Tekil Mesaj gösterimi
Alt 14-06-2006, 02:45   #1
seçko
 
seçko - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Thumbs up Çanakkale'nin Ölüm Köyü ve Sırları

Çanakkale'nin ölüm köyleriÇanakkale'nin Ayvacık ilçesine bağlı sahil köylerinden Ahmetçe, Arıklı, Nusratlı, Kayalar, Kozlu, Büyüküstün, Koyunevi, Bademli, Behram, Yeşilyurt, Küçükkuyu atom bombası atılan Hiroşima ve Nagazaki gibi. Uranyum yataklarının üzerine kurulan köylerde yaşayanlar, yıllardan beri yüksek oranlı radyoaktivitelerin yol açtığı sanılan kanserden ölüyor
Uranyum elementi, 1789 yılında Berlinli bir kimyacı tarafından keşfedildikten sadece iki yüzyıl sonra insanlık, yaptığı nükleer silahlarla dünyayı 67 kez yok edebilecek bir güce sahip olmuş, 250 bin yıl saklanması gereken radyoaktif atıklarla baş başa kalmıştı. Çanakkaleli köylüler, dünyada bunlar olurken insanlık için çok önemli ama bir o kadar da ürkütücü güce dönüşebilen bu değerli madenin tam da üzerinde oturduklarından habersizlerdi. Ta ki, Maden Tetkik Arama ekiplerinin yolu bundan 35 sene önce Ayvacık ilçesine bağlı köylere düşene kadar.
MTA, Amerikalı ortağıyla birlikte köylülerin topraklarında uranyum aramak için kuyular açar. Sondajlardan alınan numuneler incelenir. Sonuç olumlu çıkınca tarlalar istimlak edilir, ocaklar açılıp çalışmalara başlanır. Köylüler de dolgun ücretle uranyum madenlerinde işbaşı yapar. Bir süre ara verilen çalışmalara 1979 yılında tekrar başlanır. 1982 yılında arama çalışmaları bilinmeyen bir nedenle durdurulur. Arama ekipleri, bazı kuyuların ağzını betonla kapatarak köylülere hiçbir açıklama yapmadan bölgeyi terkederler ve bir daha hiç uğramazlar.
Ölümlerin sırrı
Bu arada köylerdeki sebepsiz, biraz da esrarengiz ölümler devam ediyor. Köylerin nüfusu giderek azalıyor. Köy mezarlıkları her geçen yıl biraz daha kalabalıklaşıyor. Ölen insanların yaşlarının 30'un altına inmesi köylüleri daha da endişelendiriyor. Arıklı köyünde yaşayan 27 yaşındaki Salih Akgün'ün 1981 yılında kanserden ölmesi köylüleri şok eder. Rahatsızlanan köylülerin doktora gitmeye başlamasıyla sır perdesi aralanmaya başlar ama artık vakit çok geçtir. Çünkü hastaneye gidenlere 45 gün ile 3 ay ömür biçilir. Teşhisler hep aynı sonucu verir: Kanser! Köylüler, sinsi bir şekilde yayılan kanseri en tehlikeli ve ölümcül evresi olan dördüncü evresinde farkediyordu. Kanser, sessizce tüm organlara yayıldığı için bu saatten sonra da onlar için yapılacak fazla birşey yoktu. Her salâ okunuşunda köylüler artık kimin öldüğünü ve neden öldüğünü merak etmiyordu. Çünkü ölümlerin sebebi hep aynıydı; kanser. Tek düşündükleri sıranın kimde olduğuydu.
Sırtını dünyanın oksijen üretimi bakımından ikinci sırasında yer alan Kazdağları'na dayayan, zeytin ve çam ağaçlarıyla kaplı, masmavi deniz manzaralı köylerde yaşayanların kanserden öldüklerine inanmak o kadar güç ki... Peki herşeyi doğal olan bu köylerde insanların yüzde 60-70, hatta 80'inin kansere yakalanarak ölmesine yol açan şey neydi? Yıllardır sorulan ama herkesin sükûnetle geçiştirdiği bu sorunun cevabını aramak üzere 'ölüm köyleri'ne doğru yola çıktık.
