Beşiktaş Forum  ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi


Geri git   Beşiktaş Forum ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi > Eğitim Öğretim > Dersler - Ödevler - Tezler - Konular > Felsefe

Cevapla
 
LinkBack (1) Seçenekler Stil
Alt 20-01-2007, 08:40   #1
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Bilim Felsefesi

BİLİM FELSEFESİ

Gerçi bilgi her devirde önemli olmuştur, ama özellikle çağımızda gerek fert insanın hayatında gerekse toplumsal sistemlerin temelinde bilgi önemli bir yer tutmaktadır. Bilgi kuvvettir; hem kafada kuvvettir hem de uygulamada kuvvettir. Özellikle doğal kuvvetleri ve teknolojinin desteğini aldıktan sonra, bilginin kuvveti kat kat artmaktadır. Bilgiyi sağlayan, bilimdir.
Bilim, bir düşünme metodudur. Gerçeğe ve olgulara dayalı, önyargısız, tutarlı, rasyonel ölçülerde bir anlama, bulma, doğrulama metodudur.
Bilim, bir taraftan düşünme ve ele aldığı konuları bilimsel metotlarla araştırma sürecidir; bir taraftan da bilimsel araştırma sonucunda ulaşılan bir üründür. Bilim, sürekli gelişen dinamik bir bilgidir; bilimsel bilgi hiç bir zaman statikleşmez. Bilim, olgusaldır, gözlenebilir olgulara dayanır. Bilim, mantıksaldır, dolayısıyla bilimsel hükümler birbiriyle tutarlı ve çelişkisizdir. Bilimsel önermelerden doğru mantıksal çıkarımlar yapılırsa, onlar da doğru olur. Bilimsel bilgi objektiftir; kişiden kişiye, toplumdan topluma değişmez. Bilimsel bilgi, hem bilim dışı önermelere hem de bilimsel sonuçlara karşı eleştiricidir. Bilim seçicidir; varlık dünyasındaki tüm olguları değil, özellikle insana faydalı olabilecek bazı olguları ele alarak inceler. Bilim soyutlayıcı ve genelleyicidir. Belli bir tür olayların hepsinde geçerli olabilecek şekilde yasalar ortaya koyar. Bilim, varsayımlara dayanır. Bunlara örnek vermek gerekirse; kendi dışımızda düzenli ilişkiler içinde bir olgular dünyası vardır. Bu olgular dünyası bizim için anlaşılabilir. Bütün olgular birbirine ve tespit edilebilir nedenlere bağlıdır. Gözlem konusu bütün olgular belli bir zaman ve mekân içinde yer alır. Bilim, varolan her şeyin belli bir miktarda varolduğu ilkesine bağlıdır ve bunu ölçmeye çalışır. Bilim, denetimli gözlem ve gözlem sonuçlarına dayalı mantıksal düşünme yolundan giderek, olguları açıklama gücü taşıyan hipotezler bulma ve bunları doğrulama metodudur.
En genel anlamda, bir bütün olarak bilimin yapısını, doğasını, amaçlarını, kapsamını ve içeriğini araştıran; bir yandan bilimin nasıl çalıştığını betimlerken, öbür yandan nasıl çalışması gerektiğine dair felsefece gerekçelendirilmiş öneriler getiren; Tek tek bilim dallarının kendilerine özgü sınırlarını araştıran, birbirleriyle karşılıklı ilişkilerini belirginleştiren; bilimsel araştırmaların yanıt bulmaya çalıştığı soruları ve bu soruları yanıtlarken izlediği yöntemlerin geçerliliklerini sınayan;
Bilimsel araştırmanın gerisinde yatan ussallık mantığını eleştirel bir gözle inceleyen; bilimin kullandığı kavramları, baştan varsaydığı sayılıları çözümleyerek bunların felsefi ön dayanaklarını açıklığa kavuşturan;
Bilimsel bilginin ölçütlerini, başka bilgilerden ayrılan özelliklerini ortaya koyan; bilimsel ile bilimsel olmayan arasına sınır çekerek, gerçek bilim ile sözde-bilim yada yalancı bilim arasındaki ayrımları açığa çıkaran;
Bilimde değişimin, yeniliğin yada ilerlemenin nasıl ve hangi koşullar alanda gerçekleştiğini çözümleyen; bilimsel kuramlar ile varsayımların doğruluklarının nasıl sınanacağını belirleyen; bilimsel etkinliğin doğasını ve değerini bütün yönleriyle dizgeli bir biçimde kavramaya çalışan; özellikle XX. yüzyılın ikinci yarısında üst düzey bir canlılık kazanmış felsefe dalı.
Felsefe tarihine bakıldığında, aralarında bugünkü anlamda bir kopukluğun söz konusu olmadığı "bilim" ile "felsefe" arasındaki yakın ilişki bağlamında, yaptıkları katkılarla Aristoteles, Descartes ve Leibniz adları öne çıkmaktadır.
Çoğu bilim felsefecisi, XVII. yüzyıl bilimsel devriminin mimarı Francis Bacon 'ı bugünkü anlamda ilk bilim felsefecisi konumuna yerleştirir. Kimi bilim felsefesi tarihçileri, ayrı bir araştırma alanı olarak bilim felsefesinin felsefeden XIX. yüzyılda A. Comte, W. Whewell ve J. S. Mill 'in çalışmalarıyla kopmaya başladığı saptamasında bulunurlar.
XIX. yüzyılda özetlikle biyoloji ile fizik bilimlerinde yaşanan "uzmanlaşmayı da bu saptamalarının temel kanıyı olarak gösterirler. Ne var ki bugün bilim felsefesinin çözüm aradığı sorunların pek çoğu çok daha önceleri ortaya konmuştur. Örneğin XVII. yüzyılın deneyci ve usçu düşünürleri bilimin yöntembilgisi üzerine günümüzde süren tartışmanın ilk temellerini atmışlar; "gerçekçi" ve "karşı-gerçekçi" konumlar alarak yerçekimi yasasının gerçekliğine ilişkin önemli tartışmalar yürütmüşler; "tümevarım sorunu"na ilişkin düşünsel yeterliği tartışılmaz çözümlemeler getirmişlerdir.
Bugün kullandığımız anlamıyla bilim felsefesinin ne zaman başladığı sorusunun yanıt adresi olarak ise genellikle İskoç asıllı İngiliz felsefecisi David Hume 'un "nedensellik eleştirisi" gösterilir. Hume, nedensellik ilişkisinin sanıldığı gibi us yoluyla temellendirilebilir zorunlu bir ilişki olmadığını tanıtlamayı amaçlayan kapsamlı eleştirisinde, "nedensellik" diye adlandırdığımız ilişkinin temelde aynı olayların hep bir arada meydana geldiğinin gözlenmesi sonucunda edinilmiş ruhbilimsel temeli bulunan öznel bir alışkanlıktan öte bir şey olmadığı sonucuna varır. Varılan bu sonuçla birlikte, özelikle doğa bilimlerini olanaklı kılan "tümevarımlı us yürütme" sürecine öteden beri duyulan sarsılmaz güven büyük bir yara almış, ayak basacağı sağlam zemini yitiren bilim önü alınmaz bir kuşkuya açılmıştır. Bilimsel etkinliğin meşruluğunu temellendirmeye karşılık gelen sorunun çözümüne yönelik arayışlar günümüzde halen sürmektedir. Bilim felsefesini başlatan soru diye de adlandırılan bu temel konu, "tümevarım sorunu" başlığıyla bilim felsefesinin söz dağarına iyice yerleşmiştir.
Buna karşın bilim felsefesinin geçmişine bakıldığında, yetkin bir felsefe dalı olarak oldukça yakın tarihli bir felsefe araştırma alanı olduğu görülür. özellikle Viyana Çevresi düşünürlerince kurulan "mantıkçı olgucu" öğretinin yükselişiyle birlikte, ayrı bir felsefe dalı olarak özerkliği felsefenin geniş kesimlerince tanınmıştır. Bundan daha da önemlisi, doğa bilimleri ile onların araştırma mantığına olabildiğince yakın durmayı felsefenin birincil ödev sayan belli felsefe çevrelerinde, günümüz felsefesinin en verimli dalı, hatta kimileyin tek verimli dalı olduğu savunmaktadır.
Bilim felsefesi çözümleyici felsefe geleneğinde çoğunluk deneysel biçimler yada doğa bilimleri üstüne yoğunlaşmayı kendisine ödev edinmiş bir felsefe dalı gibi ele alınıyor olsa da XX. yüzyıldan bu yana özellikle Alman düşünürlerin kıta felsefesi yönelimli çerçevelerinde kuramsal bilimler, tinsel bilimler ya da toplum bilimleri diye nitelenen bilim dalları da bilim felsefesi araştırmalarının odağında yer almaktadır. Bu bağlamda bilim felsefesinden tam olarak ne anlaşılması gerektiği bütünüyle bilimden ne anlaşıldığına bağlıdır. Sözgelimi salt deneysel bilimleri bilim diye gören bir ' felsefeciyle, tarihle bir biçimde ilgisi bulunan kazıbilim, insanbilim, dilbilim gibi alanları da bilim olarak gören bir felsefecinin bilim felsefesi tasarımları birbirinden oldukça başka olacaktır.
Bilim felsefesinde yanıt aranan sorulan en genel anlamda üç ayrı başlık altında toplamak olanaklıdır:
