Tekil Mesaj gösterimi
Alt 19-10-2008, 17:33   #1
Constantin
ยŦยк
 
Constantin - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Küreselleşme

KÜRESELLEŞME VE TÜRKİYE’ YE ETKİLERİ

Küreselleşme Kavramı ve Tanımı :
Küreselleşme sözcüğünü yirmi yüzyılın son çeyreğinin başlarından itibaren, özellikle 1990’lı yıllarda duyar ve kullanır olduk.

Terimin İngilizce karşılığı globalisation (globalleşme) olup, kökündeki “globe” sözcüğü üç boyutlu yuvarlak bir fiziksel şekli, ikinci anlamıyla da dünyayı ya da diğer bir ifade yer küreyi ifade etmektedir.

Küreselleşmenin pek çok tanımı bulunmaktadır. Meydan Larousse’ nin tarifine göre global “tümüyle ele alınmış olan” manasındadır.

Bir tanıma göre ; küreselleşme, ideolojik açıdan değerlendirildiğinde, kapitalist sistemin kendisini devam ettirebilmesi için daha çok üretmek ve daha çok mal satmak ihtiyacını karşılamak amacıyla dünya pazarında serbestleşme ve sınırların kaldırılması sürecidir.

Küreselleşme taraftarlarına göre küreselleşme ; ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel değerlerin ve bu değerler çerçevesinde oluşmuş birikimlerin ulusal sınırlar dışına taşarak dünya geneline yayılması olup, ülkeler arasında fiziksel ve ekonomik özgürlüklerin geliştirilmesi anlamını taşımaktadır. Yani küreselleşme, farklı toplumsal kültürlerin ve inançların daha yakından tanınması, ülkeler arasında her türlü ilişkinin yaygınlaşması ve yoğunlaşması ; ideolojik ayrımlara dayalı kutupların ortadan kalkması sonuçlarını doğuran kaçınılmaz bir süreçtir.

Küreselleşme karşıtlarına göre ise küreselleşme ; soğuk savaş döneminden sonra, Batı’ nın zaferini yeni bir açılımla dünya geneline yaymasıdır. Bu açılımla uluslar arası sermayenin egemenliği kayıtsız – şartsız hale gelmekte ve dünya ölçeğinde tekelleşmektedir. Dolayısıyla küreselleşme karşıtları küreselleşmeyi “emperyalizmin yeni yüzü” olarak görmektedirler diyebiliriz.

Küreselleşme herkese hoş çağrışımlar yaptıran bir sözcük. Herkes kendi bağlı olduğu inanç sistemi veya ideoloji açısından, küreselleşme kavramına sıcak bakmasını tahrik eden ve mümkün kılan nedenler bulabilir. Fareli köyün kavalcısının kavalından da herkesin kulağına hoş gelen nağmeler döküldüğü içindir ki bütün köyün çocuklarını peşinden sürükleyebilmişti.

Küreselleşmenin Kısa Tarihçesi :
1989 yılında soğuk savaşın sona ermesinin ardından içinde bulunduğumuz dünya çok hızlı bir değişim sürecine girmiş bulunmaktadır. Bu sürecin temelleri uzun yıllar öncesine dayanan bir küreselleşme süreci olarak değerlendirmek doğru olacaktır. Bu süreçte üç temel nokta önem taşımaktadır. Bunların ilki ; 1453 yılında Osmanlılar tarafından İstanbul’ un fethiyle sona eren Ortaçağ karanlığından kurtulmaya çalışan Batı’ nın deniz aşırı yeni keşiflere yelken açmasıyla ortaya çıkan zenginleşmelere dayalı gelişmelerdir. Bu süreç, Avrupa’ da 1800’ lü yılların sonlarında başlayan endüstri devrimine kadar devam etmiştir.

