Tekil Mesaj gösterimi
Alt 05-03-2008, 14:57   #2
OnuR
 
OnuR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

istemektedir. Kaldı ki sağlık sigortasından aktif olarak yararlanan bireyler hastanelerde yeterli hizmet alamamakta ve halkın değişiyle hastane kapılarında sürünmektedirler. Aynı eğitim hakkı gibi anayasa halka sağlıklarını koruyacağı yönde söz vermiş olsa bile cumhuriyet tarihinden bu yana bu sözü hiç yerine getiremediği apaçık ortadadır.
Sağlıklı toplum sadece bizim toplumumuzun değil diğer tüm toplumların toplumsal amacıdır. Çünkü sağlıklı toplum sağlıklı bireylerin toplamından oluşabilir. Yeteri kadar sağlıklı olmayan bireylerden oluşmuş bir toplum en azından aktif bir çalışma hayatı sürdürememektedir. Nasıl çocukların belli bir yaşa geldiklerinde eğitilmeleri yasalar gereği zorunlu ise aynı şekilde sağlığı bozulan birinin bu durumdan çıkarılması toplum sağlığı ve toplum fikrinin yaşatılması açısından hayati bir önem taşımaktadır. Toplum aslında tedavi olmak istemeyen bireyleri bile gözetim altına almak durumundadır. Bunun bir örneği acil durumlarda hastanın iradesi olmadan hekime müdahale hakkı tanınmasıdır.
Hekimler yoksul halkın genel maddi düzeyi düşünüldüğünde gittikçe maddi olanaklarını arttırırken , özellikle kırsal kesimlerden gelen yada oralarda yaşayan bireyler dar bütçelerinden daha fazlasını sağlık giderlerine ayırma durumunda kalmaktadır. Özellikle devlet hastanelerinde yeterli ilgiyi göremeyen ve masrafları karşılayabilecek bütçesi olana hastalar hekimlerin muayenehanesinde hastalıklarına şifa aramaktadırlar. Günün belli birkısmını hastanede bir kısmınıda muayenehanede geçiren hekimler aynı hastaya farklı mekanda farklı teşhis koyabilecekleri sanısına kapılarak mesleklerini farklı bir şekilde yorumlamaktadırlar. Hastane / muayenehane arasına sıkışmış bulunan hekimler meslekleriyle ilgili yorumlarada kendilerini çok fazla açmamaktadırlar. Bu sıkışma uzun zamandır olduğundan soruna taraf olanlarca doğal bir durummuş gibi algılanmaktadır.
Doğal durumun toplumun aktif bireylerinin karşılaştıkları sağlıklarını tehdit eden bir durumun bireyinin tekrar topluma aktif bir şekilde kazandırılması amacının yine toplumun kendisi tarafından gerçekleştirilmesidir. Durum tam tersine dönüşmüş bulunmaktadır. Hastalık , her bir tek bireyi tehdit edebilecek ve kendi arzusu dışında gerçekleşen , toplumsal bir olay olarak algılanmaktan ziyade , talihsizbireyin maruz kaldığı bir felaketmiş gibi ele alınmaktadır. Bu konulardan sıkıntılı olan halk kesimleride umutlarını adaletin tecelli etmesinde yada meslek etiğinin uygulanmasında bulunmaktadır. Bu alanda söz yerinde ise , tamamen toplumsal bir kaos yaşanmakta , yanlış yapılan enjeksiyonlar ameliyatlar ve tedaviler yüzünden sakat kalan kimseler ve yakınları haklarını arayabilecek merciler bulamamaktadırlar. Söylenildiği gibi genel olarak sağlık sorunları toplum sorunu değil bireyin içine düştüğü talihsizlik olarak algılanmaktadır. Bireyler ömürlerinin belli dönemi mutlaka hastaneye gitmek durumunda kalmaktadırlar. Hekimler her bireyin kendilerine geleceğini ve kandi bakışlarına ihtiyaç duyacağını bilmektedirler. Bunun için ellerinde herkesin eninde sonunda ihtiyaç duyacağı bir güç tuttuklarına inanaırlar. Bu güç onları toplumsal hiyerarşinin belli bir noktasına taşır gibi görünmektedir. Meslekleri yüzünden kendilerine duyulan saygıyı çoğu hekim kendi kişiliğine duyuluduğunu düşünmektedir. Nihayette hastaların bilmediği birçok konuyu bilmektedirler ve önlerinde kendilerine muhtaç bir kitle bulunmaktadır. Toplumun sağlık sisteminin acilen düzeltilmesi gibi hükümetlerden ciddi talepleri bulunmamaktadır. Oysa çok sık söylenildiği gibi herşeyin başı sağlıktır. Bu sav türk halkının günlük yaşamında sağlığını koruma ve hastaneye gitmemeye çalışma şeklinde düşünülmektedir.