Çanakkale'de İstanbul otobüsünden inip hemen Ayvacık münibüslerine bindik. Vakit kaybetmeden Ayvacık otogarından bir taksiye atlayıp doğru kanserli köylerin yolunu tuttuk. İlk durağımız ilçeye 13 kilometre uzaklıktaki Arıklı Köyü. Yorucu bir yolculuktan sonra öğleye doğru köye ulaştığımızda gözlerimize inanamadık. Köyün orta yerinde kalakaldık. Kimsecikler yok. Arıklı, Western filmlerindeki terk edilmiş kasabaları andırıyordu. Öğle namazına belki gelen olur diye caminin yanındaki taş duvarın üzerine oturup ezanın okunmasını beklemeye başladık. Yüzyıllar öncesindeki gibi yine köyü korsanlar mı bastı diye düşünürken bastonlu bir dede çıkageldi. Köyün kahvesini açıp "Oturun, akşama gelirler" dedi. Muhtar dahil herkes 'zeytine' gitmiş. Öğle ezanının okunmasına yakın birkaç ihtiyar daha geldi. Lafladık biraz. Tarihi Etiler dönemine kadar uzanan ve tarihte Gargara Kasabası olarak bilinen köy, eskiden daha da kalabalıkmış. Ekonomik sebepler ve kanserden ölümlerin artmasıyla göç vermiş. Bugün bir avuç insan yaşıyor. Köy 100-150 haneye düşmüş.
Muhtarın dedesi kanserden ölmüş
İkindi vakti köylüler yorgun argın dönüyorlar. İstanbul'dan 'gastecilerin' geldiğini haber alanlar kahvede toplanmaya başlıyor birer ikişer. Çaycı servise başlayınca biz de ufaktan ufaktan konuyu açıyoruz. Çayını alan sandalyesini sürüyerek geliyor masamıza. Konu kanser ve ölüm olunca herkes başını çeviriyor, gözlerini kaçırıyor. Bu konuyu konuşmak bile istemedikleri besbelli. Gözlerinden çaresizlik okunuyor... Fakat çaylar tazelendikçe sohbet koyulaşıyor. Lafı döndürüp dolaştırıp kansere getiriyoruz. Muhtar Mustafa Taşdöğen, sigarasından derin bir nefes çektikten sonra; "1975 yılında dedem Tevfik Yılmaz kanserden öldü" diyerek söze başlıyor. Kurbanlar birer ikişer sayılmaya başlanıyor. Ferhat Sönmez 1986'da ölmüş. 1992 yılında kızı Nezahat Yetkin kanserden vefat etmiş. Hüseyin Konyalı 1998'de yaşamını yitirmiş. Henüz 27 yaşında bir genç iken ölen Salih Akgün ilk kurbanlar arasında. 49 yaşındaki Hasan Baltacı hasta yatıyor. Kansere her evden birer ikişer kurban verilmiş. Bizi mezarlığa götürüp kanser kurbanlarını birer birer gösteriyorlar. Çam ağaçları arasındaki köy mezarlığında 100 yıl kadar önce burada şehit düşmüş Osmanlı paşalarının dışında yatanların yüzde 80'inin ölüm nedeni kanser.
Kansere neyin sebep olduğunu sorduğumuzda herkes susuyor... Muhtar Taşdöğen, bundan yedi yıl önce Sağlık Grup Başkanlığı'na durumu bildirerek araştırma yapılmasını talep etmiş. O günden bu yana ne gelen olmuş ne de giden... Yazıya cevap bile alamamış.
Dünyanın diğer yerlerinde meydana gelen uranyum facialarından haberi olmayan köylülere maden ocaklarını soruyoruz. Uranyum ile kanser arasında bir bağlantı kuramayan köylüler, İmamınulak, Maremintepe, Feyzullah Tepesi, Öğrencik, Karantılı, Asmacık mevkiinde 50'yi aşkın kuyu açıldığını söylüyor. Arama ekipleri özellikle Feyzullah Tepesi'nde çok durmuşlar. 1800 metreye kadar inilmiş. Burası hiç gerekçe gösterilmeden üzeri betonla kapatılmış. Diğer kuyuların üzeri açık ve köye çok yakın. Bazıları köylülerin tarlasının içinde.
