Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28-02-2007, 14:40   #8
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Toplumsal Çelişkilerin Şiddetlenmesi

Dolayısıyla ekonomik gelişme otomatik bir süreç değildir. Sorun yalnızca toplumun üretici temelleriyle sınırlı değildir. Bu temeller üzerinde insanlar yaşar ve çalışırlar; ve gelişme bu insanlar aracılığıyla gerçekleşir. Öyleyse insanlar arası, ya da daha kesin olarak söylersek, sınıflar arası ilişkiler alanında neler oldu? Gördük ki, Almanya ve diğer Avrupa ülkeleri ekonomik düzey açısından 20 ya da 30 yıl geriye savrulmuşlardır. Peki, toplumsal açıdan da, sınıfsal anlamda da, eşzamanlı olarak geriye savrulmuşlar mıdır? Hiç de değil. Almanya’daki sınıflar, işçilerin sayısı ve yoğunluğu, sermayenin yoğunluğu ve örgütsel formu; tüm bunlar savaş öncesinde, özellikle de son yirmi yıllık refah (1894-1913) döneminin sonucu olarak şekillenmişlerdir. Ve daha sonra tüm bunlar daha da keskinleşti: devlet müdahalesinin yardımıyla savaş boyunca; ve spekülâsyon ateşi ve sermayenin artan yoğunlaşması aracılığıyla savaştan sonra da. Dolayısıyla iki gelişme sürecine sahibiz. Ulusal zenginlik ve ulusal gelirdeki azalma sürer, ama sınıfların gelişimi bununla birlikte geriye değil ileriye doğru devam eder. Giderek daha fazla insan proleterleşmekte, sermaye de giderek daha az sayıda elde yoğunlaşmakta, bankalar birleşmeyi sürdürmekte, sınai işletmeler tröstlerde toplaşmaktadır. Sonuç olarak sınıf mücadelesi azalan ulusal gelir temelinde kaçınılmaz olarak keskinleşir. Sorunun bütün özü buradadır. Ayaklarının altındaki maddi temel ne kadar daralırsa, sınıflar ve gruplar ulusal gelirden kendi paylarını almak için o kadar vahşice savaşırlar. Bu bakış açısını bir an için dahi kaçırmamak gerekir. Avrupa ulusal zenginlik açısından 30 yıl geriye savrulurken, bu onun hiç de 30 yıl gençleştiği anlamına gelmemektedir. Hayır, sınıf anlamında o 30 yıl yaşlanmıştır.
Köylülük

Savaşın ilk dönemi boyunca tüm Avrupa’da, köylülüğün savaştan kârı olduğu söylendi ve yazıldı. Gerçekten de devletin ordu için kritik bir şekilde ekmek ve ete ihtiyacı vardı. Bu nedenle sürekli olarak anormal bir şekilde yükselen fiyatlar ödedi ve köylüler ceplerini tıka basa kâğıt parayla doldurdular. Köylüler sürekli olarak değer yitiren bu kâğıt paralarla, kurun gerçek değerinde olduğu önceki günlerde almış oldukları borçları ödediler. Elbette bu onlar için oldukça kârlı bir işlemdi.
Burjuva ekonomistler, köylü ekonomisinin zenginliğinin savaştan sonra kapitalizmin istikrarını güvenceye alacağını düşünüyorlardı. Ama yanlış hesap yaptılar. Köylüler ipoteklerini ödediler, ama çiftçilik yalnızca bankalara borç ödemekten ibaret değildi. Toprağın ekilmesi, gübrelenmesi, sulama ve iyi tohumlar, teknolojik gelişmeler vb. de gerekmekteydi. Dahası, ortada emek kıtlığı vardı; tarım geriliyordu ve köylüler başlangıçtaki yarı-hayali yükselişten sonra yıkımla yüz yüze gelmeye başlamışlardı. Bu süreç tüm Avrupa’da çeşitli aşamalarıyla görülebilir. Ama bu durum kendisini Amerika’da da çok derin bir şekilde ortaya koymuştur. Yıkıma uğramış Avrupa’nın artık onların tahılını satın alamayacağı açığa çıktığında, Amerikalı, Kanadalı, Avustralyalı ve Güney Amerikalı çiftçiler arasında had safhada sıkıntı yaşandı. Tahıl fiyatı düştü. Tüm dünyadaki çiftçiler arasında huzursuzluk ve hoşnutsuzluk hakimdi. Bu bakımdan köylülük artık yasa ve düzenin dayanaklarından birisi değildi. İşçi sınıfının önünde, köylülüğün en azından bir kesimini mücadelede yanına çekme (en düşük katmanlar), diğer bir kesimini tarafsızlaştırma (orta katmanlar) ve üst katmanları da yalıtma ve felçleştirme (kulaklar, hali vakti yerinde çiftçiler) olanakları açılmaktadır.
  Alıntı ile Cevapla