Beşiktaş Forum  ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi


Geri git   Beşiktaş Forum ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi > Eğitim Öğretim > Dersler - Ödevler - Tezler - Konular > Felsefe

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 02-03-2007, 11:42   #1
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
JOHANN GOTTLIEB FICHTE

JOHANN GOTTLIEB FICHTE
[1762 - 1814]


Click the image to open in full size.
Küçük bir köydeki fakir bir dokumacının oğludur Fichte. Dokuz yaşına kadar dokumacılık ve çobanlık yapmış. Varlıklı bir çiftlik sahibi şans eseri onun zekasını farketmiş ve himayesine alarak bir okula başlatmış. Ancak bu kişinin ölmesi ile tekrar yoksulluk ve sıkıntı çekmeye başlayan Fichte üniversiteyi çok zor bitirebilmiş. Özel ders vererek para kazanmaya çalıştığı sıralarda bir öğrencisi sayesinde Kant'ın felsefesiyle tanışmış ve o günden sonra tüm hayatını onun felsefesini geliştirmeye adamıştır.
Fichte, Kant'ın bir başlangıç yaptığına ve bu başlangıcın bir sisiteme kavuşturularak tamamlanması gerektiğine inanmıştır. Bu sisteme ulaşmak için de bir çıkış noktası arar. Ona göre bu çıkış noktası sujedir, bilinçtir. Burada iki yol vardır; 1.Objeyi çıkış noktası almak, ki o zaman objenin yanında nasıl oluyor da bir suje, bir bilinç var olabiliyor sorusu ile karşılaşırız. Ona göre bu soru çözümsüzdür ve insanı determinizm ve mekanizme sürükler ve bu durumda özgürlük diye birşey olamaz. 2.Sujeyi çıkış noktası almak, bu durumda ise bilincin objeyi nasıl tasarımladığı sorusu ile karşılaşırız ve bu sorunun çözümü vardır.
Fichte'ye göre bilincin özü eylemdir. Böylece yola çıkan Fichte Kant'ın yanlış düşünme diye adlandırdığı dialektitiği kullanarak ilerler. Ona göre bütün bilgimiz üç adımlı dialektik bir hareketle oluşur. 1. Objeyi "a, a'dır" gibi ortaya koyup kavramak. 2. Objeyi "a, non-a değildir" gibi öteki objeler ile karşılaştırarak ayırt etmek. 3. a ve non-a'yı içine alan bir kavram ile sınırlamak. Onun verdiği bir örnek şöyle; 1. Altını görüp tanırım. 2. Onu bakırdan ayırt ederim. 3. Onu bakır karşısında şu yada bu nitelikle sınırlanmış bir "maden" olarak kavrarım. Şimdi "ben" kendi özünü bilmek isterse önce kendisini bilmesi, düşünmesi gerekir. Bu ise Fichte'ye göre bir eylemdir. Yine sonraki eylem ile "ben", "ben olmayanı" karşısına koymalıdır ki kendisini ayırt edebilsin. Bu "ben olmayan"" 'da doğa ve doğanın nedenselliğidir. Bu noktada doğa kendimizi bilmemizin bir aracıdır. Ancak Fichte'ye göre bilmek değil eylemek esastır. Bu nedenle bu noktada kalınamaz, "ben" 'in amacı eylemdir yani özgür olan özünü gerçekleştirmek.

Fichte'de ahlak felsefesinin temeli özgürlük sorunudur. Anlak öğretisinin formunu sağlayan özgürlüktür. Ancak bu özgürlük bir eylem dir. İnsan bu eylem ile özgür olur. Bu eylemin amacı da özgürlük olmalıdır, yoksa eylem dış amaçlara yöneldiğinden özgürlük gerçekleşmez. Bu eylemin uygunluğuna da vicdan karar verir. Vicdan'ın Fichte'de özel bir yeri vardır. Kant, "Genel bir yasa olmasını isteyebileceğin bir ilkeye göre eyle" demişti, Fichte "Vicdanına göre eyle" der. Burada Fichte'ye göre iyi olan, eyleme halidir, çünkü eyleme geçmek özgürlüğün gerçekleşmesidir. Kötü olan ise eylemsizliktir çünkü özgürlüğü yok eder. Ancak buradaki eyleme hali olarak doğal gereklilikler veya içgüdüler göz önünde bulundurulmaz, bu tür eylemler insanı edilgin yapar. Kişi doğal yönünü aşıp kendi "Ben" 'inden dolayı eyleme geçmelidir ki özgür olabilsin. Doğal yön bu amaç için sadece bir araçtır.
Kişinin kendisini gerçekleştirmeside üç aşamalıdır. 1. İsteme. Bu aşamada kişi hazza ve mutluluğa varmaya çalışır, hayvanlar gibi çevresinin uyarımlarına bağlıdır, sadece gereksinimleri karşılayacak araçlara yönelir, iştahını doyurmaya çalışır. Özgür değildir. 2. Egemen olma. Kişinin tek amacı egemen olmaktır, sadece iştah yerini egemen olmaya bırakmıştır. 3. Son basamakta kişi özgür olmak ister. Bu durumda kişi diğerlerinin hak ve özgürlükleri karşısında kendi haz ve egemen olma arzusunu kendiliğinden, özgür olarak sınırlamayı bilir.
Fichte devlet ve hukuk konusunda da özgürlüğü temel alır. Ona göre hukukun tümel geçer bir yönü vardır ve bu insanın ilk ve doğal hakları olduğu fikrine bağlıdır. Kişinin özgürlük hakkı doğal bir haktır ve her kişi kendi özgürlüğünün başka kişilerin özgürlükleri ile sınırlanmış olduğunu kabul etmelidir. Ancak bu durumu koruyan bir güce ihtiyaç vardır. İşte devlet bu noktada ortaya çıkar. Ona göre kişi, devletin otoritesini kendisi istemeli ve devletin kendisini zorlayacağı yasayı da kendisi seçmelidir. Ancak Fichte, böyle demokratik bir devletteki vatandaşların kendi emekleri ile yaşayabilmeleri ve kaynakları hakça paylaşabilmeleri için devletin dışa kapalı olması gerektiğini savunur. Devletin ödevi ise yasaya kendiliğinden uyan kişiler yetiştirmektir, böylece zorlayan devlet ortadan kalkacaktır.
Fichte Kant'ın felsefesinden yola çıkmıştır. Felsefesi zamanla romantiklerden etkilenmiş ve kendisinden sonraki Alman filozofları için bir kaynak oluşturarak yeni bir akımın doğmasını sağlamıştır.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 02-03-2007, 12:10   #2
Kıdemli Kartal
 
