Konu: 30 - Hakkari
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 02-11-2008, 20:22   #1
carsi_30
 
carsi_30 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
30 - Hakkari

Click the image to open in full size.

Hakkari'nin Tarihi
HAKKARİ ADININ KAYNAĞI

İÖ.7000'den bu yana sürekli bir yerleşme yeri olan Hakkari yöresinin adına ilişkin ilk bilgilere, X.yy Arap tarih ve coğrafya kaynaklarında rastlanmaktadır. Ünlü Arap tarihçisi İn Havsal , yöredeki Hakkari yani Her-kariyan (Güçlü, savaşçı, edebilen) anlamına gelen ve o coğrafyada yaşayan boyların adıdır. 300 yıl öncesine dek tarihi Hakkari topraklarının yüz ölçümü 35-40 bin km2 idi. Böylesine geniş bir alanda Ertuşi ve Pinyanişi aşiretleri bu boylardan ikisi ve yöre siyasetinde etkin olanlarıdır. "Akar" ise köy altı sulak, bahçelik alan demektir. Bugün Hakkari merkez ilçesine bağlı bir köy ile, Yüksekova'ya bağlı Oramar Bucağı'nın bir köyü de yine bu aşiretin adıyla, Akar (Akarı) olarak anılmaktadır.
Yöre 1536'da Kanuni Sultan Süleyman'ca Osmanlı topraklarına katılmasından bu yana, Hakkari olarak anıla gelmektedir.
Bugün Hakkari ilinin Merkez ilçesi olan Çölemerik'e, Ermenilerin İlmar, Süryanilerin Gülarmak, Memlukların da Colamerg adını verdikleri bilinmektedir.

YAZILI TARİH ÖNCESİ

Hakkari yöresi, yazılı tarih öncesi çağlardan bu yana, insan topluluklarının uğrak yerlerinden biri olmuştur. Yörede yapılan araştırmalar, bu topraklarda İÖ.100.000 - 40.000 ' e tarihlenen orta paleolitik dönemden başlayarak kısa süreli yerleşmeler olduğunu ortaya koymaktadır.Kılıç Kökten 1961'de Yüksekova'ya yaptığı gezi sırasında bulduğu volkanik cam ( Obsidyen) gereçlerden yöredeki ilk yerleşmelerin bu dönemlere ait olduğu kanısına varmıştır. Hakkari yöresinde obsidyen yatağı bulunmamasına karşın, çevrede çok sayıda obsidyen gereçlere rastlanması bu taşın, Hakkari yöresine başka bölgelerden getirilerek işlendiğini ortaya koymaktadır.


NEOLİTİK DÖNEM (YENİ TAŞ)

Bölgedeki yerleşmenin Neolitik dönemde de sürdüğünü ortaya koyan belgeler, il sınırları içinde değişik yerlerde bulunan kaya resimlerdir. Bu resimlerin önemli bir bölümünü Hakkari'nin güneydoğusundaki Gevaruk vadisinde bulunanlar oluşturmaktadır. Bu vadide, 2600 metre yükseklikteki bir çok kayalara kazınmış 1.000 dolayında resim bulunmuştur. Bunların çoğu, yöredeki bir tür dağ keçisini betimlemektedir. İlkel ve simgesel olan av tuzakları ve hayvanlara sopalarla saldıran insan resimleri de vardır. Bunlar, Avrupa'nın batısında, İspanya'da ve Kuzey Afrika'da bulunan kaya resimleri ile büyük benzerlik göstermektedir. Gevaruk kaya resimlerine, ilk kez, 1956-1958 araştırmalarında rastlanmıştır. Muvaffak Uyanık ile Dr.Freh, Gevaruk Vadisindeki araştırmalarında, 55'i aşkın kaya resmi bulmuşlardır. İngiliz ve Alman dağcılarından oluşan iki ayrı ekip de, aynı dönemde, Gevaruk'ta 625 resim daha ortaya çıkarmışlardır. Resimler, kayaların yüzeyindeki koyu kızıl renkli katmana sert taşlarla kazınarak yapılmıştır. Bu kayalar, sarkan buzulların da etkisiyle, zamanla aşınmıştır.

Bir başka kaya resimleri kümesi de, Şiye Hundevade tepesinin eteklerinde ortaya çıkarılmıştır. Bu tepe, Hakkari'nin Güneydoğusundaki Cilo dağındaki, Gevaruk gölünün batısında, Şiye Mazan doruğunun doğusundadır. Fotografçı Ersin Aluk, burada 200 dolayında kaya resmi saptamıştır. Bu resimlerin biri büyük bir av sahnesini canlandırmaktadır. Avcıların ayaklarında raket benzeri, tabanı iplerle örülü ayakkabılar vardır. Bunların daha gelişmiş bir türü, günümüzde Doğu Anadolu'nun büyük bir bölümünde, hedik adıyla kullanılmakta ve kara batmadan yürümeyi sağlamaktadır.

Yukarıda anılanların yanı sıra Beytüşşebap İlçesinin Mezraa Köyü yakınlarında Peştazere yöresindeki tek bir kaya üzerinde, çok sayıda resim kompozisyonu bulunmuştur.

Bu kaya resimleri, Hakkari insanının, Neolotik Dönemde avcılığın yanı sıra, hayvancılık ve tarımla da uğraştığını ortaya koymaktadır.
Van Gölünün güneyindeki kavimle ilgili ilk bilgi (yazılı) iki sümen eşik taşında görülmüştür. Bu taşlarda bölge "Kar-da-ka-lar" ülkesi olarak tanımlanıyor. Bu tarihten yaklaşık 1600 yıl sonra ( İÖ.401) bölgeden geçen Yunanlı yazar ve savaş muhabiri Ksenephon (Onbinlerin Dönüşü'nün yazarı) da yöre halkına " Karduklar" diyecekti.


YAZILI TARİH-URARTULAR

IÖ 2000'lerde, Hakkari'yi de içine alan Doğu Anadolu yüksek yaylalarında yaşayan insan topluluklarına ilişkin ilk bilgiler, IÖ XIII. yy'a tarihlenen Asur kralı I.Salmanassar'ın (IÖ 1280-1261) bir yazıtında Asur krallığıyla savaşan bazı ülkelerden söz edilmekte ve Uriatri etnik bir topluluğun adı olmayıp Asur dilinde " dağlık bölge" anlamına gelmektedir. Yine, Asur yazıtlarından kralın, Uriatri adı altındaki sekiz ülkeyi ele geçirdiği anlaşılmaktadır. Bu ülkelerin, Van gölünün güneydoğusundaki dağlık bölgede. Büyük Zap suyunun yukarı vadisinde bulunduğu sanılmaktadır. Bir başka Asur yazıtında kral I. Tukultininurtaya'nın yazıtında ise çok sayıda akarsu bulunan bu bölgeye " Nairi Ülkeleri" (Nehirler Ülkeleri) adı verilmektedir. Nitekim, Asur kralı II.Asur Banipal'in IÖ IX. yy'ın ikinci çeyreğindeki egemenlik yıllarından başlayarak, Uriatri, Urartu sözcüğüyle aynı anlamda kullanıla gelmiştir. Buna karşın, " Nairi Ülkesinin kralı" sanı, yöre insanlarının dilinde "Bianili Ülkesinin Kralı" olarak yer almıştır. Urartu dilindeki Kelişin yazıtından da açıkça anlaşılacağı gibi, Urartular (Uratriler- Uriatri Ülkesinin insanları), IÖ IX. yy'den başlayarak, ülkelerini "Biznili Ülkesi" olarak adlandırmışlardır. Ancak, eski Ön Asya'da Urartu adı daha yaygın bir biçimde kullanıldığı için bu ad zamanla, "Bianili" adının yerini almıştır.

Asur yazıtlarında belirtildiğine göre, bu dağlık yöredeki topluluklar, IÖ II. Binin ikinci yarısında, birbirinden bağımsız beylikler biçiminde varlıklarını sürdürüyorlardı. Bu durum, IÖ'dan önce 1000'lere değin devam etti.

Ancak, IÖ IX.yy başlarında, Asur krallığının güneyden gelen ve ardı arkası kesilmeyen yağma seferlerine karşı koymak üzere, Hurri kökenli boylardan oluşan Uriatri (Uratri) ve Nairi federasyonları bir araya geldi, daha sonra Urartu krallığına verilecek olan devlet böyle doğdu.Urartu devleti, IÖ VI.yy başlarına değin, güçlü bir siyasal yapı olarak, Doğu Anadolu Yüksek yaylalarında varlığını sürdürdü. Çekirdeği, Vangölü çevresindeki topluluklardan oluşan krallığın, toprakları IÖ VIII.yy başlarında kuzeyde Transkafkasya'ya, doğuda kuzeybatı İran'a ,batıda Malatya yöresine, güneyde de Halfeti dolaylarına dek uzandı. Doğu Anadolu'da küçük çapta bağcılık, bahçecilik ve tarımla uğraşarak kendine yeterli üretim yapan yerli halk ile avcılık ve hayvancılıkla uğraşan yarı göçebe topluluklar bir boylar federasyonu oluşturuyordu. Bunların merkezi devlete dönüşmesinin de bir başka önemli nedeni de, demiri yaygın olarak işlenmeye başlamasıydı. Gerek daha önceleri, gerekse Urartu krallığının yıkılmasından sonra, bu dağlık yörede başka hiçbir topluluğun güçlü bir devlet kurmayı başaramaması, Urartu devletinin gücünü ve örgütlenme yeteneğini ortaya koyması bakımından anılmaya değer bir olgudur. Urartu insanları, bu son derece zorlu arazi koşullarına egemen olmayı başararak askeri ve sivil amaçlı, yaygın bir ulaşım ağı kurmuşlardır. Daha önce "özgür aşiretler" ve "bağımsız beylıikler" halinde yaşayan boylar IÖ. Bin yılın başlarında biraz daha merkezileşerek küçük yöresel krallıklara kurdukları görülüyor. Doğu Hakkari coğrafyasında Muşaşir (Micicir), güneyinde Kırhi, kuzeyinde de Hubişkia krallıkları bunların başlıcalarıdır. Asur belgelerinde bu krallıklarla ilgili kısmen de olsa bilgi verilmektedir. Urartu baş tanrısı Haldi adına Muşaşir krallık merkezinde bir tapınak yapıldığı, çağın en büyük zenginlikleriyle donatılmış prestgahın IÖ.714 yılında Asur kralı II.Sargon tarafından işgal edilerek yağlandığı biliniyor. 1998 yılında tarihi Hakkari Kalesinin eteklerinde bulunan 13 stelin Hubişkia krallıklarına ait olabileceği saptanmıştır. Bu yerel krallıklar bağımsızlıklarını korumak koşuluyla Urartu federasyonu içinde yer almışlardı.
Yine bu dönemde Urartu'nun ünlü projelerinden olan "Ordu yolu " nun da Tuşba'dan sonra Yüksekova-Şemdinli coğrafyasından geçerek Revandız'a ulaştığı yazılı olarak, tarih ve arkeolojik kaynaklarda bulunmaktadır.
Bu ağın en önemli bölümünü "ordu yolu" adı verilen yol oluşturmaktaydı.

Asur yazıtlarından, bu yola, Asurluların da büyük bir önem verdikleri ve III.Salmanassar' ın bu yoldan düzenlediği Muşaşir Seferinde, Muşaşir'in yanı sıra, 46 kenti ve güçlü Sapparila Kalesini ele geçirdiği anlaşılmaktadır. Nitekim Urartuların Hakkari yöresindeki en önemli kentlerinden biri olan Muşaşir'in Asurlularca ele geçirilmesi, Urartu ülkesinde büyük bir sarsıntı yaratmış, Urartu kralı Ispuini ile oğlu Mennua'nın IÖ IX.yy sonundaki başlıca çabaları, Muşaşir'in yeniden alınması doğrultusunda olmuştur. Urartular, sonunda kendilerince kutsal sayılan bu kenti yeniden ele geçirerek, kent yakınlarındaki Kelişin Geçidine, üzerine Akad ve Urartu diliyle yazılmış yazıtlar bulunan bir zafer anıtı (Stel) dikmişlerdir.

Urartu krallığının en güçlü dönemi, kral I.Argistis'in egemenlik yıllarına rastlamaktadır. Bu dönemde, IV. Salmanassar yönetimindeki Asur krallığı da gücünü büyük ölçüden yitirmiş olduğundan, Urartu krallığı yörenin en üstün devleti durumundaydı. Nitekim kral I.Argistis bir yazıtında, kendisine boyun eğen bir çok prenslik arasında Kummuh (Diyarbakır) ve Tabal (Malatya'nın batısı) prensliklerini de saymaktadır. Urartu devleti bu güçlü yapısını sonraki kral II.Sardur döneminde de sürdürmüştür. Ancak IÖ VIII. yy ortalarında Asurlular yeniden güç kazanmışlardır. Nitekim bu dönemde devletin başında bulunan Tiglatplassar, Urartu başkenti Tuşpa'ya (bugünkü Van kalesi) girmiş ve kenti yakıp yıkmıştır. Ama Urartu kralı I.Rusa, dağılan devlet örgütünü yeniden toparlamış, orduyu düzenlemiş, yakılan Tuşpa'nın yerine de daha doğuda Zizim dağlarının eteklerinde, günümüzde Toprakkale adı verilen kenti kurmuştur. Ancak çok geçmeden, Urartu toprakları da bu kez de Asur kralı II.Sargun'nun istilasına uğramış, I.Rusa Muşaşir tapınak ve sarayını yağmalamaktan kurtaramamıştır.