İkinci temel dönüşüm noktası ise 1890’ da başlayan endüstri devrimi olmuştur. Endüstrii devrimini yaşamaya başlayan Kıta Avrupa’ sında ortaya çıkan gelişmeler çeşitli şekillerde dünyanın diğer bölümlerine de ulaşarak insanlığı büyük ölçüde etkisi altına almıştır. Bu dönemin ardından yaşanan sömürgecilik ise o dönemdeki küreselleşmenin nihai sonuçlarını oluşturmuştur. Zaman içinde şekil değiştirerek küreselleşme yada küreselleştirme çabaları soğuk savaşın bittiği 1990’ lı yıllara kadar gelmiştir.

1990’ lı yılların başından itibaren küreselleşme üçüncü temel çıkış noktasını yakalamıştır. 1970’ li yıllardan itibaren dünya ekonomisinde söz sahibi olmaya başlayan çok uluslu şirketler, 1990 yılından sonra “yeni dünya düzeni” kavramı etrafında tek kutuplu dünyada batıyı, tek ekonomik ve siyasi güç haline getirme planını ortaya koymuştur.

Burada ifade edilen üç temel çıkış noktasından sonuncusu içerik ve metod olarak diğerlerinden ayrılmaktadır. 1990’ lı yıllarda ön plana çıkan küreselleşme çabalarının ardında, yüzyıla yakın bir zaman diliminde ortaya çıkan gelişmelere bakıldığında, bilim ve teknolojide ortaya çıkan gelişmeler açısından yukarıda sayılan ilk iki çıkış noktasından farklı olarak, piyasalara ulaşmada artık zaman ve mesafe kavramının anlamını yitirdiği görülmektedir. Bu çok önemli bir gelişmedir ve batı sermayesinin yegane kazanç kapısını teşkil etmektedir.

Küreselleşmenin Etkileri
Tarihsel süreç incelendiği zaman dünyanın bazen tek kutuplu, bazen iki, bazen de çok kutuplu uluslar arası sistemlere sahne olduğu görülecektir. Bu uluslar arası sistemlerin en çok değişime uğradığı zaman dilimi 20. yüzyıl olmuştur. 20. yüzyıl içerisinde ; II. Dünya Savaşı öncesinde genelde güç dengeleri üzerine kurulu ve eşit güçte birçok devletin oluşturduğu “çok kutuplu” II. Dünya Savaşı’ n dan sonra ABD ve Sovyetler Birliğinin oluşturdukları soğuk savaş yıllarının etken olduğu “iki kutuplu” ve en son olarak da 1992 yılında Sovyetler Birliği’ nin dağılmasıyla, ABD ile süren ezeli rekabetten vazgeçmesiyle ve soğuk savaşın sona ermesiyle beliren “tek kutuplu” düzen olmak üzere ayrı uluslar arası sisteme tanık olmuştur.

II. Dünya Savaşı sonrası Sovyet Rusya tehdidiyle gerilimli bir ortam yaşayan Batı Avrupa ülkeleri önce NATO ‘ yu kurarak kendi güvenliklerini sağlamışlar, ancak ondan sonradır ki etkileri günümüze kadar uzanan ekonomik büyüme hamlesini gerçekleştirebilmişlerdir. Çünkü güvenlik şemsiyesi olmadan ekonomik büyümenin sağlanması beklenemezdi. Güvenlik şemsiyesi sağlandıktan sonra ABD hükümetlerince Avrupa’ ya yapılan Marshall yardımları büyümede başat faktörü oynamıştır. Görülen odur ki küreselleşmenin temelleri o günlerde atılmaya başlamıştır. O günlere kadar totaliter rejimlerle yönetilmiş olan Almanya bile çok yönlü işbirliklerine değer veren sağlam bir demokrasi ülkesi durumuna gelmiştir.