(i) genelde bilimin doğrudan kendisini ilgilendiren sorunlar;
(ii) Ayrı bilim dalları arasındaki ilişkileri ya da bütün bilimleri dizgeli bir biçimde bölümlemeyi konu edinen sorunlar;
(iii) Tek tek bilim dallarının karşılaştığı kavramsal sorunlar.
Felsefe tarihinde, Francis Bacon dışında tutulmak koşuluyla, bilim Felsefesinin konu edindiği sorunlardan genelde doğrudan bilimi ilgilendirenler, aralarında tam bir örtüşme olmamakla birlikte, öteden beri hemen hep "bilgi kuramının kapsamı içinde düşünülmüş, soruşturulmuş ve çözülmeye çalışılmıştır. Günümüzde ise bilgi kuramının konu edindiği sorunlar çoğunlukla bilim felsefesinin yöntem bilgisi diye adlandırılan ayrı bir kolu altında ele alınmaktadır.
Bilim felsefesinin omurgasını oluşturan bu ana kolda, bilimsel çalışmaların dünyaya ilişkin doğru bilgileri elde ederken kullandıkları yöntemler ile bu yöntemlerin temelinde yatan ana ilkeler üstüne yoğunlaşılmaktadır. Bir başka deyişle söylenecek olursa, bilimsel bilginin ussal dayanaklarını soruşturmak amacıyla ortaya atılmış sorulardır bunlar. Bu bağlamda yanıt aranan temel sorulardan birkaçı şunlardır
"Bilimsel yöntem bilgiye ulaşmanın olanaklı tek yolu mudur?",
"Bilimde bilimsel geçerlilikleri tanınmış kuramların olmazsa olmaz özellikleri nelerdir?"
"Kanıt ile varsayım arasındaki ilişkinin doğası nasıl kavranmalıdır?",
"Gözlem verilerine dayanarak bilimsel savların `sınanabilirlikleri hangi ölçütler uyarınca belirlenmelidir?".
Açıkça görüleceği üzere, bilimlerin yöntemlerine yönelen bir araştırma dalı olarak bilim felsefesi daha çok geleneksel mantık ile bilgi kuramına karşılık gelmektedir. Bilim felsefesinin yöntem bilgisi konularına eğilen bölümünde daha çok "tümevarım", "tümdengelim ', "varsayım ', "doğrulama", "sınama', "deney", "ölçüm", "bölümleme" gibi terimlerin tanımlarının yapılıp açıklığa kavuşturulmalarıyla uğraşılır.
Bilimin doğrudan kendisini ilgilendiren sorunlardan "bilgi kuramı" yada "yöntem bilgisi"nin dışında kalanlar ise daha çok geleneksel felsefenin metafizik alanına gelmektedir. Bu bağlamda yanıt aranan sorular arasındaysa bilimsel yasaların doğası, gözlemlenemeyen şeylere göndermeler yapan bilimsel kuramların bilişsel içerikleri ve bilimsel açıklamaların yapısına yönelik sorular en önemlileri olarak öne çıkmaktadır. Bilim felsefesinin bu bölümünde bu sorulara dayalı olarak ayrıca bir yandan bilimsel kuramlarda yer alan temel kavramlar, ön kabuller, sayıtılar incelenirken, öbür yandan bilimin dayandığı ussal, deneysel ve pragmatik dayanaklar açıklığa kavuşturulmaya çalışılmaktadır.
Bilim Felsefesinin bu boyutu, bilim adamının baştan sorgulamaksızın doğruluğunu varsayarak kullandığı "neden'', "nicelik", "zaman", "uzam", "bilimsel yasa" gibi en temel kavramları sorgulayarak, bilimin felsefi bakımdan eleştirisini vermeye çalışmaktadır. Burada bilimsel etkinliğin konumunu temellerinden sarsacak "dış dünyanın varlığı', "doğada bulunduğu öngörülen düzen düşüncesi", "mutlak uzam ile mutlak zaman düşüncesinin olanaklılığı" gibi konuların kuşkuculuğu elden bırakmaksızın incelendiği de olur.
Bilim Felsefesinin bu alanı daha çok ulaşılan bilimsel sonuçların anlamlan ile içeriklerinin açık kılınmasına yönelik olduğundan dil felsefesi ile metafiziğe yakındır. Bilim felsefesinin dil felsefesi ve metafizik ağırlıklı sorunlarından en önemlileri şunlardır: "Bilimsel kuramlar gerçekliğin olduğu gibi yansıtılması mıdır, yoksa şeylerin olduğu gibi betimlenmesi mi?", "Elektron, atom, yörünge, bilinçaltı gibi birtakım kuramsal terimlerin somut bir varlıkları var mıdır, varsa bunları nasıl açıklamak gerekir?", "Bilimde kuramlar yalnızca deneye bağlı verilere dayalı olarak öndeyileme yapmaya yarayan birer araç mıdırlar, yoksa görüngüler arasındaki ilişkilerin özünü açıklayan ussallığı tartışılmaz kesinlikler mi?".
Bilimsel etkinliğin doğrudan kendisini ilgilendiren sorunlardan bilgi kuramı ile metafizik alanları dışında kalanları çoğunluk etik sorunlar başlığı altında incelenmektedir. Bunlardan büyükçe bir bölümü felsefe tarihinde öteden beri genel anlamda bilme etkinliğine yöneltilen "başsız sonsuz" (perennia) felsefe sorunlarından oluşmaktadır: `Bilimde bilim adamından beklenen ödev ve sorumluluklar nelerdir?", "Belli alanlarda bilimsel araştırma yapmak etik açıdan doğru mudur?", "Bilimsel bilginin geleneksel bilgi anlayışımız karşısındaki sorunlu yanlar nelerdir?".
Buna karşın, özellikle tek tek bilimlerde yapılan birtakım yeni buluşların toplumsal bakımdan ağır sonuçlarının olduğunun düşünülmesi nedeniyle, söz konusu buluşların etik bakımdan geçerliliklerini sorgulamak amacıyla geçmişte karşılaşılmayan birtakım yeni etik sorular da dile getirilmiştir:
"Bilimin toplumla, özel sektörle, devletle ilişkileri nasıldır, nasıl olmalıdır?",
"İnsanın gen haritasını çıkartmak etik bakımdan doğru mudur?",
"İnsanın ırksal, kültürel, toplumsal koşullarını yada `koşullanmışlığını' hiçe sayarak birtakım zekâ testleri yoluyla düşünsel yetilerini ölçmek ne ölçüde kabul edilebilirdir?",
"Bilimin doğanın işleyiş düzenine verdiği zararların önü nasıl alınabilir?".
Nükleer silah yapımına olanak tanıyan fiziğin belli artalanları, insan sağlığına ve doğaya onarılmaz hasarlar veren maddeler üreten kimya endüstrisi, insanın doğal yapısını bozmaya yönelik etkinliklere yer veren biyoloji ile tıp bilimleri bu alanda yapılan etik tartışmaların en çok yoğunlaştığı bilim dallarıdır.
Daha önce belirtildiği üzere, bilim felsefesinin çözüm aradığı ikinci sorun kümesini ayrı bilim dallan arasındaki ilişkileri yada bütün bilimleri dizgeli bir biçimde bölümlemeyi konu edinen sorunlar oluşturur. Söz konusu sorunlardan önemlice bir bölümü "bilimin birliği" düşüncesi üstüne kurulmuş sorunlardır.
Toplum bilimleri yada tin bilimlerinin özce doğa bilimlerindekinden farklı bir araştırma mantıkları mı vardır, yoksa bütün bilim dallan için geçerli tek bir bilimsel araştırma mantığı tasarlamak olanaklımıdır?",
"Ruhbilim ve insanbilim gibi farklı bilim dallarının yöntem yada yasaları arasında bir `indirgeme' ilişkisine gidilebilir mi?",
`Bilim dallarının ele aldıkları farklı görüngülere hep aynı temel yasalarla yaklaşılabilir mi?". Bilim felsefesinde bu iki genel çalışma alanına ek olarak, çoğu durumda oldukça üst düzey bir özel uzmanlık bilgi- si gerektiren, yalnızca konunun uzmanlarına açık, çok daha teknik konulara yanıt aramaya yönelik bir üçüncü soru kümesi daha bulunmaktadır.
Söz konusu alanda araştırmalar, çoğunluk fizik, matematik,. biyoloji gibi tek tek bilimlerin karşılaştığı sorunların, bu sorunları çözmek amacıyla izlenen yöntemlerin, araştırma sonucunda ulaşılan özgül sonuçların incelenip değerlendirilmesine yönelik olarak yürütülmektedir. Araştırmacılar başta fizik alanında olmak üzere matematik bilimlerinin birtakım özel teknikleriyle iş görürler.
Ne var ki bilimsel uslamlamalar, işin doğası gereği "olasılık", "doğrulama", "açıklama" gibi birtakım temel kavramları kullanırken bu kavramların konu olduğu sorunlar üstünde durmazlar. İşte bilim dilindeki kavramların sorunların açığa çıkarıp bu sorunların ortadan kaldırılmasına yönelik çalışmalar yapmak da bilim felsefesinin başlıca ödevlerindendir. Bunlar arasında uzam-zaman kuramlarının metafizik varsayımları, istatistiksel fizikte olasılığın ve olasılık hesaplarının yeri, kuantum kuramında ölçmenin yorumlanması, evrimsel biyolojide açıklama yapısı gibi araştırma konuları bulunmaktadır.