Hakkari yöresi yaklaşık 300 yıl Asur-Urartu savaşlarına sahne olmuş, yöre halkı Huri kökenli olduğundan hep Urartu'nun yanında yer almıştır. Çünkü Asuriler sami ırkından olup güneyli bir kavimdi. Orta Mezopotamya'nın güneyinden gelerek yerleşmişlerdi. Hakkari Asur başkenti Ninova ile Urartu başkenti Tuşba ortasında olduğu için stratejik bir öneme sahipti.
Asur istilasının ardından, kuzeyden gelen Kimmerler de Urartu topraklarına girince, Urartu Kralı II. Rusa Asurlularla iyi geçinmenin yollarını aramış ama krallık, son kez, IÖ 560'ta Medlerin saldırısına uğrayarak ortadan kalkmıştır.


MEDLER DÖNEMİ

Med Krallığının Uvahşatra adıyla da anılan üçüncü hükümdarı Keyaksares'in (IÖ 633-584) başlıca amaçlarından biri, güneybatı komşusu Babil Kralı Nabupolassar (Nabu-apal-usur) ile anlaşarak Asur Krallığının topraklarını, Lidya Kralı Alyattes (IÖ 588-560) ile anlaşarak da, Batı Anadolu'yu paylaşmaktı. Buna göre Mezopotamya, Suriye ve Filistin Babil Krallığına bırakılacak, Dicle ve Fırat'ın yukarı topraklar Med Krallığına, Kızılırmak'ın batısı da Lidya Krallığına kalacaktı.

Keyaksares, ilk olarak IÖ 612-609 arasında Babillilerle anlaşarak, Asur topraklarına sürekli saldırılar düzenledi ve Asur başkenti Ninova'yı yağmaladı.Böylece, Mezopotamya tarihinde çok önemli yeri olan bir devlet ortadan kalkmış oldu. Medler Hakkari yöresi ile birlikte , Kızılırmak'a dek tüm Doğu Anadoluya hakim oldular(IÖ 585).Urartu devletinin askeri gücünü de yok ederek Pariyadris(Trabzon)dağların güneyinde Melitene (Malatya) ve güneydoğuda Urmiye gölüne dek uzanan büyük bir bölgeyi egemenlikleri altına aldılar.

Keyaksares'in ölümünden sonra ,yerine geçen oğlu Astiyag (İştümegü) Güneybatı İran'da Hagmatena'yı (Ekbatan) başkent yaptı. Sert ve baskıcı tutumu ile çevresindeki devlet adamları ve komutanları bile kendisine düşman etti.Bu tutum Med kırallığı içinde geniş bir tepkiye yol açtı ve sonunda Ahameniş Prensi II. Kiros , Med kırallığını yıkarak yeni devlet kurdu(IÖ 550).


PERSLER DÖNEMİ

Prensliğinin merkezi Passaragd'da kırallığını ilan eden II.Kiros ,kısa sürede güçlü bir devlet örgütü kurdu ve orduyu disipline soktu. Keyaksares döneminde Med toprakları içinde yer alan bütün güney batı İran'ı Doğu ve ön Asya'yı sınırlarına kattı. Daha sonra da Lidya krallığı üzerine yürüdü, Kral Korides'i yenerek (IÖ 546) verimli Ege topraklarını, gelişmiş ticaret ve üretim olanaklarıyla Persler'e açtı. Libya ekonomisini ayakta tutan köleciğe son veren Persler böylece, Libya topraklarındaki toplumsal yaşam yeni ve değişik bir boyu kattılar. Bütün bu olup bitenler sırasında İran ticaret yolunun üzerinde bulunan Hakkari yöresi büyük bir önem kazanmıştı. Ancak, ticaretin gerçek anlamıyla gelişmesi ve bütünüyle Pers denetimine alınabilinmesi için , Babil krallığının elinde bulunan Kuzey İran topraklarının da ele geçirilmesi gerekiyordu. Bu nedenle, II. Kiros Lidya topraklarındaki sorunları çözdükten sonra güneydoğuya yöneldi ve Babil topraklarına girdi . Bu sırada Babil Nabukudur-Usur'un ölümüyle başlayan siyasal çalkantılar içindeydi . Barışsever bir siyaset izleyen Kral NabuNaid, Kiros ' un saldırısına karşı koymadı ve Babil toprakları, İ.Ö. 539 'da Perslerin egemenliği altına girdi . Persler ele geçirdiği toprakları özellikle Kral Dsteios zamanında bakımından yeniden düzenlediler . Bu düzenlemede Hakkari yöresi büyük Babil -Asur Satrablı'na bağlı Athura Satraplı içinde yer alıyordu . Yunan tarihçisi Herodotcs , dokuzuncu Pers satraplığı diye andığı Babil-Asur Satraplığı'nın imparatoru her yıl 1.000 gümüş talan vergi ödediğini ve hadım ağası olarak yetiştirilmek üzere , saraya 500 genç gönderdiğini yazmaktadır . Kültür , ekonomik düzey ve nüfusça kendilerinden kat kat üstün devletlerin topraklarına el koyan Persler, buralardaki köleci, üretim biçimini büyük ölçüde değiştirdiler. Köle sahiplerinin elindeki topraklarını kullanımı hakkında Pers soylularına verdiler. Böylece, eski toprak sahiplerine,eski köleler, çalıştıkları topraklardan elde ettikleri ürünün bir bölümünü Pers soylularına aktaran bağımlı köylüler durumuna geldiler. Başka bir değişle köleci üretimdeki emek-rantın yerini ürün-rant aldı. Bu yapı içerisinde, toprakta çalışanlar, kölelik ile serflik arası bir konumdaydı. Soylular, "Yararlanmak üzere ve ödünç olarak" kendilerine verilen bu topraklarda elde edilen ürünün bir bölümünü imparatora aktarıyorlar, ayrıca savaşta orduya katılmak üzere, asker besliyorlardı. Persler'de kölecilik Batı Avrupa'ya göre çok daha önce ortadan kalktığı halde klasik feodalizm adı verilen yapı yeterince gelişmedi ve bu durum sonraki yy'larda da sürüp gitti.Pers İmparatorluluğu'nun egemenliği döneminde, Hakkari'ye ilişkin önemli bir gelişme oldu. İÖ400'lerde, Kiros adlı bir Pers prensi, kardeşi İmparator II.Artakserkses'e (Artahşatra) başkaldırdı. Ücretli Yunan askerleri ve Anadolu'nun yerli halklarından devşirdiği birliklerle Gavgamela (Erbil) önlerine gelen Kiros burada Artakserkses'e yenildi ve geri çekilmek zorunda kaldı.Yunan tarihçisi Ksenafon ,"on binler" adını erdiği bu yenik ordunun, kuzeye doğru geri çekilirken Zap Suyu'ndan da geçtiğini yazmaktadır.


İSKENDER VE ATROPATEN PRENSLİĞİ DÖNEMİ

Pers imparatorluğunun iki yüzyıl kadar süren egemenliği, Büyük İskender'in Anadolu'ya çıkışıyla sona erdi.Pers orduları IÖ 332 ve 331'de İskender'e iki kez yenildi.Bu gün Irak sınırları içinde kalan Gayzamela'daki (Erbil) son yenilgiyle,Pers imparatorluğu çöktü.İskender Urmiye Gölü ile Hakkari arasındaki bölgenin satrabı Atropates'i kendisine bağladı. Hakkari yöresi de,daha sonraları Satrap Atropates'in adıyla bağlantılı olarak Atropaten Prensliği diye anılır oldu.


SELÖKİDLER DÖNEMİ

İskender'in bütün Anadolu'da olduğu gibi,Doğu Anadolu yöresindeki egemenliği de kısa sürdü.O ölünce komutanlarından Selevkos ,yine İskender'in komutanlarından Antigonos ve oğlu Demetrios'u Gazze önlerinde yenerek yöreye egemen oldu(Ö 312 ) ve Ortadoğu'da güçlü bir krallık kurdu.Antigonos'un oğlu Demetrios'u,eski frigya topraklarında ikinci kez yendikten sonra ,Batı Anadolu topraklarına da egemen olarak İskender'in ele geçirdiği tüm topraklar Selökid Devleti'ne kattı.

Selökidler,İskender döneminin geniş toprakları ile birlikte , buralarda sürüp giden ayaklanmaları da devraldılar.Elam,Sümer,Akad uygarlıklarının kalıntıları yanında ,Urartu,Asur,Babil ve Ahameniş kültürlerini de kucaklayan bu büyük devletin uygarlı bütünlükten yoksundu. Selökidler böyle bir uygarlık yaratma çabasında da olmadılar.Asur kralı Sargon'un Yukarı Mezopotamya 'daki saraylarında oturuyor,Pers Kralının Firdevs (Cennet) adını verdikleri ,koruluk,çiçeklik,ve havuzlarla süslü ,Hagmatana (Ekbatan) Kenti'nin ortasındaki süslü bahçelerle övünüyor ,Babil'deki Baal-Marduk Tapınağı'nın hala ayakta duran kalıntılarını kendilerine mal ediyor, ancak bütün bunların üstüne herhangi bir katkıda bulunmuyorlardı. Bunca Doğu uygarlığı ,bir de batının Helen kültürüyle karışınca , Selökidler'in kültürel yapısı daha da karmaşık bir özellik kazanıyordu.

Hakkari yöresindeki topluluklar İ.Ö 200'lerde Atropaten Krallığı'na bağlı olarak yaşıyor ve Selökidler'in egemenliğini tanıyorlardı.Yöre o dönemde,gerek Partlar'ın gerekse Ermeni-Pers akraba prenslerinin ilgi alanıydı.Nitekim,İ.Ö 190'daPart kralı I.Mitridat Hakkari'nin doğu sınırlarına dek yaklaşmış ve bölgeye Bagasis adında bir satrap atamıştır.

Selökid egemenliğinin kurulmasından yüzyıl kadar sonra Roma imparatorluğu Anadolu topraklarını ele geçirmeye yönelince yörede büyük bir siyasal kargaşa baş gösterdi.Selökid Kralı Büyük Antiokos,Manisa'da Romalılara yenilince(İ.Ö 189) bu durumdan yararlanan doğunun bütün prenslikleri özerkliklerini ilan ettiler. Araks bölgesi satrabı Artaksias ile Fırat(Sofen) bölgesi satrabı Zariadres(Zareh) Romalıların desteğiyle bağımsızlıklarını kazandılar.Ancak yaklaşık bir yüzyıl sonra ,Part Kralı II.Mitridat İran'daki İskitler'i yendikten sonra, kuzey komşusu Araks devleti üzerine de yürüdü. Kral Artavasd'da yenildiyse de Araks Devleti'ni yakamadı ve kralın oğlunu Tigran'ı rehin alarak Artavasd'ı barışa zorladı . Part Kallığı, bu yenilgiden sonra, Osro(Uria ) yöresinde Gordia (Güney Hakkari) ve Atropaten (Doğu Hakkari) yörelerine benzer olan topraklardaki bütün prenslikleri kendisine bağladı.

Selökidler ise, İ.Ö 1.yy başlarında, bir yandan Partlar'la, öte yandan da Artavasd'in oğlu Tigranhın kurduğu Arakas Krallığı ile savaşmak zorunda kaldılar ve ard arda yaptıkları çatışmalardan yıpranarak, Suriye ve Akdeniz kıyılarına çekildiler. Böylece, bölgedeki Helenizm silinmiş oldu . Bu devletin farklı topluklar içinde barınmasının beklenen bir sonucuydu . Böylece Helen kültürü , yerini Doğu'da Part kültürüne bıraktı . Ancak, Hâkkari Part egemenliği de kısa sürdü. Eski düşmanları İskitler 'le yeniden karşı karşıya gelen Partlar, güçlerini yitirerek Arakas Devleti karşısında da yenilgiye uğrayınca , yörede egemenlik kuran bu devletin kralı Tigran oldu.


TİGRAN DÖNEMİ

Tigran'ın Hâkkari yöresine girdiği dönemde , Romalıların, Pontos Kralı Mitridates 'e karşı başlattığı sefer, Doğu Anadolu'ya doğru genişliyordu . Tam bu sırada Romalı komutan Lukullus'a yenilen Pondos Kralı, Tigran, İ.Ö 69'da Van Hâkkari Dağlarına çekildi . Burada Pondos Kralı Mitridates ile birlikte , Romalılar 'a direnmeye çalışan Mitridates , yine yenildi. Ancak , Tigran 'ın daha önce yenilgiye uğratarak , Hâkkari'den sürdüğü Partlarda Romalılara karşı çıkınca , savaşın gidişi değişti ve Lukullus , batıya çekilmek zorunda kaldı . Buna karşın, Komutan Pompeius'un yönettiği yeni bir Roma seferi , İ.Ö 66'da Part- Tigran birliğine sonverince , Tigran, pompeius 'a teslim oldu .