özgür_1903 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

<SPAN style="FONT-SIZE: 22pt"><FONT face=Arial><FONT size=5><STRONG><FONT color=#9900cc>Johnn-Gotllieb FICHTE
__________________
iLk ÇıĞLıĞıM SoN NeFeSiM TeK AşKıM BEŞİKTAŞ'ım....
HeRşEyİn BiR sOnU vAr AmA BEŞİKTAŞ SeVgİsİnİn AsLa...!
özgür_1903 Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 02-03-2007, 12:17   #3
Kıdemli Kartal
 
özgür_1903 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

YAŞAM ÖYKÜSÜ

FICHTE, Johnn-Gotllieb. Alman filozofu. Saxe dokumacılarından birinin oğludur. 19 haziran 1762'de Yukarı Lusace'da Rammenau kasaba­sında doğdu. 29 ocak 1814'te yurdunun istik­lâl savaşları sırasın­da yaralılara hastabakıcılık yapmakta olan eşinin tutuldu­ğu tifoya kendisi de tutularak, Berlin'de ölmüştür. Babası 30 Yıl Savaşları'ndan sonra Fichte'nin doğ­duğu kasabaya yer­leşmiş olan İsveçli bir subay vekilinin soyundandır ki, doğruluğuyla yurttaşla­rının sevgi ve güvenini kazanmıştır.

Babası, güçlü bir hafızaya (bellek) ve uyanık bir zekâya sahip olan oğlunu, özenerek koru­maya çalışmış ve fakat kendisini doğal gelişi­mine terk etmişti. Fichte, annesinden enerjili bir mizaç (temperament, huy) almış, inatçı ve kibirli bir çocuktu. Başlangıçta, ya dokuma tez­gâhında çalışıyor ya da kazları güdüyordu. Sa­bah vaızlarını dikkatle dinler ve söylenenleri âdeta ezberlerdi. Dış nesnelerden çok, ruha dair konulara karşı ilgisi böyle başlamış ve onun ilk öğrenimi, bu telkinler olmuştur. Pa­zar günleri kiliseye gelmekte bazen geciken, o civardaki malikâne sahiplerinden bir Baron, vaizin neler anlattığını bu küçük kaz çobanına sorar ve onun anlattıklarından, çocuğun bu ye­teneğine hayran kalırdı. İşte bu zat, daha çok küçükken bile oyuncaktan ve oyundan çok, yal­nızlıktan, düşünmek ve dikkat etmekten hoşla­nan Fichte'nin eğitim ve öğrenimini kendi üze­rine aldı; ve onu yetiştirsin diye Missinie ya­kınlarında bir pastöre gönderdi ve Fichte, genç­lik hayatının en tatlı günlerini Niederau kasa­basında geçirdi.

Bu dönemde Lessing, Tanrıbilimsel savaşları­na başlamıştı. Onun eserleri, küçük Fichte üze­rinde büyük etkiler yapıyordu. Fakat, Baron'un ölümü, onu, buradan ayrılarak Schulpforta Ko­lejine yatılı olarak girmeye mecbur etti. Özgür­lüğünü yitirmiş olmak acısı ve bir arkadaşın­dan gördüğü kötü muamele, okumakta olduğu Robenson öyküsü, kendisine, uzak bir adaya kaçarak orada özgür ve yalnız yaşamak kara­rını verdirdi. Fakat, daha Hamburg yollarındayken annesinin hayali, tekrar koleje dönme­sine neden oldu; 18 yaşında Iena'ya Tanrıbilim öğrenmek için gitti. Fakat bu bilim, onun felsefî dehasını harekete getirdi; ve daha çok, özgürlük problemi kuvvetle zihnini sardı. Ön­ce, özgürlüğü determinizm lehinde işletmek is­temiş ve Spinoza'nın Ethika'sından pek hoşla­narak, onun kendi düşüncelerini kuvvetlendir­diğini görmüşse de, sonraları kendi kişiliğinin bilincini kazandıkça determinizmi terk etmeye başlamış ve özgürlük duygusuna o denli bağ­lanmıştır ki, nihayet bu duygu, onun felsefe­sinin temelini ve konusunu teşkil etmiştir. Bu sırada, üvey babasının ölümü, gelir kaynakları­nı büsbütün azaltmış ve büyük mahrumiyetlere katlanmak zorunda kalmış ise de, bu durum, onun cesaretini kıracak yerde, karakterine ay­rı bir güç eklemiştir. İçinde bulunduğu büyük sefalete annesinin ona vaiz olması için yap­tığı ısrarlar da eklenince Fichte, çok zor bir duruma düşmüş oldu. Fakat vaiz olmak iste­medi.