Türkiyenin içinde bulunduğu ekonomik durumda sağlıklı yaşam konusunda önemlidir. Daha öncede söylediğimiz gibi , gelişmiş ülkelerin bireyleri göreli olarak daha iyi sağlık koşulları içinde yaşamaktadırlar. Özellikle 1983 yılından itibaren yeni bir ekonomik model uygulamaya konulmuştur. Bu model çeşitli adlarla anılmış olsa bile hepside batıda özellikle İngilterede daha önce uygulamaya konulmuş geleneksel riberal ekonominin yeni bir yorumlanmasıydı. Bu anlayışa göre devletin olanakları iki yolla genişletimeliydi ;
1-) İhracat gelirlerinin arttırılması
2-) Özelleştirme politikaları ile devletin artan giderlerinin karşılanması.
Her iki yolda aslında devletin ekonomik faaliyetlerden olabildiğince uzaklaşmasını amaçlıyor ve kalkınma/gelişme için bunu temel yapıyor.
Bilindiği gibi , türkiyede son yıllarda özel hastanelerin sayıları hızla artmaktadırbu hastaneler , gelir düzeyi yüksek bireylere sağlık hizmetleri üretmeyi hedeflemektedir. Özel hastaneler liberal politikaların tipik birer ürünü olarak karşımızda durmaktadır. Bu hastaneler ilk kuruluş yıllarında devletin özel ilgi ve desteğine sahip olmuşlar , çeşitli teşvikler bile alabilmişlerdir. Geldiğimiz bu aşamada ise , özel hastaneler devlet hastanelerinden memnun olmayan fakat bir miktar parası olan sıradan halk ile gelir düzeyi çok yüksek olan kimselerin başvurdukları kurumlar olmaktadır. Temel olarak özel hastanelerin iki işlevi üstlenmiş oldukları ileri sürülebilir;
1-) Özel hastaneler geliştirilerek , bir önceki dönemde çok bozuk sağlık sistemine zorunlu olarak mahkum olan , toplumun zengin kesimlerinin sisteme olan tepkileri azaltılmış olmaktadır
2-) Hiç değilse toplumun bir kesmi devletin temelini oluşturduğu sağlık sisteminin dışına itilerek , genel bütçe üzerindeki sağlık harcamalarının azaltılması istenilmiştir.
Devlet özel hastanelerin bir çığ gibi büyümesine göz yummakla kalmayıp üstelik teşvikte ederek kendi sorumluluğundan kaçmış, kendisini meydana getiren bireylerin sağlıklarını , tam anlamıyla bütün kural ve ilkeleri ile işleyemeyen kapitalizmin acımasız ortamına terk etmiş bulunmaktadır.
