|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Oyun Alanı | Ajanda | Arama | Bugünkü Mesajlar | Forumları Okundu Kabul Et XML | RSS | |
15-01-2008, 22:45 | #11 | ||
Banned Üyelik tarihi: Jan 2008 Yaş: 38
Mesajlar: 1.503
Tecrübe Puanı: 0 | Dünyanın en tuhaf mahluku Akrep gibisin kardeşim, Korkak bir karanlık içindesin akrep gibi… Serçe gibisin kardeşim, Serçenin telası içindesin. Midye gibisin kardesim Midye gibi kapalı, rahat Ve sonmus bir yanardag gibi korkunçsun kardesim. Bir degil Bes degil milyonlarcasın maalesef. Koyun gibisin kardesim. gocuklu celep kaldırınca sopasını suruye kapılıverirsin ve adeta mağrur koşarsın salhaneye. Dunyanın en tuhaf mahlukusun yani, hani şu derya içinde olup. deryayı bilmeyen balıkyan tuhaf. Ve bu dunyada,bu zulüm senin sayende. Ve açsak, yorgunsak, al kan içindeysek ve hala şarabımızı vermek için uzum gibi eziliyorsak, kabahat senin demeye dilim varmıyor ama, kabahatın cogu senin, canım kardesim! nazım | ||
|
15-01-2008, 22:46 | #12 | ||
Optik bArikAtı Üyelik tarihi: Oct 2006
Mesajlar: 1.729
Tecrübe Puanı: 20 |
GÜNEŞİ İÇENLERİN TÜRKÜSÜ Bu bir türkü: - toprak çanaklarda güneşi içenlerin türküsü! Bu bir örgü: - alev bir saç örgüsü kıvranıyor; kanlı, kızıl bir meşale gibi yanıyor esmer alınlarında bakır ayakları çıplak kahramanların! Ben de gördüm o kahramanları, ben de sardım o örgüyü, ben de onlarla güneşe giden köprüden geçtim! Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi Ben de söyledim o türküyü! Yüreğimiz topraktan aldı hızını; altın yeleli aslanların ağzını yırtarak gerindik! Sıçradık; şimşekli rüzgâra bindik! Kayalardan kayalarla kopan kartallar çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını. Alev bilekli süvariler kamçılıyor şaha kalkan atlarını! Akın var güneşe akın Güneşi zaptedeceğiz Güneşin zaptı yakın! Düşmesin bizimle yola: evinde ağlayanların göz yaşlarını boynunda ağır bir zincir gibi taşıyanlar Bıraksın peşimizi kendi yüreğinin kabuğunda yaşıyanlar! İşte: Şu güneşten düşen ateşte milyonlarla kırmızı yürek yanıyor! Sen de çıkar göğsünün kafesinden yüreğini; şu güneşten düşen ateşe fırlat; yüreğini yüreklerimizin yanına at! Akın var güneşe akın Güneşi zaaptedeceğiz Güneşin zaptı yakın! Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk! Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız, toprak kokuyor bakır sakallarımız! Neşemiz sıcak! kan kadar sıcak delikanlıların rüyalarında yanan o "an" kadar sıcak! Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak ölülerimizin başlarına basarak yükseliyoruz güneşe doğru! Ölenler dövüşerek öldüler; güneşe gömüldüler. Vaktimiz yok onların matemini tutmaya! Akın var güneşe akın Güneşi zaaaptedeceğiz Güneşin zaptı yakın! Üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor! Kalın tuğla bacalar kıvranarak ötüyor! Haykırdı en önde giden, emreden! Bu ses! Bu sesin kuvveti, bu kuvvet yaralı aç kurtların gözlerine perde vuran, onları oldukları yerde durduran kuvvet! emret ki ölem emret! Güneşi içiyoruz sesinde! Coşuyoruz, coşuyor!... Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor! Akın var güneşe akın Güneşi zaaaaptedeceğiz Güneşin zaptı yakın! Toprak bakır gök bakır. Haykır güneşi içenlerin türküsünü, Hay-kır Haykıralım! | ||
15-01-2008, 22:48 | #13 | ||
hüngürella Üyelik tarihi: May 2007 Yaş: 41
Mesajlar: 5.146
Tecrübe Puanı: 23 | «BENCE SEN DE ŞİMDİ HERKES GİBİSİN» Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor Onlardan kalbime sevda geçmiyor Ben yordum ruhumu biraz da sen yor Çünkü bence şimdi herkes gibisin Yolunu beklerken daha dün gece Kaçıyorum bugün senden gizlice Kalbime baktım da işte iyice Anladım ki sen de herkes gibisin Büsbütün unuttum seni eminim Maziye karıştı şimdi yeminim Kalbimde senin için yok bile kinim Bence sen de şimdi herkes gibisin 1918 HERKES GİBİ Gönlümle baş başa düşündüm demin; Artık bir sihirsiz nefes gibisin. Şimdi tâ içinde bomboş kalbimin Akisleri sönen bir ses gibisin. Mâziye karışıp sevda yeminim, Bir anda unuttum seni, eminim Kalbimde kalbine yok bile kinim Bence artık sen de herkes gibisin. Temmuz 1920 | ||
15-01-2008, 22:48 | #14 | ||
hüngürella Üyelik tarihi: May 2007 Yaş: 41
Mesajlar: 5.146
