Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28-02-2007, 12:48   #65
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Irkçılığın kökü, “kardeşçe sevgi”, ahlâk gibi dinsel ögelere başvurarak kurutulamaz. Irkçılıkla ancak sınıf temelinde ve herkese iş, konut, yeterli ücret ve iyi çalışma koşulları garanti edecek sosyalist politikalar için mücadele ederek savaşılabilir. Faşizmle ve ırkçılıkla savaşmanın gerekli olduğunu açıklayarak, işçilerin kitle örgütlerinde, özellikle de sendikalarda ajitasyon ve propaganda seferberliği yürütmek gerekir; fakat akılsız küçük-burjuva yöntemlerle değil işçi sınıfının yöntemleriyle.
Son dönemde Sosyal Demokrasi, 15 AB ülkesinin 11’inde hükümetteydi. Buna rağmen kitleler yaşam koşullarında hiçbir temel değişiklik görmediler. Mevcut tepkiyi üreten budur. Durum böyleyken, bunu toplumda genel bir “sağa dönüş”, daha da ötesi “faşizm” tehlikesi olarak sunmak tümüyle yanlıştır. Bir kere Le Pen İtalya’daki Fini’den daha faşist değildir. O azgın bir gerici, ırkçı bir demagog ve gericiliğin gelecekteki en uç biçiminin iyi bir örneğidir. Fakat seçimlerin ikinci ayağında Le Pen ciddi bir yenilgiye uğradı ve gerçek durum ortaya çıktı. Daha da önemlisi Sosyalist ve Komünist Parti de ağır bir yenilgi aldı ve iktidar sağcı burjuva koalisyona geçti. Bu da göstermektedir ki, Jospin ve ortaklarının ve de onların “Komünist” müttefiklerinin burjuva yanlısı politikaları güven oyu alamamıştır.
Fransız seçimleri, faşizm tehlikesini değil, Fransız toplumundaki sağ-sol kutuplaşmasını göstermiştir. Jospin hükümetinin düşüşü, Fransa’da sosyal ve politik istikrarsızlığın yaşanacağı yeni bir dönemi açmıştır. Bu dönem sağa ve sola sert dönüşlerle karakterize olacaktır. Parlamenter cephede engellenen Fransız işçiler, 1992-95’teki Juppe hükümeti döneminde yaptıkları gibi sokaklara döküleceklerdir.
Bu son derece istikrarsız ruh hali, şu anda yalnızca Fransa’da değil tüm Avrupa’da söz konusudur. İtalya ve İspanya’da sağcı hükümetlerin zaferi, sendika liderlerinin tabanın basıncıyla örgütledikleri kitlesel genel grevleri ve gösterileri engellemedi. Yakında Britanya, Almanya, Belçika, Hollanda ve Danimarka’da da benzer gelişmelere şahit olacağız. Sarkaç, işçi sınıfının kitle örgütlerinde bir mayalanma ve radikalleşme sürecinin yolunu hazırlayarak sola doğru salınacaktır. Bu yüzden görülen şey bir gericilik manzarası değil, birbiri ardına pek çok ülkede yaşanacak devrimci gelişmelerdir.
Sektler, küçük-burjuva solcular ve radikaller bütün bunlardan hiçbir şey anlamazlar. Onlar en ufak bir bahanede “faşizm” diye kıyameti koparırlar ve böylelikle büyük devrimci olduklarını düşünürler. Burjuvazinin ancak bütün diğer araçlar tüketildiğinde ve devrilmeyle yüz yüze geldiğinde diktatörlüğe başvuracağı temel gerçeğini kavrayamazlar. Avrupa’da şu an var olan sınıfsal güç dengesi dikkate alındığında bunun anlamı kesinlikle şudur: gericilik sorunu ortaya çıkmadan çok önce, işçi sınıfının iktidarı almak için pek çok fırsatı olacaktır.
Ancak proletarya bir dizi yenilgi yaşadıktan sonra, Fransa, İspanya, İtalya ve Britanya’da çeşitli türden Bonapartist diktatörlükler için uygun koşullar ortaya çıkardı. Fakat günümüzde bu söz konusu dahi olamaz. İşçi sınıfı örgütlerine dokunulmamıştır. İşçi sınıfının büyük yenilgiler yaşadığı bir dönemde de değiliz. Aksine Avrupalı işçiler, göreli bir “sınıfsal barışın” yaşandığı uzunca bir dönemin ardından henüz hareketlenmeye başlıyor. Öte yandan, Fransa, Hollanda ve Danimarka burjuvazisinin, parlamenter yönetimi ortadan kaldırmayı ve faşist maceracıların koruması altına girmeyi düşünecek kadar devrimden korktuğunu söylemek doğru mudur? Soruyu somut olarak koyduğumuzda, bunun ne kadar komik olduğu görülmektedir.
  Alıntı ile Cevapla