ROMA PART ÇEKİŞMESİ

II. Artavasd olarak bilinen Tigran 'ın ölümünden sonra yerine geçen III. Artavasd, Araks Krallığı'nın Roma'ya bağlı vasal bir devlet olmasını kabullendi. Bu arada, Partlar, Roma'ya rakip bir devlet olma özelliklerini koruyorlardı. Nitekim, Part süvarileri, İÖ. 53'te, Romalı komutan Krassüs-III. Artavasd birleşmesini etkisiz durama getirerek Harran Ovasına dek ilerlediler. Romalıların simgesi olan ünlü "Roma Kartalı" Part Kralı İborodes'in eline geçti. Öte yandan, Akaros önderliğindeki bir başka art ordusu da Antakya'ya girdi ve Suriye'yi tehdit etmeye başladı. Artavasd, güçleri dengesinin Partlar'dan yana değişmesi üzerine, bu kez de Romalılar'ın karşısında, Partlar'ın yanında yer almıştı. Ne var ki, bu durum da uzun sürmedi ve Roma İmparatoru Antonius'un komutanlarından Bassüs, IÖ 38'de Part ordularını Antakya yakınlarında yenerek geri çekilmeye zorladı. Bununla birlikte, Partlar'ın direnmesi üzerine, Bassüs'ün orduları Atropaten topraklarına ulaşamadı. Bu arada, Partlar da Araks Devletinin başındaki Artaksias sülalesini devirip, Atropaten önlerindeki duraklama sırasında güç toplayan Romalılar ise, Partların daha fazla güçlenmesini önlemek için, Tiberius komutasındaki bir orduyla Araks Devletinin topraklarına girerek part etkisine son verdiler. Partlar, Araks (Aras) ve Atropaten yörelerinde Roma üstünlüğünü tanımak zorunda kaldılar (IÖ 20). Bununla birlikte Hakkari'nin önemli bir bölümünü de içine alan, Dicle'nin sol kıyısına dek uzanan bölgede Part egemenliği sürüyordu. Böylece Fırat'ın batı yakasındaki Roma üstünlüğü pekişirken, doğu yakası Partlar'da kaldı ve bu durum, iki devlet arasında İS 193'e değin süren, aralıksız çatışmalara neden oldu.


ARSAKLILAR DÖNEMİ

Başında Arsaklılar'ın bulunduğu Araks Krallığı çeşitli bölgelere ayrılmıştı. Bunlardan Vangölü çevresini kapsayanı Tuspay adıyla, Hakkari yöresini kapsayanı da Moksuan adıyla anılıyordu. Van yöresindeki Karduklar, Arami kökenli oymaklar ve Med kalıntılar, Arzeruni sülalesinin üstünlüğünü tanıyorlardı. Araks Krallığı, gerek Arzeruniler'e gerekse onlara bağlı oymaklara görece özerklik vermişti. Nitekim, bu oymaklar bir süre sonra Gordiene adı altında bir krallılk kurdular ve bu bölgeye Asurlu topluluklarla, Filistin'den getirilen bir bölüm Yahudiler yerleştirildi.

Gerek Gordiene'de gerek Araks devletinde, halk Kafkas kökenli Albaniler'de ve İberler'de olduğu gibi, kastlara bölünmüş değildi. Bununla birlikte, toplum "Azat" denilen toprak soyluları ile "Şınakan" denilen bağımlı köylülerden oluşmaktaydı. Toprağı işleyen şınakanlar azatlara ürün-rant ödemek ve savaşlara katılmak zorunda idiler. Azat ailelerinin başında sahap (satrap) denilen beyler vardı. Toprak, soylu ailelerde, kalıtım yoluyla babadan oğula geçirdi. Ülkede gerçek yetkeyi, toprak tekelini elinde tutan bu sahaplar temsil ediyordu. Toprak soylularının gerek kendi aralarındaki çekişmeleri, gerekse kral sülaleleriyle olan savaşımları nedeniyle yöreye sürekli bir gerginlik ve çatışma egemendi. Bu çatışmalar, Roma ve Part egemenliği altındaki dönemlerde bile varlığını korudu.


SASANLILAR DÖNEMİ

İS III.yy başlarında Part Devletinin yerini Sasanlılar alınca, Hakkari yöresinde yoğunlaşmış olan Roma-Part çatışması sona erdi ve bu kez Roma-Sasanlı savaşımı başladı. 150 yıl kadar süren bu çatışmalar, İS 387'de yapılan bir antlaşmayla durulur gibi olduysa da, Roma'nın ikiye bölünüp, Ön Asya'nın Doğu Roma (Bizans) sınırları içinde kalmasından sonra (İS 395) yeniden alevlendi. İS VII. Yy'a değin süren bu çatışmalarda, Ön Asya'nın güneydoğusunda ortaya çıkan Hıristiyan Nasturilik Mezhebinin büyük bir rolü oldu. Önceleri, Bizans İmparatorluğunca Sasanlılara karşı silah olarak kullanılan Nasturilik olayından, VI.yy sonrasında Sasanlılar da yararlandılar. Doğu Roma Kilisesine karşı bağımsızlığını ilan eden Nasturi Kilisesine arka çıkarak, Bizans'ın yöredeki etkinliğini kırdılar. Bu yüzyıl sonunda Bizans topraklarında bir sefere çıkan Sasanlı Hükümdarı II.Hüsrev, 605'te Kayseri'yi alarak Bizans içlerine ilerledi. Bir süre sonra geri çekildi ama, Kilikya ve Kuzey Suriye'ye dek bütün Doğu Ön Asya toprakları elinde kaldı. Ancak VII. yy'daki Müslüman Arap akınlarıyla birlikte bu etkinlik giderek azaldı.


İSLAM UYGARLIKLARI DÖNEMİ

Halife Ömer döneminde (634-644) Arapların ve birlikleri hemen tüm Doğu Anadolu'ya akınlar yaparken Hakkari'yi ele geçirme girişimlerinde bulunmamışlardı. 645'te Halife Osman'ın komutanlarından Emir Habib bin Mesleme de Doğu Anadolu'ya akınlar sırasında böyle bir çaba göstermedi. Bunda yörenin konumu kadar, Arap askerlerinin soğuk iklim koşullarına dayanamamalarının da etkisi olmuştur.

Bu durum, Emeviler ve Abbasiler Döneminde de değişmedi. Araplar, iç kavgalar yüzünden merkezi devletleri yıkılıp küçük beyliklere ayrıldıkları sırada İran'da ortaya çıkan Büveyhoğulları'nın (932-1062) Irak kolu bir ara Hakkari ve çevresini ele geçirmek ise de yöre halkının yoğun direnmesi ile karşılaştılar. Büveyhoğulları Adud ud- Devle (978-983) bu direnmeyi kırmak amacı ile ele başlarının teslim edilmesi durumunda, kente zarar vermeyeceğine ve ele başlarının bağışlayacağına söz verdi. Halk , ele başları teslim ettiyse de Adud ud- Devle sözünü tutmayarak hepsini çarmıha gerdirtti. Bu durum karşısında yöre halkı büyük bir savaşım vererek bağımsızlığını korudu.

İslam akımları II.Ömer döneminde başlamışsa bile, Hakkari yöresi İslam'a karşı tam 720 yıl direnmiştir. İslamiyet yönetimindeki aileler tarafından kabullendi. Ancak yerleşik aşiretlerin büyük bir çoğunun eski dinlerinde kalmak için ısrar ettiler. İslam'ın lehine denge ancak miladi 1415 yılında Cizre ve Hasankeyf beylerinin desteğiyle gerçekleşen ve adeta bir soykırıma dönüştürülen bir seferle değişti.

SELÇUKLULAR DÖNEMİ

1054'te yeni yerleşim alanları bulmak amacı ile Tuğrul Bey yönetiminde Van gölü çevresine dek gelen Türkmenler, Çoruh Vadisinden Parhan Dağlarına uzanan yöreye akınlar yaptılar. Bu arada Hakkari'yi de bir süre ele geçirdiler. Ancak, kent halkının büyük tepkisi ile karşılaştılar. Halkın, geçilmesi güç dağlarda yakaladıklarını öldürmesi üzerine Türkmenler büyük kayıplar vererek Batman-Garzan-Silvan'a doğru çekildiler. Bunanla birlikte , yöredeki baskın ve yağma hareketlerini sürdürdüler. Bir süre sonra Hakkari ve çevresinde Musul Atabeleri (Zengiler) egemenlik kurmaya çalıştılar. 1142'de İmadeddin Zengi (1127-1146) Hakkari'ye bağlı Aşup (Calap) Kalesini aldı. Kalenin yerine kendi adını verdiği İmadiye Kalesini kurdu. Askerlerini bu kalede kışlatarak, burasını bir üs durumuna getirdi ve yörenin içerilerine sızmaya çalıştı. Aşiretlerin sert direnişi yüzünden yörenin tümünü ele geçiremedi. Ama, gücünün ulaşabildiği alanlarda kendi adına vergi topladı.

Yöredeki yerleşme merkezleri, bir ağanın ya da beyin başkanlığındaki aşiretlerce yönetiliyordu. Bu aşiretlerin en önemlileri, Pınyanişler, Zibariler, Dımbilli Zazaları ve Ertuşiler'di. Etkinlikleri büyük olan ağa ve beyler yöreyi büyük devletlere kapalı tutmayı başarmış, kimi zaman bu devletler üzerinde etki bile kurabilmişlerdir. Örneğin, Hakkari'nin ağa beyleri 1218'de Mısır Eyyubi Sultanı Melik Kamil'in yerine elik Faiz'i geçirmeyi isteyebilecek denli güçlü olmuşlardı.

İlhanlı Hükümdarı Hulagu, 1258'de Irak'ta halife ordusunu yenilgiye uğrattıktan sonra Bağdat'ı alarak Abbasiler'in halifesi Mutasım'ı öldürdü. Yöredeki gücünü kanıtlamak için Hakkari'yi de ele geçirmek istedi. Önce Erbil Kalesinin yönetimini vermek koşuluyla Şerafeddin Celali adlı bir Kürt beyi ile anlaştı. Durumu öğrenen Hakkari halkı yöreye doğru gelmekte olan Celali Beyin güçlerine saldırarak beyi öldürdü. Bu olay üzerine 1260'da Suriye seferine çıkan Hulagu Hakkari'ye geldi, kenti alarak halkın önemli bölümünü öldürdü ve yöreyi yakıp yıktı. Bununla birlikte, yerel yöneticiler Hulagu ile anlayarak yöredeki etkinliklerini korudular.

İlhanlılar'dan sonra Karakoyunlular, yöredeki etkin oldular. Bu dönemde, Hakkari halkı ile çeşitli aşiretler birleşerek merkezi bir yetke oluşturmaya çalıştılar. 1349'da Karakoyunlu Bayram Hoca'nın baskıları sonunda yerel yöneticiler, daha az vergi ödemek koşuluyla, İlhanlılar'dan koparak Karakoyunlular'la anlaştılarsa da, bu anlaşma uzun sürmedi. 1360'lara doğru yöredeki aşiretler birleşerek Hakkari beyliğini kurdular. Beyliğin başına I. İzzeddin Şir getirildi. Onun yönetimi Hakkari ve çevresi için bir dirlik düzenlik ve barış dönemi oldu. İlk 25 yıl içinde Hakkari beyliği güçlendi. Van ve Vastan (Gevaş) da İzzeddin Şir'e bağlandı. Timur'un Doğu Anadolu'da etkinliğini artırması Hakkari beyliğinin barış dönemini sona erdirdi. 1386'da Van ve Vastan kaleleri kuşatılınca I.İzzeddin Şir savunmaya daha elverişli olan Van Kalesine çekilmek zorunda kaldı. Üç günlük bir savunmadan sonra Timur'a teslim olarak onun güçlerine katıldı. Ancak, amcası Nasreddin teslim olmaya yanaşmayarak savaşı 27 gün daha sürdürdü ise de başarılı olamadı. Timur kaleyi ele geçirdi ve onu öldürdü. İzzeddin Şir'de Timur'a bağlı olarak Hakkari beyliğinin başında bırakıldı. Timur Anadolu'dan çekildikten sonra yeniden bağımsızlığına kavuşan Hakkari beyliği bu kez gittikçe güçlenen Karakoyunlu Kara Yusuf'un (1398-1420) baskıları ile karşılaştı. Beylik, 1405'ten başlayarak Kara Yusuf'un güdümündeki İzzeddin Şir'ce yönetildi. Kara Yusuf'un ölümünden sonra Timur'un oğlu Şahru, Hakkari ve yöresinde etkili olmaya başladı. Hakkari Beyi Melik Mahmudi, Şaruhun yönetimine girdiyse de bu davranışı Kara Yusuf'un ailesinin tepkisine yol açtı. Kara Koyunlu hükümdarı Kara Yusuf'un oğlu İskender, daha önce babasının güdümünde olan Hakkari beylerinin bu davranışı karşısında Melik Mahmud'u öldürttü.