Soğuk savaş sonrasında dünyadaki tüm ülkelerin birbirleri ile diyalog kurmaları, birbirleri ile iyi ilişkiler içine girerek, bir daha savaş ortamının oluşmamasını sağlamak maksadıyla attıkları büyük bir adımdır. Bu dönemdeki bazı bölgesel nitelikteki çatışmalar ve savaş dışında, ülkelerin coğrafyalarını büyük ölçüde değiştirecek büyük savaşlar yaşanmamıştır. Çok kutuplu dönemlerin aksine ülkelerin coğrafyaları oturmuş gözükmektedir. Bu sayede dünyada baş döndürücü bir değişim başlamıştır. Daha önceleri savaşlarla yitirilen kaynaklar bilim, teknoloji ve insanlığın refahı için harcanmaya başlamıştır. Ancak bu toz pembe tabloya bakılarak büyük güçlerin diğer güçler üzerindeki egemenlik haklarından vazgeçildiği sonucu çıkarılmamalıdır. Yeni dünyada artık bir ülkeyi fethetmek için fiziki ayak basma ve işgal etmek gerekli görülmemektedir. Ekonomik olarak zayıf güçleri egemenliği altına almak ve buna bağlı olarak istediği siyasal kararları, aldırabilmek ve uygulatabilmek, menfaatlerine hizmet edecek şekilde uluslar üstü seviyede örgütler ve birlikler kurarak ve ilgisi kapsamında olan ülkeleri bunlara üye yapmak, böylece dolaylı yollardan zayıf güçleri kendine bağlamak yeni dünya düzeninde gelişmiş ülkelerin küresel stratejisi durumuna gelmiştir.

Tıpkı küreselleşme öncesi yaşanan olaylarda olduğu gibi, dünyada etkinliği fazla olan gelişmiş ülkelerin sadece askeri güce sahip olmalarının yeterli olmadığı, bunun yanında ekonomik güce de sahip olmaları gerektiği gerçeği gibi, küreselleşmenin altında yatan gerçekte de öncü olan ülkelerin bu konuyu esas aldıkları saklanamaz bir gerçek olarak ortaya çıkmaktadır. Bu durumda bize ; savaş ve tek kurşun atılmadan ülkelerin kontrole alınmasını, böylece de küreselleşme maskesi kullanılarak menfaat elde edilme isteğinin yattığı gerçeğini düşündürmektedir. Diğer taraftan dünya enerji kaynaklarının giderek azalması, gelişmiş ülkelerin enerji kaynaklarının bulunduğu bölgelerde istikrarı sağlamak görüntüsü altında, etkinliklerini artırmak ve jeostratejik konumdaki ülkeler üzerinde nüfuz etmek ve mevcut nüfuzlarını korumak istemeleri sonucunda da bu oluşumu kullanmak istedikleri aşikardır.

Küreselleşmenin Ekonomik Boyutu :

Küreselleşme felsefesinin en önemli kolu ekonomiktir. Bir alıcının ve birde satıcının olduğu pazarda değişim aracı olarak, paraya ihtiyaç vardır. Küreselleşmede önümüze çıkan sorunlardan biri de dünya nüfusunun % 25’ ni teşkil etmesine karşılık, dünya sermayesinin % 80’ inin küreselleşmeyi motive eden batılı ülkelerin (G-7) elinde bulunması problemidir. İleri teknoloji, mal ve hizmet üretimi ile birlikte aynı merkez sermaye gücünü de elinde bulundurmaktadır.

Küresel ekonomik yapılanmada önemli rol oynayan üç örgüt bulunmaktadır. Bunlar Uluslar arası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası ve önceleri GATT daha sonra Dünya Ticaret Örgütü (WTO) dür. İşte bu kurumlar dünyayı ekonomik anlamda küresel bir anlayışla yönetme eğilimindeki kurumlar olarak küreselliğin ekonomik ve finansal boyutuna da ağırlığını koymuş örgütlerdir.

Tüketici ve yatırıma ihtiyaç duyan ülkeler, küreselleşme denkleminde aynı anda iki şeyi talep eder durumdadır. Birincisi üretmek için gerekli olan teknoloji, mal ve hizmetler, ikincisi bunları alacak para.

Küreselleşmenin ekonomik boyutunun iki etkeni vardır. Bunlar küresel üretim ve küresel finanstır. Üretimin küreselleşmesi ; sermayenin üretim alanı olarak dünyayı bir bütün biçimde değerlendirmesi, küreselleşmiş üretim sisteminin parçalarının maliyet avantajı ve ekonomik açıdan en uygun bölgelerde gerçekleştirmesidir. Kuşkusuz ki hammadde, ara malı, emek ve dışsal maliyetler üretim maliyetini dolayısıyla yatırım bölgelerini etkiler.