Türkiye de siyaset kurumuna hem sağlık sorunlarının üretildiği hem de çözülebilecek tek alan olarak bakılabilir. Yukarıda sıraladığımız bir çok sağlık sorunu gerçekten siyasi alandaki tedbirlerin yetersizliği yüzünden giderek ağırlaşmaktadır.siyasi istikrarsızlık kalıcı bir sağlık politikasının üretilmesini engellemektedir. Sağlık bakanları çok sık değişmekte ve çoğu zaman konuya yabancı kimseler bakan olarak atanmaktadır. Bu nedenle , sağlıkla ilgili uzun vadeli hedefler belirlenememekte , gündelik ve bakanların çıkarlarına göre politik uygulamalar sergilenmektedir.sağlık bakanlığı çoğu iktidarca geniş bir siyasi egemenlik alanı olarak görülmekte , sağlık hizmetlerinin merkezi olarak sunulmasının merkezi otoriteyi güçlendirici yanında vazgeçilmemektedir. Oysa bugünkü sağlık sorunları büyük ölçüde aşırı merkezileşmiş yönetim yapısından kaynaklanmaktadır. Merkezi siyasi otorite sayısı 200 binden fazla olan böyle bir kitlenin iradesini kendilerine bağımlı kılarak otorite ve disiplini yitirmek istememekte , belkide yerleşme henüz tecrübe edilmediğinden sonuçlarında tereddüt edilmektedir. Sadece sağlık sektörü için değil türkiyede diğer bir çok kurum için de söylenebilecek olan merkezi yönetim sorunu ancak yine siyasi alanda çözümlenebilecek sorun gibi durmaktadır. Kendi yetkilerini yitirmekten korkan merkezi yönetim ilkin , mevcut sorunu etraflıca tanımak ve sistemleştirmek zorundadır. Ancak zuzn yıllardır gözlenen odur ki , bütün bu söylemler sadece retorik düzeyinde kalmış ya da sorunların çözümündeki öncelikler başka türden örneğin ekonomik sorunlara verilmiş , sağlık sorunlarının eğitim sorunlarıda dahil olmak üzere çözümü sürekli olarak ertelenmiş siyasi tartışma gündemine alınmamış ama her zaman söylem düzeyinde tutulmuştur.merkezi yönetim bir anlamda sağlık sorunları gibi hizmet alanlarına ilişkin sorunlara hem var hemde yok gibi muamele etmeyi tercih etmiştir. Çözülemeyen sorunlar hiç değilse olduğu gibi kalmasının daha iyi olacağına inanmıştır. Hizmet sektörü ile aktif olarak ilgilenmenin iki nedeni sayılabilir . ilkin , bu alanlardaki sorunların çözümü kesinlikle , bütçeden bir miktar daha fala para ayırmak olabilecektir. Oysa , Türkiyenin bütçesinin nerdeyse %40 alanında yurt içi ve dışı borçların faiz ödemesine gitmektedir. Dolayısıyla , sağlık sektörü gibi para emici hizmet sektörüne ayrılabilecek para kalmamaktadır. İkinci olarak , sağlık sektöründe uygulamaya aktarılabilecek köklü reformlar yıllardır belli uygulamalara alışmış başta hekimler olmak üzere diğer sağlık personellerinin konumlarında ve halihazırındaki maddi kazanımlarına da yol açabilecek değişmelere yine bu personelin göstereceği tepkilerden söz edilebilir. Hekimler şu yada bu şekilde hakkettikleri düşündükleri maddi geliri elde etmek istemektedirler. Planlanacak reformlar hem hekimlerin maddi beklentisini hemde sağlık sektöründe efektif çalışmanın yaratılması arasındaki dengeyi gözetmek durumundadur. Görünen odur ki , hekimler maddi beklentilerini karşılamayan ya da maddi anlamda bu günkü gelmiş oldukları konumdan kendilerini daha geriye götürebilecek herhangibir değişikliğe evet demiyeceklerdir. Siyasi otorite hem hekimlerle birlikte davranarak hem hekimlerin özerkliğini arttırarak hem de hekimlerin alehine olabilecek tedbirler alarak bir denge kurmayı ve sağlık sektörüne çağdaş bir görünüm kazandırmayı hedef edinmelidir. Bu hedeflerin , yazılıp programlanmasına sağlık politikaları denmektedir.siyasetin perspektif geliştirememesinden dolayı düşünülen olumsuz durum yine siyaset elitlerinin geliştirecekleri politikalar sayesinde ortadan kaldırılabilecektir.

