|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Oyun Alanı | Ajanda | Arama | Bugünkü Mesajlar | Forumları Okundu Kabul Et XML | RSS | |
30-01-2007, 09:00 | #11 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Basın hayatındaki bu sürtüşme hükümeti ürkütmüş olması, o zamanki eğitim siyasetinin eleştirilmesine tahammül edilememesi, Ceride-i Havadis’in sahibinin İngiliz olması gibi sebeplerden dolayı Tercüman-ı Ahval 1861’de iki haftalık bir süreyle kapatılmıştır. O sıralarda bir Matbuat Nizamnamesi olmadığına göre bu kapatılma olayı tamamen idari ve keyfi içeriklidir. Gazetenin kapatılması, iki gazete arasındaki münakaşaları engelleyememiş ve yayın hayatlarının sonuna kadar devam etmiştir.[1] Tercüman-ı Ahval, 1866 tarihli 740. sayısından sonra Cuma hariç hergün çıkmıştır.[2] 1867 tarihinde kapanmıştır. Denilebilir ki Milliyetçilik cereyanının doğmasında ve Türkiye’de ilk muhalefetin oluşumunda, hatta Genç Osmanlılar Cemiyeti ile bir muhalefet grubunun kurulmasında Tercüman-ı Ahval’deki yayınların büyük etkisi olmuştur. Çünkü bu gazete tarihimizin ilk milliyetçilerine yuva olmuş ve onların biraraya gelip, fikir alışverişinde bulunmalarını mümkün kılmıştır. Tasfir-i Efkar: Takvim-i Vakayi yalnız olayları tesbit eden Ceride-i Havadis ise bunlara ilaveten batıdan bazı bilgiler veren ve olaylarla ilgili haberler aktaran ilk gazetedir. Kendisinden öncekilere göre fikir gazeteciliği çığırını açan ise Tercüman-ı Ahval olmuş bu anlamda yayın hayatında, daha çok gelişme gösteren ise Tasfir-i Efkar olacaktır. Gazetecilik hayatına Tercüman-ı Ahval’de başlayan Şinasi 24. sayıdan sonra gazeteden ayrılmış ve 27 Haziran 1862’de Tasfir-i Efkar’ı yayınlamıştır. Gazeteye Tasfir-i Efkar adının verilmesinin nedeni bu başlığın “fikirlerin belirtilmesi” anlamına gelmesidir. Şinasi’nin kalemiyle hürriyet düşüncesini yayması bakımından bu gazetenin basın tarihimizde çok anlamlı bir yeri vardır. Tasfir-i Efkar kendinden önce yayınlanmış olan üç gazeteden daha gelişmiş nitelikte işe başlamış, sütunlarında halk için yararlı makalelere ve başyazılara yer vermiştir. Yazılarında milliyet ve meşrutiyet kelimelerini cesaretle kullanan ve ülkemizde ilk defa Cumhurbaşkanından bahseden yazar Şinasi olmuştur. Nitekim ilk sayısındaki giriş bölümünde gazetenin amacının haber ulaştırmak, halka kendi yararlarını düşünmeyi, kendi sorunları üzerinde durmayı, düşünmeyi öğretmek olduğu, özellikle belirtilmiş bulunmaktadır.[3] | ||
|
30-01-2007, 09:00 | #12 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Tasfir-i Efkar kamuoyunun önemini herşeyin üzerinde ön plana çıkaran ilk gazetedir. Osmanlı yapısı içerisinde Türk unsurların haklarını savunmuş ve siyasal polemiklerle basına yepyeni ufuklar açmıştır. Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin sözcüsü durumuna gelmiştir. İlk sayının sunuş yazısında Tanrı’nın verdiği aklı kullanmak gerektiğini savunan Şinasi, her şeyden önce dinamik bir kamuoyundan, hükümdar ve hükümetin yanısıra söz sahibi olacak bir halktan yanadır. Gazetesinde padişahın tahta çıkış ve doğum günlerine övgüler koymayı reddetmiştir. Parlamenter sistemi savunuyor bu konuda Avrupa basınından çeviriler yayınlıyordu. Mali reformlar, saray çevrelerinin oyunları, fakirlerin durumu, İstanbul’un kent olarak sorunları, eğitim konusundaki eleştirilerin yanısıra dış politikada Karadağ sorunu, Rusya’nın Kafkaslar politikasının eleştirisi gibi konularda da önemli yankılar sağladı.