Tekil Mesaj gösterimi
Alt 02-03-2007, 17:02   #10
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

6-Rant: A.Smith beş türlü ranttan söz etmektedir.

a) Fizyokratların “net hasıla” dedikleri fazlalık
b) Toprağın üretime konulması için toprak sahibine verilen bir , daha geniş anlamda rant, toprağın verimli niteliklerinden faydalanmak için toprak sahiplerine ödenen fiyattır.
c) Toprak sahiplerinin monopolcü durumlarından dolayı emeğin ve sermayenin yarattığı değerden alınan bir fazlalık. Bu rant anlayışları, toprağın özel mülkiyetine dayanmaktadır.
A.Smith’ e göre monopolcü durumda elde edilen rant fiyatların artması sonunda elde edilen bir fazlalıktır. Eğer fiyatlar yüksek olursa rant da yüksek, fiyatlar düşük ise rant da az gerçekleşir. Nüfus artınca da kaliteli topraklarda maliyetler yükselir ve rant çoğalır.
d) Oturma merkezlerine yakınlık ve uzaklık durumları da rant yaratır. Yakın yerler uzak yerlere nazaran daha fazla rant getirir.
e) Nadirlik rantı. Nadirlik rantı, bir malın maliyet fiyatından daha yüksek bir fiyata satılmasıdır. Maliyet fiyatı ile satış fiyatı arasındaki müspet bir kazanç sağlamaktır. Bir yerde emek talebi çok, arz az ise ücretler yükselir. Böylece normal ücretin üstünde bir fazlalık (nadirlik rantı) elde edilmiş olur. Ama uzun dönemde yüksek ücretin uygulandığı yere akan işgücü ücretleri tekrar eski düzeyine düşürecek ve nadirlik rantı ortadan kalkacaktır.

LİBERAL DÜŞÜNCENİN BAŞLICA ÖZELLİKLERİ

1- Klasik düşünce hem statik, hem dinamiktir. Değer ve fiyat tahlilleri (analiz) statiktir. Çünkü, klasikler bu tahlillerde “zaman” faktörünü pek dikkate almamışlardır. Buna karşılık, Smith’in gelişme anlayışı, Malthus’un nüfus teorisi, Ricardo’nun rant teorisi ve azalan verim kanunu ile klasik düşünce dinamik bir çehre kazanır.
Zamanımızda bile klasiklerin üç teorisi modern büyüme teorilerinin temelini oluşturmaktadır.
-sermaye birikimi
-nüfus artışı
-teknik gelişmeler
2- “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” formülü, ekonomik hayatın temeli olmuştur.
3- Klasiklerin dinamik ekonomi anlayışı, günümüzdekinden biraz farklıdır. Klasiklerin dinamik görüşü büyümeyi sınırlayan bir niteliktedir. Çünkü karlar azaldığından yatırımlar yavaşlamakta, ekonomi durgunluğa girmektedir.
4- Klasik dinamik görüşler, yapılar dışıdır. Daha doğrusu klasik iktisatçılar, yapılar ve rejimler değil, veriler ve mekanizmalar yani fiyatlar üzerinde durmuşlardır. Çünkü yapılar ve rejimler ülkeden ülkeye değişir. Oysa klasiklerin done ve verileri piyasalarda oluşur ve bütün ülkeler için geçerlidir.
5- Klasik iktisatçıların metodu hem mikro ekonomik, hemde makro ekonomiktir. Mikro ekonomiktir çünkü piyasa ve fiyat analizleri yapılmıştır. Makro ekonomiktir çünkü sosyal sınıflar araso gelirin dağılışı incelenmiş, nüfus artışı üzerinde durulmuştur.
6- Klasik iktisatçıların davranışı, kişisel çıkara ve rasyonel harekete dayanır. Kişisel çıkarlar (egoizm) toplumun çıkarı doğrultusundadır, topluma hizmet yönündedir. Kişisel çıkarla toplum çıkarı ahenk halindedir.

SONUÇ
Konunun başında da belirttiğimiz gibi Batı, yeni çağda elde edilen olanakları değerlendirememiş, toplumu ifade eden düzen ortaya çıkan sorunlara yanıt getirememiş, bununla birlikte Batı sistemde çözüm arayışlarına yönelmiştir. Yani Batı’nın toplumlararası ilişkilerde konumu değişmemiştir. Zenginlikleri üreten taraf Batı değildir. Ama Batı yeni ilişkileri oluşturmak ve sürdürmek zorundadır. Bu çelişkiyi liberalizmde Adam Smith’de gözleyebilmek mümkündür. Liberalizm Batı’nın belli bir belli bir dönemde sorunlar önünde tutum alışıdır. Bu tutum alış, Batı’nın sorunlarına çözüm getirince Batı liberalizmi benimsemiş, sahip çıkmıştır. Bu çerçevede biz de liberalizmi Adam Smith’in “Ulusların Zenginliği”nde ortaya çıkan kavramlar çerçevesinde tanırız.

Adam Smith’in “Ulusların Zenginliği”ni yayımladığı 1776’larda İngiltere, ticari sermaye çağından sanayi kapitalizmine geçiş halindeydi ve daha önce de bahsettiğimiz gibi Sanayi Devrimi diye bilenen olayın ilk kıvılcımları görülüyordu. Sanayi Devrimi yalnız İngiltere’yi değil, dünyanın bütün sanayi ülkelerini, modern çağların hızla büyüyen ekonomileri haline dönüştürecekti. Şimdilik bu dönüşüm, ileride gerçekleşecek bir değişimdi. Ama şimdiden açık bir şekilde ortaya çıkan birçok değişiklik vardı. Ticaret gerek yurtiçinde, gerekse uluslararası açından hızla genişlemekteydi. Tarım ve sanayide de yeni gelişmeler gerçekleşmekteydi, nüfus artmaya başlamıştı, bankacılık ve kredi sistemleri gelişme süreci içine girmekteydi. Yani İngiltere hızla bir “piyasa ekonomisi” haline geliyordu. Gerek mallar, gerekse üretim faktörleri düzgün bir şekilde piyasaya sunuluyordu ve üretimi yönlendiren motif, özel kardı.

