Tekil Mesaj gösterimi
Alt 18-10-2008, 16:11   #1
Constantin
ยŦยк
 
Constantin - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Giuseppe Verdi Üzerine Bir Yazı...

Verdi önce küçük oğlunu yitirdi. Birkaç gün sonra küçük kızı annesinin kollarında öldü. Acılarla kuşatılan Verdi çocuklarından sonra eşinin ölümü ile yıkıldı. İki ay içinde ailesi yok olmuştu.

Öldüğünde Binlerce Kişi Onu, Bestelerini Söylerek Toprağa Verdi

Yüz yıl önce aramızdan ayrılan operanın dev adı Francesco Giuseppe Verdi müzik tarihi açısından olduğu denli yaşamı ve savaşımı ile de dikkatleri üzerinde toplayan biriydi.

Verdi bir köy hancısının oğluydu. Ailesinin müzikle uzaktan yakından bir ilgisi yoktu. Araştırmacılar Verdi’nin soyunda bir müzisyen de bulamadı. Onun yeteneği ailesinden gelen bir kalıt (miras) değil içinde taşıdığı güçtü.

Avrupa’yı savaş bulutlarının kapladığı 1813 yılında doğdu. İtalya, Napolyon istilası ardından Rus-Avusturya saldırısına uğradı. Bu saldırıların birinde Verdi kilisenin gizli sığınağında annesinin kucağında olduğu için sağ kurtuldu. Yedi yaşına basan Verdi kiliseye her gidişte müziğin büyüsüne kapılmaya başladı. Bir gün çalan orgun sesine kapılan Verdi kendisinden su isteyen rahibi duymadı. Üst üste Verdi’ye seslenen rahip sinirlenerek Verdi’yi itti. Düşüp bayılan Verdi eve götürüldü. Uyandığında babasından kendisine bir müzik aleti almasını istedi.

Hancı, oğlunun bu isteğini yerine getirdi. Ona eski bir piyano aldı.
Kilisenin orgçusu ona ders vermeye başladı. Verdi 10 yaşında kilisenin orgçusu oldu. Babasının alışveriş yaptığı tüccar Barazzi Müziksever Derneği’nin başkanıydı. Verdi’yi yanına alarak onun müzik eğitimi almasını sağladı. Milano Konservatuarı sınavına gönderilen Verdi piyano tekniği zayıf olduğu gerekçesi ile geri çevrildi. Öğrenci olarak kabul edilmediği bu yere ileride onun adının verileceğini kim bilebilirdi ki?

Konservatuara giremeyen Verdi geri dönecekken Barezzi ona bir kez daha destek çıkarak müzisyen Vincente Lavigna’dan özel ders almasını sağladı. İki yıl içinde Verdi opera müziğini tüm yönleriyle tanıma olanağı buldu. Destekçisi Barez zi’nin kızı ile evlenen Verdi’nin iki çocuğu oldu.

Yaşam bir denizdi. Verdi acı ve sevinç dalgaları ile yol aldı.

Verdi önce küçük oğlunu yitirdi. Birkaç gün sonra küçük kızı annesinin kollarında öldü. Acılarla kuşatılan Verdi çocuklarından sonra eşinin ölümü ile yıkıldı. İki ay içinde ailesi yok olmuştu.

Bu ortam içinde yazdığı operası da beğenilmedi. Verdi beste yapmamaya karar verdi. Bir dostuna mektup yazarak tiyatro ile olan sözleşmesini iptal ettirmesini istedi. Derin acılar içinde olan Verdi’yi bu ruh ortamından çıkarmak için tiyatro yöneticisi Merelli sanatsal çalışmalarını sürdürmesini istedi. Verdi sözleşmesini alıp ayrıldı. Merelli gerçek bir dosttu. Verdi’ye kaprisli bir çocuk gibi davranmamasını ve kapısının her zaman açık olduğunu söyledi. Verdi müzikten kopup kenar mahallede bir eve taşındı. Lapa lapa kar yağdığı bir akşam yolda Merelli ile yeniden karşılaştı. Merelli Verdi’nin koluna girerek onu iş yerine götürdü. Bir sıkıntısının olduğunu ve Verdi’nin yardımına gereksinimi olduğunu söyledi. Bir yolunu bulup Verdi’nin kolunun altına sıkıştırdığı Solera’nın öyküsüne bir opera yazmasını istedi.