[1] Şinasi gazetesinin özelliklerini şöyle belirtmektedir: “Tasfir-i Efkar gazetesi iki bölümden oluşmuş olup, birinci bölümü genel olarak iç ve dış haberlere, seçilmiş haberlerin duyurulmasına, ikinci bölüm ise bilgice birbirinden ayrı olan yapıtların yayımlanması için ayrılmış bölümdür ki, gereğine göre yapıt ya tüm olarak ya da özetlenerek verilecektir.”[2] Türk basın dilinin gelişmesinde ilk rolü oynayan gazeteyi halkın anlayacağı dili kullanacak bir araç olarak gören ilk kişi Şinasi olmuştur.[3] Eğer fikirlerin halka ulaşması gerekiyorsa öncelikle halkın anlayacağı yapmacıksız, sade bir dil kullanılmalıydı. Tasfir-i Efkar, “Edebiyat-ı cedide” dediğimiz edebi devri açmış ve ilk edebi münakaşalar bu gazetede başlamıştır.[4] Gazeteyi üç yıla yakın Şinsi çıkarmıştır. O sıralarda bir arkadaşının tutuklanmasından tedirgin olan Şinasi 1865’te Paris’e kaçtı. Şinasi’nin ayrılışından sonra gazetenin başına Namık Kemal geçmiş ve yazılarında özgürlük konularına değinmiştir. 1867’de çıkan “Şark Meselesi” isimli yazısı nedeniyle Namık Kemal’in gazeteciliği yasak edildi. Bunun üzerine Namık Kemal’de Avrupa’ya kaçmış ve gazetenin yönetimi Recaizade Ekrem’e kalmıştır. Tasfir-i Efkar 835 sayı yayınlanmıştır.[5] Gerek Şinasi gerekse çıkarmış olduğu Tasfir-i Efkar gazetesi Tercüman-ı Ahval’in açmış olduğu “sivil gazetecilik” yolunu daha da geliştirmiş, Türk basınına önemli yenlikler getirmiştir. | ||
30-01-2007, 09:07 | #13 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Muhbir: Tasfir-i Efkar’dan sonra yayınladığı yazılar ile dikkat çeken gazetelerden bir diğeri de “Muhbir” gazetesidir. Sermayesini Filip Efendi’nin sağlamış olduğu Muhbir’i yazılarıyla önemli bir gazete haline getiren Ali Suavi olmuştur. 1866 yılında çıkarılan bu gazete, satışa önem vermeyen, manevi heyecana sahip bir hava içeriyordu.[1] Muhbir, gerek yeni ve hür fikirleri yaymakta ve gerekse hükümeti çekinmeden eleştiriyordu. Bu gazete Girit meselesi ile ilgili olarak, Girit’te zulme uğrayan müslümanlar için yardım topluyor, her yayında bu konuyu bahane ediyor ve Milli bir Meclisin açılması konusunda yabancı gazetelerdeki yazıları aktararak bu konudaki fikirlerini ortaya koyuyordu. Belgrat kalesinin verilmesi ile ilgili, 1867’de hükümeti suçlar nitelikli yazıdan dolayı gazete, hükümet tarafından tepki görmüş ve matbuat nizamnamesinin 27. maddesi gereğince gazete kapatılmıştır.[2] Muhbir gazetesi bir ay sonra yeniden yayınlanmaya başlamış ancak bu yayını 27 Mayıs 1867’ye kadar devam etmiştir. Bu süre içerisinde gazete ancak 55 sayı çıkarabilmiştir. Kastamonu’ya sürülen Ali Suavi ise Namık Kemal’in yardımları ile İstanbul’a kaçırılmış, ardından Mustafa Fazıl Paşa’nın daveti üzerine Fransa’ya gitmiştir. Burada da yayınladığı gazeteler aracılığı ile fikirlerini yaymaya çalışan Ali Suavi, Meşrutiyet’in ilanıyla İstanbul’a dönmüş ve Basiret gazetesinde yazılar yazmaya başlamıştır. Ancak kendisi II. Abdülhamit’i indirip, V. Murat’ı tahta çıkarma girişimi sırasında hayatını kaybetmiştir.[3] Ali Suavi’nin renk kattığı bu gazete, kendisinden önceki gazetelerin açtığı muhalif tutumu daha da sertleştirmiş ve bu yönüyle var olan iktidarın tepkisini çekmiştir. İbret: 1871 tarihinde İskender Efendi tarafından kurulan İbret gazetesinin yönetimine 1872 tarihinde Namık Kemal geçmiştir. Haber gazetesi olmaktan çok fikir gazetesi olarak ön plana çıkan İbret[4] o zaman kadar ancak Avrupa gazetelerinde görülebilen düşünceleri işliyordu. Gazetedeki yazılara yön veren Namık Kemal’di ki Pertev Boratav’ın belirttiğine göre o her şeyden önce o bir gazeteciydi ve izin verildiği sürece gazetecilik yapmaya devam etmiştir.[5] Onun yönetimindeki İbret, halk içerisinde hürriyet ve meşrutiyet düşüncelerinin yayılması için yazılar yazıyor, dönemin kötü siyasetini eleştiriyordu. Ancak bu eleştiriler nedeniyle 2 Temmuz 1872 tarihinde Namık Kemal’in yazdığı ”Garaz Murattır” isimli yazı nedeniyle gazete dört ay süreyle kapanmıştır. Namık Kemal Gelibolu mutasarrıflığına atanmışsa da, Mithat Paşa’nın affıyla gazete kırk gün sonra yeniden yayınlanmaya başlamış ve kendisi yazılarına devam etmiştir. | ||