Gel gelelim bilim Felsefesinin bu alanında çözüm aranan sorunlar, bilim dallarının araştırma konularının çokluğunu aratmayacak derecede uzun bir liste oluşturmaktadır. En önemlisi de bilimde baş gösteren yeniliklerle, yapılan buluşlarla listenin yeni baştan elden geçirilmediği gün yok gibidir. Özellikle yakın dönemde bilim felsefesi listesine eklenen, daha bir öne çıkan sorunlar arasında şunlar bulunmaktadır: "görelilik kuramından sonra `zaman' ile `uzam' kavramlarının kazandığı yeni anlamlar", "kuantum mekaniğinden sonra `nedensellik' ile belirlenmişlik' kavramlarının yeniden temellendirilmesi", "yapay zekâ ile düşünce arasındaki ilişkinin doğası". Günümüzde birtakım bilim felsefecileri, bilim felsefesinin bu tek tek bilimlerin kendi iç sorunlarına yönelik kavramsal çözümlemelerle sınırlandırılmasından yana görüş bildirmektedirler.
Bu açıdan bakıldığında XX. yüzyılda bilim felsefesinin çözüm aradığı sorunların büyükçe bir bölümünün oldukça soyut,. alabildiğine de mantıksal bir çerçevede düşünülüyor olması bilim. felsefesine yöneltilen birçok eleştiriye kaynaklık etmektedir. Bilim. felsefecileri yapılan bu eleştirilere karşı ancak böylesi- ne teknik bir açıklama yordamıyla bilimsel etkinlikte öteden beri yapılagelen "buluş bağlamı" He "temellendirme bağlamı" atasındaki ayrımın ortaya konabileceğini ileri. sürerek kendilerini savunmaktadır.
Ayrıca bilim felsefesinin bu boyutu, bütün bilim dallarına ilişkin genel bir soy kütüğü çıkarmaya çalışması, bu amaçla çeşitli bilim bölümlemelerine gitmesi, bilimin kültürle, dinle, sanatla, etikle ilişkilerini araştırması bakımından oldukça önemlidir.. Yakın dönemde olgucu ("pozitivist' bilim felsefesi yapma tutumuna karşı tepki olarak doğan olguculuk sonrası ("post-pozitivist' bilim felsefesi anlayışında, bir bütün olarak bilim etkinliğine tarihsel, bağlamsal, kimileyin de toplumbilimsel yönleri öne çıkarılarak yaklaşılmaktadır. Olgucu bilim felsefesi daha çok İngilizce konuşulan ülkelerin çözümleyici felsefesinin tut- tuğu yolu izleyerek, bilim dilinde kullanılan kavramların, terimlerin ve ifadelerin anlamlarını açımlayıp betimlemeyi temel ödevi olarak görür.
Buna karşı olguculuk sonrası bilim felsefesi, kıta felsefesinin ana bileşeni eleştirel felsefe yaklaşımıyla gerek bilim bütün kavramları, sorunları ve tasarımları yeniden kurmaya çalışmaktadır.
Olgucu yönelimli bilim felsefecileri arasında Ayer, Hempel, Duhem, Carnap, Quine başı çekerken, olguculuk sonrası bilim felsefesinin önde gelen düşünürleri olarak Koyre, Popper, Kuhn, Feyerabend adları sayılabilir.
Olguculuk sonrası bilim felsefesinin kalkış noktasını, genelde olgucu bilim anlayışının, daha özeldeyse olgucu temeller üstüne kurulmuş yerleşik bilim felsefesi anlayışının içerdiği sorunları ortaya çıkarılarak bilimin daha doğru bir kavrayışına ulaşma isteği oluşturur. Bu isteğe bağlı olarak olguculuk sonrası bilim felsefeleri, :bilim tarihi bütün incelikleriyle mercek altına alınmadan bilimi anlamaya çalışan bütün bilim felsefesi çalışmalarının. başarısız olmaya mahkum olduğu saptamasında bulunurlar.
Bu saptama uyarınca, bilim tarihinde yaptıkları “örnek olay “ çalışmaları doğrultusunda bir bütün olarak bilimsel etkinliğin doğasına yönelik açımlamalarda bulunurlar .Nitekim bilim tarihinde yaptıkları örnek olay çalışmalarıyla özellikle Koyre, Kuhn, Feyerabend gibi bilim felsefecileri bilim ile olgucu bilim felsefesinin yanlış temeller üstüne inşa edildiğini doyurucu bir biçimde tanımlamışlar ; en genel anlamda olgucu bilim tasarımının ardında yatan birtakım temel sayıtlıları bir daha onarılmamasına yıkmışlardır.
'Bu sayıtlılardan .ilki bilimin;birikimli (cumulative) ..bir etkinlik olduğu yönündeki sarsılmaz inanca 'karşılık gelir. Bilim yapılan yeni.buluşlarla,:bulunan yeni gerçeklerle, ortaya atılan yeni varsayımlarla ilerlemektedir. Tarihsel bakımdan daha yenilan,`eskiye olana göre gerçekliği daha iyi açıklamaktadır. Bu anlamda, örneğin -tarihsel bakımdan daha yeni olan'"Newton Fiziği", gerçekliği Aristoteles Fiziği"ne göre her bakımdan daha iyi açıklayacaktır. .Kuşkusuz bilimin bu .temel sayıltısının .ardyöresinde, Aydınlanma 'Tasarısınca pompalanan "ilerleme düşüncesi' .yatmaktadır.
Bu sayıltıya karşı, özellikle Kuhn 'un Bilimsel Devrimlerin Yapısı başlıklı çalışmasında bilimde ilerlemenin nasıl olduğunu açıklamak .amacıyla yaptığı "olağan bilim' ile "devrimci bilim" ayrımı, bilimsel İlerlemenin birikimli bir yapıda olmayıp tam tersine devrimci kesintilerle, kökten kopmalarla kendisini gösteren "paradigmatik” bir yapıda olduğunu açıklıkla sergilemiştir.
Bu nedenle, modern çağıcı bilim paradigması Newton fiziği, eskiçağın bilim paradigması Aristoteles fiziğine göre gerçekliği ne metafizik bakımdan, ne bilgi kuramı bakımından, ne de başka bir bakımdan daha iyi açıklıyor değildir.
Bilim felsefesinde kendisine sürekli.çözüm aranan bir paradigmanın bırakılıp bir başkasına geçilmesi sorununun, metafizik yada bilgi kuramsal:bir' konu olmayıp -bilim tarihindeki örneklerden de görüleceği üzere- çoğunluk pragmatik bir konu olduğunun gösterilmesiyle bilim felsefesi tarihinde önemli bir kırılma gerçekleşmiştir.
Meydana gelen bu kırılma sonrasında, bilimsel savların benimsenmesi konusunu hep yapıla geldiği üzere buluş ile temellendirme bağlamları ayrımı üzerinden düşünme çerçevesi oldukça sorunlu bir Hale gelmiştir. Böylece, belli bir bilimsel kuramın bilim çevrelerince benimsenmesi sürecinde, ortaya atıldığı "buluş bağlamları'nın ancak söz konusu kuramın yada varsayımın kanıtlamasının verildiği "temellendirme bağlamı"na bakarak olanaklı olduğu yönündeki sav da büyük ölçüde geçerliliğini yitirmiştir. Özellikle Kuhn'un başı çektiği bu yeni bilim felsefesi dalgası, bilimsel kuramların seçimi konusunu ussal, bilimsel ya da felsefi bir konu olmaktan çıkarıp ancak toplumbilimsel bir araştırmaya konu olabilecek bir sorun olarak yeniden dile getirerek dikkatleri seçkin, çoğunlukla da gücü elinde tutan bilim adamlarından oluşan egemen bilimsel toplulukların yada cemaatlerin güce dayalı iç işleyiş mantığına çevirmiştir.
Bilim çevrelerinde kabul edilebilir gibi görünmeyen bu olağandışı düşün semenin içerimler, bilim adamlarının belli bilîmsel kuramların gerçekliklerini tanıtlarken işlerine geldiğinde alabildiğine devrimci işlerine geldiğindeyse ne denli tutucu olabildikleri gerçeğine odaklanarak, bilimsel etkinliğin son çözümlemede sanıldığının tersine son derece öznel bir etkinlik olduğunu göstermesi bakımından oldukça çarpıcıdır
Bilim çevrelerinde son derece büyük yankılar uyandıran Kuhn 'un bu vargısının en önemli sonucu, yerleşik bilim anlayışının bina edildiği bir ikinci sayıltı olan bilimin "nesnel" bir bilme etkinliği olduğuna duyulan inanca düşürdüğü kuşku gölgesidir. Bilimin nesnel olma savı, özellikle Feyerabend tarafından kapsamlı bir biçimde sorgulanmış, bu savın ardında yatan dayanaklar eleştirel bir gözle tek tek ortaya serilmiştir. Feyerabend , özellikle doğu ile uzak doğu kültürleri üzerine yaptığı karşılaştırmalı çözümlemelerden kalkarak, başka uygarlıklardan ayrı olarak Ban biliminin kendine özgü bir "ussallık" anlayışı olduğunu, kendi ussallığının olanaklı tek nesnel bilme etkinliği olduğu sanısının da işte bu anlayışın içinde içerimlendiğini yüksek sesle dile getirmiştir. Buna bağlı olarak tıpkı Kuhn gibi Feyerabend de farklı kültürlerin ussallık anlayışlarının birbirleriyle ölçüştürülemez olduğunun altını koyuca çizer.