Bir süre sonra köylülerden korkunç gerçeği öğreniyoruz. Arıklı Köyü'nün içme suyunun kaynağı uranyum kuyusu açılan Örencik mevkine sadece 300-400 metre mesafedeymiş. 5-6 yıl öncesine kadar köy halkı bu suyu içiyormuş. Ölümlerin bu sudan kaynaklandığı şüphesi üzerine köylüler bu suyu bir daha içmemişler. Yetkililerden maden ocaklarından uzak bir bölgeden su getirilmesini istemişler. Bu istek seçim dönemine denk geldiği ve köylülerin başka bir partiye oy vermeleri nedeniyle önceleri dikkate alınmamış. Köyden sözkonusu siyasi partiye yeterince oy çıkmayınca Arıklı halkı, o şüpheli sudan içmeye mahkum edilmiş. Daha sonra 14 köyü kapsayan bir şebeke yapılarak Kaz Dağları'ndan yeni su getirilmiş. Ancak kansere yakalananların sayısı hâlâ artıyor. Ölümler sürüyor.
Madenin bekçisi akciğer kanserinden öldü
Uranyum madeninde çalışan köylüleri bulup bir rahatsızlıkları olup olmadığını soruyoruz. 1965 madeninde çalışan Mücahit Çakan sağır olmuş. Kuyularda çalışırken kulaklarından kan gelmiş. Kendisine havasızlık nedeniyle böyle bir rahatsızlığın meydana geldiğini söylemişler. 1965 ve 1979 madeninde çalışanlar ise görünürde(!) herhangi bir rahatsızlıklarının olmadığını söylüyor. Ücretler ve yiyecek konusunda hiçbir sıkıntı çekmediklerini anlatan madenci köylüler, tüm bu imkanları sunan Amerikalı şirketten övgüyle bahsediyorlar.
Fakat âzâ Ekrem Keskin'den öğrendiğimize göre, 1965 madeninde bekçilik yapan Raşit Yetkin isimli köylü, 51 yaşında 'akciğer kanseri'nden ölmüş. Bu uzmanlar için oldukça ilginç ve düşündürücü bir veri. Çünkü uranyum madeninde çalışan işçiler salınan 'radon gazı'ndan dolayı akciğer kanserine yakalanıyor. Madende çalışan işçiler yaşarken bekçinin ölmesi bir çelişki gibi görünse de, işçilerin sağlıklı olduklarını söyleyebilmelerinin herhangi bir tıbbi dayanağı bulunmuyor. Bu da ciddi bir araştırma konusu.
Kütahya'nın, Etibank madeniyle iç içe yaşayan Dulkadir Köyü'nde yaşananlar hatırlanırsa, böyle bir araştırma için geç kalınmaması gerekiyor. Bu köyde, 1987'de Etibank'ın 100. Yıl Gümüş İşletmeleri'nin faaliyete geçmesiyle 1997 yılına kadar genç, yaşlı 60 kişi, başta akciğer olmak üzere, mide, kalın bağırsak gibi kanser türlerinden yaşamını yitirmişti. Anadolu Üniversitesi'nden Prof. Dr. Necla Özdemir'in 1993'te, Sağlık Müdürlüğü'nün isteğiyle hazırladığı raporda, köy suyunda standartların çok üstünde arsenik saptandığı belirtilerek, akciğer kanserlerinin nedeni olarak, "Evlerin sıva-badanasında kullanılan toprak örneklerinde kristalin kuarts saptanmıştır. Bu mineral uzun süre solunduğu takdirde akciğer kanseri riski artar" deniliyordu. Arıklı köyü sakinleri de evlerin yapımında kullanılan bir tür kesme taştan şüpheleniyorlar. Bu taşlardan özellikle Nusratlı Köyü'nden çıkarılanların üzerinde kahverengi benekler bulunuyor. Yapılan tahlillerde beyaz renkli bu kesme taşların astıma neden olduğu saptanmış. Aslında güneşten gelen kozmik ışınlar, toprağa karışır ve yok olurlar. Ancak, beton ve taş yığınları bu ışınları geçirmezler. Dolayısıyla şehirlerde kanser riski fazladır. Bölgedeki köylerin tamamı taş yapı. Bu durumun kanseri artırıcı bir etki yapıp yapmadığı da ayrı bir araştırma konusu. Kütahya'da ayrıca, köy kuyuları mühürlenmiş, ardından Etibank, ölümlerin artması üzerine köye başka bir bölgeden borularla su getirmişti.
Arıklı Köyü'nde yaşanan şüpheli ölümlerin nedeninin, hiçbir araştırma yapılmadığı için uranyum madeninden kaynaklanıp kaynaklanmadığı bilinmiyor. Köylüler, "Madenden önce ölenleri eceli geldi diye gömüyorduk. Eskiden ölenler arasında kanserlilerin olup olmadığını bilemiyoruz. Son yıllarda doktora gitmeye başlayınca kanseri öğrendik" diyorlar.