30-01-2007, 09:09 | #14 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bu dönemde Namık Kemal “Vatan Yahut Silistre” isimli bir piyes yazmış ve bu piyesin gösterildiği 1 Nisan 1873 tarihinde halk, oyunu coşkuyla karşılamıştır. Halkın bu heyecanından ürken hükümet İbret gazetesinde ki bir dizgi yanlışlığını bahane ederek bir daha çıkmamak üzere 5 Nisan 1873 tarihinde gazeteyi kapatmıştır.[1] Namık Kemal’in eliyle sistemli bir şekilde hürriyet fikirlerini yaymaya çalışan bu gazete Tanzimat’ın en mükemmel fikir gazetesi olmuş ve sonraki nesiller dahi bundan faydalanmıştır.[2] Tanzimat döneminde Türk basın tarihinde özel bir yeri olan bu gazetelerden başka, bazı ufak gazetelerde çıkarıldı. Bu gazetelerin bazıları ancak birkaç sayı çıkarabildi, bazıları kapanıp kapanıp yeniden çıktı, bazıları da sık sık ad değiştirdi. Bu tür gazetelerin bir kısmı şunlardır: İlk resimli gazete çıkaran Ayine-i Vatan(1866), Muhip (1867), Utarit (1867), ilk kadın gazetesi eki olan Terakki (1868), ilk çocuk gazetesi yayını yapan Mümeyyiz (1869), Hakayikü’l-Vakayi (1870), özel eğlence sayıları olan Asır (1870), bilimsel bir gazete olarak çıkan Hadika (1869), Türk mizahının kurucusu sayılan Teodor Kesab tarafından çıkarılan İstikbal (1875).[3] TANZİMAT DÖNEMİNDE YURT DIŞINDA BASIN (GENÇ OSMANLILAR) 1839 yılında Mustafa Reşit Paşa tarafından ilan edilen Tanzimat Fermanı ile batılılaşma, batıya yönelme anlamında önemli bir adım atılmış. Devleti modernleştirme yönünde önemli adımlar atılmak istenmiş ancak bu gayretler basına çok fazla yansımamıştır. II. Mahmut döneminde başlatılan basın hareketi, Abdülmecit ve Abdülaziz dönemlerinde gelişme göstermiş, git gide daha fazla gazete basılarak, bu gazeteler dönemin siyasi ve sosyal olayları ile ilgilenerek eleştirilere başlamışlardır. Böyle bir ortamda 1865 yılında Genç Osmanlılar Cemiyeti kurulmuş ve bu cemiyet içerisinde olanlar genellikle basının önde gelen isimleri olmuştur. Gazeteciliği kendilerine meslek olarak seçmiş olan bu kimseler yazılarında devlet yönetiminin yanlışları üzerinde durmuşlar, hürriyet, meşveret gibi fikirleri ile gazeteleri aracılığı ile halkı uyandırmayı kendilerine görev bilmişlerdir. 1864 Matbuat Kanunu’ndan sonra Sadrazam Ali Paşa tarafından 27 Mart 1867 yılında basınla ilgili olarak Ali Kararname yayınlanmış, fikir hayatı, basın özgürlüğü olabildiğince kısıtlanmaya çalışılmıştır. Bu şartlar altında baskı ortamının artması üzerine Genç Osmanlılar içerisinden Agah Efendi, Namık Kemal, Ziya Bey, Ali Suavi gibi isimler yurt dışına kaçmışlar ve eleştirilerine yine buradan basın aracılığı ile devam etmişlerdir. Bunlar adına ilk olarak Ali Suavi 1867’de Londra’da Muhbir gazetesini çıkarmıştır.[4] Muhbir: 31 Ağustos 1867’de Londra’da yayınlanmıştır. Türkiye dışında yayınlanan ilk Türk gazetesi Muhbir’dir. Niçin İngiltere’de çıkarılmıştır: o dönemde Fransa’da basın ağır cezalar öngören bir kanuna tabi olduğundan dolayıdır.[5] 3 Kasım 1868’e kadar 50 sayı kadar çıkan bu gazete meşveret fikrinin yanısıra millet adına yapılan borçlanmalara, eğitim ve öğretim sistemindeki gereksinmelere bol bol yer veriyordu. Ali Suavi, yapısındaki eylemci dinamizmi yazılarına aktarmaktan çekinmiyordu. Eğer önerdiği meclis fikri hükümetçe kabul edilmezse, halkın bunu zorla alacağını belirtiyordu. Ali Suavi’nin başına buyruk bu davranışı grubun diğer üyelerinde tepki yarattı ve Muhbir’in Genç Osmanlıların sözcüsü olamayacağına karar verildi.