1788'de Zürih'e giderek orada bir eğitmen­lik buldu ve Klopstock'un yeğeni Johanna Rahn adındaki seçkin ve aydın kızla tanışa­rak nişanlandı. Bu kız, onu iyi ve kötü günle­rinde yalnız bırakmamış ve Fichte'nin dik baş­lı karakterinin yumuşamasında ve genel olarak çalışmalarında kuvvetli bir yardımcı olmuştur. Eğitmenliğini üzerine aldığı çocuklardan çok, bunların anne ve babalarının eğitime muhtaç ol­duklarını görerek, haftalar içinde, eğitim bakı­mından bunların yaptıkları kusurların birer bel­letenini hazırlayıp vermişti ve Almanya'da bo­şu boşuna hareketli bir iş aramışsa da, bulamadiği için, Leipzig'e gitmiştir. Burada, Kant felsefesiyle uğraşan Fichte, Pratik Aklın Eleştirisi'ni okuduktan sonra bu felsefede, insel onur ve özgürlüğe dair olan imanıyla kendi ta­biatının en asil içgüdülerini kandıracak öğele­ri bulunduğuna inandı. Bu esnada Varşova'nın kibar bir ailesi tarafından teklif edilen eğit­menliği kabul ettiyse de, Fransızcayı iyi telaffuz edememesi ve inatçılığı yüzünden geri dön­meye mecbur oldu. Bu Polonya dönüşü sırasın­da Kant'ı görebilmek için Köniksberg'e gitti; büyük filozof, kendisine yüz vermediğinden, onun gözüne girebilmek için Versuch Einer Kri­tik Aller Öfjenbarung (Her Vahyin Eleştirisine Dair Bir Deney) (Königsberg, 1792) adlı eseri­ni yazdı ve yazma bir nüshasını üstada sundu. Bu eserin Kant tarafından yazıldığı zannedilmişse de, Kant, bunu Fichte'nin yazdığını bil­dirmek suretiyle onu ünlü bir kişi yaptı; ve kendisini Dantzig yakınlarında oturan Kont Krokow'a eğitmen olarak salık verdi. İşte ni­şanlısı, onun bu ününden sonra, kendi serve­tiyle bir yuva kurmayı teklif etti. Fichte ev­lendi (1793).

Bu ilk eseri, önce, Iena Edebî Gazetesi'nde yazar adı konmadan çıkmıştır. Fichte de Kant gibi, büyük bir ilgiyle Fransız İhtilâlini izledi ve Zürih'te hem bu ihtilâle, hem de basın öz­gürlüğüne dâir iki eser yayımladı. Bu eserler­deki sorunları teorik bir gözle olmaktan çok, pratik bir bakışla inceledi. Lavter ve diğer Zürihli bazı büyük adamlar, kendisinden Kant'ı açıklamasını rica ettiler. Burada büyük bir ener­jiyle çalıştı, parlak başarılar gösterdi. Bu vesi­leyle Kant'ın eleştirisini tamamlamak ve onu söz götürmez temellere dayamak istemişti. Bu konuya hazırlanırken Weimar hükümeti, ken­disine" Reinhold'tan boşalan Iena Üniversitesi felsefe profesörlüğünü teklif etti. 1794'te kabul ettiği bu görevdeki büyük başarılar, kendisine heyecanla bağlı taraflılar kadar da, şiddetli düş­manlar kazandırdı. Buradaki doktrininin esa­sını Bilim Teorisi Düşüncesi başlığını taşıyan bir programda açıkladı. Bunu, Bilim Doktrinin Temeli (1794) ve bunun arkasından Bilginlerin Görevlerine Dair adlı eseri izledi. Bu ikinci eser, âdeta kendisinin hayatı boyunca yapma­yı tasarladığı işlerin neler olması gerektiğini anlatan bir plandır ki bilginlere, en tam ve yet­kin bir insan olmalarını, ara vermeden hem ken­dilerini, hem başkalarım yetkin bir duruma ge­tirmelerini bir ödev olarak vermektedir. Etrafını çeviren anlayışlı gençlere özgür bir düşünce ve karşılık beklemeden çalışma, hizmet etme telkin­lerini yapmıştır ki, kendisinin bütün hayatın­da takip ettiği esaslar da bunlardır. Bunlar, hem kendi kişiliğinin, hem de kendi felsefesi­nin esaslarıdır. Bununla birlikte Fichte, kendi spekülasyonlarının ürünlerinden tam olarak memnun değildi. Zira, bunlar ancak, kendilik­lerinden apaçık olan insan ahlâkının varlığın­daki hikmetle en yetkin bir surette uygun ol­dukları takdirde ruhu kandırabilirlerdi.

Fichte, bilginlerin görevlerine dair olan ders­lerinin gençler üzerinde yaptığı iyi etkiyi gö­rünce, öğrencilerine, bu derslere pazar günleri halkın ibadetlerine ayrılmış olan bir saatte de­vam edeceğini bildirdi. Bunun üzerine düş­manları, onun demokratça düşüncelerini hatır­layarak, kendisini Hıristiyan dini yerine, aklın kâfirce törenlerini koymakla suçlandırdılar. Bu­nun üzerine pazar dersleri yasak edildi; ve aynı zamanda bazı öğrencilerinin bir takımı, ağır kar­gaşalıklara neden olan gizli cemiyetlerini dağıt­maya çalıştıysa da, başarı gösteremedi. Sonradan onları, bu cemiyeti dağıtmanın gerektiğine inandırmışsa da, kendisi gençlerin iyi niyet ve inan­larını kötüye kullanmış olmaktan sanık tutul­du. Bu suretle Fichte, bir süre derslerini tatil ederek bir köye çekilmeye mecbur oldu. Zo­runlu olduğu bu inzivada, Bilim Teorisi'ne dair olan eserinin ikinci bölümüyle Hukuk Felsefe­si adlı eserinin birinci bölümünü yazdı. İşte bu dönemdedir ki, Reinhold, F. Schlegel ve Schelling, onun doktrinini açıkça kabul etmişlerdi. Fakat, bu sırada Fichte'yi, yeni bir felâket kar­şıladı. Felsefe Gazetesi'nde Nithammer ve Forberg'in dini, "evrene ahlaksal bir düzen verme inancı" sayan yazılarındaki düşüncelerini beğe­nerek onlara bir başlangıç yazdı; Bir Dünya Hükümetine Dair Olan İmanımızın Temeli baş­lığını taşıyan bu makalesi, kendisini Tanrıtanı­mazlıkla suçlandırmalarına neden oldu ve ga­zete kapatıldı. Buna Iena Üniversitesinin ko­runmasını, Weimar hükümetiyle birlikte üzeri­ne almış olan Saxe hükümeti de inanmış ve 1799'da Fichte, bu ittihamı şiddetle protesto etmiş ve bir sığınak bulma umuduyle Berlin'e gitmişti. Birçok yıllar bu şehirde görevsiz ya­şadı.