BİLİMİN FELSEFENİN KONUSU OLMASI

Başlangıçta bütün bilimler felsefenin içinde yer alıyordu. Filozof, her bilim konusunda bilgi sahibi olan, bütün bilgileri sentez ederek bir hayat görüşüne ulaşmış olan kişi idi. Hemen her konuda kitap yazan ve bu kitapları o bilim alanlarında otorite kabul edilen Aristoteles, bu filozof tipine bir örnektir.
Bilimsel bilgi geliştikçe, zamanla bilim dalları felsefeden “bağımsızlıklarını” ilan ettiler. Daha önce “doğa felsefesi” denen Fizik, arkasından Kimya, Biyoloji ve diğer fen bilimleri tek tek felsefeden ayrıldılar. Sosyal bilimler de, henüz tam kesin olmamakla beraber, felsefenin etkisinden çıkmaya başlamışlardır.
Bu ayrılmalar, felsefenin konusunu hızla daralttı. Hatta ayrılmalar sırasında felsefeye karşı düşmanca bir tavır takınıldı. 19. yüzyılda bilim ile felsefe arasında âdeta bir uçurum meydana geldi. Felsefenin varlığı bile tehlikeye düştü.
O zaman filozoflar bilimlerin sınıflandırılmalarıyla uğraştılar. Hem felsefeden kopan, hem de birbirlerinden olabildiğine uzaklaşan bilimler, bir bütün olan evreni parçaladıkları gibi, insan kafasında da bütün bir evren kavramı oluşturamıyorlardı. Bu parçalanmışlık sanayi dünyasına, toplum hayatına ve hatta insan şahsiyetine bile yansımıştı. Felsefe, bilimleri sınıflandırarak onlar arasındaki ortak noktaları ve bağları göstermek, bilimleri birbirlerine yaklaştırmak istiyordu. Bütün bilimler varlık alanının değişik varolanları ile ilgileniyorlardı.
Bütün bilimler hedefte, metot ve bilimsel tavırda da birleşiyorlardı. Sınıflandırma bunu daha da açıkça meydana ortaya koyacaktı.
Bu dönemde iki Almanın yaptığı bilim sınıflandırması çok tanınmıştır. Kantçı filozoflardan Wilhelm Windelband, bilimleri yöntem bakımından apriori (rasyonel) ve ampirik (deneye dayalı) bilimler diye ayrılıyordu. Rasyonel bilimler matematik ve felsefe idi. Deneye dayanan bilimler de ikiye ayrılıyordu: tarih bilimleri ve doğa bilimleri. Bu son ayrım metottan ziyade konu farklılığından kaynaklanıyordu.
Wilhelm Dilthey (1833-1911) de bilimleri metot bakımından ikiye ayırır: manevî bilimler ve doğa bilimleri. manevî bilimler anlama met****un, doğa bilimleri açıklama met****u kullanıyordu. Dil, edebiyat, sanat felsefe, hukuk ve bütün tarih bilimleri manevî bilimlerden sayılıyordu. Ancak burada meselâ psikoloji her iki bilim grubunda yer alırken, mantık ve matematik bilimleri de arada kaldı. Bilim sınıflandırmalarıyla bir sonuca ulaşamayan felsefe, 19.yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında bilimlerin yöntemlerini eleştiren bilim teorisi ile uğraştı. Bu konu üzeride daha sonra ayrıntılı olarak durulacaktır, ama genelde bilim adamları felsefecilerin kendilerine bir metot dikte ettirmeleri çabalarına karşı ilgisiz kaldılar. Ancak şu da unutulmamalıdır ki, tarihin birçok noktasında bilim tarihi ile felsefe tarihi özdeşleşir. Aralarında bir mesafenin açıldığı 19. yüzyıldan sonra da, bilimsel verileri toplayarak varlık dünyası hakkında genel bir açıklama yapma çabasına giren felsefe, şimdi bilime yaklaşmaya çalışmaktadır. Einstein, Max Born, Niels Bohr, Heisenberg, Schrödinger, J.Monad gibi son yüzyılın tanınmış bilim adamları, kendi alanlarında felsefi kitaplar yazmışlardır. Bacon‘ın tümevarım, Galile’nin deney ve matematik yöntemlerini kullanan bilim, 18 ve 19. yüzyıllarda büyük başarılar elde etti. Newtoncu pozitivist bilim görüşü bilimin, dışarıdaki nesnel olguyu tam olarak yansıttığın söylüyordu. Ancak 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarındaki kuvantonlar alanındaki buluşlar ve Einstein’ın rölativite teorisi, pozitivist bilim görüşünü sarsmaya başladı. Bilim, dış olguların doğru bir tasviri olmayabilirdi. Varlık dünyasına yüklediğimiz kavramlar doğru olmayabilirdi. Üç boyutlu zaman yerine dört boyutlu zaman, düzlem geometrisi yerine eğri geometriler, modern fizikte elektronun dalga olarak mı tanecik olarak mı alınacağı şeklinde birçok soru çıktı. Tümevarım yöntemine uymayan ve araştırılması gereken birçok fiziksel olgu vardı. Değişmez, evrensel bilgiler sistemi olarak savunulan bilime, değişme fikri geldi. Peirce, “bilim değiştiği için bilimdir” dedi. Bilimcilerin fikri de yanlış olabilirdi. Bacon’un “soruları doğaya sorup geçerli olmadıkları taktirde fikrimizi değiştirmeye hazır olmalıyız” ilkesi gündeme geldi. Bilim, dünyanın yapısının içinde varolan yasaları mı ortaya koyuyordu, yoksa insan kendi kafasındaki yasaları mı dünyaya yansıtıyordu. Kişi kendi zihnine uygun (öznel) açıklamalar yaptığı zaman nesnelliğin ters görünüşleri ile karşılaşıyor; tam nesnelliğe uygun açıklamalar tutarlı giderken buraya uymayan gerçek kümeleriyle karşılaşıyordu.
Kant’ın, “doğru hem dış dünyanın hem de insan düşüncesinin ortak ürünüdür” şeklinde klasik görüşü hemen hemen aynen Einstein tarafından da savunuluyordu.
Bilimle felsefe, tekrar birbirine yaklaşıyordu. Ancak bilimle felsefenin birbirinden farklı disiplinler olduğunu gene de unutmamalıdır. Bilimle felsefenin ana farklılıkları da şu noktalardadır:
Her bilimin konusu bellidir; doğa olayları ve insanların sosyal ilişkilerinden ortaya çıkan olaylar çeşitli bilimlerin konusunu oluşturur. Her bilimin konusu sınırlıdır. Felsefenin konusu ise evrenseldir; her şey felsefeye konu olabilir.
Bilim ve felsefenin esas farkı metot yönündendir. Bilim olgularla hareket eder ve ulaştığı sonuçları olgularda tem ellendirir. Felsefe ise eskiden beri olguların yanında mantıksal çözümlemeye, kavramsal düşünme ve bazen de spekülasyona dayanır. Felsefede mantıksal çözümleme o kadar önemlidir ki, B.Russel 1914 yılında mantığı felsefenin özü olarak nitelemiş, R. Carnap ise felsefeyi mantıktan ibaret saymıştır. Bilimler bilgi üretir, felsefenin ise öyle bir amaç ve faaliyeti yoktur.
Bilimlerin insanlara bir çok faydaları olduğu halde, felsefenin pratik bir faydası da yoktur. İnsandaki anlama ve bilme merakı onlara felsefeye yöneltiyor. Bilim felsefesi, bu konuda görüş bildiren, teoriler ileri süren filozoflara göre değişir. Yeni pozitivistler onu, bilimin dilsel yapısını çözümleme, eleştirme ve aydınlatma olarak tanımlarken; başka düşünürler bilimsel yöntemin değerlendirilmesi veya doğruluğun ne olduğunu araştıran disiplin diye tanımlayabilirler.

BİLİMİN ÖZELLİKLERİ
Bilimsel açıklama ve ön-deyinin (tahmin) özellikleri:
Bilimsel açıklama bir olgunun oluş biçimini değil, oluş nedenini gösterme sürecidir. Mesel. ay tutulmasının, onun sonunda ortaya çıkan gel-git olayının nasıl oldukları kadar, niçin oldukları da bilimi ilgilendirir. Eski tanımlardaki gibi bilim sadece “ne” ve “nasıl” sorularına değil, “niçin” ve “neden” sorularına da cevap arıyor. Açıklamaya, genellikle beklenmeyen bir gözlemle karşılaştığımızda ihtiyaç duyarız. Herhangi bir olay, her zaman olduğu gibi olmuyorsa, onun bir nedeni vardır. Bilimde belli bir düzen içinde cereyan eden olayların da açıklaması yapılmaya çalışılır. Bir olgu hakkında bilimsel açıklama yapabilmek için genellemelere ihtiyaç vardır. Bazı açıklamalar bağlayıcı niteliktedir ve tümdengelim yöntemiyle yapılır; bazı açıklamalar da istatistiksel bulgulara dayanılarak yapılır ve tümevarım şeklindedir.