KİTABIN DEĞERLENDİRMESİ VE SONUÇ

Değerli hocam; öncelikle bize bu tür bir kitap önerdiğiniz için teşekkür ederek yazıma başlamak istiyorum. Ayrıca önerdiğiniz bu kitap çok iyi ve faydalı olmasına rağmen kitabın bazı bölümlerindeki cümleler çok uzun ve anlamsız. Tek kelimeyle yada iki kelimeyle anlatabileceği olay veya durumları birçok kelimeyle anlatmıştır.
Kitabın içeriğine gelince ; kitabın ilk bölümünde hastalık ve insanların hastalık psikolojisine yönelik bazı temel kavramlar hakkında bilgi veriyor. Bu temel kavramlar, hastaların sağlık psikolojisine yönelik sorunlara ve hastaların toplumsal durumlarına yönelik bazı temel kavramlardan ibarettir. Ayrıca kitabın ilk bölümünde toplumun hastalara bakışı ve hastaların toplumsal güdülenmeye karşı kendilerini kötü hissetmelerine yönelik bazı temel kurallar veriliyor.
Kitabın ikinci bölümünde hastalık olgusunun nasıl geliştiği ve netür hastaların ağır hasta ne tür hastaların sadece hasta olarak görüldüğünü belirten çok kaliteli cümlelerin bulunduğu bölümler mevcuttur . örneğin; bir örnekte trafik kazası veya kalp krizi geçirmiş bir hastanın herkes tarafından ağır hasta olarak kabul edildiğini , ancak grip veya nezle türü bir hastalık geçiren bir hastanın sadece hasta olarak nitelendirildiği kitapta özellikle vurgulanan bir konudur. Fakat kitabın bu bölümünde yazar kendi kuramlarını kullanmıyor. Sadece toplumsal genel-geçer bilgileri ön plana çıkarıyor. Ben bunu kitapta bir eksi olarak gördüm. Benim bakış açıma göre yazar daha çok kendisini ön plana çıkarabilirdi. Çünkü bu tür konularda yazarın bakış açısı ve okuyucuları o ortamın içine sokması gerektiği herkes tarafından kabul edilmesi gereken bir olgudur. Yinede az önce vurguladığım gibi çok önemli cümle ve örnekler kitapta mevcut durumda buda kitabın en önemli artılarından birisi. Benim kişisel görüşüme göre hastalık olgusu ve kuramı insanların üzerine önemle eğilmesi gereken nesnel yani objektif bir kavramdır. Yani hastalık hiçte önemsenmeyecek bir olay değildir. Örneğin vücuttaki morarmalar hafif ağrılar ve halsizlik insanlar tarafından önemsenen bir konu değildir ancak bunun sonucunda hastanın ölümle burun buruna gelmesine neden olacak maling bir hastalık olan lösemi türü bir hastalığın varlığı ortaya çıkabilir. Yani bu belirtiler bunun habercisi olan sinyaller olabilir. Ben bu cümlelerimde en küçük bir belirtide hastaneye gidin demiyorum ancak en azından ayda veya 6 ayda bir periyodik olarak doktor kontrolünden geçen bir insanın hasta olma riski çok azdır. Şu unutulmamalıdır ki ‘erken teşhis hayat kurtarır’