Mezar kazıcısının istatistiği!
Akşam saatlerinde en fazla kanserden ölümlerin görüldüğü diğer bir köy olan Ahmetçe'ye hareket ediyoruz. Arıklı'ya giderken arabaya aldığımız köylü neden geldiğimizi haber vermiş olmalı. Köye girdiğimizde insanlar "Ne soracağınızı biliyoruz" dercesine bize bakarken, endişelerini de gizlemeyi başaramıyorlardu. Kapı kapı dolaşıp Ahmetçeliler'le görüştük. Köy kahvelerine uğrayıp sorular sorduk. Aldığımız yanıtlar hep aynıydı. Bu köyde de insanların yüzde 60'ı, yüzde 80'i kanserden ölüyor. Hemen her evden kurban verilmiş. Hâlâ ölümü bekleyen hastalar var. Görüştüğümüz her insan, daha sağlıklı bilgi alabilmemiz için köyün mezarcısını bulmamızı istiyordu.
Geceyarısına doğru mezar kazıcısı İbrahim Çelik'i bulduk. Çelik, geçimini çiftçilikle sağlıyor. Fakat 1988 yılından bu yana Ahmetçe Köyü'nün mezarcısı. Dedesini kansere kurban veren mezarcı Çelik, 1994 yılından itibaren mezarını kazdığı mevtaların listesini tutmaya başlamış. Cebinde taşıdığı bloknota ölen kişinin ölüm tarihinden yaşına ve ölüm nedenine kadar her türlü bilgiyi yazıyor. Ahmetçe'de kanserden ölenlerin isimlerini istediğimizde defterini açıp bir çırpıda 30 kişi saydı. 1995'ten itibaren tam 30 kişi ölmüş. Bu, oldukça yüksek bir rakam. Mezarcı İbrahim'in istatistiğine göre, mezarlıklar kanserden ölenlerle dolu. Listenin başında Ayşe Can isimli bir kadın var. Ölüm listenin sonunda ise 37 yaşındaki Erol Dedeoğlu yeralıyor. Geçtiğimiz hafta kenserden ölmüş. Kanser çeşitleri aynı Arıklı köyündeki gibi. Akciğer kanseri, mide kanseri, prostat kanseri, kalın bağırsak kanseri, rahimağzı kanseri, göğüs kanseri... kanserin her çeşidi var. Mezarcı İbrahim'in ölüm listesi aslında kanser insidansı gibi. Listede kanser ölümlerinin yaşa, cinse, kanser türüne, tarihlere göre dağılımları bile var. Sağlık Bakanlığı Teşkilat Şeması'nda Kanserle Savaş Dairesi Başkanlığı'nın görevi, "Kanserle savaş hizmetlerini planlamak, uygulamak ve bu hizmetlerin organizasyonunu sağlamak, kanserle ilgili her türlü istatistiki bilgileri toplamak, araştırma ve incelemeler yapmak..." şeklinde tanımlanıyor. Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi'nde bile Mezarcı İbrahim'in verilerinin olmadığına bahse gireriz. Bırakın istatistiği köye uğrayan bile yok.
Geceyi misafirperver köylülerin evinde geçirip ertesi gün araştırmaya kaldığımız yerden devam ediyoruz. Edindiğimiz bilgiler daha da ilginç. Ahmetçe'de hiç maden ocağı açılmamış. Fakat ölümler kanserden. Ahmetçeli'ler de içme sularından şüpheleniyor. Kamu görevlisi bir köylünün söylediğine göre, köyün girişinde bulunan su bir süre önce iddialar üzerine tahlil ettirilmiş. Tahlili yaptıran doktor, suda yüksek miktarda uranyum çıktığını söyleyerek kimsenin içmemesi için uyarmış. Adı açıklanmayan doktorun başı beladaymış. Doktor kayıplara karışmış. Görüştüğümüz uzmanlar, uranyumun kanser yapması için mutlaka yüzeye çıkartılmasının gerekmediğini, doğal haliyle de tehlikeli olabileceğini söylüyor. Arıklı Köyü Muhtarı Mustafa Taşdöğen köye ikinci kez gidişimizde uzmanların açıklamasını destekleyici bir bilgi veriyor. Muhtar Taşdöğen'in anlattığına göre, bundan 25 yıl önce bölgede inceleme yapan maden mühendisi bir profesör, "Evlat sizin bu bölge çok tehlikeli. Burada uranyum var. Avrupa uranyumun adını duyduğu yerden uzaklaşıyor. Biz bunları halka açıklarsak beni Malta adası bile temizlemez. Dünyanın öbür ucuna sürgün ederler. Buraların zeytinyağı, eti, sebzesi, turizmi ölür. Körfezden Akdeniz'e kadar hayat durur" demiş. Muhtar, "Kimdir, neyin nesidir, adını hatırlayamıyorum" diyor. 25 yıl öncesi, madenlerin açıldığı döneme denk geliyor.