Tecrübe Puanı: 23 | KARIMA MEKTUP Bir tanem! Son mektubunda: 'Başım sızlıyor yüreğim sersem! ' diyorsun. 'Seni asarlarsa seni kaybedersem; diyorsun; 'yaşıyamam! ' Yaşarsın karıcığım, kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda; yaşarsın kalbimin kızıl saçlı bacısı en fazla bir yıl sürer yirminci asırlılarda ölüm acısı. Ölüm bir ipte sallanan bir ölü. Bu ölüme bir türlü razı olmuyor gönlüm. Fakat emin ol ki sevgilim; zavallı bir çingenenin kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli geçirecekse eğer ipi boğazıma, mavi gözlerimde korkuyu görmek için boşuna bakacaklar Nazıma! Ben, alaca karanlığında son sabahımın dostlarımı ve seni göreceğim, ve yalnız yarı kalmış bir şarkının acısını toprağa götüreceğim... Karım benim! İyi yürekli altın renkli, gözleri baldan tatlı arım benim: ne diye yazdım sana istendiğini idamımın, daha dava ilk adımında ve bir şalgam gibi koparmıyorlar kellesini adamın. Haydi bunlara boş ver. Bunlar uzak bir ihtimal. Paran varsa eğer bana fanila bir don al, tuttu bacağımın siyatik ağrısı, Ve unutma ki daima iyi şeyler düşünmeli bir mahpusun karısı. | ||
15-01-2008, 22:49 | #15 | ||
hüngürella Üyelik tarihi: May 2007 Yaş: 41
Mesajlar: 5.146
Tecrübe Puanı: 23 | BULUTLAR ADAM ÖLDÜRMESİN Analardır adam eden adamı aydınlıklardır önümüzde gider. Sizi de bir ana doğurmadı mı? Analara kıymayın efendiler. Bulutlar adam öldürmesin. Koşuyor altı yaşında bir oğlan, uçurtması geçiyor ağaçlardan, siz de böyle koşmuştunuz bir zaman. Çocuklara kıymayın efendiler. Bulutlar adam öldürmesin. Gelinler aynada saçını tarar, aynanın içinde birini arar. Elbet böyle sizi de aradılar. Gelinlere kıymayın efendiler. Bulutlar adam öldürmesin. İhtiyarlıkta aklına insanın, tatlı anıları gelmeli yalnız. Yazıktır, ihtiyarlara kıymayın, efendiler, siz de ihtiyarsınız. Bulutlar adam öldürmesin. Şubat 1955 | ||
15-01-2008, 22:50 | #16 | ||
hüngürella Üyelik tarihi: May 2007 Yaş: 41
Mesajlar: 5.146
Tecrübe Puanı: 23 | BU VATANA NASIL KIYDILAR İnsan olan vatanını satar mı? Suyun içip ekmeğini yediniz. Dünyada vatandan aziz şey var mı? Beyler bu vatana nasıl kıydınız? Onu didik didik didiklediler, saçlarından tutup sürüklediler. götürüp kâfire : «Buyur...» dediler. Beyler bu vatana nasıl kıydınız? Eli kolu zincirlere vurulmuş, vatan çırılçıplak yere serilmiş. Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş. Beyler bu vatana nasıl kıydınız? Günü gelir çarh düzüne çevrilir, günü gelir hesabınız görülür. Günü gelir sualiniz sorulur : Beyler bu vatana nasıl kıydınız? 1959 | ||
15-01-2008, 22:50 | #17 | ||
Dişi Kartal Üyelik tarihi: Apr 2007
Mesajlar: 1.845
Tecrübe Puanı: 19 | YAŞAMAYA DAİR 1 Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir sincap gibi meselâ, yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani, bütün işin gücün yaşamak olacak. Yaşamayı ciddiye alacaksın, yani, o derecede, öylesine ki, meselâ, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, yahut, kocaman gözlüklerin, beyaz gömleğinle bir laboratuvarda insanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, hem de en güzel, en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde. Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak, yani ağır bastığından. 1947 YAŞAMAYA DAİR 2 Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız, yani, beyaz masadan bir daha kalkmamak ihtimali de var. Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına, hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden, yahut da yine sabırsızlıkla bekleyeceğiz en son ajans haberlerini. Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için, diyelim ki, cephedeyiz. Daha orda ilk hücumda, daha o gün yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün. Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu, fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu. Diyelim ki, hapisteyiz, yaşımız da elliye yakın, daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının. Yine de dışarıyla beraber yaşayacağız, insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgârıyla yani, duvarın arkasındaki dışarıyla. Yani, nasıl ve nerde olursak olalım hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak... 1948 YAŞAMAYA DAİR 3 Bu dünya soğuyacak, yıldızların arasında bir yıldız, hem de en ufacıklarından, mavi kadifede bir yaldız zerresi yani, yani, bu koskocaman dünyamız. Bu dünya soğuyacak günün birinde, hattâ bir buz yığını yahut ölü bir bulut gibi de değil, boş bir ceviz gibi yuvarlanacak zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız. Şimdiden çekilecek acısı bunun, duyulacak mahzunluğu şimdiden. Böylesine sevilecek bu dünya "Yaşadım" diyebilmen için... Şubat 1948