Kitabın üçüncü bölümünde yine hastalık kuramı ve hasta bir insanın toplumla olan olumlu ve olumsuz ilişkileri konu ediliyor. Yani yine az önce dediğim olayı bir örnekle açıklıyım. HIV virüsünü yani aids virüsünü kapmış bir hastayı bizler toplum olarak dışlıyoruz veya daha basit bir virüs olsa bile biz sanki bu virüsü o hasta kendi vücuduna bulaştırmış gibi o hastayı toplumdan dışlıyoruz. Bu dışlamamız hastayı zor durumda bırakıyor ve hastanın yaşamla olan bütün bağlantılarının tamamen kopması anlamına geliyor. Bizler herşeyden önce insana yakışır bir şekilde davranmalı ve onu o haliyle kabul etmeliyiz. Yazar ısrarla hastalık kavramının toplum üzerindeki etkisinden bahsetsede yine yazar kitabın bazı bölümlerinde konuya hakimiyetini yitirerek kitaptan kopuyor. Böyle bir durum oluncada kitabın akıcılığı kayboluyor. Kitapta üstünde önemle durulan konu hastalık kavramının insan ve toplum üzerinde etkisi ve bu durumun ne gibi artı ve eksilere yol açtığı belirtiliyor. Ayrıca kitabın bu bölümünde Türküye ve diğer yabancı ülkeler karşılaştırılıyor ,Türk sağlık sektörünün özellikle batılı devletlerin çok gerisinde kaldığı ve batıyı çok uzaktan izlediği vurgulanıyor. Bu konudaki kendi fikrime gelince bencede sağlık konusunda batının çok gerisinde kalmış bulunmaktayız ancak son yıllarda ülkemizinde bu sektörde müthiş bir çaba göstererek iyi bir duruma geldiğinden söz edebiliriz. Tabiki yinede batıyı çok uzaktan takip ediyoruz ancak ben şuna inanıyorum ki bizim insanlarımızda belirli bir potansiyel var özellikle doktorundan hemşiresine hasta bakıcısına kadar çok büyük fedekarlıklar gerekiyor. Bu durumlar gerçekleşirse batıyı yakalamamız işten bile olmaz .
Kitabın bir diğer bölümünde bence en önemli konular bir arada ele alınmış. Benim kanıma göre kültürel siyasal ve ekonomik ilişkiler ayrı ayrı ele alınmalıydı. Ayrıayrı ele alınmayınca çok yığınsal bir anlatım ortaya çıkmıştır. Kitapta öncelikle kültürel duruma değinilmiştir. Bu durum kitaba göre şöyle özetlenebilir. İnsanların kültür düzeyi yetersiz olduğundan olaylara bakış açısı çok yönlü olmuyor. Özellikle hastalık konusunda insanların kültürü çok yetersiz. Böyle olunca az öncede belirttiğim gibi insanlar ölümcül bir vaka olana kadar hastaneye gitmiyorlar. Böyle olunca da çok geç kalınmış oluyor. Ayrıca son günlerde medyanında gündeminde olan bir konu var . insanların büyük bir bölümü doktorlara olan inancını yitirmiş ve çareyi hacı hoca ve şeyhlerde arıyorlar. Böyle olunca müdahale edilmediği için daha ölümcül vakalar ortaya çıkıyor. Bence kültür lafta kalmamalıdır. Özellikle hastalık konusunda. Çünkü eğer hasta sağlamken bile periyodiksel olarak hastaneye gidiyorsa ve bu konuda doktorunun tüm tavsiyelerini yerine getiriyorsa o hasta bilinçli ve kültürlü bir hastadır. Ancak bütün konuyu hastalar üzerinde odaklamak çok yanlış ve bir o kadarda tehlikelidir. Çünkü ettiği hipokrat yeminine zerre kadar uymayan meslek ahlakına uygun davranmayan doktor sayısıda oldukça fazladır. Bu konuda hem hasta hemde doktor kültürlü olmalıdır.