[6] Ulum: Muhbir gazetesini kapattıktan sonra 1869 yılında Londra’dan ayrılan Ali Suavi Paris’e gitmiş ve burada adlı bir gazete çıkarmıştır. Bu gazetede yazdığı tarih ve kültür konularındaki yazılarıyla Türkçülük akımına öncülük etmiştir. Türk dilinin Arapça ve Farsça köklerinden arıtılmasını istemiş, “Lisan-i Osmani” yerine “Lisan-i Türki” teriminin kullanılmasını istemiştir. Fransız-Alman savaşı nedeniyle Paris kuşatılınca Ali Suavi gazetesini Lyon2da yayınlamaya başlamış, I. Meşrutiyetin ilanından sonrada yurda dönmüştür. [7] Hürriyet: 29 Haziran 1868’de Londra’da önce Reşat Bey’in sonra Namık Kemal’in yönetiminde Hürriyet gazetesi yayınlandı. Bunun 64. sayısından sonrasını Ziya Bey yönetmiştir. Muhbir’e göre daha dengeli ve ilkeli bir yayın yapmıştır. Montesguieu’nün kuvvetler ayrılığı ilkesini savunuyor, kişisel yönetimlere kararlara karşı çıkıyordu. Meşrutiyetin kurulmasını, meşveret sisteminin ve basın özgürlüğünün gelmesiyle yönetim üzerinde bir kontrolün gerçekleşmesini savunuyordu. Batıdan alınacak kurumlarla İmparatorluğun çöküşünün engellenebileceği görüşündeydiler. Millet veya dinleri ne olursa olsun insanlar “tek vatan” olan Osmanlı topraklarının tümünü temsil etmekteydiler.[8] | ||
30-01-2007, 09:10 | #15 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bizde belirgin bir amaç için çıkmış ilk fikir gazetesi Hürriyet’tir. Ali Suavi’nin Ali Paşa’nın katledilmesini teşvik eden bir yazısından dolayı gazete hakkında dava açılınca, 3 Nisan 1870 tarihinden itibaren Cenevre2de çıkmaya başlamıştır. Ancak Ziya Bey burada on bir sayı çıkarabilmiş, 100. sayı basıldıktan sonra gazeteyi kapamıştır. Yurt dışında bulunan bu Genç Osmanlılar Ali ve Fuat Paşa’yı eleştiriyorlar, meşrutiyet yönetiminin ilanını istiyorlardı. Bu basının ihtilalci safhası başlamıştı. Namık Kemal 1869’da, Ziya ve Agah Efendi ise 1871’de Ali Paşa’nın ölümü üzerine vatana geri döneceklerdir.[1] TANZİMAT DÖNEMİNDE BASIN POLİTİKASI Basın hürriyeti kökeni kısmen yeni olan bir kavramdır ve denilebilir ki matbaanın icadından sonra ortaya çıkmıştır. O zaman basın hürriyeti nedir? Basın hürriyeti genellikle haber, fikir ve düşünceleri çoğaltıcı araçlarla, özgürce ifade edebilmek serbestisi şeklinde tarif edilmiştir. Buna göre basın hürriyeti haber, fikir ve düşünceleri serbest olarak toplayıp, yorum ve eleştirileri basabilmek, çoğaltabilmek ve yine serbest olarak dağıtabilmek haklarını içerir.[2] O zaman basın demokrasinin en büyük güvencesidir. Hükümetler basından yararlanırlar ancak bununla beraber basının en önemli görevi hükümetin faaliyetini, siyasi icraatını denetlemektir. Bu denetim bireyler içinde önemli bir güvencedir.[3] Ancak Osmanlı yöneticileri alışık olmadıkları bu denetim mekanizmasına katlanamamışlar, onun gücünden ürkmüşler ve başlangıçtan itibaren koydukları kanunlarla, çıkardıkları kararnamelerle basını kontrol altına almak istemişlerdir. Osmanlıda çıkan ilk gazeteler devlet eliyle çıkarılmış olup şahıs tarafından gazete çıkarmak girişimi söz konusu değildi. Bundan dolayı gazete çıkarma izni verecek veya çıkan gazeteleri denetleyecek herhangi bir kuruma ihtiyaç duyulmamıştı. Nitekim Agah Efendi’nin, Tercüman-ı Ahval için yaptığı başvuru Maarif Nezaretine olmuş ve gazete çıkarma izni de kendisine Maarif Meclisi tarafından verilmişti. Yapılan bu işleme göre 1864 Nizamnamesi çıkıncaya kadar gazete çıkarmak için formalitenin bu şekilde olduğunu göstermektedir. Yabancılar ise başvuruları Hariciye Nezaretine yapmaktaydılar.[4] | ||