Schiller, onun yeniden profesörlüğe alınma­sı için Weimar hükümetine baş vurmuşsa da, bu dileği kabul edilmemiştir. Bu esnada, İnsa­nın Yaratılışındaki Hikmet ve Yeni Felsefenin Gerçek Karakteriyle Halkın İlişkisi adlı eseri­ni ve bir de Bilim Doktrininin Temeli adlı ese­rinin ikinci baskısını yayımladı. Aynı zamanda doktrinini, genç bilginlerle kibar insanlar ve yüksek işadamları gibi, seçkin bir dinleyici kit­lesine açıkladı. Erlangen Üniversitesine profe­sör olarak atandığı zaman (1805), Jena'nın Fransızlar eline düştüğü haberini aldı; ve Königsberg'e sığındı. Kopenhag'a geçti, ancak Tilsitt Antlaşmasından sonra ailesinin yanına dö­nebildi.

Bundan sonra Fichte'nin hayatı, siyasal bir önem kazanır. Prusya, kendisini kurtarabilmek için, her şeyden önce ulusal karakteri güçlü bir öğrenimle halk eğitimini çelikleştirmek ge­rektiğini anladı. Bu maksatla Berlin'de bir üni­versite açıldı ki, bunun planını Fichte'ye hazır­lattılar (1807).

Sunduğu projede uygulanması güç ve ülkü­sel bazı şeyler vardı; yeni üniversite açılınca­ya kadar özel derslerini akademik bir salonda verdi (1807-1808). Alman Ulusuna Söylevler adını taşıyan bu dersler, Fransız taburlarının gürültüsü Berlin sokaklarını inlettiği bir zaman­da verilmişti. Bu derslerde Almanlara bağım­sızlık ve özgürlüklerini korumalarını, bu uğur da gerekirse ölmelerini telkin ediyordu. Kendisi de bu uğurda hayat ve özgürlüğünü feda­ya hazırdı. Fichte, yeni üniversiteye profesör tayin edildi ve iki yıl metanetle rektörlük de yaptı. Fransızların Rusya'dan perişan bir hal­de geri dönmeleri üzerine Almanlar baş kaldır­dılar. Fichte, ordu rahibi sıfatıyle çalışmak is­tediyse de bu isteği kabul olunmadı. Fakat, kendisi, hem ulusa, hem insanlığa büyük bir hizmet etmek mutluluğuna erişmiştir. Almanlar, Berlin'deki Fransız garnizonunu bir gece baskınıyle toptan öldürmek için suikast hazırladılar. Fichte'nin eski öğrencilerinden bu cinayete ka­tılmak için yeminli bir genç, teşebbüsün meşru olup olmayacağı hakkında şüpheye düştüğü için hocasının da bu işe karışmasını istedi. Fichte, hem bu teşebbüsü Prusya Polis Müdürlüğüne haber verdi, hem de bu genci böyle uğursuz bir cinayetin yararsızlığına inandırdı. Savaş, Berlin'den uzaklaşınca, şehirde bulaşıcı bir has­talık bırakmıştı. Fichte'nin eşi de hastabakıcılığı yaparken bu hastalığa tutuldu ve kendisin­den de Fichte'ye geçti. Fichte de derslerine ye­ni bir hararetle başlayacağı ve eserlerini son kez bir daha inceleyeceği bir zamanda öldü (1814).
__________________
iLk ÇıĞLıĞıM SoN NeFeSiM TeK AşKıM BEŞİKTAŞ'ım....
HeRşEyİn BiR sOnU vAr AmA BEŞİKTAŞ SeVgİsİnİn AsLa...!
özgür_1903 Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 02-03-2007, 12:17   #4
Kıdemli Kartal
 
özgür_1903 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

ESERLERİ VE FELSEFESİNE GENEL BAKIŞ

Fichte, kararlarında sabit ve metin bir adam­dı; karakterinin dürüst ve enerjik özelliği eş­sizdi. Onu sert ve fazla kanaatkar olduğu için eleştirirlerse de o, bu nitelikleri sayesindedir ki, her çeşit zayıflıklara, kişisel ve adi kaygı­ların üstüne çıkmıştır. Fichte'nin felsefesi, çağ­daş felsefenin durumuyla olduğu kadar da kendisinin bireyselliğiyle belirlenmiş olan bir fel­sefedir. XVIII. yüzyıl ruh ve zekâsına oranla bu felsefe, maddeciliğe karşı yöneltilmiş olan şiddetli bir protestodur; 'ben' (le moi) faaliye­tinin ve ahlaksal özgürlüğün enerjik bir savunmasıdır. Kant'ın felsefesine oranla ise, bu fel­sefeyi sarsılmaz bir temele dayamak için yapıl­mış olağanüstü bir çabadır.

Fichte, hepsi Almanca olan şu eserleri yaz­mıştır: Grundlage der Gesammuten Wissens-chaftslehre (1794); Versuch Einer Kritik der Offenbarung (Königsberg, 1792); Grundlage des Naturrechts (Iena, 1796); Der Geschlassene Handelstatt (Tübingen, 1800); Rechtslehre (1812); System der Sittenlehre (Iena, 1798); Die Grundzüge des Gegenwartigen Zeitalters (1806. Bu eser, Die Bestimmung des Menschen'i de eklidir); Die Anweissing zum Seligen Le-ben (1806); Reden an die Deutsch Nation (Ber­lin, 1807-1808).

Fichte'nin hayatında 1762'den 1794'e kadar bir oluşma devresi vardır ki, bunda Spinoza ve Kant'ın etkisi altındadır. 1794'ten 1799'a ka­dar felsefî eserler verdiği bir dönemdir. 1799' dan 1814'e kadar da propaganda faaliyetleriy­le uğraşmıştır. O, Alman felsefesinde Kant'ın açtığı yeni çağı geliştirmiştir.