Buradaki ikinci önemli konu tabiki ekonomik nedenlerdir. Çünki yazarında belirttiği gibi özellikle ülkemizde bir çok insan ekonomik sıkıntı nedeniyle hastaneye gidemiyor ve resmen ölümün sıcaknefesini ensesinde hissediyor. Bu konudaki
Bazı sayısal araştırmalarıma göre ülkemizdeki insanların %65 i herhangi bir saglık kurumunun güvencesi altında degildir. Durum böyle olunca her üç kişiden ikisi hastaneye gidemiyor. Gitse bile sağlıgına yeterli özeni gösteremiyor. Saglık kurulışu olanların bile birçoğu halk degimiyle “kuyrukta ölüyorlar” buradan şöyle bir ana düşünce çıkarmamız sanırım hiçte yanlış olmaz. Ülkemizde parası olan yaşar. Buda ekonumik boyutun ne kadar önemli olduğunu vurguluyor. Oysa yaptıgım araştırmalar sonucu edeindiğim bilgiye göre yurt dışında özellikle batılı ülkelerde böyle bir sorun yok. Çünkü Almanya, İngiltere,Fransa,İtalya gibi çok gelişmiş ülkelerde doktorlar hiçbir üçret almadan 2 ayda bir hastaları kontrol altına alıyor ve ilaç gerekiyorsa bu ilaçlar çok ucuza temin ediliyor. Durum böyle olunca bu tür ülkeler çok saglıklı ülkeler oluyorlar. Biz, yani Ankara da yaşayan bizler yinede şanslı konumdayız. Doğunun ücra köşelerinde yaşayan insanlarımızın doktora gitme şansları bile yok çünkü örnegin; bazı illerimize bağlı köy ve kasabalarda en yakın hastane 60 70 km ötededir. Bu yüzden insanlarımızın çoğu hastaneye bile gitmeden ölüyorlar. Özellikle bu konuda iş adamlarına büyük fedakarlıklar düşüyor. Ekonomik gelişim konusunda kitap olaylara son derece dar bir bakış açısından bakmış durumda buda bana göre kitapta gördüğüm en büyük eksi durumunda.
Kitabın bu bölümünde son değinilen konu ise hastalık siyaset ilişkisi. Bence buda çok önemlidir. Çünkü kendi oylarımızla seçtiğimiz siyasiler özellikle sağlık sektörüne üvey evlat muamelesi yapıyorlar. Yaptığım araştırmalara göre ülkemiz ekonomisinin sadece %2 lik bölümü sağlığa ayrılıyor. Bence bu rakam çok yetersiz bir bütçe ayrıca buda yetmezmiş gibi sağlık sektörüyle uzaktan yakından hiçbir ilişkisi olmayan insanlar sağlık sektörünün başındadır. Dünyada sağlık sektörü kitapta da bilirtildiği gibi çok önemlidir. Yine yaptığım araştırmalara göre ABD gelirinin %53 ünü İngiltere, %49 unu Fransa sağlıga ayırmış durumdadır. Böyle bir ortamda ülkemiz bir kez daha geri kalmıştır. Bu konudan yazar hiçbir bölümde bahsetmiyor. Buda kitabın bir diğer eksiğidir.
Kitapta üzerinde durulan bir diğer konu ise hasta hekim ilişkisidir. Ancak kitapta da önemle üzerinde durulan bir maddeyi belirtmeliyim. Hastane ve hastalık deyince akla öncelikli olarak hekimler geliyor. Ancak bu olay tam anlamıyla bir takım işidir. Doktorundan hemşiresine hasta bakıcısından hastane personeline kadar birçok kişi başarıda ve başarısızlıkta pay sahibidir. Fakat daima hekimler ön planda tutuluyor. Bu dünyanın her yerinde böyle kitabın yazarıda böyle bir yaklaşımda ve sağlık elemanı altında sadece hekimleri ön plana getiriyor. Bu bence çok yanlış. Hasta hekim ilişkisinde hastalar genellikle doktora gitmeye korkuyorlar. Böyle bir durum gerçekleşince hasta hekim ilişkisi son derece sönük oluyor. Benim fikrime göre bu kesinlikle böyle olmamalıdır. Hastalar doktorların kendileri için orda olduğunu ve kendilerinin sağlığını düşündüğünü bilmelidirler. Özellikle taşra olarak adlandırılan kırsal kesimin insanları hekime kesinlikle önem göstermiyorlar. Oysa ki dünyanın bütün ileri ülkeleri olarak kabul edilen ülkelerde doktorlara güven son derece üst konumda. Benim fikrime göre hasta hekimine güvenmeli ve hekiminin sözünden asla dışarı çıkmamalıdır. Ayrıca hekimlerin de kendilerini hastalarına adamaları gerekmektedir. Böyle bir durum oluşması için hekimin hiçbir ekonomik sıkıntısı olmamalıdır. Bir İsviçre de doktor 5700 $ maaş alırken ülkemizde bu rakam 350$ civarındadır. Böyle bir durumda hekim kendi yaşam sıkıntısını düşünmekten hastalarla ilgilenemezler yani tam anlamıyla kafalarını yaptığı işe veremezler.