Bilimsel açıklamanın ana özellikleri şunlar olmalıdır:

Bilimsel açıklama, biçim yönünden mantıksal olmalıdır. Açıklanan, açıklayanların mantıksal sonucu olmalıdır. Yapılan mantıksal çıkarım geçerli olmalıdır.
Açıklayanlar arasında, yasa niteliğinde en az bir genelleme olmalıdır.
Açıklayanlar olgusal içerikli önermelerden meydana gelmelidir; metafizik veya içi boş mantıksal önermeler olmamalıdır.
Açıklayan önermeler olgusal olarak doğrulanmış olmalıdır.
Bilimsel açıklama ile bilimsel ön-deyi (tahmin, prediction) mantıksal yönden aynı oldukları için bazen birbirine karıştırılır. Ön-deyi, olgular arasındaki ilişkilerden ve bu ilişkileri dile getiren genellemelerden yararlanılarak, henüz oluşmamış bir olguyu önceden kestirmedir (mesela, ay ve güneş tutulmalarının ne zaman olacağı)
Açıklama doğayı anlamamıza imkan verirken, ön-deyi doğa kuvvetlerini denetim altına almamızı sağlar. Bilim, sadece insanların anlama ve bilme meraklarını giderme aracı değil, insanın doğa kuvvetlerini denetim altına alma ve kendi ihtiyaçları doğrultusunda kullanma aracıdır. Ön-deyi, hipotez ve teorilerin doğrulanmasında, bizi yeni gözlem ve deney verilerine götürür.
Bilimdeki her açıklama aynı zamanda bir ön-deyidir, ama her ön-deyi bir açıklama değildir. Bir olguyu açıklayan öncüller, o olguyu beklenir hale getirir.

Bilimsel kuramın (teori) özellikleri:
Bilimde kuram kavramı bazen “hipotez”, “varsayım” ve “yasa” kavramları ile karıştırılmakta veya bunlar birbirinin yerine kullanılmaktadır. Oysa “hipotez” doğrulanmak üzere ele alınan iddialar, “varsayım” doğruluğu irdelenmeksizin ele alınan iddialardır. Bilimsel “yasa”, gerçek genellemelerden yeterince doğrulanmış olanlara denir. Bilimsel kuram ise evreni ve evrendeki bazı olgular grubunu açıklamak üzere, insan zihni tarafından kurulur. Bilimsel kuram, hipotez gibi yeterince doğrulanmamış, ama olgusal ve doğrulanabilir hükümlerdir. Hipotez belli ve sınırlı bir açıklama vaat ederken, kuram daha kapsamlı ve köklü açıklamalar getirir. Daha önce gözlem yoluyla belirlenen bir takım ilişkiler, kuramsal kavramlarla öyle bir formüle edilir ki, hem eski ve şimdiki olaylar açıklanır hem de geleceğe yönelik ön-deyide bulunulabilir.
Bilimsel kuram olmadan, yapılan bilimsel çalışmalar ve bulgular bir bilgi yığını olarak durur. Bilimde belirlenmiş olgusal ilişkiler ve bunları ifade eden bilimsel yasalar, ancak ortaya konan teoriler kapsamında bütünlük kazanır. Teori kurmak, bir bakıma belli bir alandaki genellemeleri mantıksal bir düzene koymaktır. Bilimsel kuram bütün hipotez ve bilimsel yasaların üstünde, onları da kapsayan ve açıklayan bir bütündür. Ancak, gene de teoriler evrensel değildir. Gözlem ve deneyler geliştikçe teoriler de sınırlı kalmakta, zamanla onları da içine alan yeni teoriler ileri sürülmektedir. Bilimsel teoriler insan zekasının serbestçe yarattığı kavramlardan mı oluşur yoksa birtakım gözlemlerden genellemeler ve tümevarım yoluyla mı elde edilir? Bilimsel teorinin bir icat (invention) olduğunu savunan birinci görüş Einstein’ın, bir buluş (discovery) olduğunu savunan ikinci görüş de Newton’undur. Bu iki görüşte aşırı uçlardaki görüşlerdir. Çünkü bir bilimsel teoride hem icat hem de buluş özelliği vardır. Teori doğadaki bir takım olgulara dayanır ama olguların üstünde ve doğada bulunmayan insan zekasının ürünüdür. Teoride olgular kadar insan zekasının da payı vardır. Teorinin bir yanı buluş, bir yanı icattır.

Bilimsel yasanın özellikleri:

Bilimsel yasa, bilimsel genellemelerin yeterince doğrulanmış olanlarına denir. Doğa açıklamalarında tesadüf ve metafizik açıklamalara karşı, doğa olayları arasındaki değişmez ilişkileri bir sebep-sonuç bağlantısı şeklinde açıklamaya doğa yasası denmiştir. Doğa yasalarının bazıları mekanik, bazıları fiziko-kimyasal, bazıları biyolojiktir. İnsanlarla ilgili bilimlerde psikolojik ve toplumsal yasalardan bahsedilmektedir. Ancak burada yasa koymak çok zordur; çünkü olaylara etki eden maddî ve manevî bir çok etken vardır. Ancak toplumsal olaylarda da istatistiksel olarak bazı olaylar arasında bağlantılar bulup bunu toplumsal yasa olarak sunmak mümkündür. Bilimsel yasanın özellikleri olarak şunlar sayılabilir: bilimsel yasa kaçınılmaz, tümel (üniversal), basit , sarsılmaz (determinist) ve matematik dille ifade edilebilir ilişkilerdir. Bilimsel yasa olgusal içerikli ve şimdiye kadar yapýlan tüm gözlem ve deney sonuçlarıyla doğrulanmış olmalıdır.


BİLGİ FELSEFESİ

Bilgi Felsefesinin Konusu :

Akıl ve sezgi gibi yetiler gerçekten insan zihninde var mıdır? Varsa, görünüşlerin ötesinde kalan varlığı bilmemizi sağlayabilirler mi? türünden sorular bilgi felsefesinin konusunu oluşturur.
1. Bilgi kuramı (Epistemoloji) : Bilgi kuramı bilginin ne olduğunu, hangi yolla elde edildiğini, amacını araştırı. Bir yandan bilginin özünü, ilkelerini, kökenini, yapısını, kaynağını araştırır, diğer yandan bilginin yöntemini, geçerliliğini, koşullarını, olanak ve sınırlarını sorgular.

Bilgi kuramının temel kavramları :

ü Doğruluk : Doğruluk, bilginin, bilgisi edinilen şeyle tam uygunluğunu dile getirir. Buna göre doğruluk; algılar, kavramlar ve bilimsel kuramlarla nesnel gerçek arasındaki uygunluktur.
ü Gerçeklik (Realite) : Varlığın, varoluş tarzıdır. Bilinçten bağımsız olarak var olandır.
ü Temellendirme : Ortaya atılan bir soru ya da ileri sürülen bir sav için dayanak, gerekçe, temel bulma işidir.
Bilgi Kuramının Temel problemi
  • Doğru bilginin imkansızlığı :İnsan aklının (yada yetilerinin) gerçeği bilemeyeceğini, herkes için genel geçer bilginin imkansız olduğunu ileri süren görüşlerdir.
  • Sofistler : İnsanın doğru bilgiye herkes için geçerli olabilecek bilgiye ulaşılamayacağını, bilginin kişiden kişiye değiştiğini ileri süren filozoflardır.
ü Protagoras : “İnsan her şeyin ölçüsüdür.” der. Protagoras’a göre tüm bilgilerimiz duyumdan gelir. Duyum insandan insana değişir. Bir şey bana nasıl görünüyorsa benim için öyledir. Rüzgar üşüyen için soğuk, üşümeyen için soğuk değildir.
ü Gorgias : Hiçbir şey var değildir. Var olsaydı bile bilinemezdi. Bilinse bile başkalarına aktarılamaz. Sözleriyle bilginin bilinemeyeceğini ileri sürer.
  • Septikler : Herhangi bir konu hakkında doğru ya da yanlış şeklinde yargıda bulunulamayacağını ileri süren görüştür. En önemli temsilcileri, Pyrrhon, Timon, Karneades, Arkesilaos’tur.
Septiklerin bu görüşleri günlük olaylar ve pratik işlerle ilgili değil, felsefi gerçekler ve ilkeler hakkındadır. Septisizm gerçeği bütünüyle inkar etmek değildir. Çünkü inkar da bir yargıdır. Oysa Septikler hiçbir konuda kesin yargıda bulunmazlar.