30-01-2007, 09:27 | #16 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Osmanlı İmparatorluğu’nda basınla ilgili ilk kanun 1864 Matbuat Nizamnamesidir. Ancak ondan önce 1858’de yapılan ceza kanunundaki birkaç madde, basın ve matbaaların cürümlerine aittir. Buna göre devlet ve azınlıklar aleyhine yayın ve müstehcen yazı ve resimler içindir. Ancak bu ceza kanunundaki hükümler bir basın kanunu niteliğinde değildir. Fuat Paşa’nın ikinci kez sadrazam olduğunda yapılan bu kanun, Fransa’da III. Napolyon imparator olunca 1852’de yaptığı basın kanunundan çevrilmiş ve 1909 II. Meşrutiyet kanununa kadar yürürlükte kalmıştır.[1] Tercüman-ı Ahval ile Ruzname-i Ceride-i Havadis’in arasındaki rekabet, Tasfir-i Efkar’da Şinasi’nin hürriyet fikirlerini yayması, yabancı gazetelerin gizli veya alenen Osmanlı aleyhine yayınları ve Tanzimat devrini bir kanun devri olarak göstermek gibi nedenler hükümeti 1864 Basın Kanunu yapmaya itmiştir.[2] Basın Kanunu; siyasi gazete çıkarmak isteyenlerin eğer Osmanlı uyruğunda iseler Maarif Nezaretinden yabancı iseler Hariciye Nezaretine başvurmalarını, gazete çıkarma izni için 30 yaşında olmayı gerektiriyordu. Verilen izin her zaman geri alınabilirdi. Her gazete ve derginin sorumlu bir müdürü olacaktı. Kanun yabancı ülkelerde basılan ve Osmanlı aleyhindeki yazılara yer veren gazetelerin ülkeye girmesini yasaklıyordu. Hükümdar veya hükümet aleyhine yazılar yazmak cezai işlem gerektiriyordu. Çeşitli basın suçları ve bunlar için cezalar belirleniyor, hapis ve para cezalarının yanısıra geçici veya süresiz kapatma cezaları getiriliyordu.[3] Ancak çıkan basın kanununa rağmen Tasfir-i Efkar’da Namık Kemal hürriyet fikirlerini yaymaya, Muhbir’de Ali Suavi sistemi eleştirmeye devam ediyordu. Ali kararnameden hemen önce Muhbir gazetesi Maarif Nazırının emriyle geçici olarak kapatılmıştır. Namık Kemal ise 4 Kasım 1867’deki “Şark Meselesi” isimli yazısında ülke sorunlarını dile getirmiş ve yazarlıktan men edilmiştir. Ali Paşa ise “Ülkenin zaaflarını millete söylemeyi vatanseverlik” olarak görmüyordu. Bundan dolayı beşinci kez sadrazam olan Ali Paşa, görevinin otuzdördüncü gününde Ali Kararnameyi yayınlamıştır. (1867) Çok kısa olan bu kararnamede İstanbul’da yayınlanan gazetelerin bir süreden beri kullandıkları dil ve tuttukları yol, ülkenin genel yararına aykırı aşırılıklar, devlete bile dil uzatanlar, fesat aleti olarak bir takım zararlı fikirleri ve yalan haberleri yazanların hükümetçe tasvip edilmediği belirtilmekte ve güvenliğin, ülkenin ihtiyaç duyduğu düzenin korunması için, bu kurallara aykırı olarak yayın yapan gazetelerin zararlarının önlenmesi için, basın kanunun dışında hükümetçe eğitici ve önleyici tedbirlerin alınmasına karar verilmiştir deniyordu. Geçici olarak çıktığı belirtilen bu kararname 1909’a kadar yürürlükte kalacak, II. Abdülhamit’in istibdat döneminde bundan yararlanılacak basının ağzı bağlanacaktır. Bu kararname ülkedeki fikir özgürlüğünü yok etmiş, ülkedeki aydınlar yurt dışına kaçarak, yönetimi buradan eleştirmişler, Ali Paşa’yı hedef almışlardır.[4] | ||