Küresel finansı veya finansın küreselleşmesini, ulusal devletler tarafından düzenleme dışı bırakılmış, kendi kuralı ile 24 saat ve elektronik bir şekilde yürütülen para hareketi olarak betimleyebiliriz. Finansın bu denli küreselleşmesinin en önemli nedeni ve hızlandırıcısı bilgisayar teknolojisidir. Bugün İstanbul’ daki bir borsacı dünyanın herhangi bir yerinde işlem gören bir menkul kıymeti alıp satma olanağına sahip olabiliyor. Bunun anlamı tüm dünyada hükümetlerden bağımsız olarak 24 saat boyunca finansın akışı, dolayısıyla sermayenin küreselleşmesi demektir. Bu akışta esas olan da sermayeyi hükümetlerin kendi ülkelerine çekebilmeleridir.

Bu durum bayrakları, vatanları ve ordularıyla bağımsız olan ülkeleri istemedikleri bedelleri ödeme mecburiyeti ile karşı karşıya bırakmaktadır. Ve bu süreç çok hızlı ilerlemektedir. Gelişmekte olan ülkeler bu anlamda küreselleşmenin kıskacına düşme tehdidi ile karşı karşıyadır. İleri teknoloji ürünlerinin ve iletişim teknolojilerinin birbiri ardınca yenilenerek dünyaya sunulması bitmez tükenmez ihtiyaçlar listesi oluşturmaktadır.

Küreselleşmenin Siyasal Boyutu :

Coğrafya’ dan bağımsız bir politika, politikadan bağımsız bir ekonomi düşünülemez. Jeostratejik temeline oturtulmuş bir ekonomi, politik ise uygun güçle ve uygun yer ve zamanda başarıyla uygulamaya koyulabilir. Bu yönüyle II nci Dünya Savaşından sonra tam anlamıyla karşıt olarak ikiye ayrılmış dünyada, iki ayrı model birbirine karşı uygulamaya konmuş ve bu mücadele elli yıl sonra katılımcı demokrasiyi ve liberal ekonomiyi savunan Batı Dünyası bu aşamanın kazanan tarafı olmuştur.

Batılı ülkeler tarafından üretilen mal ve hizmetler ile bunlara ait bilgiler dünyada sınır tanımaksızın serbest olarak dolaşmak istemektedir. Bu durum alıcı ülkelerin pazar nitelikleri, siyasal yapıları ve yönetim biçimleriyle direkt ilgili olduğu için o ülkelerin mevcut siyasi yapılarının değişmesi “küreselleşmenin” bir gereği olarak ortaya çıkmakta, bu noktada da küreselleşme olgusunun en büyük kozu demokrasi ve hür rejimler olarak gündeme gelmektedir.

Demokratik sistemlerin zayıf ve düzenli olmadığı ülkelerde sınırlamaların ve yasaların varlığı ortaya istikrarsız pazarlar çıkarmakta dolayısıyla siyasal boyutta küreselleşme ülke yönetimlerini nihai hedefte tam demokrasiye ulaşma mecburiyetiyle karşı karşıya bırakmaktadır. Dünyada enerji kaynakları ve coğrafyaların sağladığı stratejik önemden dolayı demokrasi dışı veya görünürde adı demokrasi ve cumhuriyet olan bazı ülke yönetimleriyle batılıların ittifakları gelecekteki bu gerçeği değiştirmeyerek, sadece bir geçiş sürecini ifade edecektir.

Demokrasinin ve demokratik hakların gündeme getirilmesi, azınlık haklarını, farklı kimliklerin kendilerini ifade edebilmelerini ve kültürlerini koruma isteklerini muhatap ülkelerin siyasal sorunlarının arasına sokmaktadır.
Constantin Ofline   Alıntı ile Cevapla