Tekil Mesaj gösterimi
Alt 01-03-2007, 12:15   #9
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Eşit ücret mücadelesi

1906’da kadınların ücreti hâlâ erkeklerin ücretinin yarısı kadardı. İyi örgütlü olan tekstil sanayiinde, kadınlar erkeklerin ücretinin üçte ikisini alıyordu. 1885’te TUC, kadınlara eşit ücret ödenmesinin desteklenmesi yönündeki ilk kararı geçirdi. Eşit ücret ilk kez beyaz yakalıların örgütlü olduğu sendikalar tarafından hayata geçirildi. 1930’larda, eşit ücret, erkek işçiler için bir koruma şekli olarak görülüyordu, aksi takdirde daha az ücretle çalışan kadınlar yüzünden kovulabilirlerdi! 1935’te TUC, Genel ve Belediye İşçileri Sendikasının önerisiyle bir karar aldı. Kararda, işsizlik sorununun varolan işi bir grup işçiden diğerine aktararak çözülemeyeceği belirtiliyordu. Karar, işsizliğin kadınları tam gün çalışmaktan alıkoyarak çözülebileceği yönündeki düşüncelere karşı çıkıyordu.
1936’da NALGO (günümüzde UNISON’un parçasıdır) eşit ücret konusunu ele aldı. Aynı yıl kadınlar için gece çalışması yasaklandı. İkinci Dünya Savaşı sırasında kadınlar için iş olanakları tekrar artmıştı. Hükümet etkin bir biçimde kadınları çalışmaya teşvik etti, ardından devlet kreşleri ve hatta “İngiliz restoranları” denen ucuz yemekhaneler kurulmaya başlandı. Bunlar, yorucu bir günün ardından aileleri için yemek hazırlamak zorunda kalan kadınların yükünü hafifletti. İdeoloji değişmişti –artık hiç kimse kadınların çocuklarıyla birlikte evde kalmasının daha iyi olabileceğinden bahsetmiyordu– kazanılması gereken bir savaş vardı! Savaşın sonunda, uzatılmış boom ve işçiye olan talep kadınların iş olanaklarını arttırdı, TUC savaştan dönen erkeklerin iş bulmaları için kadınları işlerini bırakmaya çağıran bir önergeyi yine reddetti. Bununla birlikte eşit ücret kampanyası karaya oturdu; 1945’te İşçi Hükümeti genel bir ücret dondurumunu yürürlüğe koydu! Yine de 1956’da, aralarında kadınların ağırlıkta olduğu gaz, elektrik ve sağlık da dahil olmak üzere pek çok kamu hizmetinde eşit ücret uygulaması kabul gördü.
Evlendikten sonra da çalışmaya devam etmek kadınlar için genel kabul gören bir şey haline geldi ve evin gelirleri bu temele dayandırıldı. 1962’de TUC, eşit ücret uygulanmasını ve kadınların evlendikten sonra işlerine dönmeleri konusunda eğitim olanağı ve kolaylığı sağlanmasını talep eden bir kadınlar bildirgesi hazırladı. Ford fabrikalarında Taşıma ve Genel İşçi Sendikasının üyesi olan kadın işçilerin greve gittikleri ve eşit ücret hakkını kazandıkları 1968 yılında, eşit ücret mücadelesi yeniden ivme kazandı. Bu, 1970’te Barbara Castle tarafından teklif edilen Eşit Ücret Yasa Tasarısının yolunu açtı. Tasarı 1976’da yasalaşacaktı. Patronlar bu yasaya kadın işçilerin işlerini değiştirerek yanıt verdiler, böylece işe göre ücret ödemekten kaçınabildiler. Çıkarılan yasaya rağmen, sendikal hareket yasanın uygulanmasını sağlamak için çok uğraş verdi. 1976’da Batı Londra’daki Trico fabrikasında kadınlar eşit ücret için harekete geçtiler. Aylarca süren uzun bir grevden sonra, sendikal hareketin tümünden gördükleri dayanışma eylemlerinin de yardımıyla sonunda kazandılar. Bir dönüm noktası olsa da Eşit Ücret Yasasının sınırları vardır; kadınlar kadın işlerinde –yemek, sekreterlik ve hafif sanayi– yoğunlaşmışlardır ve işlerini erkeklerin yaptığı işlerle karşılaştırmak mümkün değildir. 1975’teki Cinsiyet Ayrımı Karşıtı Yasa da İşçi Hükümeti tarafından geçirildi ve bu yasa kadınlar için bir başka ileri adımdı. Bu yasaların hedeflerinin çoğu, kamu hizmetlerindeki kesintiler nedeniyle yerine getirilmemiştir. Kapitalist sistem altında, elde edilen kazanımlar bile saldırıya açıktır. Tıpkı kapitalist sınıfın karşı koyuşuna rağmen işçi sınıfı tarafından yıllarca mücadelesi verilen bütün kazanımlar gibi.
Sonuç olarak 19. yüzyıl tekstil fabrikalarından bu yana çok yol kat ettiğimizi söyleyebiliriz. Fakat günümüzde işçiler, hatta Avrupa’dakiler bile, daha uzun ve insanlık dışı saatlerde çalışma baskısı altında yaşıyorlar ve çoğu her türlü iş güvenliğinden yoksun durumda. Pek çok işçi kısa süreli sözleşmelerle ya da part-time çalışıyor. Yemek işlerinde, çağrı merkezlerinde ve akademik alan gibi “ömür boyu iş”ler diye böbürlenilen alanlarda kadın işçilerin büyük bir kısmı bu şekilde çalışıyor. Günümüzde işverenler kadın işçileri istiyorlar fakat onlara para ödemek istemiyorlar. Hem ev geçindirip hem de çocuk bakarken, çalışmanın çifte yükü ağırlıklı olarak bizzat kadınlar tarafından taşınıyor. Tarihsel bir bakış açısıyla, kadınların çalışma hakkının kapitalizm tarafından garanti altına alınamayacağını görebiliriz. Bir resesyon döneminde, kadınlar işlerini ilk kaybedenler arasında yer alacaklardır. Kısa dönemli sözleşmeye sahip olanlar kolayca işten atılabilir. 1930’larda pek çok Avrupa ülkesinde, yakın zamanlarda da Doğu Avrupa’da olduğu gibi, kadınların “çifte yükü”ne karşı gerici bir tepki doğacaktır. Her beş evden birinin sadece kadının kazandığı parayla ayakta durduğu Britanya’da bunun etkileri felâket olur. Çifte gelirli evlerin çoğu için de bu durum hayat standartlarında önemli bir düşme anlamına gelir. İşçi hareketi birleşmek ve çalışan kadınların haklarını savunmak zorunda kalacaktır.
Mayıs 2001
  Alıntı ile Cevapla