekçi göstergesidir.
Konsolide bütçe içinde kalındığında kamu açığının istenilen düzeye inmesinin mümkün olduğu belli olmuştu ama, kamu bankalarını ve KİT sistemini de içine alan kamu kesimi açıklarının hedeflenen düzeye indirilmesi kolay görülmüyordu. Çünkü kamu bankalarının görev zararları artarak sürüyordu. KİT sistemi açıkları da, bunların fiyatları çıpa olarak kullanıldığından, giderek büyüyordu. Bu durum dikkate alındığında enflasyonun 1999’da %60’lardan 2000’de %20’lere inmesi zor görünüyordu.
Bütçenin ve kamu kesiminin mali uyum hedefleri faiz dışı denge üzerinde yoğunlaşmıştı ve bu yoğunlaşmanın sakıncası; faiz dışı denge hedeflerini, özel kesime yapılan faiz transferlerini ve bu transferlerin özel talep üzerindeki uyarıcı etkisini gözardı etmesiydi. Kamu talebi ile birlikte özel talebi de önemseyen bir yaklaşımın, faiz transferlerini de dikkate alması gerekirdi.
Yapısal uyumun önde gelen bir kalemi olan özelleştirmenin mali uyuma en büyük katkıyı yapması hesaplanmıştı. Ancak 2000 yılı ortalarına doğru özelleştirme hedefine varılamayacağı belli olmuştu.Yapısal uyum sürecinde belki de en önemli konu, zayıf ve sorunlu olduğu bilinen bankacılık sisteminin yeniden yapılandırılmasıydı. Ancak kamu
bankaları da dahil olmak üzere, bankacılığı yeniden yapılandırma girişimleri hep batık banka sayısının çok yüksek olduğu ve sistemin sanıldığından da zor durumda olduğu duygusunu yarattı. Bankacılık kesimini en azından döviz ve vade uyumsuzluklarına karşı denetlemek üzere konulan bazı kuralların da uygulanmadığı anlaşıldı.
Örneğin, 1999 Eylül sonunda alınan bir kararla ticari bankaların döviz net genel pozisyon sınırı, daha çok bilinen adıyla açık pozisyon sınırı, sermayenin %20’sine indirildi. Bu sınırı aşan bankalar Haziran 2000 sonuna kadar TCMB’ye %8 munzam karşılık yatırmak zorunda idi. Bu tarihten sonra munzam karşılık oranı %100’e çıkarıldı. Bu kurala uyulduğu takdirde,
sınırı aşarak açık pozisyon yaratmanın ve dış borçlanmayı arttırmanın hiçbir ekonomik mantığı yoktu. 2000’nin yarısına varıldığında bankacılık sistemi dış borçlanmayı hızla sürdürüyordu.
  Alıntı ile Cevapla