Tekil Mesaj gösterimi
Alt 01-03-2007, 12:32   #3
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Ama işçi sınıfı tarihi, kapitalistlerin bu dizginsiz gidişini tökezlettiği şanlı mücadelelerle doludur. 1917 yılındaki muzaffer işçi devrimiyle birlikte Sovyetler Birliği’nde sağlık sorunu da diğer sorunlar gibi burjuvazinin hesaplarının tersine çevrildiği bir dönemeç olmuştur. Diğer ülkelerde de iktidarlarını işçi sınıfına kaptırmaktan korkan burjuvalar, sosyal devlet masalına sarılmış ve istemeye istemeye toplumsal yatırımlarda kesenin ağzını açmıştır. Ama bu adımı onlara attıran, elbette ki işçi sınıfının militan mücadeleleridir. Fakat 90’lı yıllarda çöken sözde sosyalist sistemin hemen ardından gelen dalga ise, sosyal harcamalara yönelik saldırılardır. Sosyalizmin sözdesi bile burjuvaziye gözdağı verebilmişse, açıktır ki gerçek bir sosyalist dünyada insanlığı bekleyen yaşam, burjuvazinin daralttığı hayallerimize sığdıramayacağımız kadar güzel olacaktır.
Türkiye’de sağlık alanında devletin yatırımları hâlâ ciddi olarak ağırlığını hissettirmektedir. Fakat zamanında yapılan sağlık kurumlarına yenisinin eklenmesi yok denecek kadar azdır. Devlet Hastaneleri, Sağlık Ocakları, SSK Hastaneleri ve Dispanserleri, Halk Sağlığı Laboratuarları, Üniversite Hastaneleri vb., bürokratların, hastane yöneticilerinin vurgun yeri haline gelmiştir. Bütçeden sağlığa ayrılan payın %2 olması da kapitalist devletin sağlık sorununa eğilmesinin ciddiyetsizlik boyutunu gösteriyor. Silahlanmaya ayrılan payın yanında sağlığa ayrılan payın oranı, bize kapitalist sistemin sağlıklı bir toplum yaratamayacağını açıkça kanıtlıyor.
Türkiye’de bireysel sermayedarların sağlık alanındaki yatırımları çok eskilere uzanmıyor. Ancak son on yıldır dünya kapitalist sistemindeki özelleştirme furyasına paralel olarak, Türkiye’de de kârlı alan olan sağlık sektörüne ciddi bir sermaye akışı vardır. Özellikle büyük şehirlerde artık neredeyse her mahallede özel klinikler boy göstermektedir. Tabii ki bu kliniklerden yararlanabilmek paraya ve özel sigorta yaptırmaya dayandığından, ciddi bir hastalık halinde buralarda tedavi olabilmek maddi olarak imkânsızdır. Sigorta ve devlet hastanelerinde tedavi olabilmek için aylarca sıra bekleyen ve “yüzüne bile bakılmayan” hastaların kapıda karşılanması, beklemeden tedavi olabilmesi ilk bakışta cazip gibi görünse de, böylesi hizmetlerden yararlanabilmek işçiler ve emekçiler için bir hayaldir. Bu nedenle gereken talepten yoksun kalarak “müşteri kaybetmeye başlayan kliniklerimiz”, ayakta kalabilmek için paket tedavi programlarını boy boy pankartlara yazarak hastane binalarından aşağıya sarkıtmaktan başka bir çözüm bulamamışlardır; “sünneti kliniğimizde yaptıranlara sünnet kıyafeti bedava” vb. Ve yine müşteri çekebilmek için muayene ücretlerini aşağıya çekerek “sürümden” kazanma yöntemini izlemeye başlamışlar, fakat hastalar ellerini verdiklerinde kollarını kaptırdıklarını, tetkik vb. ücretlerin fahişliğiyle anlamışlardır. Bunun yanısıra, ancak burjuvaların tedavi olabildiği seçkin özel hastaneler hariç, özel hastanelerin çoğunluğunda teknik donanım, bilimsel araştırma ve ekip yoksunluğu bir diğer gerçekliktir. Özel hastanelerde çalışan doktorların büyük çoğunluğu, devlet kurumlarında aldıkları maaşla geçinemeyen ve buralarda ek nöbetle geçimini sağlamaya çalışan insanlardır. Diğer çalışanlar ise çok düşük ücretlerle ve genellikle sigorta güvencesinden yoksun çalıştırılmaktadırlar. Üstelik, adeta otelcilik hizmetinin pazarlandığı bu “hastanelerde” mini etek giymediği, makyaj yapmadığı ve hastalara sürekli gülümsemediği için işten çıkarılan kadın çalışanların sayısı hiç de az değildir.