Bilim Doktrinine Birinci Giriş (1797) adlı eserinde Fichte, bütün felsefe doktrinlerinin iki sistemde toplandığını görmüştü:

1 - Tasarımları eşyadan çıkaran dogmacılık, ki bunda maddecilik, tinselcilik, Spinozacılık vardır.
2 - Eşyayı tasarımlarımızdan çıkaran ülkü­cülük.

O, bunlardan ikincisinin daha iyi ileri sü­rülmüş olduğunu ispata çalışmak suretiyle, fel­sefedeki yönelişini belirtmiştir. Gerçekten Kant, eleştirici ülkücülüğü, yani nesnelerin düşünce­lerimizden başka bir şey olmadıklarını kabul eden bir sistem kurmuştu ki, bu, mutlak ger­çekliği de ahlâkın bir konusu yapmıştı. Fichte de bazı bakımlardan nesne'yi özne'ye (sujet) göre bağımlı bir duruma getiren, yani hem özne'nin, hem de onu sınırlayanın ürünü sayan bir ülkücülüğü savunmuştur. Bu ülkücülük, yalnız özne veya mutlak özgürlük olarak bir mutlak gerçeklik anlayışına dayanır. Zira ona göre, bir felsefe sistemi, cansız bir alet değil­dir ve biz, bunları rasgele seçemeyiz. Bunlar, insan ruhunun derinliklerinden fışkırırlar. Bun­lardan birini seçmek, faaliyet ve bağımsızlık duygumuza ya da bunların tersi olan duygulara göre değişir; ülkücülük, saf bir teori olarak bağımsızlık duygumuzu ifade eden ve onun seç­tiği bir sistemdir. Bu sistem, teorik aklın iş­levlerini (fonctions) ve ahlaksal hayatın koşul­larını elde etmek için yapılan bir çabadır. Bu sistemde ilk ilke gelişir, saf Özne muhtevasının yerine geçerek, gerçekleşir.
__________________
iLk ÇıĞLıĞıM SoN NeFeSiM TeK AşKıM BEŞİKTAŞ'ım....
HeRşEyİn BiR sOnU vAr AmA BEŞİKTAŞ SeVgİsİnİn AsLa...!
özgür_1903 Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 02-03-2007, 12:18   #5
Kıdemli Kartal
 
özgür_1903 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

BİLİM DOKTRİNİ
Fichte'nin Kant'ta gördüğü eksiklik, yalnız doğal düşünceye değil, münha­sıran felsefî düşünceye şamil olan bir saf eleş­tiriye yükselmemiş olmasıdır. Yani Kant, bi­linç muhtevasına verilmiş olan çokluktan bu bilincin kapladığı birliğe yükseldiği halde, Fichte, tersine olarak 'ben'in başlangıcındaki faaliyetten hareket etmek ister ve bundan, ti­kel şekilleri türetir. 'Saf eleştiri' ise, genel felsefeyi, 'bilim teorisi'ni teşkil eder. O, bilim dü­şüncesini kurmakla başlamalıdır; bir bilim, 'bir olmalı' ve bir 'bütün' (tout) teşkil etmelidir. Bunun için de bilim, kendi töz ve pekinliğine kaynak olan tek ve egemen (souverain) bir il­ke üzerine kurulmalıdır. Fakat bu ilkeyi neyin üzerine dayamalıdır ve ne hakla onun gerçe­ğinden bütün değer önermelerinin doğru oldu­ğu sonucunu çıkarabiliriz? İşte saf eleştirinin ve bilim teorisinin konusu budur. Eğer bu bi­lim, olumsal değilse, bütün diğer bilgiler temel­sizdirler. Bunun için bütün diğer bilimler, ken­dilerinin olmayan birtakım ilkelere dayanmış olurlar; ya pekinlik (certitude) mevcut değildir, ya da her bilginin ve her pekinliğin or­taklaşa bir temeli olabilen mutlak, bir ilke ve dolaysız bir gerçek üzerine kurulmuş olan bir bilim mevcut olmalıdır. Bu ilke ise, önerme­nin 'maddesi' denilen şeyle, 'şekli' denilen şey­dir. Mutlak ilkenin, biri diğeriyle belirlenmiş olarak —yani, madde şekille ve şekil maddey­le belirlenecek surette— madde ve şekli ken­dinde olmalıdır. Fichte'ye göre, temel bilimle­rin dayandığı üç ilke vardır:

1 - Büsbütün mutlak olan ilke;
2 - Şekil gibi yalnız mutlak olan ilke;
3 - Sadece madde gibi mutlak olan ilke.

Mutlak olarak egemen bir ilkenin olabilir­liği, insel bilginin tek bir sistem teşkil ettiği­ne delâlet eder. Eğer böyle bir sistem mevcut değilse, ya dolaysız bir surette pekin olan bir şey yoktur ve bütün bilgi, kesin bir surette bir ilke müsaderesine (petition de principe) daya­nır; ya da birçok sistemler vardır ve bunların her biri özel bir ilkeye dayanır. Bu takdirde de ister eşit bir surette en ilkel (primordiale) olan birçok doğuştan gerçekler kabul edilsin, ister­se dışımızda yalınç izlenimler vasıtasıyla ruhu­muzun kendileriyle ilişkide bulunduğu birtakım 'yalınç şeyler' çeşitliliği (variete) varsayılsın, her iki halde de bilgimizde hiç bir birlik ola­maz. Bu bilgi de pekin olabilirse de, bir sis­tem teşkil edemez. Âdeta ışıksız, ahenksiz ve birlikten yoksun olup, aralarında hiç bir geçit bulunmayan türlü odalardan bileşik ve hiç bir zaman tamamlanmamış sağlam bir eve benzer. Bu nedenle 'bir' olmayan hiç bir doğru sistem bulunamaz; ve bir olmak için de, onun bir tek ilke üzerine kurulmuş olması ve küremiz için merkezcil (centripete) kuvvet ne ise, bu ilke­nin de sistem için öyle olması lâzımdır.

