Tekil Mesaj gösterimi
Alt 02-03-2007, 17:01   #8
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

SMİTH’DE “DEĞER” PROBLEMİ

Biraz önce de bahsettiğimiz gibi bir toplumda zamanla iş-bölümü gelişti mi, biz ihtiyaçlarımızı karşılamak için sürekli mübadeleye, başka bir anlamda değiş-tokuşa girişiriz. İşte bu girişim bizi bir tüccardan farksız kılar ve dolayısıyla toplum da ticari bir karakter kazanır.

Aslında her değiş tokuş, bir değer denkliği düşüncesine dayanır. Bunu açık belirtmek gerekirse, örneğin biz alışveriş yaparken, aldığımız şeyin denginde para verdiğimizi düşünürüz. Bundan dolayı Smith, mübadele konusunu ele alınca değer kavramını incelemek zorunda kalmıştır.

Smith, Sanayi Devrimi sancıları içindeki İngiltere’de günlük hayattan birtakım bilgiler almış, ona göre düşünmüştür. Örneğin günlük hayatında Smith pazarlara, piyasalara gitmiş, alışveriş yaparken oradaki mekanizmaları, fiyatları, günlük fiyat dalgalanmalarını izlemiştir. İşte Smith bu incelemelerinin sonucunda, kullanım ve değişim değeri olmak üzere iki değerden söz etmiştir. Smith, bu ayrımı yaptıktan sonra kullanım değeri üzerinde fazla durmamış, hatta, bunun değişim değeri için bile gerekli olmadığını belirtmiştir. Smith, bu konuda elmas ve su örneğini vermiştir. Elmasın fiyatı çok pahalıdır, değişim değeri (aynı zamanda Smith buna gerçek fiyat demiştir) çok yüksektir. Fakat buna rağmen elmasın kullanım değeri yoktur. Suda ise bu durum tam tersinedir. Su çok yüksek bir kullanım değerine sahiptir, çünkü susuz yaşamamız mümkün değildir. Fakat suyun da elmasın tersine değişim değeri çok düşüktür. İşte Smith, bu değişim ve kullanım değeri ayrımını yaptıktan sonra şu üç problemi incelemiştir:
1- Değişim değerinin ölçüsü nedir?
2- Değişim değerinin içinde hangi unsurlar vardır?
3- Bir malın değerini bazen değişim değerinin üstüne çıkaran, bazen de değişim değerinin altına düşüren sebepler nelerdir?

İlk sorunun cevabı olarak ve biraz önceki elmas-su örneğinden de anlayabileceğimiz gibi, kullanım değerinin ölçüsü para, değişim değerinin ölçüsü ise emektir. Başka bir deyişle, o malın gerçek fiyatı yani değişim değeri, o malı üretirken harcanan emekle ölçülür. Biz bir malı başka bir malla yada malı para ile değiştirdiğimiz zaman bunların değerlerini denk sayarız. Aslında bizim denk diye düşündüğümüz şey, o malı üretmek için harcanan emeklerin denkliğidir. Böylece, iki malın yapımına harcanan emek miktarlarını birbirleriyle değiş-tokuş etmiş oluruz. Fakat burada karşımıza bir sorun çıkmaktadır. Bu sorun, emeğin her zaman ve her yerde miktar ve kalite bakımından aynı şeyi oluşturmamasıdır. Çünkü emeğin güçlük derecesi, insandan insana, sanattan sanata değişir. Bu bakımdan değerin ölçüsünün emek olduğu teorisine çeşitli zamanlarda farklı itirazlar olmuştur. Smith, kendi değer teorisine karşı bu tür itirazların olacağını tahmin etmiştir. Ama o, bütün bu itirazlara rağmen eşyanın gerçek değeri için bir ölçüt arıyor, kriter olabilecek bir emek miktarı bulmak istiyordu. Fakat Smith, kriter olarak almak istediği emek miktarını açık bir biçimde gösterememiştir. Daha sonraları Ricardo, Smith’in emek-değer teorisine açıklık kazandırmıştır.

