Tekil Mesaj gösterimi
Alt 06-08-2008, 17:01   #1
partner1903
 
partner1903 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Icon1 Hz.İbrahim Mucizesi

İslam, sadece ibadetler, dua ve tesbihlerden ibaret değildir şüphesiz. İslam’ın geniş ufuklara sığmayan derinlikteki duygu, düşünce ve tefekkür boyutları da vardır. Akıl ile İlahî vahyin birleşmesinden çıkan harikulâde sonuçlara bu gibi yeni boyutların eklenmesiyle İslam düşüncesi, imanımızı danteller gibi örerek alabildiğince yayar ve genişletir.
Mucizeler de böyledir. İlk bakışta aklın dar mantığı ve sınırlı çerçevesi içinde “Olmaz böyle şeyler.” Diyebilirsiniz. Verdiğiniz bu hükümde, şimdiye kadar yaşadığınız belirli bir çevrenin ve yeterli olmayan bilgi algılama ve değerlendirme yöntem ve kıstaslarının izleri de vardır. Tıpkı bundan 200 sene önceki insanların TV, uçak, telefon ve bilgisayar konularındaki önyargıları gibi..
Aslında mucizelerin fiziki açıdan yorum ve izahları vardır ve olmalıdır da. Bugünün ilmiyle mucizelerin bir çoğunun açıklığa kavuştuğunu, “OL DEDİ OLDU (2)” kitabımızdan öğrenebilirler. (Mirac, mağaradaki 7 uyurlar, Saba Melikesi Belkıs’ın tahtı vb. gibi.) Akıl ve idrakimize tersmiş gibi gelen bir çok hususların sonradan gerçekleşmiş olduğunu hatırlayarak, ön yargılı ve peşin hükümlerle mucizevi olayları red etmek imanımızı zedeleyeceği gibi; ‘Doğrusunu ancak Allah bilir.’ deyip, İlahî vahyin derin mânâsından habersiz kalmak ta tasvip edilecek davranışlardan değildir. En ufak bir şüphe yoktur ki, her şeyi dosdoğru olarak yalnız ve yalnız yüce Allah bilir. Ancak müminler olarak, Allah’ın âyetlerini (işaretlerini) ibret alarak tefekkür etmek ve bazı sonuçlara varmak, bizim de sınırlı görev alanımıza girmez mi? Ve aslında bu görevde ilerlemek bizzat Allah’ın da bizden istediği değil midir?
Aslında etrafımızda olup biten her çeşit olaylarda en büyük mucizeler yok mudur? Tüm evren görebilen ve ibret almasını bilenler için, sadece mucizelerden ibaret değil midir? Bırakınız koskoca kâinatı; en ufacık bir zerrede bile sonuz sayıda mucize yok mudur?
Hepimiz biliriz ki ateş yakıcıdır. Çocukluğumuzdan beri belki düzünelerce tecrübeden geçtikten sonra, bu sonuca vardık ve artık eksin kes biliyoruz ki ateşin yakıcı özelliği vardır ve bu gerçeği kimse inkâr edemez.
Buna rağmen, Kur’anda Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı ve fakat yanmadığı anlatılır. Kur’andaki bu yüksek ifadeyle bizim şimdiye kadar geçirdiğimiz tecrübeler, duyduğumuz ve öğrendiklerimiz arasında açık bir çelişkinin mevcut olduğu anlaşılıyor. İmânımız Kur’anı gösterirken, idrakimizin damla damla biriktiği kıyaslama tortusu, birbiri ile çelişiyor.
Aslında çelişen bir şey de yok. NEWSCIENTIST Dergisi, İngiltere’de basılan ve bilimsel makalelerin ağır bastığı dünyaca tanınmış bir dergidir ve bu dergide yazısının çıktığını gören bilim adamlarının artık bir daha sırtı yere gelmez. İtibarlı, güvenilir ve saygın bilimcilerin idaresindeki bu dergide, 14 Temmuz 1990 yılındaki sayısının 64. sayfasında çok çok ilginç bir makale yayımlandı. Bu yazıda insanların ateşte yanmaktan nasıl korunabileceğine dair misaller, ilmi delillerle desteklenmektedir. Bristol Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim üyelerinden Susan Blackmore imzasını taşıyan söz konusu yazı, İngiltere’de Southhampton Üniversitesinin bahçesinde düzenlenmen ve sayıları 100’ü aşkın bilim adamı ve uzmanlarca gözlenen çok garip ve inanılmaz bir hadiseyi özetliyor. Kişiler yakıcı ateş üzerinden yürüyerek hiç bir yara bere ve yanık izine rastlanmadan geçiyorlar. Bu gibi hadiselere Batı Dünyası özel bir isim de takmış: ‘Paranormal olaylar’ diyorlar. Yani normal üstü, olağanüstü olaylar. Başka bir deyişle fiziğin şimdiki haliyle açıklamakta güçlük çektiği hadiseler.