Bu ilkenin ispatı söz konusu değildir. Fakat o düşünmeyle mantığın olağan (ordinaire) ko­nularını gözleyerek keşfetmelidir. Bu kanunlar egemen ilkeyi tamamıyla ortaya çıkardıktan sonra, kendi belge ve temellerini de bu ilke içinde bulurlar. Şunun ya da herhangi bir iç deneyin, herhangi bir olgusunu alınız ve bundan deneye taalluk eder gibi görünen ne var­sa hepsini olabildiği kadar çıkarınız; elde ka­lacak olan şey, ruhun kendi olgusu, ilkel ola­rak kendi koymuş olduğu olgudur.

a = a önermesi kadar hiç bir önerme itiraz edilemeyecek kadar gerçek değildir. Zira a, a' dır, dediğim zaman, özneye ait bir şeyi tasdik etmiyorum, yalnız (a) dır, ne ise odur demiyo­rum, aynı zamanda bir yargı taşıyorum, yargı­lıyorum, düşünüyorum ve bunlarla kendimi ile­ri sürüyorum. Bir diğer deyimle, "düşünüyo­rum, öyleyse varım" demektir. Her taşıdığım yargının içinde 'benim, ben benim' vardır. Be­nim derken, 'ben', kendini vazetmiş olur ve kendi kendini vazederken özel ürünü eylem, ajan, neden ve sonuç olacak surette kendi ken­dini vücuda getirir ve oluşturur. Bilinçsiz 'ben' yoktur; ancak 'ben', kendisini vazederken ken­di kendinin bilincini kazanabilir; 'ben'in 'ben' demesine vesile olan temel yargının ken­di kendisini vazetmesi ve kendini meydana getirmesi bir olgu-eylem'dir (fait-action), bir edim-olgu'dur (acte-fait). Ben kendisini vazet­tiği için vardır. Var olduğu için kendi kendi­sini vazeder. "Mutlak surette benim; çünkü benim" ve ben mutlak surette ne isem oyum, o da, öteki de benim için odur. İşte Fichte sis­teminin en son sistem ve verimli ilkesi mutlak konu olarak 'ben'den ve var olan bir varlık olarak kendi kendisini vazetmekten ibarettir. Kendisini eleştirenlere göre de, onun kökten yanıldığı nokta da budur. Fichte, 'ben'e Spinoza'nın mutlak neden ve Tanrısal töz için ile­ri sürdüğü tanımı uygulamıştır: "Ben, ilkel ola­rak kendi özel varlığını vazeder". İşte bilim teorisinin mutlak surette egemen 'ilkesi' budur.

Demek ki bütün düşünce ve varlığın ortak­laşa temeli de' bu ilk edimden ibaret olan, saf öznenin, ben'in kendi kendisini vazetmesidir. Fakat ikinci ve ilkel bir edimle 'ben', 'mutlak ben'e, bir 'mutlak ben değil'i (non moi) karşı koyar. Sadece şekle ait olan ikinci mutlak ilke de budur. Ben'in kendi yanında kendisi gibi mutlak olduğunu tanıdığı bu ikinci ilke, hem birinci ilkeyle hem kendi kendisiyle çelişik bir haldedir. Bu çifte çelişikliği çözmek için yal­nız maddeye taalluk eden üçüncü bir ilkeyi ka­bul etmek lâzımdır ki, bunu şu surette ifade edebiliriz: "Ben ve ben değil'in (non moi) her ikisi de birbirinin gerçekliğini karşılıklı olarak sınırlayacak şekilde, ben tarafından ve ben'in içine vazedilmişlerdir". Başka bir deyimle, "ben içinde bölünebilen ben'e bir bölünemez ben de­ğil'i karşı koyuyorum". Demek ki ikinci mut­lak ilkede ben, kendi kendine yabancı kalmış­tır. Kendini düşünmek için, kendi üzerinde dü­şünmeye ve 'varlığa' bir nesne (objet) sıfatıyle karşı gelmeye (s'opposer) mecburdur. Bu kendini inkâr etme, öznenin ikinci edimidir. Bun­dan varlıkla düşüncenin birbirine karşı bağın­tılı oluşunu ve birbirini karşılıklı olarak belir­lediğini ileri sürmek suretiyle, bu çelişikliği çözmek gerektir, sonucu çıkar. İşte bilincin ye­ri (lieu) bu bağlantı (relation), öznenin üçün­cü edimini teşkil eder.
Anlaşılıyor ki, bilim doktrininin ilkeleri, fel­sefenin üç temel düşüncesi üzerine dayanan bu üç edimdir ki, birincisi özdeşlik ilkesini, ikin­cisi çelişiklik ilkesini, üçüncüsü nedenlilik il­kesini meydana getirir. Birincisiyle eşyanın mutlak birliği, ikinci ve üçüncüsüyle de karşı olumların birliği gerçeklenmiş olur. Bu suret­le mantık kanunları ve kategoriler, özgürlüğün edimleri olmuş olur. Üçüncü edim ise, özne­ye kendi pozitif kapsamını, yani kendisinin art ardına gerçeklenmesinin olabilirliğini verir; yani o, ruhun daha önceki bütün edimler se­risini kaplamıştır. Konuyu biraz daha açıklar­sak; bilim doktrininin üç ilkesi, mutlak 'ben' düşüncesi, mutlak bir dış nesne ve bunların birbirine karşılıklı olarak belirlemesinden ibarettir. Bu üç ilke, nitel oranlar bakımından üç esaslı yargı şekline dönüşürler: Tasdik, İnkâr, Sınırlama (limitation); ya da, Tez (these), Anti­tez ve Bireşim. İşte Hegel tarafından belirtilmiş olan bu üç esas, Fichte'nin yöntemine de te­mel vazifesini görmüş olan ilkelerdir. Edimsel olarak verilmiş olan herhangi bir önermede, gizli bulunan çelişikliği, çözümleme keşfeder ve apaçık bir duruma getirir; sonra, karşıtları uzak­laştıran bir bireşim, yeni bir önerme içinde bu çelişikliği çözümler. Bu suretle bilimin her yeni önermesi, daha önceki bir önermenin ya geliş­mesi, ya da düzeltilmişi olur. Her şey kendi aralarında birbirini tutar, hepsinin hem temeli, hem de tacı 'ben' olan organik bir sistem teş­kil ederler.