30-01-2007, 09:27 | #17 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| 1867 tarihli Ali Kararname ile Muhbir, Ayine-i Vatan, Utarit gazeteleri bu kararnameden sonra kapatılmıştır. Mizah gazetesi Diyojen 1871’de 15 gün kapatılmıştır. İbret gazetesinin yayını 1870’te bir ay yasaklanmıştır. Mizah gazetesi olan İbretname-i Alem 1871’de geçici olarak kapatılmıştır.1872’de ibret 4 a 1873’te Diyojen 2 ay kapatılmıştır. 1873’te Hadika 2 ay, İbret önce bir ay sonra süresiz kapatılmıştır.1874’te Hülasatü’l-Efkar, şark ve Hayal gazeteleri kapatılmıştır.1875’te Hayal gazetesinin yayını yasak edilmiştir.[1] Bu kararnameye dayanarak yapılan bu yasaklamalar, Meşrutiyet’e kadar sürüp gitmiş ve basın susturulmak istenerek özgür düşüncenin önüne geçilmeye çalışılmıştır. Ancak basını susturmak için Ali Kararnamede yeterli görülmemiş, Mahmut Nedim paşa’nın sadrazamlığı döneminde önlemler daha da sıklaştırılmıştır. Kendisi 1876’da memleketteki bütün gazetelere sansür koyacaktı. Yayınladığı ali kararname ile : Osmanlı basınında çıkan yazılara hükümet gerekli dikkati göstermiş ve çoğu zaman süreli ya da süresiz kapatma cezası vermişse de basın bir düzen içerisine alınamamış olduğu açıklanmış, bunun içinde gazetelerin baskıdan önce hükümet tarafından görevlendirilecek memurlar tarafından denetlenmesine karar verilmiştir. Bu sansür kararnamesini,”Basmet” gazetesi bir ilan yayınlayarak “Matbaamızın makinesi bozulduğundan birkaç gün gazetemizin yayınlanmayacağını bildiririz” diyerek, Sabah gazetesi ise sansürün çıkardığı yazılara ait sütunları boş bırakarak protesto etmişlerdir. Bu kararname Mahmut Nedim Paşa’ya uğursuz gelmiş olacak ki, kararnamenin yayınlandığı gün sadrazamlık görevini Mütercim Rüştü’ye bırakmaya mecbur kalmıştır. Sadrazam olan Rüştü Paşa üç gün süren sansürü yürürlükten kaldırmıştır. 1876’daki Sırp savaşıyla da alakalı olarak bir tebliğ yayınlanmış, devlet işleri ile ilgili olarak söz söyleyenlerin vatan haini sayılacağı, gazetelerde bu konularda yazı yazmamaları için Matbuat Dairesi’ne talimat verildiği belirtilmiştir. Tanzimat Dönemindeki gazeteler doğuş bakımından milli bir karakter göstermez. Bu dönemde gazeteler ekonomik olsun, politik olsun her sahada yaratıcı değil taklitçi(*) ilgilendiği alanlarda dönemin ileri gelenlerini memnun etmekten öteye gidememiştir.[2] Gazeteler daha çok ansiklopedik yayınlar şeklinde çıkmış ve dönemin edebi yazarları aynı zamanda ilk gazetecileri olmuşlardır. | ||
30-01-2007, 09:28 | #18 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| I. MEŞRUTİYET VE İSTİBDAT DÖNEMİ BASINI Bu dönemin özelliği, basının halk kitleleri ve hükümet çevrelerinde etkisini arttırmasıdır. Abdülaziz’in padişahlığı sırasında birçok aydının sürgüne gönderilmesine rağmen, basın, halkın günlük hayatı ile yakından ilgilenmeye başlamıştır. 30 Mayıs 1876’da Abdülaziz tahttan indirilmiş ve yerine V. Murat padişah olmuştur. V. Murat’ın kısa süreli iktidarında geçici bir özgürlük dönemi başlamış, bundan yararlanan sürgünler İstanbul’a dönmüşler, gazetelerde kısa bir özgürlük dönemine kavuşmuşlardır. Ancak üç ay sonra V. Murat tahttan indirilerek, anayasalı sistemi kabul edeceğini vaad eden II. Abdülhamit 31 Ağustos 1876 tarihinde tahta geçecektir. 23 Aralık 1876 tarihinde kabul edilen Kanun-i Esasi’nin 12. maddesinde “Matbuat kanun dairesinde serbesttir” ifadesi yer alıyordu. Elde var olan kanun ise 1864 basın kanunu idi. Mebuslar Meclisinin ele aldığı ilk tasarılardan biri de yeni bir basın kanunu tasarısı hazırlamak olmuştur. Söz konusu tasarıda birinci bölüm basımevlerinin kuruluşu ve işleyişiyle ilgili hükümleri içeriyordu. İkinci bölüm ise gazetelere ve süreli yayınlara ayrılmıştı. Üçüncü bölümde basın yoluyla işlenecek suçlar ve bunlara verilecek cezalar, dördüncü bölümde ise davalara bakacak mahkemeleri ve duruşma usullerini belirliyordu. Bu kanun tasarısının önemli özellikleri şu idi. · Gazete çıkarmak için hükümetten izin istenecek, onbeş gün içerisinde cevabı bildirilecek. · Yayınlanan her