İskender'den sonra Kara Koyunlu Devletinin başına geçen Cihanşah ( 1349-1467) döneminde Hakkari'yi, Timur egemenliğinden çıkararak Kara Koyunlu Devletine bağlı bir beylik olarak yönetildi.

Hakkari beyliğinin başına Melik Mahmut'tan sonra Esededdin Kelani (1450-1470) geçti. Uzun Hasan ile çağdaş olan bu bey döneminde Hakkari yabancı etkilerden kurtararak bağımsız bir beyliğe dönüştü. Esededdin Kelani döneminde beyliğin sınırları genişledi. Ama bir süre sonra beylik Akkoyunluların eline geçti ve Esededdin Kelani Memluklulara sığınmak zorunda kaldı. Memlukluların yanında kalarak bir çok savaşa katılarak yararlılık sağladı. Bir söylentiye göre katıldığı bir savaşta bir kolunu yitirdi ve Memluk Sultanının kendisine altın bir kol takması üzerine Esededdin Zerrinçeng adıyla tanındı. Mısır'a ticaret yapmak için gelen Hakkari'li Nasturiler ile karşılaşınca Hakkari'yi Akkoyunlular' dan kurtarmak amacı ile bu kişilerle gizlice kente girdi. Burada bir ayaklanma düzenleyerek kenti Akkoyunlulardan kurtardı (1468). Kentte Akkoyunlu'larla işbirliği yapan aşiretlerden Dımbilli Zazalarını kentten çıkardı. Kentin Esededdin'ce bir Cumartesince alınması nedeni ile, onun soyundan gelen beyler Farsça " Şembih" (Cumartesi ) sözcüğünden kaynaklanan "Şenbu-beyleri" diye anılır oldular.

Esededdin Zerrinceng'den sonra Şembu Beyleri soyundan II.İzzeddin Şir (1470-1502) Akkoyunluların etkinliklerinin arttığı bir dönemde beyliği yönetti. 1502'de ölümünden sonra yerine geçen oğlu Zahid Bey beyliği 60 yıla yakın yönetti. Zahid Bey döneminde Hakkari Beyliği Akkoyunlular'dan sonra yörede etkin bir güç olan Safeviler'in eline geçti. Safeviler iyi yönetimleri ile halkı kendilerine bağladılar.

Çaldıran Savaşından sonra Osmanlıların Doğu Anadolu'yu egemenlikleri altına almaya başladıkları dönemde, İdris-i Bitlisi'nin çabaları Hakkari'nin Osmanlılara bağlanmasını sağlayamadı. Yöredeki aşiretler, bağımsızlıklarını koruma koşulu olmadıkça Osmanlı yönetimi altına girmek istemediler. Örneğin Hakkari 1534'te Osmanlı yönetimine geçmesine karşın 1535'te yine Safevilere bağlandı. Bu durum, Hakkari'nin uzun süredir savaşmakta olan İran ile Osmanlılar arasındaki sınır bölgesinde bulunmasından kaynaklanmıştır. Her iki yan da, yöredeki aşiret beylerine çeşitli ödünler vererek bölgeyi ellerinde tutmak istediler. Bu nedenle de Hakkari ve çevresi iki devlet arasında birkaç kez el değiştirdi.

Hakkari'nin İmadiye ve Şemdinli kesimleri ise uzun bir süre Şembu Beylerinden ayrı olarak İmadiye Beyliğince yönetildi.

İmadiye Beyliği 1402'de Hakkari beyliğinden ayrı olarak kuruldu ve varlığını 300 yıla yakın bir süre korudu. Bu beyliği yönetenlere, kurucusu Bahaddin Bey'in adından esinlenerek Bahaddinan Beyleri denilmiştir. Abbasi soyundan geldiklerini öne sürmelerine karşın, bu beylerin kökenlerine ilişkin fazla bir bilgi bulanmamaktadır. İmadiye beylerinin yönetimindeki aşiretler arasında en önemlileri Muzuri, Zebari, Radikan, Pervari, Mahal, Siyabrüyi, Tıli ve Behlii idi. Yöredeki Dıhok ve Der kaleleri Radikan Aşireti, Kaleda, Sus, Urmani ve Baziran kaleleri Zibari Aşiretinin etkinlik alanındaydı. Bu kalelerin tümü İmadiye beylerinin soyunca yönetiliyordu. İmadiye'ye bağlı yerleşim merkezleri arasında en önemlisi Zaho Bucağı'ydı.

Bağımsız bir beylik olarak kurulan İmaddiye Beyliği, Bahaeddin Bey'den sonra yerine geçen oğlu Seyfeddin döneminde de bağımsızlığını korudu. Daha sonra beyliğin başına geçen Seyfeddin'in oğlu Hasan döneminde, Akkoyunlu komutanlarından Bijen oğlu Süleyman yöreyi almakla görevlendirildi. Süleyman, İmadiye Beyliğinin direnişi karşısında ancak Akar ve Soster kalelerini ele geçirebildi. İmadiye beylerinden Sultan Hüseyin. II. Beyazid ile çağdaştır. Hüseyin'in 1488'de ölümünden sonra yerine oğlu Kubad Bey geçti. İmadiye beyleri Hakkari beylerinden, bağımsız ve ayrı olmakla birlikte, bu iki beylik genellikle kendileri üzerinde egemenlik kurmak isteyen güçlere ve devletlere karşı birleşme eğiliminde olmuştur.

OSMANLILAR DÖNEMİ

Hakkari beylerinden Zahid Bey, beyliğini iki oğlu arasında paylaştırmıştı. Oğullarından Seyyid Mehmed, Vastan(Gevaş), Melik Bey ise Pay (Bey) Kalesini merkez edinerek kendilerine verilen yerleri yönettiler. İki ayrı beyin yönetiminde bulunan Hakkari ve çevresi 1534'te Osmanlılara bağlandı. Ancak, 1535'te Safevi Hükümdarı Şah Tahmasb'ın önerileri karşısında Seyyid Mehmed, Safeviler güdümünde bir yönetim kurmayı yeğledi.
Aynı yıl yörenin aşiret beyleri egemen oldukları yerlerdeki haklarını korumak, iç işlerinde bağımsız olmak ve Osmanlı toprak düzeninin dışında bir sistemle yönetilmek koşulu ile Osmanlılara bağlandılar. Yalnız bu beyler, sefer sırasında Osmanlı ordusuna asker vermekle yükümlüydüler. 1548'de Hakkari beylerinden Zahid Bey'in oğullarından Melik Bey, Van Beylerbeyi İskender Paşa'ca idam edildi. Bu olay Melik Bey'in oğullarının Osmanlılara karşı ayaklanmasına neden oldu. Bu sınır kentinde olayın büyümesini istemeyen Osmanlı Devleti ödün vermek zorunda kaldı. Yönetim, Melik Bey'in oğullarından Zeynel Bey'e verildi. Ama, Zeynel Bey'in amcası Seyyid Mehmed ile oğlu Zahid, Pinyaniş Aşiretinin de desteği ile yönetimi Zeynel Bey'den aldılar.

Zeynel Bey, Osmanlılara başvurarak kazanılmış hakkını elinden alan İran yanlısı amcası ile oğlunun cezalandırılmasını istedi. Uzun uğraşlardan sonra amcasını öldüren Zeynel Bey, yönetimi yeniden ele geçirdi. İran yanlısı kardeşi Bayındır Beyi de öldürten Zeynel Bey yörede Osmanlı egemenliğinin sürmesini sağladı. Bu olaylardan sonra Osmanlılar ile ilişkilerini geliştirerek, 1578'de padişah buyruğu ile oğlu İbrahim Bey'i Hakkari Beyliğinin başına geçirdi. Oğlunun Hakkari Beyi olmasından sonra, yöredeki bir kalede dinlenmeye çekildi. 1585'te Veziriazam Özdemiroğlu Osman Paşa yönetiminde Tebriz Seferine çıkan Osmanlı ordusu, Zeynel Bey'i de alarak Hakkari askerleri ile birlikte İran üzerine yürüdü. Merden denilen yerde yapılan savaşta Zeynel Bey öldü. Osmanlılar, Zeynel Bey'in yerine oğlu Zekeriya Bey'i atadı. Ama, Zekeriya Bey'in büyüğü olan Zahid Bey, bu atamaya karşı çıktı. Kardeşler arasındaki çatışma Zekeriya Bey ve iki oğlunun öldürülmesi ile sonuçlandı ve Zahid Bey yönetimi ele geçirdi. Bu olay üzerine Osmanlılar Veziriazam Sinan Paşa'yı Zahid Bey'in üzerine gönderdi. Uzun süren çarpışmalar sonunda iki taraf arasında anlaşma yapıldı. Bu anlaşmaya göre Zahid Bey Osmanlılara ödeyeceği 100.000. Flori altın karşılığı yönetimde kaldı.

Osmanlı egemenliğini savaş yoluyla değil antlaşmayla benimsedi. Osmanlı yanlısı bir politika benimsemesi 1550 yılından sonra gerçekleşti. Osmanlı yanlısı politikanın mimarı Zeynel Beydir. Onun ölümünden sonra yönetime gelen beylerden kimisi Osmanlı yanlısı, kimisi de İran yanlısı bir politika izledi. İki imparatorluğun sınırında bulunması ve onların kışkırtmasıyla kanlı taht kavgaları başladı. Yine bu imparatorlukların teşvikiyle bölgede "böl ve yönet" siyasetinin ürünü olan yerel aşiret federasyonu oluşturuldu (Bask-a rast, bask-a çep). Hakkari halkı tam 400 yıl bu bölünmenin acılarını çekti.
XVII ve XVIII. yy'larda da Hakkari Beyliği varlığını korudu. Yalnız 1688'de başlayarak yörenin yönetim biçimi "bağlı hükümet" ten " Ocaklık " biçimine dönüştü.

SON DÖNEM

XIX. yy' da Hakkari yöresi, Osmanlı Devleti'nin merkezi otoritesinin tam anlamıyla kurulamadığı Doğu Anadolu Bölgelerinden biriydi. Çeşitli aşiretlerin yörenin aşılması güç dağlarla kaplı oluşu, ulaşımı, dolayısıyla da asker sevkıyatını büyük ölçüde engellemekteydi. Kışın yoğun kar nedeniyle kapanan yollar ancak yazın birkaç ayında ulaşıma açılabilmekteydi.

XIX.yy başında Hakkari yöresi Van Eyaleti'ne bağlıydı. Bölgedeki Hakkari ve Mahmudi "hükümet" ; Kotuz ve Möküs (Mekes) "ocaklık" idi. Son ocaklık sahiplerinden Hakkari Beyi Şenbolu Nurullah ile Cizreli Bedirhan beyler, XIX.yy ortalarında, Nasturi'e karşı saldırılar düzenlediler. Bölgede Hıristiyanlığın Nasturi mezhebine mensup büyük bir Asuri nüfusu vardı. 19.yüzyılın başlarında bölge imparatorlukları olan Osmanlı ve İran oldukça zayıflamışlardı (batı karşısında). Sanayi devrimini gerçekleştirip, ateşli silah üstünlüğünü ele geçiren batılıların sömürmek için ilk uğrak yerlerinden biri de Orta doğu coğrafyasıydı. Onlar için bölgedeki hıristiyan azınlığını yanlarına çekmek zor olmadı. Osmanlı ve İran imparatorlukları da onlara karşı müslüman halk olan Kürtleri kullandılar. Hakkari bölgesi böyle bir çatışma için oldukça elverişliydi. Hakkari Asurileri batı yanlısı bir politika izledikleri için önce Botan Beyi Bedirhan Bey tarafından ezildiler. Botan Beyi 1843-45 yılları arasında Hakkari Asurileri üzerine üç sefer düzenledi. Artık Kürtlerle Asuriler arasında sömürgeci güçler tarafından körüklenen kanlı bir iç savaş başlamıştı. Bu iç savaş Birinci Dünya savaşında Rus Ordularının bölgeye girmesiyle daha da tırmandırdı. Birbirleriyle savaşmaktan yorgun düşen ve direnme gücünü yitiren hen Kürtler hen de Asuriler 1915 yılında bölgeyi terk etmek mecburiyetinde kaldılar. Hakkari Kürtleri Kuzey Irak'ın Bahdinan bölgesine, Hakkari'li Nasturiler ise İran'ın Urimiye çevresine sığınmışlardı. İran'da Koçanıs Marşımun'u Bünyamin Şıkak aşireti reisi İsmail Ağa (Sımko) tarafından öldürülmesi çelişkileri daha da derinleştirdi. İran'da yeni bir güç olmaya aday görünen Nasturi kuvvetleri, Osmanlıların Musul'dan giden kuvvetleri tarafından dağıtıldı. İran'dan Irak'a geçen Nasturiler Cumhuriyetin kurulmasıyla topraklarına dönmeye başladılar. 1843'te Tiyari, 1846'da ise Tuhum nahiyelerine yapılan bu saldırılar, yöredeki başıboşluğu iyiden iyiye körükledi. Nasturiler'in kıyıma uğraması ve mallarının yağmalanması üzerine, İstanbul Hükümeti, Osman Paşa'yı yörede asayişi sağlamakla görevlendirildi.
1847'de Hakkari'ye gelen Osman Paşa, Şenbolu Nurullah ile Bedirhan Bey'in ocaklıklarını ellerinden aldı.1847 yılında Osmanlılara karşı yapılan Bedirhan isyanına Hakkari Beyi Nurullah da katılmıştı. Yenilgiye uğrayan isyandan sonra Nurullah Bey İran'ın Berdasor kalesine sığındı. 1949'da teslim oldu ve götürüldüğü Girit adasında öldürüldü. 1880'de Şemdinli ailesinden Seyyit Ubeydullah İran'a karşı büyük bir isyan hareketi başlattı.