Verdi eve geldiğinde sinirlenerek bir kenara attığı kitabın açılan sayfasında yer alan dize gözüne çarptı:

"Düşüncelerim yaldızlı kanatları takıp uçsunlar."
Fırlattığı kitabı eline alıp okumaya başladı. Bir dize derken bir kıta derken bir bölümü ve sonunda kitabı baştan sona okumaktan kendini alamadı.

Bir solukta okuduğu öyküden beste yapmama kararını bozduracak diye korktu. Kitabı bir kenara koyup yatağa yattı. Ancak bir türlü uyuyamadı. Kalkıp kitabı bir kez daha okudu. Sözcükler beyninde dans ediyor, dizeler tüm benliğini etkiliyordu. Üç kez okuduğu öykü ile sabahın olduğunun farkına bile varmamıştı.

Günün başlamasıyla bu öyküyü geri götürüp kurtulmak istedi. Merelli’nin yanına gitti. Merelli “Güzel değil mi?” diye sordu. Verdi “Evet çok güzel?” diye yanıt verdi. Bu yanıt üzerine Merelli, “Öyleyse bestele” dedi. Verdi’nin “Hiç öyle bir niyetim yok” yanıtı üzerine "Sana bestele dedim tamam mı?” diyerek çıkışan Merelli öyküyü yeniden Verdi’nin kolunun altına sıkıştırıp onu iterek odasından çıkardı, kapıyı kapatarak kitledi.
Neye uğradığını şaşıran Verdi elinde öykü ile evine dönüp çalışmaya başladı Babil kralı Nabukadnezar’ın Mısırlılar’a destek çıkan Yahudiler’i Küdüs’ten Babil’e sürgün etmesini konu edinen öykü o günkü İtalya’nın ve birçok ülkenin karşı karşıya kaldığı durumu anlatıyordu. Operayı tamamlayan Verdi onu yayımlatmak ve sahneletmek istedi. Bu kez yeniden tüm kapılar kapandı. İçindeki istek, güven ve cesaretini yenidenyitirdi. Son bir kez daha girişimde bulundu.

Yapıtı sahnelenecekti. Verdi’nin ilk iki perdede tüm umutları yok oldu. Üçüncü perde "Esirler Korosu" başladığında işçiler yayılan müziğin sesi ile işlerini bıraktı, salon büyük bir sessizliğe gömüldü. Par-ça bittiğinde salon alkıştan yıkılacaktı. Bu bölüm yalnız birçok bölgesi işgal altında olan İtalya’nın değil tüm dünyanın "Özgürlük Marşı" durumuna geldi. Verdi duygularını şöyle dile getirdi:

"Halk en baştan beri en büyük destekçim olmuştur. Başaracağımdan en kuşkulu olduğum anda içimi rahatlatanlar birkaç marangoz olmuştu."
Büyük bir başarıyı yakalayan Verdi müziğe yeniden dönerken oyunda olağanüstü bir çaba harcayan sanatçı Giuseppina’ya âşık oldu. Onyedi yıl süren bu gizli aşkla yaşayan çift 1859’da evlenebildi.

Verdi İtalyan yurtseverlerinin simgesi durumuna geldi. Adı siyasal bir kısaltmanın simgesi haline getirildi: V(ittoria) E(manuelle) R(e) D’I(talia).

Verdi’nin halkın sevgilisi durumuna gelmesinden hoşnut olmayanlar da vardı: İşgalci Avusturya güçleri ve Roma kilisesi. Onlar Verdi’nin halkı ayaklanmaya ittiğini düşünüyorlardı. An cak dünya çapına yayılan adı ve sanatı karşısında onu bir türlü tutuklayamadılar. Bunun yerine Roma kilisesi çeşitli yasaklamalar getirdi. Oyunlarda kimi sözcüklerin kullanılmasını yasakladı. Bu da yetmedi halkın alkışlamasını yasakladı. Bu yasağa uymayarak alkışlayanlar 6 ay, yazana da 5 yıl hapis cezası öngören yasa çıkarıldı. Sansür Kurulu sahnelenmesine izin verdiği yapıtları daha sonra başka gerekçelerle yasakladı.