nüsha, başkentte Matbuat Dairesine, taşrada valiliklere verilecek ve yöneticilerden bir belge alınacaktır. · Milletvekilleri yazı işleri müdürü olamayacaktır. · Hükümete ve ilgililere cevap ve düzeltme hakkı tanınmıştır. Gazeteler düzeltme yazısını yayınlamak zorundadırlar. · Mebusan Meclisindeki tartışmaların yanlış anlam ve yorumlara yol açacak biçimde yayınlanması yasaktır. · Devletin güvenliğini sarsacak bir suçun işlenmesini kışkırtacak yazı yayınlayan gazeteler süresiz olarak kapatılır. · Padişaha dokunacak yazı yayınlayan gazeteler kapatılır. Sorumlulara 1-3 yıla kadar hapis cezası verilir. · Anayasa ile kurulmuş düzene karşı yazı yayınlamanın cezası bir aydan bir yıla kadar hapistir. Bunlardan başka gazete çıkartmak isteyenlerden kefalet akçası alınması ve mizah gazetelerinin yasak edilmesiyle ilgili hükümlerde yer alıyordu.[1] Ancak yeni basın kanunu bu şekliyle meclise geldiğinde vekiller tarafından tepki görmüş, vekiller özellikle matbaa açılmasını güçleştiren maddelere, tasarının matbuat suçları için gösterdiği cezalara ise mizah gazetelerinin yasak edilmesine karşı çıktılar. Bu maddeler değiştirildikten sonra basın kanunu mecliste kabul edilmiş[2] ancak bu şekliyle de II. Abdülhamit yürürlüğe koymamıştır. II. Abdülhamit 1877 tarihinden itibaren hiçbir mizah dergisine çıkış izni vermemiş ve basın sütunları 1908’e kadar somurtmuştur. | ||
30-01-2007, 09:28 | #19 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| İktidarını güçlendirmek isteyen II. Abdülhamit, öncelikle milletin parlamento hayatı için henüz hazır olmadığını ve Kanunu-i Esasi’nin şeriata uygun olmadığını ileri sürerek Parlamentoyu kapattı. Kanun-i Esasi’nin babası sayılan Mithat Paşa ile birçok milletvekili ve gazetecileri sürdü. Aynı sene içerisinde gazete sansürü de başlamıştır. 1831’den 1881 sürecine kadar geçen ilk elli yıl içerisinde İstanbul’da pek çok gazete ve dergi yayınlandığı halde bu tarihten sonra gazetelerin sayısı azalmıştır. Bunun sebebi de Abdülhamit’in sıkı istibdadıdır. İlk zamanlar satışların azlığı gazete sahiplerini korkutmuş ve bazı çarelere baş vurulmuştur. Bu çarelerin ilki gazeteleri daha ucuza satmak olmuştur. Bir diğeri de gazetelerin halkın her kısmının malı olduğu düşünülerek gazetecilik dilinin sadeleştirilmesine doğru gidilmiştir. Gitgide gazetelerin tirajları yükselmeye başlamış ve 1900’lere gelindiğinde şikayet edilmeyecek rakamı bulmuştur.[1] Politik sınırlamalara rağmen bu dönemde normal olarak 12-15 bin günlük tiraj yapan, olağanüstü durumlarda 30 bine kadar çıkan gazeteler vardır. En önemlileri şunlardır: Tercüman-ı Hakikat: 1878’de Ahmet Mithat tarafından çıkarılmıştır. Ahmet Mithat 1868’de Tuna vilayet gazetesinde gazeteciliğe başlamış, Mithat Paşa’dan destek görmüştür. Zevra, Basmet gazetelerinde çalışmış, Devir, Bedir ve Doğarcık gazetelerini çıkarmış, İbret’in eylemci yayınlarında rol oynamış ve arkadaşlarıyla birlikte sürülmüştür. Dönüşte Takvim-i Vakayi müdürlüğü yapmıştır. Tercüman-ı Hakikat’ı kurduktan sonra, ansiklopedik bilgilerini halka yansıtma çabalarında çok başarılı olmuş, politikanın yasak olduğu bir çağda halka okuma zevkini aşılamayı başarmıştır. Bir mücadele gazetecisi olmaktan ç.ok öğretici gazeteci olmuştur.[2] Ahmet Mithat Hakikat gazetesinde gericiliğe ve tutuculuğa karşı savaşmış, romanlar tefrika etmiş, tarih ve ekonomi yazıları yazmıştır. Gazete bu haliyle bir halk gazetesi olmuştur. Halka bol haber veriliyor, halk dilinde zengin yazılar konuluyor sadece aydın kişiler değil geniş halk kitlelerine hitap ediliyordu. Tercüman-ı Hakikat gazetesi birçok gazetecinin de yetiştiği bir okul görevi görmüş, Ahmet Rasim, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Nigar Hanım, Halide Edip Adıvar, Hüseyin Cahit Yalçın gibi isimler uzun süre bu gazetede çalışmışlardır. 