Ruslarla batılıların devreye girmesi ve İran-osmanlı devletlerinin anlaşmaları üzerine Tebriz kapılarına dayanan isyan yenilgiye uğradı. İstanbul üzerinden yeniden Şemdinli'ye gelen Seyyit Ubeydullah'ın yeni bir ayaklanma girişiminde bulunması üzerine yakalanarak Mekke'ye sürgüne gönderildi ve orada öldü.

1853'te Kırım Savaşı patlak verince, Şemdinlili (Büyük) Seyyid Taha, Dağıstan'daki Şeyh Şamil ile birlikte Ruslar'a karşı cihad ilan etti. Seyyid Taha'nın ölümünden sonra, bu kez kardeşi Şeyh Salih, Azerbaycan ve Doğu Anadolu'daki aşiretleri Ruslar'a karşı kışkırttı. Ancak , Ruslar Cizre'de bulunan İzzeddin Şir'in Van Valisi Selim Paşa'ya olan düşmanlığından yararlanarak yöre halkını ayaklandırdılar. İzzeddin Şir, Yezidi ve Nasturiler ile birleşti. Bir yıl içinde ayaklanma büyüdü; İzzeddin Şir'e bağlı birlikler, Musul ve Bitlis'e dek uzanan bölgeyi ele geçirip yağmaladırlar. Ne var ki 1855 baharında, Diyarbekirli Hacı Timur Ağa komutasındaki yöreden devşirilen başıbozuklar ile gönüllülerin oluşturduğu birlikler ayaklanmayı bastırdı.

II. Abdülhamid'in Çarlık Rusyası ile İngiltere'nin Doğu Anadolu'daki etkinliğini baltalamak amacıyla Hamidiye Alaylarını kurmasında Şeyh Ubeydullah'ın merkeze karşı tutumunun da payı olmuştur.

II.Abdulhamid, Doğu Anadolu'da otorite sağlamak, yeni bir toplumsal ve siyasal yapı oluşturmak, Ermeniler'in çalışmalarına engel olurken Ermeniler ile Müslüman halk arasındaki dengeyi koruyabilmek için, doğudaki aşiretlerle iyi ilişkiler geliştirmenin zorunlu olduğuna inanıyordu. Bu amaçla, 1884'te Hakkari'ye gönderilen Ethem Paşa, aşiret reisleriyle ilişkilerin geliştirilmesine çalışmıştı. II.Abdulhamid, ayrıca Doğu Anadolu'daki aşiretleri Hamidiye Alayları biçiminde örgütlerken, onlardan asker olarak yararlanmayı düşünüyordu. Hamidiye Alayları'na tanınan bazı ayrıcalıklar (en önemlisi, aşiret mensuplarına, evlerinden uzaklaşmadan kendi yurtlarında askerlik yapma olanağı tanınması ) pek çok aşiretin alaylara katılmasına neden olmuştur. Hamidiye Alayları, II. Abdulhamid'in amaçladığı, Doğu Anadolu'nun bütünlüğünü sağlamamışsa da, I.Dünya Savaşı ve Milli Mücadele yıllarında bölgenin savunmasına katkıda bulunmuştur.

İkinci Meşrutiyetin ilanıyla İstanbul'a gelen Seyyit Ubeydullah'ın oğlu Seyyit Abdulkadir Osmanlı ayan meclisine seçildi ve şurayı devlet başkanlığını (Sayıştay Başkanlığı) yaptı. 1925'te Şeyh Sait isyanıyla ilişkisi olduğu gerekçesiyle Diyarbakır'da oğlu Mehmet'le birlikte idam edildiler.

YÖNETİM YAPISI VE NÜFUS DURUMU

Hakkari Sancağı XIX.yy'da, Van Vilayeti'nin güneydoğusunda yer alıyordu. Kuzeyinde Van Merkez Sancağı, doğuda İran, güneyde Musul, güneydoğuda Diyarbekir vilayetleri ile batıda Bitlis vilayeti ve yine Van Merkez Sancağı ile çevriliydi.

Hakkari Sancağı'nın yüzölçümü XIX.yy sonlarında, 25.000 km2'yi bulmaktaydı. Bu toprakların 10.000 km2'si ekilebilir nitelikteydi. Dağların 10.000 km2'lik bölümü çıplak, yalnızca 5.000 km2'lik bölümü ağaçlık idi.
Osmanlı Devleti'nin 1831'deki yönetsel bölümlenmesine göre, Hakkari, Van Eyaleti'ne bağlı bir "hükümet" idi. 1867 Vilayet Nizamnamesi'ne göre, Hakkari, Van ile birlikte, "Maa Hakkari Van" adıyla Erzurum Vilayeti'ne bağlı bir sancaktı.

1877'de Van, yalnızca Merkez Sancağı olan küçük bir vilayete dönüştü. Van Vilayeti, Hakkari yöresinde Çölemerik (Hakkari), Beytüşşebap, Şemdinan (Şemdinli) ve Gever (Yüksekova) kazalarını kapsamaktaydı.

1892' Devlet Salnamesi'ne göre, Van Vilayeti'nin Van Merkez Sancağı ve Hakkari Sancağı'ndan oluştuğu görülmektedir. Hakkari Sancağı'nın 1892'deki merkezi günümüzdü Van İli içinde bulunan Albak (Başkale) idi. Aynı salnameye göre, Hakkari Sancağı'nın kazaları, sırasıyla şunlardı: Albak, Gever, Şemdinan, Mahmudi (günümüzde, Van'ın Özalp Kazası, 1903'te Van Merkez Sancağı'na bağlanmıştır), Mamüret ül-Hamid, Beytüşşebap, Çölemerik ve İmadiye (günümüzde, Irak sınırları içinde).

1903 Devlet Salnamesi'nde aynı yönetsel bölünme korunmakla birlikte, Beytüşşebap ve İmadiye kazalarının Hakkari Sancağı'na bağlı olmadığı görülmektedir. 1916'da ise, yine Van Vilayeti'ne bağlı olan Hakkari Sancağı, Çölemerik, Gever, Şemdinan, Mamüret ür-Reşad, Muradiye(bügün Van'a bağlıdır), Beytüşşebap ve Hoşap (günümüzde Van iline bağlı ) kazalardan oluşmaktaydı.

1897 Van Vilayet Salnamesi, Hakari Sancağı'nın Merkez Kazasının Albak olduğu kaydetmektedir. Aynı salnameye göre, bu kazaya bağlı nahiyeler de, Şekfeti, Şivelan, Masru, Suvartan, Kemerburç, Seralpak idi.

Cuinet, 1892'de, Çölemerik Merkez Kazanın 3 nahiyesi ve 120 köyü olduğunu kaydetmektedir. Yine Cuinet'nin verilerine göre, Hakkari Sancağı'nın bugünkü Hakkari İli'nde kalan kesiminde 6 kaza, 27 nahiye ve 768 köy bulunmaktaydı.

Cuinet'ye göre, 1891'de Hakkari Sancağı'nın ( Çölemerik, Albak, Gever, Şemdinan, Mahmudi, Nordiz; Çal, Mamuret ül-Hamid, Beytüşşebap'ı, Uramar ve İmadiye kazalarını kapsamaktadır) toplam nüfusu 300.000 idi. Bunun 180.000'ini Müslümanlar oluşturmaktaydı. Hristiyan nüfus içinde ise, toplam 92.000 ile Nasturiler çoğunluktaydı. XIX.yy sonunda, Hakkari Sancağında 4.000 kadar da Yezidi yaşamaktaydı.

Cuinet'ye göre 1891'de, toplam nüfusu 33.000 olan Çölemerik Kazasında 15.000 Nasturi ve 16.900 Müslüman yaşamaktaydı. Nüfusu en çok olan kaza 43.890 kişiyle Çal idi. Çal'ı Çölemerik, Gever (26.200) ve Uramar (25.910) izlemekteydi. Hakkari'de 85.000 Müslüman'a karşılık 75.000 Nasturi ve 2.000 Keldani yaşamaktaydı.

1897 Van Vilayet Salnamesine göre, Çölemerik Kazasında 8.902'si erkek ve 7.000'i kadın olmak üzere toplam 15.902 Müslüman; 6.402'si erkek, 4.338'i kadın olmak üzere toplam 10.758 Hristiyan yaşamaktaydı. 1897 Van Vilayet Salnamesinde 37.664 toplam nüfusuyla Beytüşşabap Kazası en kalabalık kaza olarak kaydedilmiştir. Beytüşşebap'ı 26.660 ile Çölemerik ve 22.868 ile Gever izlemekteydi. Aynı salnamede, Hakkari Sancağının toplam nüfusu 103.773 olarak verilmiştir.

XIX.yy sonunda, Çölemerik-Merkez Kaza'nın toplam nüfusu 33.900 idi. 1914'te ise, bunun 36.145'e çıktığı görülmektedir. Shaw'a göre, 1914'te Çölemerik-Merkez Kaza'nın nüfusunun dinsel dağılımı şöyleydi.

Müslüman: 31.848
Ermeni Gregoryen: 3.461
Yahudi: 836
Toplam: 36.145

Cuinet'ye göre, Çölemerik Kenti'nin nüfusu XIX,yy sonunda toplam 4.600 idi. Cuinet'nin verilerine göre, en çok nüfuslu Çal Kazası'nın merkezi Çal Kasabası'nda 1.000'i Müslüman ve 200'ü Yahudi olmak üzere, toplam 1.200 kişi yaşamaktaydı.

1897 Van Vilayet Salnamesi'ne göre, Beytüşşebap Kazası'nın merkezi Elki'nin XIX.yy sonundaki nüfusu ise, 600 Nasturi'den oluşmaktadır. Çal Kazası nüfusunun yaklaşık ¾'ünü oluşturan 31.960 Nasturi, I.Dünya Savaşı yıllarında önce İran'a daha sonra da Irak'a göç edince, kazanın nüfusu bir anda büyük düşüş kaydetmiştir.

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİNDE HAKKARİ

1914'te Hakkari Sancağı'nın içerisinde, bugün Van İli'ne bağlı olan Başkale ile, Türkiye sınırları dışında kalan İmadiye ve Zaho da yer alıyordu. Yörede büyük ölçüde aşiret düzeni egemendi. Geçimlerini hayvancılıkla sağlayan bu aşiretlerin önemli bir bölümünü Hristiyan Nasturiler oluşturuyordu. Özellikle, Hakkari'nin güneyine düşen Tiyari, Valto, Tal, Cilo ve Baz gibi dağlık yörelerde Nasturiler çoğunluktaydı. Özerk bir yapısı ve bazı ekonomik ayrıcalıkları olan Nasturi aşiretleri ile öbür aşiretler arasında, sürekli bir gerginlik vardı. Ekonomik yapı farklılığından kaynaklanan bu gerginliğin kökleri önceki yüzyıla değin uzanıyordu. Kürt aşiretleri, zaman zaman Koçanıs'i, kimi zaman da Çölemerik'i merkez edinen Nasturi Patriği Mar Şim'un ile sık sık çatışıyorlardı. II.Abdülhamid'in "İslamlaştırma" siyaseti nedeniyle daha da artan çatışmalar sırasında, "Malik" adı verilen Nasturi aşiret beyleri, sık sık ittifaklar kuruyor, yöredeki Müslüman aşiretlere karşı direnmeye çalışıyorlardı. Osmanlı hükümetleri ise, çatışmaların büyük boyutlara varmasını engellemek için Nasturi aşiretlerin hoş tutmaya bakıyorlardı. Osmanlı Devleti'nin başlıca kaygılarından biri, İran'da önemli bir ağırlıkları olan Nasturiler'in bağımsızlıkçı girişimlerini engellemekti. Ama Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasından sonra, Nasturi aşiretlerinin hızla bu doğrultuda eyleme geçtikleri görüldü.

NASTURİLİK

V.yy başlarında ortaya çıkan ve İsa'nın, Tanrı degil Tanrısal özellikler taşıyan bir insan olduğunu ileri süren bir Hıristiyanlık mezhebidir. Kurucusu Nestorias keşiş olarak bir süre Antakya dolaylarında bulunduktan sonra Bizans Kilisesi Başpatrikliği'ne getirilmiş bir din adamıydı.İsa'nın Tanrı olduğunu ileri süren Papaz Arius'a karşı yürüttüğü savaşımla tanınan Nestorias, gerek İsa'nın gerekse annesi Meryem'in "cisimsel bir varlık" oldukları görüşünü savunuyordu. "İsa, Meryem'in oğlu olduğu kadar, eşi ve kemiğiyle de Davut'un soyundan gelmektedir, ama ululuğunu Tanrının kulu olmasına borçludur " diyor ve Tanrı'nın kulu olmakla " Tanrıdan doğmuş olma " özelliğinin olduğunu ileri sürüyordu.