Verdi İtalyan Birliği’nin ülkeyi tek bir devlet durumuna getirmesinden sonra Temsilciler Meclisi’nde milletvekili oldu. Fakat milletvekilliği uzun sürmedi. Verdi bu konudaki görüşlerini şöyle dile getirdi:

"Parlamento düşüncesini Kardinaller Koleji’yle; özgür basını Engizisyon’la, Yurttaşlar yasasını Syllabus’la bir türlü bağdaştıramıyorum. Yönetimimizin eski yönetimlerin tümünü gölgede bırakmasından korkuyorum. Umarım zaman herşeyi çözer."

Kendisine Marki unvanı vermek isteyen krala "Müzisyen doğdum, müzisyen kalacağım" diyerek bu unvanı kabul etmedi. Politikaya dayanamayan Verdi yıllar sonra politika için şunları söyledi:

"Sizler, siz kentte oturanlar yoksullar arasındaki sefaletin, büyük, çok büyük olduğunu bilirsiniz. Bu konuda ister yukarıdan, ister aşağıdan birşey yapılmazsa er geç bir felaket gelip çatacaktır.

“Bakın! Ben hükûmet olsaydım,partiymiş, beyazmış, kızılmış ya da karaymış bakmazdım. Tüm kaygım halkın yemesi gereken günlük ekmek olurdu... Ben siyaset konusunda hiçbir şey bilmem, hem en azından şimdiye dek siyaset diye bildiğimiz şeye benim tahamülüm yok."

Kendisini tümüyle bestelerine veren Verdi halkın daha rahat anlayabileceği ve coşkusuna kapılabileceği öyküleri kullanarak operalar besteledi. 1871 yılında Mısır Hidivi İsmail Paşa, Süveyş Kanalı’nın açılışı töreninde sahnelenmek üzere bir opera isteğinde bulundu. Aida operası Kahire’de sahnelendi. Deniz tutması yüzünden Verdi bu açılışa katılamadı.

Operalarında insan sesine önem veren Verdi, Rigoletto’nun bir bölümünü sahneleneceği güne dek gizli tuttu çünkü besteleri daha sergilenmeden halkın ağzında bir anda çevreye yayılmaktaydı. Bu ezginin kendisine ait olduğunu kanıtlamak ve eleştirmenlerce ezgiyi çalmakla suçlanmamak için böyle bir yol izlemek zorunda kaldı.

Geleneksel kalıpları kırarak müzik alanında "ilerici" ilan edilen Wagner ile kıyaslanarak küçümsenen Verdi, halkın coşkusunu artıran yapıtlar vermekle "ucuz, bayağı" çalışmalar yapmakla nitelendirildi.

Oysa Verdi’nin kaynağı halktı. Ona göre sanatçılar gerçeği aramak istemiyorlardı. Anlasalar, geçmiş gelecek, gerçekçi, idealist, dışavurumcu gibi ayrımlar yapmazlardı. Sanatçılar gerçekleri görmeyi ve bulmayı bilmiyorlardı. Verdi "sanat sanat için yapılır " tartışmasında "sanat toplum için yapılır" tarafında yer aldı. Yıllar sonra tüm yapıtları dünyanın dört bir yanında çalınan ve alkışlanan Verdi’nin haklılığı ortadaydı.

Güzel günler uzun sürmedi. 1897 yılında Verdi, ikinci eşini yitirdi. Yaşamının geri kalan yıllarını ve servetini kendisini yok oluşun eşiğinden kurtaran eşinin adını ölümsüzleştirmek için çalışmalara adadı. Bugün de hâlâ ayakta duran ve yok olmanın eşiğindeki insanlara kucak açan eşinin adını taşıyan bir yoksullar yurdu yaptırdı.

Yüz yıl önce, 27 Ocak 1901 günü aramızdan ayrıldı. Verdi alçakgönüllü olduğu için cenaze törenin 20 kişilik ve küçük bir askeri birliğin katıldığı törenle yapılmasını istedi.

Ancak yaşamını, sanatını halkına adayan Verdi’yi sevenler son yolculuğuna onbinlerce kişi olarak katıldı. Onbinlerce kişinin oluşturduğu koro dünyanın özgürlük marşı olan "Esirler Korosu"nu hep bir ağızdan söyleyerek onu toprağa verdi. Halk ona olan sevgisini, saygısını ve minnet borcunu böyle dile getirdi.
Constantin Ofline   Alıntı ile Cevapla