2. Doğru bilginin imkanı:
a. Rasyonalizm : Rasyonalizm, bilginin akıl ve onun bir işlevi olan düşünme gücü ile oluştuğunu benimseyen, doğru bilginin ölçütünü de duyular da değil akıl da bulan bir öğretidir. Rasyonalizme göre insan aklı birtakım ilkeler ya da yetilerle donatılmıştır. Evreni oluşturan tüm nesneler hakkında kesin bilgi edinmemiz için sadece bu ilkelere uygun bir biçimde mantığımızı kullanmamız yeterlidir.
* Sokrates (M.Ö. 469 – 399 ) : Ahlaki doğruların ve erdemlerin bilgisinin insanın ahlaklı olabilmesinin zorunlu koşulu olarak gördüğü bilgidir. Sokrates’e göre bu bilgi doğuştandır yani insan dünyaya bu bilgiyle gelir. Fakat insan bu dünyaya geldiğinde bunları unutmuştur. Bu yüzden bu bilgilerin hatırlanması ve bilinç düzeyine çıkarılması gerekir. Bunun Sokrates maiotik (doğurtma) yöntemi kullanır.
* Platon (M.Ö. 427 – 347) : Platon’un bilgi felsefesi varlık görüşüne dayanır. Platon’a göre varlık görünüşler dünyası ve idealar dünyası olmak iki evren vardır. Gerçek bilgi, ideaların bilgisidir. İdealar değişmez, gözle görülemez, duyularla algılanamaz olan varlıklardır. İdealar ancak akıl yoluyla bilinebilir. Bunu da filozoflar yapabilir.
* Aristoteles (M.Ö. 384 – 322) : Aristoteles’e göre var olan bir şeyle ilgili olarak gerçek bir bilgiye sahip olabilmek için onun varlığa gelişini sağlayan dört nedenin bilinmesi gerekir. Bunlar; maddi neden, formel neden, fail neden, amaçsal nedendir. Aristoteles’e göre, bilimin asıl amacı ve genel anlamı, tekili bilmektir. Bunun için yapılması gereken tekil ve tümel arasında bağ kurmak, tekili tümelden çıkarmaktır. Aristoteles’e göre, akılda bilgi üretme yetisi vardır. Varlığı varlığa getiren genel nitelikler o varlığın kendisindedir, içindedir. Masa masadır.
* Farabi (870 – 950) : Akılda bir sezgi gücü bulunduğunu, insan zihninde doğuştan getirilen düşünceler olduğunu kabul eder. Farabi bilginin üç kaynağı olduğunu söyler. Bunlar duyu, akıl ve nazardır. İşte Farabi’nin nazar dediği doğuştan fikirlerdir. Farabi’ye göre ayrıca insan zihninde sezgi adı verilen bir güç vardır. Sezgi, apaçık ve kesin bilgiye ulaşma aracıdır.
* Descartes (1596 – 1650) : Bilginin kaynağında yalnızca aklın olduğunu ve insan zihninde doğuştan düşünceler bulunduğunu savunur.Descartes’a göre insan zihninin iki temel gücü vardır. Bunlar sezgi ve tümdengelimdir. Sezgi, zihinde hiçbir kuşkuya yer bırakmayan ve en yüksek derecede açık olan bir kavrayış faaliyetidir. İnsan sezgi yoluyla bazı şeyleri açık seçik olarak bilir.Tümdengelim ise sezgi yoluyla açık seçik olarak bilinen doğrulardan ve tam bir kesinlikle bilinen olgulardan sonuç çıkarmadır.
* Hegel (1770 – 1831) : Hegel’e göre insan; varlık hakkında duyuları hiç kullanmaksızın yalnızca akıl yoluyla gerçek ve kesin bir bilgiye ulaşabilir. Çünkü aklın yasalarıyla varlığın yasaları bir aynıdır. Bunu da “Akla uygun olan gerçek, gerçek olan da akla uygundur.” şeklinde açıklamıştır. Hegel aklın ve varlığın yasaları konusunda geleneksel mantık ilkelerini reddederek diyalektik yasalar adını verdiği yasalar ortaya koymuştur. Bu yasalara göre varlığın kendini tez-antitez-sentez şeklinde açtığını savunur. (Varlık-yokluk-oluş). Bu aşamanın sonunda Mutlak Ruh vardır. Mutlak ruh gelişim aşamasını tamamlamış ve varlık dünyasını kavramıştır.
b. Ampirizm : Ampirizm, bilgimizin kaynağında yalnızca deneyin bulunduğunu söyleyen görüştür. Ampirizme göre insan zihni doğuştan boş bir levha gibidir. Bu boş levha sonradan deney yoluyla dolar.
* Locke (1632 – 1704) : Ampirizmin kurucudur. Locke’a göre tüm düşüncelerimizin ve bilgilerimizin kaynağında deney vardır. Locke iki türlü deney olduğunu söyler. Birincisi dış deney, diğeri iç deneydir. Dış deneyde dış dünyadaki varlıklar, duyularla denenir. İç deneyde ise insanın kendi zihninde ve ruhunda olup bitenlerin bilincine varılır.
Locke’a göre, insan zihninde kompleks düşüncelerin ve dolayısıyla bilginin meydana gelmesi için şu yetilere ihtiyaç vardır: Algı, bellek, ayırt etme, karşılaştırma, birleştirme ve soyutlama yetileri. Locke üç türlü bilgi kabul eder. – Sezgisel bilgi, kendi varlığının bilgisine sahip olmasını sağlar.
- Duyusal bilgi, dış dünyadaki nesnelerin bilgisine sahip olmayı sağlar.
- Tanıtlayıcı bilgi, Tanrının varolduğunu kanıtlamayı sağlar.
* David Hume (1711 – 1776) : Hume, insanın her şeyi algı yoluyla bildiğini söyler. Ona göre algılar iki şekilde ortaya çıkar. Bunlar; - İzlenimler, - İdeler (kavramlar ve düşünceler)
Zihinde bulunan her şeyin, tüm izlenim, kavram ve düşüncelerin temelinde, dış dünyanın duyular yoluyla algılanması vardır. Bu algılarda belli özellikler bulunduğu zaman bunlar birbirleriyle birleştirilir.
Buna bağlı olarak Hume, nedensellik ilkesinin deneyin sonucu olan bir düşünce olması gerektiğini söyler. Yani nedensellik bir zorunluluk değil, bizim bir alışkanlığımızdır.
c. Kritisizm : İnsan zihninin güçlerine ve insanın neyi bilip bilemeyeceğine ilişkin bir araştırmadan meydana gelen felsefi yaklaşımdır. Kurucusu Kant’tır.
* Immanuel Kant (1724 – 1804) : Felsefede rasyonalizm ve ampirizm akımlarının bir sentezini yapmıştır. Kant’a göre, bilgi deneyle başlar fakat deneyle sona ermez. Kant, insan zihninde apriori (önsel) bir bilgi olduğunu savunur. Bir kısım bilgi de aposteriori olarak sonradan elde edilir.
İnsan, bilgi sürecinde, pasif olmayıp aktif bir biçimde duyular yoluyla gelen izlenimleri sınıflar, kalıplara yerleştirir ve yorumlar. Kant’a göre insan bilgisi sınırlıdır. İnsan zihni, nesneleri ve olayları gerçekte oldukları şekliyle bilemez. Nesneler, zihnin imkanlarına, yapısına ve formlarına göre bilinebilir. İnsan zihni fenomenleri (görüngü) bilebilir.
d. Entüisyonizm : Bilginin, doğrudan ve aracısız bir bilme tarzına karşılık gelen sezgi yoluyla elde edilebileceğini savunan görüşe entüisyonizm (sezgicilik) denir. Sezgiye önem veren filozoflar, rasyonel bilginin uygulama ve eylem için önem taşıdığını kabul eder. Ancak akla dayanan bilgi, nesnelerle kurulan doğrudan ve aracısız temasın sonucunda ortaya çıkan sezgisel bilginin tamlığından ve kesinliğinden yoksundur.
* Gazali (1058 – 1111) : Ona göre insan, bilgi yolunda duyulardan da akıldan da yararlanabilir ancak bu yetiler insana gerçek varlığın bilgisini veremez.Zira, gerçek ve kesin bilgi, sezgi yoluyla elde edilir. Bu bilgi türü, insan gönlüne yüce ve manevi bir algı olarak iner. Gazali, iki göz ya da akıl bulunduğunu savunur. Bunlardan birincisi, normal fiziki göz ya da akıldır. İnsan bununla maddi dünyaya yönelir ve birtakım bilgilere ulaşılır.
İnsanda bir de kalp gözü vardır. Kalbin kendisi manevi bir töz olduğu için insan onunla yani sezgiyle gerçekleri bütün açıklığıyla kavrar.
* Bergson (1859 – 1941) : Ona göre gerçekten varolan, durağan madde değil süredir. Başka deyişle gerçeklik hayattır ve bunu yalnızca sezgi kavrayabilir. Bergson’a göre bilmenin birbirlerinden tümüyle farklı olan iki yolu vardır:
a) Bilimlerde geçerli olan analitik yol : Akıl yada zeka yoluyla bilmeye karşılık gelen bu bilme tarzında gerçekliğin maddeden oluştuğu düşünülür. Bilimler varlık alanını parçalara ayırır. Her bilimin araştırdığı alan farklıdır. Bilimler varlığın özüne nüfuz edemez.
b) Varlığın özüne nüfuz eden sezgi : Bergson’a göre sezgi, gerçekliğin temelinde yaratıcı yaşam atılımının bulunduğunu yaşayarak anlar. Sezgi, gerçekliği yani süreyi, yaşamı içten içe duyup yaşayarak kavrar.
e. Pozitivizm : İnsan için bilgide önemli olanın yalnızca olguları araştırmak olduğunu savunan akıma pozitivizm denir. Kurucusu A. Comte’tur.
* A. Comte (1798 – 1857) : Comte, toplumu bilim yoluyla yeni baştan düzenlemeyi amaçlamıştır. Ona göre düşüncelerdeki anarşinin toplumda karmaşaya yol açtığı bir çağda, toplumun kurtuluşunu sağlayacak tek çözüm pozitivizmdir. Comte, insan için olumlu ve yapıcı olanın, yalnızca olguları gözlemleyerek tasvir etmek olduğunu öne sürer.
f. Analitik Felsefe : Neo pozitivizm yada mantıkçı pozitivizm olarak da bilinen bu anlayışa göre felsefenin asıl uğraş alanı dildir. Bu yaklaşıma göre; felsefe, varlık, değer ve Tanrı üstüne doğruluğu test edilemeyen öğretiler öne sürmemelidir. Felsefenin görevi dildeki kavramları çözümlemektir.
* Wittgenstein (1889 – 1951) : Wittgenstein, dili çevremizde olup biten bir şey, karmaşık insan faaliyetlerinin oluşturduğu bir bütün olarak görmüştür. Bütün felsefe problemlerini bir dil problemine indirgeyen Wittgenstein, felsefenin özünde bir kuram değil faaliyet olduğunu söyler.
g. Pragmatizm (Faydacılık) : Doğruyu ve gerçekliği eylemlerin sonuçları değerlendiren ve onlara fayda açısından yaklaşan felsefi akımdır. Bu akıma göre bir düşüncenin değeri, o düşüncenin pratik amaçlarına bağlıdır. Savunucuları James ve Dewey’dir.
* William James (1842 – 1910) : Bütün kavramlar, bilgiler insan yaşamına, insan amacına yardımcı oldukları zaman doğrudur. James’e göre “bir düşünce yararlıdır, çünkü doğrudur; bir düşünce doğrudur çünkü yararlıdır.” Doğru bilginin ölçütü yararlı olmasıdır.
* John Dewey (1859 – 1952) : Dewey’e göre kişiye yararlı olan ve ona mutluluk veren düşünceler doğrudur. Ona göre düşünce çevreye uymayı, doğadan yararlanmayı ve mutlu olmayı sağlayan bir alettir. Bilimsel yasalar ve kuramlar başarılı olursa, yani uygulamada bir işe yararsa iyi ve doğrudur, aksi olursa yanlıştır.
h. Fenomenoloji : Kurucusu Edmund Husserl’dir. Fenomenoloji özün bilinebileceğini ileri süren bir görüştür. Bu görüşe göre öz fenomenin içinde vardır ve bilinç onu yakalayabilir. Öz bilgisine varabilmek için önce bütün verilmiş bilgileri parantez içine alıp ortadan kaldırmak, yok saymak gerekir. Yani insan günlük yaşamdan edindiği bilgileri, önyargıları, din, bilim vb yolla elde ettiği tüm görüşleri bir tarafa bırakarak, onlardan arınarak, duyularla algılanan nesnelerin ötesinde bulunan ideal özlükler alanına ulaşabilir.