İlk Nasturi misyonerleri Edessa (Urfa) ve Abiabene'de (Büyük ve Küçük Zap ırmakları arasındaki yöreler) yetişti. Sasanlar'a esir düşen Bizans askerleri ilk Nasturi topluluklarını oluşturdu. Selevkia-Ktesifon Piskoposu İzak, 410 yılında Nasturi manastırlarını birleştirerek bir piskoposluk kurdu. 424'te Nasturi Kilisesi Antakya Patrikliği'nden ayrılarak bağımsız bir mezhep olarak ortaya çıktı ve ruhani başkanlarına Katolikos adını verdi. 489'da Nizip'te yeni bir kilise kurarak Bizans Kilisesi ile tüm ilişkilerini kestiler. Özellikle Hakkari yöresinden yayılan Nasturilik, Sasanlı Devleti'nin verdiği ödünlerle kısa sürede çok geniş bir alana yayıldı.

XIX.yy ortalarından başlayarak, Nasturiler'le Hakkari yöresinin aşiretleri arasında ardı arkası kesilmeyen çatışmalar oldu. Nasturiler, Birinci Dünya Savaşı yıllarında İran'a daha sonra Irak'a göç ettiler.1932'de başlattıkları bir ayaklanma sonunda Irak'tan ayrılıp Suriye'ye geçtiler. Nasturiler'in ruhani lideri Katolikos 1943'te ABD' ye göç etti. 1973'te görevini bıraktığında, 8.000 kadar Nasturi, mezhepten ayrıldı ve Nasturilik çeşitli piskoposluklara bölündü.

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE RUS İŞGALİ

Ağustos 1914'te Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı'na katılmasıyla ve açtıkları cephelerle birlikte Ruslar'da önlem almakta gecikmediler ve karşı saldırıyla Dilman ve Selmas kasabalarını ele geçirdikten sonra, güneybatıya yönelerek 3 Aralık 1914'te Hakkari'ye girdiler. Ama, geri hatlarının Urmiye'deki Türk müfrezelerinin saldırısına uğramasından çekindikleri için, bir hafta sonra geri çekildiler. Gönüllü müfrezeler ise daha fazla ilerleme olanağı bulamadan, Urmiye yöresinde durakladılar. Öte yandan 3. Ordu'nun 22 Aralık 1914'te başlattığı Sarıkamış Harekatı ile büyük kayıplar verilince, Ruslar Doğu Anadolu'ya yönelik saldırılarını büyük ölçüde artırdılar. Osmanlı birliklerinin Bitlis'e çekilmesinden yararlanan Ruslar, daha da güneye ilerleyerek 23 Mayıs'ta Hakkari'yi ele geçirdiler.

AŞİRET ÇATIŞMALARI VE NASTURİLERİN GÖÇÜ

Hakkari yöresinin Ruslarca işgali, bu işgali destekleyen Nasturiler'in konumunu güçlendirdi. Nasturi Patriği Mar Şim'un, olayların gelişme yönünü görerek, daha işgal öncesinde, 10 Mayıs 1915'te Rus işgal kuvvetleri komutanı ile Muhancık'ta bir görüşme yapmış ve bütün Nasturiler'i Rusların yanında savaşmaya çağırmıştı. Bütün bunlar, öteden beri yaşanan gerginliği daha da artırdı ve yörenin en güçlü aşireti Barzani Aşireti ile Nasturi aşiretleri arasında yoğun çarpışmalar baş gösterdi. Tuma, Tiyari, Cilo ve Baz'daki Nasturi aşiretleri büyük yıkıma uğradılar, köyleri talan edildi, ürünleri yakıldı, sulama kanalları kullanılmaz duruma getirildi. Rus işgal komutanlığının önünü alamadığı bu çarpışmalar, sonunda Nasturiler'i dağlık bölgelere çekilmek zorunda bıraktı. Bu çatışmalar sırasında Cilo Dağı'ndaki Mar Ziya Nasturi Kilisesi, yüzyıllardan bu yana ilk kez yabancı bir topluluğun eline geçti.

Çekildikleri, 3.400 m yükseklikteki Şina Yaylası'nın da kuşatılması üzerine, Nasturiler, Ekim 1915'te, bir yarma harekatı düzenleyerek Selmas'taki Rus hatlarının gerisine sığındılar. İran'daki Rus yönetimi, sayıları 40.000'i bulan bu Nasturi göçmenlerini Hoy, Selmas ve Urmiye'ye yerleştirdi.

İŞGALDEN KURTULUŞ

Hakkari'yi üç yıl kadar işgal altında tutan Ruslar, 1917 Ekim Devrimi'nin ardından yapılan Erzincan ve Brest-Litovsk antlaşmaları uyarınca işgal ettikleri yöreleri boşaltmaya başladılar. Ancak, bu kez de Rus birliklerinin yerini silahlı Nasturi'ler almaya başladı. Urmiye'deki üslerinden Hakkari yöresine saldırılar düzenlediler. Giderek artan saldırılar üzerine Osmanlı Hükümeti Irak'ta bulunan 6.Ordu kuzeye ilerleyerek 22 Nisan 1918'de Hakkari ve yöresinde denetimi ele aldı.Daha sonra da kuzeydoğuya ilerleyerek Tebriz’e girdi. Nasturiler bu gelişmeler üzerine Urmiye bölgesini boşaltarak 1918 yaz aylarında İngiliz işgali altında ki Hemedan’a çekildiler. Bu esnada Nasturi Patriği Mar Şemun’da yörenin önde gelen ağalarından Şahaklı İsmail Ağa tarafından Köhne şehrinde pusuya düşürülerek öldürüldü.

İNGİLİZLERİN YÖREYİ ELE GEÇİRME ÇABALARI

Birinci Dünya Savaşı'nın Osmanlı Devleti'nin yenilgisiyle sonuçlanması ve bu yenilginin 30 Ekim 1918'deMondros Mütarekesi'yle belgelenmesinden sonra, İtilaf Kuvvetleri, Mütareke hükümleri uyarınca Osmanlı topraklarını işgal etmeye başladılar. Bunlardan İngiltere, mütarekenin imzalanmasından bir hafta kadar sonra, 8 Kasım 1918'de daha önce Fransa'ya verilmesi kararlaştırılan Musul'u işgal etti. 26 Kasım'da da, o sırada Hakkari Sancağı'na bağlı olan İmadiye ve Zaho kasabalarına girdi. İngiliz Hükümeti, aralarındaki Sykes-Picot Antlaşması'na karşın, zengin petrol yatakları olan Musul'u Fransa'ya bırakmak istemiyor, burada dolaylı bir yönetim, bir manda yönetimi kurmak istiyordu. İngiltere, Musul'a bir yandan yeni yeni askeri birlikleri yığarken, bir yandan da Hemedan'dan Irak'ın kuzeyine gönderdiği Nasturi aşiretlerini Türklere karşı kışkırtıyordu. İşgale karşı başlayan direnişlerin bastırılmasında, oluşturduğu 4 Nasturi taburunu da kullanan İngiltere, bu hizmetlerine karşılık, Nasturiler'e Hakkari yöresinde özerk yönetim sağlamaya söz veriyordu.

İngiltere, bu çok yönlü politikalarla bölgede oldukça elverişli bir konum edinmişti. O sıralarda Irak'ta bulunan 6. Ordu da mütareke koşullarına uyarak bölgeden çekilince, Musul yöresinde İngilizlerin karşısına çıkacak önemli bir güç kalmamıştı. Bu arada, bazı kazaları işgal edilen ve özerk bir Nasturi yönetimi vaadine konu olan Hakkari'de, büyük bir tehditle karşı karşıyaydı. Zap Vadisi'ne yerleşen Nasturiler, İngilizlerin de yardımıyla Hakkari köylerine girmeye çalışıyorlardı.

RAVENDIZ HAREKATI

Irak'ta İngiliz baskılarının iyice arttığı bir dönemde, bölgenin dinsel önderlerinden Uceymi Sadun Paşa, 5 Haziran 1920'de Mardin'e geldi ve kentin ileri gelenleriyle yaptığı görüşmelerde, Irak'ta İngiliz yönetimine karşı düzenlenecek bir ayaklanmanın kısa sürede başarıya ulaşacağını, bu amaçla bölgeye silah ve asker yardımı yapılmasını istedi. Irak'ın Süleymaniye, Revandiz, Kerkük ve Akra yörelerinde yaşayan Türkler İngiliz yönetiminden hoşnut değildi. İngiliz işgal yönetimi, bölgede denetimini sürdürebilmek için bir politika izliyor, Araplara kimi ayrıcalıklar tanırken, bölge halkına yoğun baskı yapıyordu. Nitekim, tam da o sıralarda Revandiz'de bir ayaklanma olmuş, yenilgiye uğrayan İngilizler yöreyi boşaltmak zorunda kalmışlardı.
Bu gelişmeler üzerine, Ankara Hükümeti'nin Güney Anadolu'da oluşturduğu Elcezire Cephesi Komutanlığı, 1920 sonlarında Revandiz'e bir piyade birliği gönderdi. İngilizler, Lozan görüşmelerinin başladığı günlerde, Musul sorununa askeri bir çözüm bulmak amacıyla, yeni ve güçlü bir saldırı daha düzenlediler. Revandiz'in Hakkari ve Şemdinli ile bağını kesme amacıyla yapılan bu saldırı, yoğun bir direnişle karşılaştı. Çatışmalar aylarca sürdü. Ancak, saldırıya katılan İngilizlerle anlaşma yoluna gitmeleri Revandiz Müfrezesi'ni çekilmek zorunda bıraktı. Müfreze 29 Nisan 1923'te, İran sınırını geçerek Uşnu Kasabası'na sığındı.

Yine 1924 yılında Beytüşşebap'ta görevli olan Kürt subaylarını bir isyan girişimleri oldu.

1925'te Şemdinli, 1926'da İsmail Ağa(Gravili-Özbek), 1926 Çatak Giravi ailesi(Ertoşlar),1926 Beytüşşebap Uludere'de gerçekleşen Jirkili Ehya(Yahya / Adıyaman) isyanı, 1930'da da Oramar isyanı gerçekleşti.

NASTURİ AYAKLANMASI VE HAKKARİ VALİSİNİN TUTSAK EDİLMESİ

1923 sonrasında, İngiltere, işgal altında tuttuğu Musul'u yasal olarak da elde edilebilmek için diplomatik görüşmelere olanca ağırlığını koyarken, işgali altındaki toprakları daha da genişletmek ve Hakkari yöresini de dolaylı olarak elde edebilmek için bir takım kışkırtmalara ve askeri hazırlıklara girişti.İngiliz hükümeti ,bu amaçla, daha önce Irak'ın kuzeyine yerleştirdiği Nasturiler arasında yoğun bir propagandaya girişti ve onları askeri bir eyleme zorladı.Bu kışkırtmalar sonucunda ,Hakkari Valisi Halil Rıfat Bey, 7 Ağustos 1924'te keşif için geldiği Hangediği'nde, Nuhup Nasturi aşireti Reisi Gülyano'nun saldırısına uğradı ve tutsak edildi.Aynı saldırıda il jandarma komutanı Binbaşı Hüseyin Bey'le Üç jandarma eri de öldürüldü.Bu olay Ankara Hükümeti'nin büyük tepkisine yol açtı.Bu tepki öyle büyük oldu ki Aşağı Tayyare Nasturileri Reisi Hoşabe valiyi serbest bıraktırdığı halde, T.C. Hükümeti, Nasturiler'e karşı güç kullanılmasını kararlaştırdı. Böylece 12-28 Eylül arasında Nasturiler'i yeniden Hakkari dışına çekilmeye zorladı.

Hakkari Lozan'da Ulusal Vilayetiyle birlikte pazarlık konusu yapıldı. Silahlı çatışma ile değil görüşme ve antlaşma ile Türkiye sınırları içine alındı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Ruslar'ın işgaline uğrayan Çölemerik, 1924'te kurulan Hakkari Vilayeti'nin Merkez İlçesi durumuna getirilmiştir. 1933'te Van İli'ne bağlanan Hakkari, 1936'da yeniden il olunca, Çölemerik kesin olarak, Hakkari İli'nin Merkez İlçe'si olmuş ve bugünkü konumunu kazanmıştır.

HAKKARİ'NİN DİPLOMATİK GÖRÜŞMELERE KONU OLMASI

Hakkâri Cumhuriyet öncesinde, Van Vilayetinin bir sancağı olarak Musul Vilayetinin kuzeyinde yer alıyordu.

Bu coğrafi konum nedeni ile yörenin siyasal geleceği, Musul’un kavuşacağı siyasal statü ile doğrudan ilişkiliydi. Musul uzun yıllar İngiliz işgali altında kaldığından dolaysıyla statüsü 1926 yılında belirlendiği için Hakkâri yöresinin istikrarlı bir yapıya kavuşması ancak bu tarihte gerçekleşti.