Etkisi 30 kuşak sürüyor
Diğer köylerde de maden araması yapılmamış ama kanserden ölümler bütün hızıyla sürüyor. Kanser ölümleri sahil şeridine paralel olarak kurulan köylerde görülüyor. Ahmetçe ve Arıklı ölümlerde listebaşı. Bu iki köyü Nusratlı, Kayalar, Kozlu, Büyüküstün, Koyunevi, Bademli, Behram, Yeşilyurt ve Küçükkuyu beldesi takip ediyor. Dağ köylerinde ise kanser ölümlerine rastlanmıyor. Bütün bulgular bölgenin altındaki uranyum yataklarını gösteriyor. Uzmanlar, bunu kesinleştirmek için vakit kaybedilmeden ciddi ölçümlerin yapılmasını öneriyor. İstanbul'daki Metropolitan Florence Nightingale Hastanesi Amerikan Kanser Merkezi Başkanı Prof. Dr. Coşkun Tecimer, "Bölgedeki maden yataklarında, sularda, toprakta, havada bulunan radyoaktivitenin ölçülmesi lazım. Radon gazı yayılımının olup olmadığının tesbit edilmesi gerekmektedir" diyor. Bu hassas görev de nükleer tıp ya da atomla ilgili kuruluşlara düşüyor. Prof. Tecimer, kanserden ölümler Türkiye ortalamasının üzerinde ise bu ölçümlerin mutlaka yapılması gerektiği konusunda uyarıyor. Verem Savaş Dairesi'nin en son verileri 1996 yılı tarihini taşıyor. Buna göre Türkiye ortalaması yüz binde 63.46. Bölge bazında bu oran yüz binde 64.29. Ancak bölgedeki ölümlerin bu insidansa yansımadığından hiçkimsenin şüphesi yok.
Köyleri dolaştıkça ölüm listeleri uzadıkça uzadı ama ölüm nedeni değişmedi. Hep kanser! Kanser! Kanser!.. Aslında kanserdışı ölümler de şüpheli. Çünkü kanser hastalarının çoğu, kalp hastalığı veya başka enfeksiyonlar gibi kanserle ilgisi olmayan nedenlerden dolayı ölür. Köylerde guatr ve veremden ölenler var.
Bugün insanların radyoaktif bir etkiye maruz kalmaları için bir nükleer tesis çevresinde yaşıyor olmaları gerekmiyor. Bu maddeler henüz doğada iken bile insanları etkileyebiliyor. Sözkonusu, uranyum gibi bir madde olunca durum biraz daha vahim. Uranyum insan, hayvan ya da diğer canlılarda, kanser ve genetik deformasyonlara yol açabiliyor. Temizliği de mümkün değil. Çünkü yok olmuyor. Uranyum tozlarını solumaya devam eden bölgede yaşayanlar için tehlike ömürboyu. Uzmanlar uranyumun etkisinin 30 kuşak süreceğini belirtiyorlar. ABD'de yapılan araştırmalara göre, akciğer kanseri en sık olarak 40-70 yaşları arasında görülüyor. Bütün vakaların yalnızca yüzde 2'si 40 yaşından önce görülüyor. Oysa bu köylerde kanserden ölenlerin birçoğunun yaşı 40'ın altında. Bu bölgedeki insanların yediği ete, sebzeye, içtikleri süte, soludukları havaya tehlikeli izotopların bulaşıp bulaşmadığının saptanması gerekiyor.
__________________
ÖLÜMLE YAŞAMI AYIRAN
ÇİZGİ SİYAHLA
BEYAZI AYIRAMAZ Kİ !!!!
seçko Ofline   Alıntı ile Cevapla