POZİTİVİZM (OLGUCULUK)
Genel olarak, modern bilimi temele alan, ona uygun düşen ve batıl inançları, metafizik ve dini, insanlığın ilerlemesini engelleyen bilim öncesi düşünce tarzları ya da formları olarak gören dünya görüşü.
Bilim felsefesinde, doğrudan doğruya empirik gelenek içinde yer alan, ve gözlem ve deneye dayanan pozitif bilgi lehine metafiziği, metafiziksel spekülasyonu reddeden anlayış, öğreti.
Saint-Simon ve özellikle de Comte tarafından kurulan bir öğreti olarak pozitivizm, İngiliz empirizminin dış dünyaya sadece deneyim yoluyla bilebileceğimiz, her tür bilginin son çözümlemede duyu deneyine dayanmak durumunda olduğu tezini kabul eder. Bununla birlikte, dış dünyanın bilgisinin deneyime dayanmak durumunda olduğu tezini, bilginin tecrübede verilmemiş olan bir şeye ilişkin olabileceği görüşünü de kapsayacak şekilde genişleten pozitivizm, insanın duyusal alanın üstünde ve ötesindeki bir dünyayla ilgili tüm bilgi iddialarının karşısında yer alır. O farklı bilgi türleri olamayacağını, gerçek araştırmanın empirik olguların tasvirinden ve açıklanmasından meydana geldiğini öne sürerken, bilimin yöntemlerinin bize fenomenlerin düzenli ardışıklığının ya da birlikte varoluşunun yasalarını verdiğini, ama pozitif yöntemlerin şeylerin içsel özlerine ya da doğalarına hiçbir zaman nüfuz edemediğini ifade eder.
Doğa bilimlerinin yöntemlerini, yani pozitif ya da deneysel yöntemleri kullanarak ve bu bilimlerin ulaştığı sonuçlardan yararlanarak, fiziki ve insani fenomenleri içine alan, bütün bir fenomenler dünyasının birlikli bir resmine ulaşmaya çalışan, geleneksel felsefenin metafiziksel soyutlamalarına ve İlkçağ ile Ortaçağ metodolojisinin empirik gerçekliğin dışına çıkarak, fenomen al görünüşlerin gerisinde gizli özler, şeylerin arkasında fail ya da ereksel nedenler arama ve idelere, türlere, kavramlara gerçeklik yükleme eğilimine karşı çıkan bir akım olarak pozitivizm, dolayımsız algının olgu ve nesnelerine yönelip, olgular arasında varolan ilişkileri, deneyim dünyasındaki düzenlilikleri, tecrübenin dışına çıkmadan keşfetmenin önemini vurgular.
Bu anlayışa göre, insanın toplumsal dünyasına uygulandığında, pozitif yöntem yada yöntemler bilginin her dalının ve bu arada toplumların kendilerinden geçmek durumunda oldukları ardışık evrelerin bir yasasını verir: Bu evreler ise, sırasıyla teolojik, metafizik ve pozitif ya da bilimsel evredir. Metafizik genellikle duyusal olanın üstünde ve ötesindeki bir dünyayı konu alan disiplin, gerçeklik ya da varlığın bir bütün olarak tutarlı ve geniş kapsamlı bir resmini sunmaya çalışan felsefe dalı olarak anlaşıldığı için, pozitivizm eleştirilerini öncelikle bu şekilde anlaşılan metafiziğe yöneltmiştir. Pozitivizme göre, gerçeklikle ilgili olarak bilebileceğimiz her şey, bilim, yani doğa bilimleri tarafından tüketilir. Dünya hakkında, doğa bilimleri tarafından sağlanan bilgi dışında, hiçbir bilgimiz olamaz. İnsan bilgisi bilimin, yani fenomenlere ilişkin sistematik araştırmanın sınırlarını hiçbir şekilde aşamaz.
Felsefeye düşen bu bilimlerin üstüne çıkmak ve gerçekliğe ilişkin olarak, doğa bilimlerinin sağladığı bilgilerden daha derin ve mutlak bir bilgi aramak değil, bilimin ulaştığı sonuçların sentezini yapmak ve bu sonuçları sistemleştirmektir. Felsefe, bundan başka bilimsel keşiflerin gerisinde yatan genel ilkelere işaret etmek ve bilimin insan yaşamına olan katkılarını göstermek suretiyle, bilimin kapsamını ve yöntemlerini açıklayarak yararlı bir işlev yerine getirebilir. Bununla birlikte, felsefe bilim için söz konusu olmayan bir bilgiye ulaşma iddiasından vazgeçmelidir. Pozitif yöntemler tarafından yanıtlanamayan sorular yanıtsız bırakılmalıdır.
İşte bu çerçeve içinde, günümüzde pozitivizm, bilim konusunda empirist bir görüşe bağlılığı, toplumsal yaşama empirist bilgi modeli üzerinde bilimsel bir yaklaşımı tanımlar. Sosyal bilimler bağlamında ise, bu, insan ve toplum bilimlerinin yöntemlerinin doğa bilimlerinin yöntemlerine göre şekillenmesi veya oluşturulması; olgularla değerlerin birbirlerinden kesin olarak ayrılmaları gerektiği ve bu yapıldığında, sosyal bilimlerin de, doğa bilimlerinde keşfedilen yasalara veya yasa benzeri düzenliliklere koşut toplum yasalarına erişebileceği anlamına gelir.
Pozitivizm, hukuk alanında veya hukuk felsefesinde de, bir devletin hukukunun hükümran iktidarın iradesine dayandığını öne süren görüşe tekabül eder. İngiltere'de Bentham ve Austin, Fransa'da Leone Duguit, Almanya'da Savigny tarafından benimsenen bu hukuk anlayışı, bir yandan toplum sözleşmesi, doğal hukuk teorileriyle örf ve adet hukukuna ait gelenekleri bir kenara bırakmanın, hukuku tüm spekülatif veya metafizik unsurlardan arındırmanın gerekliliğini vurgularken, diğer yandan da, hukuğu hükümran iradenin belirttiği emir ya da buyrukların tümü, idari, yargısal ve askeri nitelikli emirlerin toplamı olarak tanımlar.
Pozitivizm, ahlak alanında da, Tanrı'nın nedensiz buyruklarının belirli eylemleri ahlaken doğru, diğer bazılarını yanlış eylemler yaptığını dile getiren ve aynı zamanda teolojik iradecilik veya veya tanrısal takdir ya da buyruk öğretisi olarak bilinen görüşü tanımlar. Varolan ahlak standardının bir toplumda fiilen yürürlükte olan standardı tanımlaması koşuluyla, varolan ahlaki standart dışında hiçbir normun olmadığı görüşüne ise sosyolojik ahlaki pozitivizm adı verilmektedir.
İnsan için bilgide önemli olanın yalnızca olguları araştırmak olduğunu savunan akımdır. Bu akıma göre insan;olgular arasında var olan değişmez ilişkileri ya da doğal yasaları bulmalıdır. Bu anlayışın kurucusu ve temsilcisi Auguste Comte’dur.
A.Comte (1798-1857): Comte Fransız devriminden sonra oluşan toplumsal karmaşayı yeni bir toplumsal düzenleme ve reformla ortadan kaldırmayı denemiş bir Fransız düşünürdür.Aynı zamanda Sosyolojinin de kurucusudur.
Comte toplumu bilim yoluyla yeni baştan düzenlemeyi amaçlamıştır.Ona göre toplumun kurtuluşunu sağlayacak tek şey pozitivizmdir.O’nun pozitivizminin en önemli özelliği “doğanın mutlak ve yüce bir amacı olduğu” düşüncesini reddetmesidir.