Smith, gerçek fiyat dediği değişim değerinin içine hangi unsurların girdiğini araştırmıştır. Toplumların ilkel durumunda, emekle elde edilen şey, o emeği harcayan insana aitti. Daha açık söylersek, o zamanlarda bir ürünün fiyatı, o ürün için harcanan emeğe tam eşitti. Fakat bir zaman sonra insanlar servet biriktirmeye başladılar ve bu servetlerini başka şeylerin üretimi için kapital olarak kullandılar. O zaman bu kapital sahipleri başka insanlara iş verip çalıştırmaya, onların emeklerinden yararlanmaya başlamışlardır. İşte bu durumda, kapital sahibinin sağladığı ilkel madde üzerine başka insanların el emeği ilave edilmiş oldu. Böylece değer arttı ve artmış olan değer iki kısma ayrıldı. Değerin bir kısmını ücret adı altında işçi aldı, diğer kısmı ise kapital sahibine kar olarak kaldı. Bu kar, girişimci kapitalistin onun işi yönetmesine karşılık olan bir ücret değildi. Bu kar, kapitalini bir risk altına koymasının karşılığıydı. Kısaca toparlarsak, az çok gelişmiş bir toplumda bir mal, mal için harcanan emeğe denk bir emekle değiş-tokuş edilemez. Buna ilkel maddenin satın alınması, işçiye ücret verilmesi..vs. için kullanılan kapitalin karşılığı olan “kar”ı da katmak gerekir. Smith’in bu sözlerinden biz, kapitalist-girişimcinin emeğin oluşturduğu değer üzerine yeni bir kattığını ve sonra da bunu kar olarak kendine ayırdığını anlarız. Aslında kapitalist girişimci emeğin oluşturduğu değerden bir kısmını kendi için ayırmaktadır.

Bunların dışında, insanlar belli bir toprak parçasının özel mülkiyetine sahip olunca, onlar sahip oldukları toprağı ekip biçemedikleri zaman bile, bu toprak parçasının ürününden bir kısmını mülk sahibi olmak gerekçesiyle istemişlerdir. İşte toprak sahibine verilen bu kısma “rant” denmiştir. Bütün bunların sonucunda, şimdiye kadarki anlattıklarımdan da anlaşılabileceği gibi Smith’in değişim değeri yani gerçek fiyat dediği değer içinde 3 unsur bulunmaktadır:
1) Ücret 2) Kar 3) Rant

Bütün bunların ışığında, mübadelenin yani değişimin kolay uygulanabilmesi, paranın varlığını gerekli kılmıştır. Çünkü trampa edilen yani değiştirilen mallar, yalnız cinsleri bakımından değil, miktarları bakımından da birbirlerini karşılamaları gerekmektedir. Mübadelede, fiziki malların birbiriyle değişimi büyük zorluklar yaratmıştır. Bu nedenle, toplumda en çok istenen ve daha kolaylıkla satılıp, elden çıkarılabilecek, değer ölçüsü sayılacak bir üçüncü mala gerek duyulmuştur. Bu da paradır. Smith, paranın ortaya çıkışından sonra, bütün uygar ülkelerde paranın kullanımının bazı kurallara bağlandığını, işte bu kuralların sonucunda da eşyanın kullanım ve değişim değerinin ortaya çıktığını belirtmiştir. Bundan sonra da, biraz öncede belirttiğim gibi, kullanım değerini bir kenara bırakarak, değişim değerini oluşturan nedenleri ve değişim değerinde meydana gelen değişimlerin sebeplerini araştırmaya başlamıştır. Değişim değerinin ne ile ölçülebileceğini, ne gibi unsurlardan meydana geldiğini, değişim değerindeki değişmelerin nasıl doğal bir oran etrafında oynadığını açıklamak üzere analizler yapmıştır. Fakat bu analizlerinin yeterliliği konusunda kendisinin de şüphesi vardır ve bunu açıkça şöyle belirtmiştir: “Konuyu okuyucuya, yapabildiğim kadarıyla tam olarak açıklamaya çalışmama rağmen, bazı noktalarda hala karanlıklar bulunabilir... Bununla birlikte, niteliği bakımından son derece soyut olan bir konuda, hala bulanık kalmakta devam eden bazı noktalar bulunabilir.” Adam Smith, bu sözleriyle kendinden sonraki ekonomistlere miras kalacak olan bu büyük problemin karmaşıklığını fark etmiştir. Daha sonraları, “Değer probleminin paradoksu” diye, birçok düşünürün içinden çıkamadığı bu sorun, çözüme kavuşmak için yüzyıllık bir çabayı gerektirmiştir.