Ankara Hükümetinin Milli mücadeledeki başarısını belgeleyen Lozan barış görüşmelerinin, belki de en tartışmalı konusu, Musul sorunuydu. O sırada iki kaza (İmadiye, Zaho) İngiliz işgali altında olduğu için konu Hakkâri’nin siyasi geleceğini de ilgilendiriyordu. Gerek İngiltere gerekse Türkiye bu konuda herhangi bir ödüne yanaşmadıkları için görüşmelerin kesilmesini önlemek amacıyla, Musul sorununun daha sonra, ikili görüşmelerde ele alınması karalaştırıldı. Nitekim bu amaçla 19 mayıs 1924’te “Haliç Konferansı” adı verilen bir görüşme düzenlendi ancak, bu konferansta da bir sonuca ulaşılamadığı gibi, İngiltere’nin konferanstaki temsilcisi Sir Percy Cox , yaptığı konuşmada Hakkâri yöresini de pazarlık konusu yaparak bu bölgenin, Irak’taki Nasturilere verilmesini istedi ve konferans 5 Haziran 1924’te herhangi bir çözüme ulaşmadan dağıldı.

Haliç Konferansının başarısızlığa uğraması üzerine, Türkiye konunun Milletler Cemiyetine götürülmesini önerdi. Ankara Hükümetinin bu öneriyi benimsemesi üzerine de Musul Sorunu, Milletler Cemiyetinin 20 Eylül 1924 tarihli oturumunda ele alındı. Uzun görüşmelerden sonra, Milletler Cemiyeti bünyesinde üçlü komisyon adı altında bir komisyon oluşturuldu. Komisyon 29 Ekim 1924’te soruna geçici bir çözüm getirdi ve Brüksel Hattı adı verilen bir çizgi ile Türkiye Irak sınırını belirledi. Bu hata göre Hakkâri ve Musul birbirinden ayrılıyor, Hakkâri’nin kazaları Zaho ve İmadiye Musul içinde kalıyordu. Üçlü komisyon, daha sonra, Musul’un ekonomik toplumsal ve kültürel yapısıyla İngiltere’nin Hakkâri’ye ilişkin sağlarını incelemek üzere bölgede çalışmalara başladı. 16 Temmuz 1925’te bir rapor hazırlayarak Milletler Cemiyetine sundu. Bu raporda, Brüksel hattının kesinleştirilmesi, Musul’un Irak’a verilmesi ve İngiltere’nin Hakkâri ile ilgili isteklerinin geri çevrilmesi görüşleri yer alıyordu.

Nihayet 5 Haziran 1926’da Türkiye, İngiltere ve Irak arasında yapılan Ankara antlaşmasıyla Türkiye-Irak sınırı, Milletler Cemiyetinin kararı doğrultusunda belirlendi. Bu antlaşmayla Musul’un yanısıra daha önce Hakkâri’ye bağlı olan Zaho ve İmadiye ilçeleri de Irak’a bırakıldı.

HAMİDİYE ALAYLARI

XIX Y.Y. yılda Hakkâri yöresi Osmanlı Devletinin merkezi otoritesinin tam anlamıyla kurulamadığı Doğu Anadolu’nun önemli bir vilayetidir. Çeşitli aşiretlerin başına buyruk davranışları, ayrıca yörenin aşılması güç dağlarla kaplı oluşu, ulaşımı, dolayısıyla asker sevkıyatını büyük ölçüde engellemekteydi. Kışın yoğun kar nedeni ile kapanan yollar, ancak yazın birkaç ayında ulaşıma açılabilmekteydi.

XIX. Y:Y. Başında Hakkâri yöresi Van Vilayetine bağlı bir ocaklıktı. Son ocaklık sahiplerinden Hakkâri Beyi Şenbolu Nurullah ile Cizreli Bedirhan Beyler, XIX.yy ortalarında Nasturi saldırılarını bastırdılar. 1843’te Tiyari, 1846’da ise Tuhum nahiyelerindeki Nasturilerle Müslüman Aşiretler arasında meydana gelen çatışmalar, yöredeki başıboşluğu iyiden iyiye körüklediler. Bu durum karşısında İstanbul hükümeti Osman Paşayı yörede asayişi sağlamakla görevlendirdi.

1853’te Kırım savaşı patlak verince Şemdinlili (Büyük)Seyyit Tâhâ, Dağıstanlı Mücahit Şeyh Şamil ile birlikte Ermeni ve Ruslara karşı Hakkâri ve yöresindeki aşiretleri harekete geçirerek cihat ilan etti. Seyyit Tâhâ’nin ölümünden sonra yerine geçen kardeşi Seyyit Salih Doğu Anadolu ve Azerbaycan'da ki aşiretleri Ermeni ve Ruslara karşı ayaklandırdı.

II.Abdulhamit, Doğu Anadolu da merkezi otoriteyi sağlamak yeni bir toplumsal ve siyasal yapı oluşturmak istiyordu. Bu durum Ermenilerin siyasi faaliyetlerine engel olurken Ermeniler ile Müslüman halk arasındaki dengeyi korumak için Doğudaki aşiretlerle iyi ilişkiler geliştirmenin zorunlu olduğuna inanıyordu. Bu amaçla 1884’te Hakkâri’ye gönderilen Ethem Paşa, aşiret reisleri ile, ilişkilerin geliştirilmesine çalışmıştır. II. Abdulhamid ayrıca Doğu Anadolu aşiretlerini Hamidiye alayları biçiminde örgütlerken onlardan asker olarak yaralanmayı düşünüyordu. Hamidiye alaylarına tanına bazı ayrıcalıklar, örneğin aşiret mensuplarına evlerinden uzaklaşmadan kendi yurtlarında askerlik yapma olanağı tanınması pek çok aşiretin Hamidiye alaylarına katılmasına neden olmuştur. Hamidiye alayları II.Abdulhamid’in amaçladığı Doğu Anadolu’daki asayişi tam anlamıyla sağlayamamışsa da birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele yıllarında Hamidiye Alaylarının bölgenin savunmasında çok önemli katkıları olmuştur.

YÜKSEKOVA
Click the image to open in full size.

Yüksekova’nın yüzölçümü 291km2’dir. Coğrafi yapı olarak iki kısma ayrılır. Ova kısmı 420.000 dekardır. İkinci kısmı ise dağlık kısmıdır. İlçenin rakımı 1950 metredir. İklimi karasal iklim özelliğine sahiptir.

</SPAN>
Yüksekova’ya bağlı 53 köy ve bu köylere bağlı 106 mezra bulunmaktadır. Yüksekova Merkez mahalle muhtarı 9 olup, Esendere ve Büyükçiftlik Beldelerinde 3’er muhtar bulunmaktadır.

İlçede göç nedeniyle işsizlik sorunu yaşanmaktadır. Geçim kaynağı ova köylerinde büyükbaş, dağ köylerinde ise daha çok küçükbaş hayvancılığa dayanmaktadır. Bunun yanında yem bitkisi tarımı da yapılmaktadır

Tarihi bir kent olan Yüksekova’da sürekli yerleşimi M.Ö. 7000 lere değin uzandığı ve 1000 yıllarında Yüksekova da Urartu Uygarlığının yaşamış olduğu bilinmektedir.

İlçe I. Dünya Savaşı sonunda Rus işgaline uğramış Ordu destekli ilçenin Milis Kuvvetlerinin başarıları sonucunda 5 Mayıs 1918’de düşman işgalinden kurtulmuştur.

Tarihi uygarlıklar olarak Hürriler, Medler, Persler ve Urartular buralarda hüküm sürdüler. Halen günümüzde Kral Darius’un köyü olan Dara’nın İlçemiz hudutları içinde bir höyük halinde kalıntısı mevcuttur. Kelyaşin ve Uluyol köyünde bulunan mezar taşı, steller ve Güçlü köyündeki koç şeklindeki taşlar Urartulara ait olup, yine Urartuların kültürel ve kutsal Musasır (Aldier) kentinin kalıntıları Kadıköy ve Büyükçiftlik arasında bulunan derav mevkiinde mevcuttur.
Urartu Uygarlığının en kalıcı kanıtları ünlü ordu yoludur. Ordu yolu üzerinde Kelyaşin ve Uluyol stelleri ve anıtları üzerinde Urartu diliyle yazılmış yazıtlar vardır ki bu uygarlıkla ilgili en doğru bilgiler bu yazıtlardan elde edilmiştir. İlçenin batısında Aviş deresi ağzında büyük bir kent ve kale kalıntıları mevcuttur.
Tarihi bir kent olan Yüksekova'da sürekli yerleşimin M.Ö.7000'lere değin uzandığı kesin olarak bilinmektedir. M.Ö.1000'de ise yörede Urartu Uygarlığı yaşanmıştır. Eski adı Gever olan Yüksekova, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Osmanlı topraklarına katılmıştır.

Yüksekova I.Dünya Savaşı sonunda Rus işgaline uğramış, ilçenin milis kuvvetleri ve ordunun başarısı sonucu 5 Mayıs 1918'de düşman işgalinden kurtulmuştur. 19.yy'da Van Vilayetine bağlı Hakkari Livası'nın kazası olan Yüksekova 1936'da ilçe durumuna getirilmiştir. İlçe merkezin eski adı Dize'dir.

Yüksekova'nın toplam nüfusu 2000 yılı sayımına göre 102,039 kişidir. Bu nüfusun 59,662'si ilçe merkezinde, 42,377'i ise köylerde yaşamaktadır.

Nüfus artışı diğer yerleşim yerlerine göre yüksektir. Yüksekova İlçesinin yüzölçümü 2291 km2'dir.
Coğrafi yapı olarak iki kısma ayrılır. Ova kısmı 200.000 dekardır, bu kısmın 30.000 dekarı bataklıktır. İkinci kısmı ise dağlıktır.
Yüksekova'nın rakımı 1950 m'dir. İklimi karasal iklim özelliğine sahiptir. Kışları sert ve uzundur. Ekin ayı sonunda düşen kar Nisan ayı sonuna kalkmaktadır.

Yüksekova'ya bağlı 49 köy köylere bağlı 106 mezra bulunmaktadır. Ancak güvenlik gerekçesiyle köy ve mezralardaki nüfusun büyük çoğunluğunu ilçe merkezine göz etmiştir. İlçede göç nedeniyle işsizlik sorunu yaşanmaktadır. Geçim kaynağı hayvancılığa, özellikle de küçük baş hayvancılığa dayanmaktadır. Tarımsal üretim çok azdır. İlçede iki adet un fabrikası ile bir adet süt ve süt ürünleri fabrikası bulunmaktadır.

Tarihi eser olarak Urartu Uygarlığının en kalıcı kanıtları ünlü "Ordu Yolu"dur. Bu yol Yüksekova Kelişin Geçitin'den Van'a uzanmaktadır. Ordu yolu üzerindeki Keleşin ve Topzava Stelleri anıtları üzerinde Urartu diliyle yazılmış yazıtlar vardır ki bu Uygarlıkla ilgili doğrudan bilgiler bu yazıtlardan elde edilmiştir.

Büyükçiftlik Beldesi (Xirvate) kalıntıları; Yüksekova'nın batısında Aviş deresi ağzında büyük bir kent ve kale kalıntısıdır. Buranın önemli Urartu kentlerinden Musaşir olduğu sanılmaktadır. Ayrıca Derav Vadisi Gagevran Köy yakınlarında 11.YY'da kayalara oyulmuş kiliseler vardır. Duvarları içten, nişler ve Hz.İsa'nın yaşamını konu alan freskolarla süslüdür. İlçe Merkezine uzaklığı 80 km.dir

GEVEROK vadisinde CİE HANDEV ADE Tepesinde kayalara kazılmış bini aşkın resim bulunmuştur. Bu resirnler yapısal özellikleri nedeniyle NEOLOTİK dönemle tarihlenmektedir.

M.Ö lOOO'de ise yörede URARTU uygarlığı yaşanmıştır. Bu uygarlığın en kalıcı izleri ise İlçe sınırları içindeki ünlü ORDU yoludur. Bu yol, URARTU krallığının Van Gölü kıyısındaki merkezi TUŞBA'dan (Van İlinin eski ismi)başlayıp CİLO Dağlarına değin uzanmaktadır. GELYAŞİN ve TOPUZAVA anıtları üzerinde URARTU dili ile yazılmış yazıtlar vardır ki; bu uygarlıkla ilgili en doğrudan bilgiler bu yazıtlardan elde edilmiştir.

Eski adı GEVER olan Yüksekova, Kanuni Sultan Süleyman'ın egemenlik yıllarında Osmanlı topraklarına katılmıştır. 5 Mayıs 1919’da yerli milis kuvvetleri ve Türk ordusu tarafından Yüksekova kurtarılınca isyancı Nasturiler, Urumiye (İran'ın Yüksekova'ya komşu olan ili) bölgesine çekildiler.

19. Yüzyılda Van vilayetine bağlı Hakkari livasının kazası olan Yüksekova 1936’da ilçe konumuna getirilmiştir. İlçe Merkezinin eski adı Dize'dir.

COĞRAFİ YAPI

Yüksekova ilçesi doğuda İran devleti ve Şemdinli ilçesi, güneyde Irak devleti, batıda Çukurca ilçesi ve Hakkari ili, kuzeyde Van ilinin Başkale ilçesi ve İran devleti ile çevrili ülkemizin bir serhat ilçesidir.