Açıkladığımız üç ilke, Fichte'ye göre şu öner­mede özetlenebilir: Çözümleme, "Ben ve ben değil, karşılıklı olarak belirlenirler". Çözümle­me bunda gizli olan şu iki önermeyi keşfeder:

1. 'Ben', 'ben değil' tarafından belirlenir ya da 'ben değil', 'ben'i belirler.
2. 'Ben', 'ben değil'i, 'ben' tarafından belirlenmiş gibi vazeder; ya da 'ben', 'ben değil'i belirler.

Bunlardan birincisi, teorik felsefenin ilkesidir; ikincisi ise, pratik felsefenin ilkesidir. Her teorik felsefe şu ilke­den elde edilir: 'Ben değil', 'ben'i belirler. Bu ilkeye göre 'ben', nesneler karşısında kendisini pasif olarak konmuş gibi bulur; ve bilgi, onu bu nesnelerin düşünen özne üzerine yaptığı etki ile meydana getirmiş görünür. Bununla birlik­te 'ben', henüz onda bir şey değildir. Zira, ken­disini 'ben değil' tarafından belirlenmiş gibi vazeden 'ben'dir. 'Ben', gizli olarak (virtuelle-ment) bütün gerçekliktir; hiç bir şey, onun mutlak faaliyetinin etkisi olmaksızın mevcut olamaz. Öyle ise, 'ben değil'in sözde gerçekliği, bu faaliyetin bir ürününden başka bir şey de­ğildir.
'Ben değil' düşüncesi, 'ben' düşüncesinin bir değişkesinden başka bir şey değildir. 'Ben' dü­şüncesiyle, kendisinin sınırlı gerçekliğini hisse­der ve bu sınırlamanın kendisi dışında bir ne­deni olacağını varsayar ve bu nedeni bir 'ben değil'de gerçeklendirir. Fakat bu 'ben değil', 'ben'i kendi özel tabiatına göre belirler. Şu halde dış âlem, Fichte'nin sisteminde eğreti (em-prunte) bir mevcudiyete sahiptir. Zira, kendi­sinden duyumlar, duygular ve düşünceler halinde doğan her şey, kendi özel gerçekliğinden gelirler ve sözde dış varlık denilen şeyler, ger­çekleştirilmiş ülküden (ideale) başka bir şey değildir. Dış âlem, 'ben'den doğar ve gerçek varoluşunu 'ben' içinde bulur ve 'ben' için bu­lur. Her çözümcü eleştirinin 'ben' tarafında bı­raktığı şey, 'ben'i harekete getiren bir içtepidir (impulsion) ki bu, 'ben'in gizliliğini (virtualite) geliştiren bir ilkedir. Bu nedenle Kant'ın eleş­tirici ülkücülüğü Fichte sisteminde 'mutlak öz­nel ülkücülük' (idealisme subjectif absolu) ha­lini alır; yalnız bir şartla ki, bunda 'ben', ge­lişme için dışardan bir içtepi almaya mecbur­dur. Bu suretle dış âlem, teorik felsefede zi­hinsel bir olayı açıklamak için, bir varsayım­dan başka bir şey olamaz. Zira 'ben', kendisini sınırlayan bir nesneyi zorunlu olarak tasarlar. Bu nesne, gerçek değildir. Onu vazeden, ona bir gerçeklik veren ve onu kendisine nakleden de 'ben'dir. Bu nesnenin tasarımı, hayal gücü­nün bilinçsiz bir eseridir. Ruh, hem hareket eden, hem de düşünen olamayacağından, onun faaliyeti bir üretme (production) ve düşünme (reflexion) dizisiyle (serie) zorunlu olarak kı­sıtlanmış olur. Bu üretici faaliyetin sonsuzlu­ğu ile düşünmenin belirlenmesi arasındaki dalgalanmada ruhun bilinçsiz olarak meydana ge­tirdiği şey, kendi bilincinin bir koşulu olan yabancı bir gerçek gibi görünür; böylece, "ger­çeklik, düşünceliğin (idealite) ürününden başka bir şey olamaz".

Zihin gibi kabul edilmiş olan mutlak 'ben', belirlenmiş olmak ihtiyacındadır; bu yüzden de sonlu bir hal alır ve artık mutlak olmaz. Demek ki kendiliğinden 'ben'le mutlak 'ben' arasında karşı olma (opposition) vardır. Mutlak 'benlik', 'ben değil'in nedeni olmaya mecbur­dur; bu nedenle kendi içtepisinin de dolaysız nedenidir; anlaşılır ki 'ben', gerçek olarak yal­nız kendine bağlıdır. Öyle ise, aktif veya pasif 'ben'in bilimi, ilke olarak şu önermeye sahip­tir: 'Ben', 'ben değil'i belirler; 'ben'in faaliye­tinin konusu 'ben değil'in mutlak belirlenmesi­dir.

Mutlak ve kendiliğinden alınmış olan 'ben', uzamsızdır, hareketsizdir ve matematik bir nok­tadır. 'Ben', kendi bilincine kavuşmak için. ge­lişmek ihtiyacını duyar ve kendisini merkezkaç (centrifuge) bir harekete terk eder ki, bu yine kendisine dönmek içindir. Dışın içtepisi ancak bu suretle olabilir ki, bu içtepinin ilk, nedeni de yine mutlak 'ben'in tabiatı içindedir. Mutlak 'ben', varlığını tamamıyla gerçeklendirmek, ken­disine, bütün dolgunluğuyla kendi bilincini vermek için faaliyetinin küresini sonsuzluğa doğ­ru genişletmek ister. Bu yöneliş, karşılaştığı di­renmelerle büsbütün kuvvetlenir. Eylemlerin­den hiç biri, faaliyetinin hiç bir belirlenmiş ürünü 'ben'i kandıramaz ve bu yüzden kendi yetkinlik ve ahenk ülküsünü gerçeklendirmek için çabalarını katmerleştirir. Bu sonsuzluğa doğru olan sürekli bir özlemdir. Bilgi ve eyle­min müşterek amacı, 'ben'in, 'ben değil' üzerin­deki egemenliğini sağlamak ve 'ben'in 'ben de­ğil' üzerinde vücuda getirdiği şeyleri yine 'ben değil'den almak ve böylece, ruhun yetkin bir­liğini, bağımsızlığının edimsel (actuel) bilinci ve mutlak gerçekliğiyle kurmaktır.