Ayrıca O varlıkların insan tarafından gözlenemeyen özlerini bulma çabasından vazgeçer.Sadece olguları araştırmak ve varlıklar arasındaki sabit ilişkileri gözlemek gerektiğini savunur. Bilimin tek amacı olgular arasındaki değişmez ilişkileri yada doğal yasaları bulmaktır.Bu ise ancak gözlem ve deneylerle sağlanır.
İşte toplumu yeniden düzenlenmesinde kullanılacak bilgi de gözlem ve deneye (olgulara) dayanan pozitif bilgidir.Pozitif bilgi tarihsel evrimin sonucu olan bir bilgidir.

Pozitif bilgi evresine gelmeden önce toplumlar tarih içinde iki evreden daha geçerek pozitif evreye gelmişlerdir. Comte,tarihi toplumsal evre anlayışını Üç hal kanunu ile açıklar;
1-Teolojik evre;fenomenlerin Tanrısal yada manevi nedenlerle açıklandığı evre
2-Metafizik evre; olayların oluşunun soyut kuvvetlerle açıklandığı dönem toplumsal olayların özgürlük,eşitlik gibi soyut kavramlarla açıklanması,

3-Pozitif evre;Bu evrede insan sadece gözlemlenebilir olana yönelir.Yalnızca olaylar arasındaki yasalar yada değişmez bağlantılar incelenir.O’na göre bu evre insan düşüncesinin ve gelişiminin en yüksek basamağıdır.

POZİTİVİZM VE TOPLUM BİLİMLERİ
Doğa ve toplum bilimlerinin birbirlerinden temelde farklı olup olmadıkları tartışması, mantıkçı pozitivizmin doğduğu sıralarda da gündemdeydi. Mantıkçı pozitivistlere göre bu sorunun yanıtı açıktı. Bilim, gözlemlenebilir veriler arasındaki bağlılaşımların belirlenmesi işidir ve tüm bilimsel açıklamalar da belirlenmiş düzenliliklerden tümdengelimsel çıkarımlar yapmak demektir. Örneğin, başka bir insanın durumunu anlamak ( “özdeşleşim” : “Einfühlung” ) gibi bir deneyimin, bilimle hiçbir ilişkisi yoktur.
Ancak, pozitivizmin doğa ve toplum bilimleri karşısındaki tutumu konusunda söylenebilecekler bundan ibaret değildir. Pozitivizmin yerleşmiş ve yerleşmiş-olmayan bilimler konusunda tutumu pratikte farklı olmuştur. Yerleşmiş ve yerleşmiş-olmayan bilimler ayrımı, 1920'lerde ve 1930'larda, doğa ve toplum bilimleri ayrımını karşılıyordu. Fizik gibi yerleşmiş bilimlerde, kullanılan (protonlar, elektronlar, vb.) kuramsal terimlerin gözlem terimlerine dayandırılabileceği kabul ediliyordu. Fizikçiler, pekâlâ ön-deyilerde bulunabiliyorlardı. Mantıkçı pozitivistler yerleşmiş bilimler alanındaki görevlerini, kuramsal terimlerin deneye bağlılığın gösterilmesi olarak gördüler. Psikoloji gibi, tam yer- leşmiş olmayan bilim dallarında ise, çoğunlukla başka bir tutum takındılar. Psikologların kavramlarını kurarken önce gözlem terimleriyle işe başlamaları ve ancak bundan sonra kuramsal terimler geliştirmeleri gerekli görüldü. Yerleşmiş-olmayan dallardaki bilim adamları, kullandıkları bütün kavramların gözlemlenebilir verilere dayandırılmasını güvence altına alacak şekilde davranmadıydılar. Özneler-arası doğrulama ilkesine göre, psikolojide gözlemlenebilir veriler, diğer kişilerin davranışlarıdır. Dolayısıyla, mantıkçı pozitivizm “davranışçılık” akımının felsefi dayanağı haline geldi. Ancak bazı pozitivistler fiziksel kuramlar karşısında takındıkları tutumu, bazı tartışmalı toplum bilim kuramları karşısında da gösterdiler. Örneğin Neurath şöyle yazar: “Her ne kadar psikanaliz ve bireysel psikoloji bugünkü halleriyle bir yığın metafizik ifadeyi içeriyorlarsa da, davranış ile davranışın bilinçaltı koşulları arasındaki' ilişkiyi vurgulayarak, davranışçı yaklaşımın ve sosyolojik bir yöntembilimin öncülüğü- nü yapmışlardır.
Ön-deyilerde bulunmak için kullanılan Marksçı savların en önemlileri, ya (geleneksel dilin elverdiği ölçüde) fizikselci bir tarzda ifade edilmişlerdir, ya da özce bir şey yitirmeksizin bu tarzda ifade edilebilirler.

MANTIKÇI POZİTİVZM YAŞIYOR MU?

Mantıkçı pozitivist bilim felsefesi adını alan akım, bugün de yaşıyor mu, yoksa ölüp gitmiş midir? Denilebilir ki, eskiden olduğu gibi propagandası yapılan mantıkçı pozitivist bir düşünce okulu artık yoktur. Ancak mantıkçı-pozitivist sayılması gereken bilim felsefesi çokça olarak üretmeye devam ediyor. Tümevarımsal mantık, tümdengelimsel açıklama modeline özgü sorunlar vs kuramların belitselleştirilmesi, sürekli olarak mantıkçı-pozitivist yapıtların ortaya çıktığı alanlardır. Pozitivist felsefenin temel taşlarından biri odan bireşimsel ve çözümlemesel önermeler ayrımı, Willard Van Orman Quine (1908-) tarafından eleştirilmiş; bu eleştiri, tam anlamıyla bilim felsefesi alanına girdiği söylenemeyecek geniş bir tartışmaya yol açmıştır. Quine, başka bir bakımdan da ilginçtir.
Bütün kavramların gözlemlenebilir verilere dayandırılması koşulunun aranması konusunda, Hume'dan mantıkçı pozitivistlere, onlardan Quine'e kadar uzanan bir gelişme çizgisi vardır. Hume'a göre soyutlanan her kavramın deneyle ilişkisi kurulabilir. Mantıkçı pozitivistlerin çıkış noktası ise, her önermenin deneye dayandırılabilir olmasıdır. Kavramlardan önermelere uzanan bu gelişme, Quine'le birlikte önermelerden kuramlara geçer. Quine'e göre, bilimin tümü, diğer bir deyişle tüm dil, deneye dayandırılmalıdır; kuramsal terimlerle gözlem terimleri, çözümlemesel önermelerle bireşimsel önermeler arasında kesin bir ayrım yapılamaz (From a Logical Point o f View adlı eserinin «Two Dogmas of Empiricismıı bölümüne bakınız) . Bir yanda tüm olarak dil, öte yanda duyumsal deneyler vardır; bunlar arasında birçok şekilde ilişki kurulabilir, ama . hiç değilse bir şekilde kurulmâlıdır. Dikkat edileceği üzere, mantıkçı pozitivistler gibi Quine de, duyumsal deneyleri verilmiş olarak koyutlamaktadır -postulatlaştırmaktadır-. Eğer Hume ilk gerçek pozitivist ise, Quine de son büyük pozitivisttir denebilir.
  Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın


LinkBacks (?)
LinkBack to this Thread: http://besiktasforum.net/forum/felsefe/18723-bilim-felsefesi/
Mesaj Yazan For Type Tarih
Untitled document This thread Refback 13-02-2008 11:28

Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık




Türkiye`de Saat: 05:50 .

Powered by vBulletin® Copyright ©2000 - 2008, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2

Sitemiz CSS Standartlarına uygundur. Sitemiz XHTML Standartlarına uygundur

Oracle DBA | Kadife | Oracle Danışmanlık



1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 437 438 439 440 441 442 443 444 445 446 447 448 449 450 451 452 453 454 455 456 457 458 459 460 461 462 463 464 465 466 467 468 469 470 471 472 473 474 475 476 477 478 479 480 481 482 483 484 485 486 487 488 489 490 491 492 493 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503 504 505 506 507 508 509 510 511 512 513 514 515 516 517 518 519 520 521 522 523 524 525 526 527 528 529 530 531 532 533 534 535 536 537 538 539 540 541 542 543 544 545 546 547 548 549 550 551 552 553 554 555 556 557 558 559 560 561 562 563 564 565 566 567 568 569 570 571 572 573 574 575 576 577 578 579 580