Bütün bu gelişmeler cevaplandırılması gereken soruları da beraberinde getiriyordu. Devlet bu gelişmeleri serbest mi bırakmalıydı yoksa toplumsal refah amacıyla bu gelişmeleri sınırlandırmalı ve denetlemeli miydi? Adam Smith serbest piyasa ekonomisinden yana oldu ve piyasa ekonomisini bütün ayrıntılarıyla açıkladı. Smith’in liberalizm anlayışı, ya da “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” ideolojisi, çağının felsefi düşüncesine ve İngiltere’nin koşullarına uygundu. Fakat buradan onun, sadece bireylerin şahsi menfaatlerinin toplumun refahını sağlayacağını varsaydığı sonucuna varamayız. Zaten daha öncede belirttiğimiz gibi tüccarlara ve iş adamlarına pek güven de duymamıştı. Bu güvensizliği şu sözlerinden rahatlıkla anlaşılabilir: “Aynı ticaretle meşgul olanlar, eğlence ve vakit geçirmek için bile pek az bir araya gelirler ve toplandıkları zamanda konuşma çok kez halkın menfaatini zedeleyecek planlar, ya da fiyatları yükseltmek için anlaşmalar yapmakla sonuçlanır.”

Smith, Merkantlilistlerin tersine, kıymetli madenleri ulusların zenginliğinin bir nedeni olarak görmemiş; aynı zamanda Fizyokratlar gibi endüstri ve ticaret için gerekli maddeleri yalnız tarımın sağladığını iddia etmemişti. O, iktisadi büyümede nüfus artışının, piyasa genişlemesi ve işbölümünün artmasının ve sermaye birikiminin oynadığı rolü büyük bir açıklıkla göstermiştir. Smith’in 1766’da işbölümünden anladığı ise bugün bizim anladığımızın aynısıydı. Smith, işbölümüyle uzmanlaşmayı, yani bir işçiyi uzman kesilinceye kadar bir işte çalıştırmayı ifade etmek istiyordu. Bunu, işbölümünü anlatırken bahsettiğim toplu iğne yapım atölyesi örneğiyle gayet açık bir şekilde anlatmıştı. Smith’e göre işbölümü; daha fazla ustalık, zamanda tutumluluk, genel etkililik vb. yüzünden emeğin verimini artırıyordu. İşbölümünün serbest ticaret ile ilişkisi de şuydu: Smith’e göre işbölümünü doğuran şey mübadele yani değişim olduğuna göre, işbölümünün yaygınlığı da pazarın genişliğiyle sınırlanmış olacaktı. Yani işbölümü sonucunda üretkenlik artıyorsa, işbölümü de pazarın genişliğiyle sınırlıysa, o zaman pazar ne kadar genişlerse işbölümü de o kadar büyüyor ve üretkenlik de o kadar artıyordu. Bunun sonucunda da ulusların serveti de bir o kadar büyüyordu. Serbest ticaret pazarları genişlettiğine göre, işbölümü de istediğiniz kadar gelişiyor, dolayısıyla üretkenlik de istediğiniz kadar artıyordu. İşte bu yüzden Smith’e göre serbest ticaret iyiydi. Smith’in bu açıklamalarını biz 3 maddede toparlayabiliriz:
1- İşbölümü sonucunda üretkenlik artar.
2- İşbölümü pazarın genişliğine göre büyür ya da daralır.
3- Serbest ticaret pazarı alabildiğine genişletir, onun için serbest ticaret üretkenliği artırır.

Smith, daha sonra ilişkilerde temel olan değer kavramını incelemiş, değeri kullanım ve değişim değeri olmak üzere ikiye ayırmış ve daha çok değişim değerine önem vermiş, onun üzerinde durmuştur. Değişim değerine önem vermesinin sebebi, zenginliğin Batı’nın kurduğu ve denetlediği ilişkilere kazandırılması gereğinin bir sonucudur. Smith’in değişim değerine önem vermesinin bir diğer nedeni de Batı’nın başarısının asıl sebebinin üretici olmasından çok, üretilenlerin değişim ağını kurmuş olmasıdır. Ayrıca zenginlik üretiminin yenilenmemesi ve bu akışın kendiliğinden sağlanmayışı, ilişkileri başlatma ve sürdürme sorumluluğunu Batı’ya yüklemiş, bununla birlikte emeğe verilen değer ön plana çıkmıştır. Smith’de de bunu görmek mümkündür.

İşte genel hatlarıyla bahsettiğimiz Adam Smith’in “Ulusların Zenginliği”, halkın zihnini kavrayan ve bütün ülkelere kısa zamanda yayılan kitaplardandı. Daha önceki kitaplar bir devletin güçlü olmak için şu ya da bu politikayı izlemesi gerektiğini anlatırken Adam Smith daha çok zenginliğin üretim ve bölüşümünü etkileyen nedenleri incelemekle ilgileniyordu. İşte bütün bu nedenlerden dolayı Adam Smith, yüzyıl boyunca ekonomi biliminin babası unvanını taşımış, “Ulusların Zenginliği” ekonomi biliminin gerçekten o güne kadar yayımlanmış ilk ansiklopedik kitabını oluşturmuş ve yüzyıllar boyunca gerek ekonomistler gerekse ekonomiyle ilgilenenler açısından bir kutsal kitap sayılmıştır.
  Alıntı ile Cevapla