Kitabın bir diğer üzerinde durduğu konu ise insan bedeni sağlık ve postmodernizm dir. Kitabın bu bölümünde yazar daha çok ünlü felsefecilerin sözlerine ve yaptığı işlere yer vermiştir. Fakat anlatım oldukça sıkıcıdır. Konuyu renklendirmek için yazar hiçbir katkıda bulunmamıştır. Ayrıca kitapta insanların sağlıklı kalabilmesi için bazı bilgiler verilmiştir. Bu bölümün temelini oluşturan bir diğer konu ise postmodernizmdir bunu da belirtmek isterim.
Kitapta üzerinde durulan son konu Türkiye de yani ülkemizde sağlıktır. Gelişmiş ülkelerde sağlık sorunu toplumsal bir sorunken ülkemiz gibi geri kalmış ülkelerde sağlık sorunu bireysel bir sorundur. öZellikle maddi refahı olan insanların hastaneye gitmek yerine doktorların muayenehanelerine gitmeleri hekimlerde hastayı para gibi görme hissi uyandırmıştır. Bu konuda hekimlerin düşüncesi ‘Nasıl olsa bu insan hastalanacak ve elime düşecek bende istediğim kadar para kazanırım çünkü bana gelmeye mecburlar’ şeklindedir. Özellikle müzmin hastalık sahibi insanlar her sorununda hastaneye gitmek yerine kendi başlarının çarelerine bakmaları ve hastaneye gitmekten nefret etmelerinin başlıca nedeni budur. Çünkü doktorlar hastalara nasıl olsa muayenehaneme gelecek ben burada neden uğraşayım ki mantığıyla yaklaşmalarından dolayı iyi bir şekilde hastayla ilgilenmemektedirler. Ayrıca ana yasamızda eğitim gibi sağlıkta güvence altına alınmıştır ancak cumhuriyet döneminden beri sağlık ile ilgili hiçbir ilerleme yapılmamıştır. Sağlık sektöründe gelişme yapılmak istenmiştir fakat planlar yarım kalmıştır. Bunun en önemli nedeni ise sağlık sektöründe sürekli değişen siyasi düzendir. Sıklıkla değişen bakanlar göreve başladıktan sonra konuya yabancı kalmaktadır. Ve kısa sürede yine değişim olduğundan hiçbir plan tam olarak yaşama geçirilememektedir. Yarım kalan planlar tamamlanma aşamasına gelememektedir. Ayrıca kitabın son bölümünde belirtilen bir diğer konu ise özel hastanelerin kurulması ile ilgilidir. Özel hastanelerin kurulma amaçları kitapta devletin üzerindeki yükü ve sorumluluğu azaltma olarak tanımlanmakla birlikte hiç değilse ülkenin bir bölümünü (zengin kesimi) devletin sırtından kurtarmış bulunmaktadır. Ayrıca ilaç fiyatlarının çok pahalı olması ve insanların alım gücünün çok düşük olması insanları sor duruma düşüren bir diğer nedendir. Bu konuya kitapta yeteri kadar değinilmemektedir. İlaç fiyatları kimi hastalıkların ilaçlarında endişe verici boyutlara ulaşmıştır. Özellikle çokğu kan hastalıklarında ilaç tutarlarını değil normal maddi güce sahip bir insan zengin kesimdeki bir insan dahi karşılayamayacak güçtedir. Sağlık sigortası olmayan hastaların resmen ölüme terk edilmesi kaçınılmaz bir sonuçtur.
Böylelikle kitap üzerinde yaptığım yorumları noktalamış bulunuyorum. Umarım güzel ve herkesin beğenebileceği bir yorum olmuştur. Bu kitabı okuduktan sonra bildiğim fakat yeterince bilmediğim konularda bilgi sahibi olduğum için çok mutlu oldum.

__________________




Besiktas JK






.
OnuR Ofline   Alıntı ile Cevapla