1908’den sonra başlayan II. Meşrutiyet döneminde önce bağımsız görünmüş, sonra İttihat ve Terakki Partisi’ne yönelik muhalefet yapmıştır. Ahmet Mithat Efendi’nin ölümünden sonra da yayınlanmaya devam eden Tercüman-ı Hakikat Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar çıkmıştır.[3] Sabah: İlk olarak 1875’te başarısız olarak yayınlanan Sabah, 1882’de Mihran Efendi’nin idari yönetimine ve Şemseddin Sami’nin baş yazarlığına geçince etkili bir yayın haline gelmiştir. Kadrosunda daha sonraları Ahmet Rasim, Mahmut Sadık, Diran Kelekyon, Hüseyin Cahit Yalçın, Adnan Adıvar, Ahmet Emin Yalman gibi kimseler çalışmıştır. Ali Kemal’in yönetiminde Peyam-ı Sabah haline geldi. Milli Mücadele’ye karşı çıkmış ve 1922’de kapanmıştır.[4] İkdam: II. Abdülhamit’in istibdat döneminde 1894’te yayın hayatına giren İkdam gazetesi Ahmet Cevdet tarafından çıkarılmıştır. Yayınlandıktan sonra dizgi hatası nedeniyle kapanan gazete de kuvvetli bir yazı kadrosu kurulmuştur. Çalışanlar arasında Hüseyin Cahit Yalçın, Mahmut Ata, Adnan Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Fatih Rıfkı Atay gibi isimler yer almaktadır. | ||
30-01-2007, 09:29 | #20 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Türkçülüğe ait eserlerin başlıca yayın aracı haline gelen gazetenin başlığının altında “Siyasi Türk Gazetesi”ibaresi yer almıştır. II.Meşrutiyet döneminde İttihak ve Terakki’ye yönelik muhalefet yapan gazete, mütareke döneminde Kurtuluş Savaşını desteklemiş ve 1926’ya kadar yayın hayatını sürdürmüştür.[1] İSTİBDAT DÖNEMİNDE BASIN POLİTİKASI Ülkede Kanun-i Esasi ile oluşan kısa bir özgürlük döneminin hemen arkasından Abdülhamit 1878’de Parlamentoyu kapatmış ve otuz yıl sürecek istibdat dönemi başlamıştır. Bu süre içerisinde basına o güne kadar uygulanmış olan baskılar daha da artacak, deyim yerindeyse eli kolu bağlı hale gelecektir. Abdülhamit’in bu politikasının altında halka duyduğu güvensizlik yatmaktaydı. O, Osmanlı halkını çocuk seviyesinde görüp ve çocukların idare edildiği gibi idare edilmesi gerektiğini düşünüyordu. Bu düşünceden hareketle diyordu ki: “Ana-baba ve terbiyeciler, nasıl çocukların elinde zararlı kitaplar bulunmamasına itina gösterirlerse, hükümette halkın fikirlerini zehirleyecek şeyleri ondan uzak tutmalıdır.”[2] Nitekim özgür fikirleri zehir olarak kabul eden Abdülhamit onları kontrol altına almak için ülkede yoğun bir sansür politikası izlemiş, basına göz açtırmamıştır. Özellikle mizah gazetelerine kızan Abdülhamit, 1877’de uygulamaya konulmayacak olan mizah gazetelerinin çıkmamasına yönelik bir madde koydurduğu basın kanunu, daha mecliste görüşülmeden önce bir tebliğ yayınlayarak mizaha yönelik uyarı yapacaktır. Bu uyarıdan dolayı, kıskıvrak bağlı bir adam karikatürü yaparak karikatürün altına “matbuat kanun dairesinde serbesttir” yazan Teador Kasap yargılanarak üç yıl hapis cezasına çarptırılacaktır. 1877’den itibaren hiçbir mizah dergisi çıkmayacaktır. 1877’de yayınlanan bir başka tebliğde ise herkesin gazetelerde yazanları gerçek gibi kabul ettiğini, bu nedenle ortaya çıkan yazılardaki yanlışların önemli olduğu ifade ediliyor ve eğer halkın şikayeti varsa gazetelere değil açılan meclise yapılması isteniyor. Bunların yanısıra hükümetin icraatının aleyhinde yazanların fesatçı kabul edilerek gereken kanuni tedbirlerin alınacağı ifade ediliyordu.bu arad | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
| |