Yüzölçümü 2291 kilometrekare olup Hakkari iline uzaklığı 80 km’dir Etrafı dağlarla çevrili olan ilçemizin rakımı 1950 m'dir. Batısında Cilo dağı, kuzeyde Mor dağı doğusunda İran sınır dağları güneyinde Cilo dağlarının uzantısı olan Sipiriz sıra dağlarıyla çevrilidir. Yüksekova ilçesi bir çöküntü alanıdır.

Ovanın kenarında büyük Zap nehrinin bir kolu olan Nehil çayı akmaktadır. Yüksekova’nın yüksek dağlarında bazı buzul ve sirk gölleri vardır. Bu göller daha çok Cilo ve Sat dağlarındadır.

CİLO DAĞI (REŞKO) 4168 M
DİLEZİ 3250 M
KELEMERİ 3084 M
MOR DAĞI 3810 M
ORAMAR 3302 M
KORAN 3396 M
SAT DAĞI 3300 M
ŞERRAZİ 112 M
VADİNASUR 3250 M

Yüksekova ilçesi 42-10 ve 44-50 boylamları 36-57 ve 37-48 kuzey enlemleri arasında yer almaktadır.

Yüksekova ovasının genişliği 15 km, uzunluğu ise 40 km'dir. Zengin alüvyon topraklara sahip olmasına rağmen ağaç ve meyve yetiştiriciliği olumsuz iklim şartları sebebiyle çok azdır. Gece-gündüz ile mevsimler arasında büyük sıcaklık farkı; tarımdan çok, gür çayır ve meralarla hayvancılığa zemin hazırlamıştır.

En büyük platosu Kandil Yaylası, Armutdüzü çevresidir. En büyük vadisi Yüksekova'dan geçen Zap'ın bir kolu olan Nehil ırmağı vadisidir. Yüksekova'daki yaylalar ekonomik hayata yön vermiş ve özellikle hayvancılığı ön plana çıkarmıştır.

Belli başlı yaylalar şunlardır: CEYTER, MERGEZER , MEYDANBELEK, MOR DAĞI, VARGENIM, KANİMASİ Belli başlı akar suları ise Nehil ve Oramar (Avaşin) ırmaklarıdır.
YÜKSEKOVA'NIN İKLİMİ

Click the image to open in full size.

Yüksekova ilçesi Doğu Anadolu bölgesi iklim özelliklerini taşır. Dolayısıyla karasal iklim hüküm sürer. Yazlar sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve karlı geçer.

Karasal iklimin en belirgin özelliklerinden gece ile gündüz ve mevsimler arasındaki sıcaklık farkı fazla, yağış ise azdır. Orman örtüsü yok denecek kadar az olan ilçenin bitki örtüsü ise step karakteri taşır.

İLÇENİN YERLEŞİM VE NÜFUS YAPISI

2000 yılında yapılan nüfus tespitine göre ilçe merkezinde 72.172 kişi, köylerinde 41.685 kişi olmak üzere toplam 113.857 kişi bulunmaktadır.

Yüksekova Şehir Merkezi : 59.662
Bucak ve Köyler : 42.377
Yüksekova ilçesi toplamı : 102.039

YÜKSEKOVA'NIN EKONOMİK YAPISI

İklim yapısının zirai ürünlerin çeşitliliğini etkilediği Hakkari il ve ilçelerinde en yoğun zirai üretim Yüksekova ilçesinde yapılmaktadır. En çok buğdayın yetiştirildiği ilçede hayvancılık ise başlı başına bir geçim kaynağı olmuştur. Başta Dağlıca bölgesi olmak üzere ilçede az sayıda arıcılık da yapılmaktadır.

İlçemizde bulunan Baskın Kardeşler Süt Fabrikası, Onay Un Fabrikası ve Ovaş Et Entegre Tesislerinin varlığı ise ilçedeki tarımsal ve hayvansal ürünlerin değerlendirilmesinde önemli pay sahibi olmuşlardır.

Madencilik alanında yapılan araştırmalarda Yüksekova'nın Kışlacık, Kadirtepe, Evliyatepe, Baştazın, Adaklı, Ayır, Halkan ve Orşe köyleri civarında zengin krom madeni yataklarına rastlanmıştır. İlçenin Esendere beldesinde bulunan Esendere Sınır Kapısı birinci derecede sınır kapısıdır.

SOSYAL DURUM

Yüksekova'da, tarihi bir yaşantı olarak kabul edilen aşiret hayatı bazı kesimlerde halen özelliğini sürdürmektedir.

İlçe merkezinde dahi, toplum hayatını etkileyen en önemli faktörlerden biri hayvancılıktır. Tabi bu durum köye nazaran bir değişikliğe uğramış. İşin içine ticaretle girmiştir. Kısacası ilçe merkezinde ikili bir geçim kaynacı mevcuttur. Toplum hayatı da bu ikili etkenin tesirinde şekillenir.

Köylerde toplum hayatını tam manasıyla şekillendiren hayvancılıktır. Geçimini tamamen hayvan varlığına dayalı olan halk yaşayışını da buna uydurmak zorunda kalmıştır. Bu sebeple sabit bir yerleşme yerine bağlı kalmış, hayvanlarına ot ve su bulabilmek mecburiyetiyle, istemeyerek de olsa göçebe durumuna girmiştir. Bundan dolayı ilçede kırsal yerleşme alanlarının sayısı çok artmıştır.

Göçebelik devamlı değildir. Yani on iki ayı kapsamaz, mevsimliktir. Bu sebeple göçebelikle karıştırılmaması gerekir. İlçedeki bu göçebe hareketine özel bir ad verilir, buna ZOMA denir.

Zoma yaşantısı her yıl Mayıs ayının ilk haftasında başlar. 15 Eylül'e doğru sona erer. Zoma hayatı genellikle keçi kılından yapılmış su geçirmez çadırlarda geçer. Bu çadırların büyüklüğü ailenin gelirine göre değişir. Çadırların bir kısmı 3-5 kişilik olduğu gibi bir kısmı da 50-60 kişiyi barındıracak büyüklüktedir.

Yüksekova'nın sosyal yaşantısında çok özel bir yeri olan zoma hayatı her geçen yıl değer ve önem kaybetmekledir. Hayvancılıkta fenni beslenme yerleştikten, hayvan mahsullerinin değerlendirecek tesisler kurulduktan, köy ve yayla yolları yapıldıktan ve halkın kültür seviyesi yükseldikten sonra zoma hayatı önemini kaybetmektedir.

Zoma hayatında kadının görevleri çok ağırdır. Koyun sağma, peynir, yağ ve yoğurt yapımı ile ev işleri örgü dokuma gibi el sanatları tamamen kadına aittir. Erkekler zoma hayatında kadınlara nazaran daha rahat bir hayat sürerler. Onlarında görevleri koyunların otlatılmasına nezaret etmek, hayvansal ürünlerin nakil ve satışı ile uğraşmak ve zomanın onurunu korumaktır

Yüksekova ilçesinde madeni hizmet araçlarından halkın ilçe halkının tümü faydalanmaktadır. Bunun yanında, ilçe köylerinin hemen hemen %90 ı elektrik, yol, acil sağlık ve P.T.T. hizmetlerinden faydalanmaktadır. Bu tür medeni hizmetlerden faydalanmayan köylü oldukça az olup bunlara da bu tür hizmetler götürülmekte ve üzerinde çalışmalar sürmektedir.

Sofralar oldukça zengin bir yapıya sahiptir. Masada yemek daha yeni görülmektedir. Buda ancak ilçe merkezinde görülür. Sofralar geniş, bir sofra bezi, muşamba veya tepsilerde kurulur. Fazla yabancının bulunması halinde sofrada sadece kekler, yemekler yenildikten sonra sofra toplanır, kadın kız ve çocuklar için evin diğer bir bölümüne geçilir.
Yörede yemek sofrasında o yörenin büyükleri sofraya gelmeden birisi gelemez. Sofra kurulduktan sonra ev sahibi en büyük olarak buyur dedikten sonra sıra ile sofraya oturulur. Yemekte çatal kaşık kullanılır. Bıçak kullanma alışkanlığı sofraya girmemiştir. Sofralarda bazen bir tabakla bir kişi aynı tabaktan yemek yerler. Yörede sofra kurulduktan sonra yemekler tek tek gelmez. Tüm yemekler getirildikten sonra buyur edilir.

Başlık konusu sadece köylerde mevcuttur. Merkezde kalkmış durumdadır. Başlıkla beraber, bazı giyim eşyaları ve hediyelikler de düğünün bu bölümünde alınmaktadır. Başlık kesildikten sonra kız tarafı erkek tarafından geleneklerin hatırına bir miktar para bağışlar. Buna HATIR VERME denir. Eksik görülmesi halinde bu paranın üstü tamamlanır. Bu sıra bir nevi pazarlık havasında gider. Küsmeler darılmalar, hatta bu işten çekilmeler bile olabilir.
DÜĞÜNLER

Click the image to open in full size.
Bu yörede evlenme çağı çok genç yaşlara isabet eder. Genellikle evlenen gençlerden kızlar erkeklere göre daha az yaşlı veya eşit yaşta olabilirler. Evlenme yaşı genel olarak 15-16 erkeklerde 18-19 yaşlarında olabilir. Evlenmelerde genellikle kız ve erkek taraflarının denkliği çok önemlidir. Çoğu zaman genç kız ve erkeğin birbirlerini sevmeleri halinde durum bozulmaktadır. Evlenme işleri köylerde görücü usulü olarak yapılmaktadır. Bu ilçe merkezinde yavaş yavaş kalkmaktadır. Gençlerin anne, baba veya yakınlarının tesiri altında oldukları görülmüştür. Kız ve erkek koyun sağma yolunda çeşmede veya diğer iki gencin evlenmesinde görülmektedir. Düğünler erkekli kızlı olduğundan ve mahalli karma oynandığından bu olanak burada oldukça fazladır. Evlenen gençlere genellikle anneleri aracı olurlar. Babaları haberleri yokmuş gibi görünürler. Ancak bunu kısa aralıklarla takip ederler. Eğer oğlan tarafı kabul öderse düğün hazırlıklarından önce oğlan tarafından göndereceği bir haberle başlar, buna yörede kasıt denir.

Kasıt elçi anlamına gelir. Kızın istenmesine zemin hazırlar. Önce bir zat görevlendirilir. Bu kişi önce kızın ailesine iletilmesinde vesile olur. Bu kızın ailesine yakın akrabaları tarafından iletilir. Kızın annesi tarafından kıza iletilir. Kabul edildiği takdirde kız ailesi tarafından kıza iletileceği gibi aynı silsile ile erkek taratma iletilir. Oğlan tarafı buna dayanarak kızı ister. Haberciden olumlu haber alındıktan sonra sonra oğlan hatırı sayılır birkaç kişi ile kız evine varır. Bir müddet sohbet edildikten sonra, kız tarafının en büyüğüne veva kız babasına "Allahın emri, peygamberin kavliyle kızınız (ismi ile hitap eder) filancanın oğluna istenmeye münasip gördük" ne buyurursunuz der."kızın babası geleneklere uyarak büyük bir saygı ve iltifat duyarak kızımız yolunuza fedadır, der. ardından şerbetler içilir. Bu bir kabul demektir. O topluluktan erkek tarafından olan güveye yakın bir zat yerinden kalkarak kızın babasının veya babasının gösterdiği zatın elini öper.

NİŞAN

Kız istemeden sonra kızın nişanlanacağı, kız tarafına bildirilir. Oğlanın annesi yoksa yakınlarında biri birkaç kadınla, kız evine gider. Kıza yüzük ve takılar takarak, nişan yaparlar. Bunun yanında erkek tarafından kız taratma kat kumaş ve benzeri hediyeleri verilir,

TURİZM

Irak ve Iran'a komşu olan ilçemizde Cento'nun ortak bir çalışma sonunda meydana getirdiği standart bir karayolu, Esendere sınır kapımızdan İran'a ulaşmaktadır. Komşu İran devletinin iki sınır kapısından biri olan Esendere yolunun bu ilçemizden geçmesi turizm yönünden büyük önem taşımaktadır.
Click the image to open in full size.

İlçe merkezine gelen turistler gezi inceleme yapma, Cilo ve Sat göllerine giderek çeşitli konulurda bilimsel araştırmalara yapmak eğilimi ve sistemi ile gelen turistlerdir.
Bu sırada bazı tarihi eser meraklısı turistlerin geldiği tespit edilmiştir. Cilo- Sat dağlarına "Türkiye'nin Himalayaları" denir. Daima karlı tepeleri, buzul gölleri yer yer hırçın tabiat güzellikleri içinde insanoğlunun meydan okuyan bütün bu manzara yurdumuzun bir başka köşesinde kolay kolay bulunmayacak değerlerdir.

TARİHİ VE TURİSTİK YERLER

Cilo ve Sat Dağları’nın Geveruk Vadisi’nde rastlanan “Kaya resimleri” Yüksekova yöresinin tarihi değerini arttırmıştır.

__________________
Click the image to open in full size.
carsi_30 Ofline   Alıntı ile Cevapla