Smith’e göre emek, değerin ölçüsü olduğuna göre, çözülmesi gereken bir başka sorun da emek ölçüsünü sabit, homojen bir birim haline dönüştürmektir. Çünkü emek türleri birbirinden çok farklıdır. Bu değişken ölçüyle, diğer malların değerlerini ölçmek zordur. Bu yüzden, Smith’e göre yapılacak şey emek türleri arasındaki bu farkın yarattığı güçlüğü çözmektir. Çünkü örneğin zor olan bir saatlik işte, kolay olan iki saatlik bir işten daha fazla emek vardır veya bir meslek dalında belirli bir süre çalışılarak yapılan bir işle, hiçbir ön-eğitim gerektirmeyen kaba bir iş için harcanan zaman ve emek eşit değildir. Değer ölçüsü birimi aldığı emek kavramındaki bu güçlük Smith’i rahatsız etmiş ve bu sorunu da tam anlamıyla çözüme bağlayamamıştır.

Bütün bunların dışında, Smith günlük hayatımızdaki mübadelelerde değerli madenlerin oynadığı rolü araştırmış, eşya fiyatlarının altın ve gümüşe göre ifade edilmesinin, emeğe dayanan değer probleminde bir değişikliğe sebep olmadığını söylemiştir. Çünkü ona göre, bir kilo ekmeğin, para birimiyle ifade edilmesiyle, emekle ifade edilmesi arasında hiçbir fark yoktur. Çünkü kıymetli madenlerin değeri de, diğer mallarda olduğu gibi, onların üretimlerine harcanan emekle ölçülür. Amerika’nın keşfinden sonra, bu kıtadaki madenlerin daha kolay ele geçirilip Avrupa kıtasına gelmesinden sonra, bu değerli madenlerin değeri düşmüştür. Böylece bu değerli madenler karşılığında elde edilen diğer malların fiyatları da, bu madenlere oranla artmıştır. Yani bir enflasyon görülmüştür.

Son olarak kısaca özetlersek, Smith kullanma ve değişim değeri olmak üzere iki değerden söz etmiş, bunların ikisi arasındaki ayrımı yaptıktan sonra kullanma değeri üzerinde fazla durmamış, değişim değeriyle ilgilenmiştir. Smith’e göre mallar, üretimlerine giren emek miktarlarına oranla mübadele edilir. Yani değişim değerinin temeli emektir. Smith değer ve emek arasındaki bu ilişkiyi kurarken, toplumda henüz özel mülkiyetin kurulmadığı ve sermaye birikiminin meydana gelmediği ilkel durumu hayal etmiştir. Özel mülkiyet kurulduktan ve sermaye birikimi meydana geldikten sonra, emek, değerin tek unsuru olmaktan çıkar. Bütün malların değeri; rant, ücret ve kara ayrılır ve değişim değerinin kaynağını bunlar oluştururlar. Rant, ücret ve kar da, daha sonrada ele alacağımız gibi, fiyatı oluşturan unsurlar olarak malların çok büyük bir kısmının fiyatlarında yer alırlar.
  Alıntı ile Cevapla