__________________ Türküler Sustu , Halaylar Durdu Hüzün Geldi Baş köşeye kuruldu Yoruldu Yüregim , Yoruldu | ||
15-01-2008, 22:51 | #18 | ||
Banned Üyelik tarihi: Jan 2008 Yaş: 38
Mesajlar: 1.503
Tecrübe Puanı: 0 | Memleketimi Seviyorum Memleketimi seviyorum : Çınarlarında kolan vurdum, hapisanelerinde yattım. Hiçbir şey gidermez iç sıkıntımı memleketimin şarkıları ve tütünü gibi. Memleketim : Bedreddin, Sinan, Yunus Emre ve Sakarya, kurşun kubbeler ve fabrika bacaları benim o kendi kendinden bile gizleyerek sarkık bıyıkları altından gülen halkımın eseridir. Memleketim. Memleketim ne kadar geniş : dolaşmakla bitmez, tükenmez gibi geliyor insana. Edirne, İzmir, Ulukışla, Maraş, Trabzon, Erzurum. Erzurum yaylasını yalnız türkülerinden tanıyorum ve güneye pamuk işleyenlere gitmek için Toroslardan bir kerre olsun geçemedim diye utanıyorum. Memleketim : develer, tren, Ford arabaları ve hasta eşekler, kavak söğüt ve kırmızı toprak. Memleketim. Çam ormanlarını, en tatlı suları ve dağ başı göllerini seven alabalık ve onun yarım kiloluğu pulsuz, gümüş derisinde kızıltılarla Bolu'nun Abant gölünde yüzer. Memleketim : Ankara ovasında keçiler : kumral, ipekli, uzun kürklerin pırıldaması. Yağlı, ağır fındığı Giresun'un. Al yanakları mis gibi kokan Amasya elması, zeytin incir kavun ve renk renk salkım salkım üzümler ve sonra karasaban ve sonra kara sığır ve sonra : ileri, güzel, iyi her şeyi hayran bir çocuk sevinciyle kabule hazır, çalışkan, namuslu, yiğit insanlarım yarı aç, yarı tok yarı esir... | ||
15-01-2008, 22:52 | #19 | ||
hüngürella Üyelik tarihi: May 2007 Yaş: 41
Mesajlar: 5.146
Tecrübe Puanı: 23 | CEVİZ AĞACI Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz, ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda, budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz. Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında. Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda. Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl. Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril, koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil. Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var. Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a. Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım. Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u. Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım. Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda. Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında. | ||
15-01-2008, 22:52 | #20 | ||
Dişi Kartal Üyelik tarihi: Apr 2007
Mesajlar: 1.845
Tecrübe Puanı: 19 | KADINIM BREST'E KADAR Kadınım Brest'e kadar benimle geldi, indi tirenden peronda kaldı, ufaldı, ufaldı, ufaldı, uçsuz bucaksız mavilikte buğday tanesi oldu, sonra raylardan başka şey göremedim. Sonra, Leh toprağından seslendi karşılık veremedim. "Nerdesin gülüm, nerdesin?" diye soramadım, "Yanıma gel!" dedi, yanına varamadım, hiç durmayacakmış gibi gidiyordu tiren, boğuluyordum kederden. Sonra, kumlu toprakta kar parçaları çürüyordu, sonra, birden anladım ki, kadınım beni görüyordu, "Beni unuttun mu, beni unuttun mu?" diye soruyordu, baharsa çamurlu çıplak ayaklarıyla gökyüzünde yürüyordu. Sonra, yıldızlar inip kondu telgıraf tellerine, karanlıksa yağmur gibi çarpıyordu tirene, kadınım telgıraf direklerinin altında duruyordu, koynumdaymış gibi de yüreği küt küt vuruyordu, direkler gelip geçiyordu o kımıldanmıyordu yerinden, hiç durmayacakmış gibi gidiyordu tiren boğuluyordum kederden. Sonra birden anladım ki, yıllardır, ama uzun yıllardır bu tirende yaşıyorum. - ama, bunu nasıl, neden anladığıma hâlâ şaşıyorum - ve hep aynı büyük, aynı umutlu türküyü söyleyerek sevdiğim şehirlerle sevdiğim kadınlardan boyuna uzaklaşıyorum ve hasretlerini etimin içinde işleyen bir yara gibi taşıyorum ve bir yerlere yaklaşıyorum, bir yerlere yaklaşıyorum. Mart 1960, Akdeniz
__________________ Türküler Sustu , Halaylar Durdu Hüzün Geldi Baş köşeye kuruldu Yoruldu Yüregim , Yoruldu | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
| |