Devlet Hastaneleri, SSK Hastaneleri ve Üniversite Hastanelerinde ise sorunlar satırlara sığdırılamayacak kadar çoktur. Hastanın hastaneye başvurmasıyla birlikte başlayan süreç ciddi bir maratondur. “Hastaneye sağlam giren hasta çıkar” sözü büyük oranda yaşanmakta olan bir gerçekliktir. Muayene olmak için sıra almak yine de işlemlerin en kolayıdır. Fakat sevk işlemleri eksiksiz yerine getirilse bile, hasta ve yakınlarını akıl almaz bir bürokratik ve karmaşık işlemler dizisi beklemektedir. Hastanede yatarak tedavi olmak gerekli ise, yatış için sıraya gireceksiniz ya da yatıştan önce tetkik için sıraya gireceksiniz. Genellikle bu sırada beklenmesi gereken süre en iyi ihtimalle 1 aydır. Hastanelere göre 6 aya varan süreler telaffuz edilmektedir ki, bu sürede “yaşamanız ve sağlığınıza kavuşmanız için tedavi olmak” yerine, “tedavi olabilmek için yaşamanız gerekecektir”. Tüm bu süreçler atlatılıp hastaneye gidildiğinde ise hastaların karşılaştığı durum, herhangi bir teknik arıza karşısında tamir edilecek bir eşyanın durumuna benzetilebilir.
150 yıl önce Marx sağlık çalışanlarını işgücü tamircileri olarak tanımlamıştı. Toplumun çoğunluğu işgüçlerini sattığına göre, işgücü tamiri tam da kapitalist topluma yakışır bir tanımdır. Aslında bu, kapitalist sistemde ürünün üreticiye yabancılaşması yasasının sağlık alanındaki yansımasından başka bir şey değildir. Hasta insan, oda ve yatak numarası olarak görülen ve bir an önce bitirilmesi gereken bir “iş” haline dönüşmüştür. Kendisine ne gibi bir “işlem” yapılacağını, bunun yan etkilerini ve dahası ölüp ölmeyeceğini bilmek isteyen, soru soran ya da yanlış müdahaleleri dedektiflik özelliği sayesinde fark eden ve hakkını arayan, tartışan hasta, “uyumsuz” hasta kategorisinde değerlendirilir. Bölüm başkanlarından, hastane yönetiminden, amirlerden eleştiri almadan işlerin yetiştirilmesi anlayışı üzerine kurulu bir sağlık hizmetinin aslolduğu bir ortamda, yanlış tetkik sonuçları, dikkatsizlik, yorgunluk, uykusuzluk ve amatörlük nedeniyle yaşanan ve sonu ölümlere varan acı olaylar neredeyse sıradan vakalara dönüşmüştür.
Diğer bir sorun da, sosyal güvenlik kuruluşlarından birinin mensubu olan hastaların bile kendi ceplerinden ciddi harcamalar yapmak zorunda bırakılmalarıdır. Bazı hastanelerde tıbbi malzemeler, en basitinden enjektör bile hastalara temin ettirilmektedir. İlaçlar, ameliyat gerekli ise ameliyat malzemesi, bağlı olduğu kurum karşılamıyorsa önemli radyolojik tetkikler, bazı hastanelerde sandalye üzerinde geceleyen refakatçilerin ücretleri vb. ilk akla gelen harcama kalemleridir. Ciddi bir rahatsızlığı olup da uzun süreli tedavi olmak zorunda kalan hastaların karşılaştıkları tablo ise içler acısı bir durumdur. Tedavi süresi uzadıkça artan ek ödemeler öyle bir hal alıyor ki, hastalar ya icralık oluyorlar ya da aileler o güne kadar yaptıkları tüm birikimlerini, tarlasını, evini, arabasını satarak yakınlarının tedavisi için çabalıyor, çoğunlukla da hastalarını da kaybederek ciddi bir çöküntü içinde hastaneden ayrılıyorlar. Sadece hastanelerde yaşanan bu akıl almaz sömürü ve yabancılaşma bile kapitalizmin mutlak ve mutlak yıkılması gerektiğinin çıplak kanıtıdır.
  Alıntı ile Cevapla