Makaleden öğreniyoruz ki, Amerika Birleşik Devletlerinde bu konu ile ilgili bir de komite kurulmuş. Komitenin orijinal ismini de verelim. (Commitee for the Scientific Investigation of Claims of the Paranormal.) Newyok’ta kurulan söz konusu komitenin tam Türkçe karşılığı da bir hayli anlamlı. (Paranormal Olayların İlmi Araştırmaları İçin Komite). Üstelik bu komiteye dünyaca ün salmış usta fizikçiler de üye olmuş. Bunların arasında herkesin tanıdığı Isaac Asimov da var. Komitenin uzantısı, şimdi İngiltere’de faaliyet gösteriyor.
Yazar, bizzat şahit olduğu bu hadisenin bilimsel izahını yapmak için ‘aklın maddeye hakim oluşu’ (mind over matter) tezini savunuyor. Ama nasıl? Henüz bu sorunun tam olarak cevabını bulamıyorlar. Akıl ya da şuur; ya da bilinç dediğimiz içimizdeki cevherin maddeye egemen olması, maddeyi harekete geçirmesi, onu tesirsiz hale getirmesi diyebileceğimiz bir açıklama yapılıyor. Şu anda fizik bedenimiz açısından, düşüncenin ne olduğu hakkında bilgilerimizin eksik olduğunu herkes kabul ediyor. En hızlı bilgisayarlardan daha da hızlı hatırlama, kıyaslama, değerlendirme ve karar verme gücümüz mevcut. Muhakeme etme, kavrama, duyum, algılama ve sezgi seviyemiz son derecede yüksek. Bütün bunları beynimiz içindeki hücrelerin karşılıklı haberleşmesi veya iletişimi ile sağlandığını biliyoruz, fakat nasıl işlediği halkında açık seçik bir izah yapılamıyor. Mesela ‘altıncı his’ diye kendimizce bir deyim kullanıyoruz ama, bunun ne anlama geldiğini bilen hiç kimse yok. İster düşünce deyin, ister şuur ya bilinç deyin, içimizde öylesine güçlü bir cevher var ki, eğer onu ölçülü ve dengeli bir şekilde kullanmasını öğrenebilirsek, maddeye sınırlı olsa da hakim olabiliriz. O zaman fizik kanunları bir süre için geçerliliğini kaybedecek. Bu gücü hiç kimse şüphe etmesin ki yüce Allah, tarih boyunca gönderdiği peygamberlere lütfetmiştir.
Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı halde yanmaması, Hz. Musa’nın Kızıldeniz’i yarması, Hz. İsa’nın kör gözleri açması böyledir. Nihayet Hz. Muhammed’ te Mir’acını böyle gerçekleştirmiştir.
Peygamberler de insandırlar. Onlara verilen böyle bir ‘imtiyazın’ ufacık bir kırıntısı da niçin bize verilmesin? Hatta biliyoruz ki, bazı Hint fakirleri uzun süren bir nefis mücadelesinden sonra düşünce ve bilinç güçlerini kullanarak - müsaade edilen kadar- çiviler üzerinde yara bere almadan koşturuyorlar. Ateş yutuyorlar, dayanaksız iplere tırmanıyorlar. Ağrısız ameliyatların yapıldığını çok kez duymuşuzdur. Hatta yerçekimine karşı gelerek bir süre havada ‘asılı’ olarak kalanların (levitasyon) hikayelerini de işitmişizdir. Allah’ın verdiği sayısız nimetlerin içinde akıl dediğimiz o yüksek derecedeki cevherin nasıl kullanılacağını öğrenir ve imân gücümüzle de madde kanunlarına yine müsaade edilen kadar hâkim olabilirsek, inancımız daha da kökleşecek; yeni mertebelere, yeni irfani boyutlara vâsıl olacağız.
Gelmiş geçmiş bazı İslam evliyaların, veli ve âriflerin nesillerden nesillere nakledilen kerametleri bu ufacık kırıntının ürünü değil midir?
Hem artık kabul etmek gerekir ki, bugünün klasik fiziği ile tüm hadiseleri tam olarak açıklamak mümkün olamıyor. Bunun içindir ki fizikçiler, normal üstü olayları yine fizik çerçevesi içinde yorumlayarak ‘kuantum mekaniği’ veya daha da ünlü olan deyimiyle ‘Yeni Fizik’ dediğimiz inanılmaz nitelikte, sarsıcı ve şaşırtıcı sonuçlarla yorumlamaya çalışıyorlar. Maddenin davranış biçiminden giderek insan’ın ilahî âlemlerdeki mânâ vücudunun beşerî vücut halinde bu dünyadaki zuhurunu (belirmesini) ortaya çıkararak insan - madde ve bilinç arasındaki münasebetleri ortaya çıkaracaklar. Belki de hepsinin aynı şey olduğunu şimdiden sezinliyorlar bile.. Çünkü doğadaki 4 ayrı kuvvetin tek bir kuvvet’ten doğduğunu açıklamalarına az kaldı. Bu, aslında ‘tevhid’ anlayışının bu dünyadaki yansıması olacak!
Bunun anlamı ise çok açık. Artık fizikte normal üstü olayların değil; olayların ‘normal’ olduğu anlaşılacak!
Sıradan bir Hint fakirinin ateşte yürüdüğünü kabul ediyoruz da Allah’ın Peygamber’ini ateşin yakmadığını niçin kabul etmeyelim?
__________________
Lütfen forum kurallarını okuyunuz..
partner1903 Ofline   Alıntı ile Cevapla