Özet olarak, biz her şeyi mutlak 'ben'e oran­la biliriz. 'Ben'in bildiği bu şeyler, 'ben değil'i teşkil eder. Yani, dış âlem, 'ben değil' gibi gö­rünen bir 'ben'dir. Öznel 'ben', nesnel 'ben'i meydana getirir. Şu halde, 'ben'le 'ben değil' arasında bir birlik vardır; bu birlik, mutlak'tır ve sonsuz'dur. Mutlak ise, kendi kendine olu­şan ve sonsuz bir şeyle gerçeklenen bir şeydir. Fichte, bu bakımdan 'ben'e evrensel bir anlam verir. 'Ben', bir bilinmeyen varlık, bir (X) dir ki, yavaş yavaş bilincini kazanır ve bilincin ışığıyla aydınlanır, bilinç olur. Bu nedenden felsefe yapmak demek, daima olması gerekene doğru giden ve yalnız kendisi özgür olan 'ben' in kendi bilincini alması ya da kazanması de­mektir.

Fichte, bilim doktrininde bedenden ayrı ve seçik bir ruh varsayımını şiddetle reddettiği için, onun 'ben'ini ruh zannetmemelidir. Ona göre böyle bir ruh kabul etmek, tinselci meta­fiziğin kurduğu gibi, ayrı bir töz ya da özü ka­bul etmek demektir.
__________________
iLk ÇıĞLıĞıM SoN NeFeSiM TeK AşKıM BEŞİKTAŞ'ım....
HeRşEyİn BiR sOnU vAr AmA BEŞİKTAŞ SeVgİsİnİn AsLa...!
özgür_1903 Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 02-03-2007, 12:19   #6
Kıdemli Kartal
 
özgür_1903 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

FICHTE’ NİN ESERLERİ VE GÖRÜŞLERİ

Bilinç Olguları (1817) adlı eserinde, ruhun varoluşunu inkâr ettiğini ve bu reddedişin sis­teminde esaslı bir kriter olduğunu, ruh varsayımıyla kendi sisteminde ilerlemek şöyle dur­sun, bu sistem içerisinde durmanın bile imkânı olmadığını anlatmıştır.

Fichte, numen'in, kendinden şey'in (chose en soi) ruhla uzlaşamayacağını, bilginin biçimi ka-dar da maddesini veren 'ben'in bütün olayların da ilkesi olduğunu kabul etmişti. Ona göre, bü­tün felsefî tümdengelimlerin dayanak noktası olan mutlak 'ben' bireyseldir. Bunu bilincin ilham ettiği görgül 'benle karıştırmamalıdır. Mutlak 'ben', hareket etmenin dolaysız bilinci­dir ki, bunu zihnin bir sezgisiyle tanırız. Ruh, edimdir, enerjidir ve bu edim, gerçekliğin ken­disidir. 'Ben'de, "bilincin öznesiyle gerçekliğin ilkesi karışmışlardır". Ruh, bütün bildiklerini yapar, bütün bilgide kendisini bilir; bütün bil­gilerde kendisinden bir şeyler bilir. Bu neden­le var olan yalnız 'ben'dir; hakikî gerçekliğin bilimi de ruhun bilimidir ve duyular, âlem, biçi­min (şekil) ve kategorilerin bir yanılsamasından (illusion) başka bir şey değildir. Fichte için özü faaliyetten ibaret olan mutlak bir 'ben', evren­sel bir ruh vardır ki, özgür ve hareket eden varlıklar çokluğu şeklinde bölünür; o, bu su­retle hem gelişir, hem de hareket eder. İşte tinsel gerçeklikten başka bir gerçeklik kabul etmeyen Fichte'nin anladığı ruh, 'ben'le ifade ettiği ruhtur.

Fichte'ye göre, insanda mutlak bir irade var­dır ve irade, varoluşumuzda, dışarıda ki olgular gibi bağıntılı olmayan bir şeyde var olan, müş­terek ve yayılıcı bir kuvvettir. Her şey irade­nin türlü belirtilerinden ibarettir. Tinselci me­tafiziğin anladığı örnekte olmamak şartıyla, ruh, ben, daima olacak olan ve olması gereken bir ülküdür. İşte felsefenin ödevi, bu olması ge­rekeni araştırmaktır ki, bu 'ödev, 'özgürlük' ve 'irade'den ibarettir. Bunun üçü de gerçekte bir­birinin aynıdır. Ödev, Kant'a rağmen var olan bir şey değil, var olması gereken bir amaçtır. Bugün yapmak zorunda olduğum şey ise, edim'i ilgileyen ödev'dir. Şu halde ödev, mutlak de­ğildir, irade mutlaktır. Zira, bize lâzım olan şeyi kendimiz yapar, kendimiz emreder ve ken­dimiz ararız. Asıl istenen irade de budur. Ödev, gücü yaratır. Yani, olması gereken, olanı vü­cuda getirir. "Ahlaksal ödev fikriyle, özgürlük fikri ve gerçek 'ben' aynı şeydir. Bizim mutlak 'ben'imiz, şimdi herhangi bir kişilikte kuşatıl­mış gördüğümüz şu ya da bu bireylik değil, fa­kat kendi evrensellik ve sonsuzluğu içinde ol­ması gereken ve olacak olan şeydir. İşte âlemin başlangıcı kadar da amacı budur.

Fichte, bilim doktrininin ilkelerini 'doğal hukuk'a ve 'ahlâk'a uygular. Hukuk ve ahlâk, te­melini bireylikte (individualite) bir eylem kü­resi teşkil eden özgürlük düşüncesine dayanır. Mutlak 'ben', birey değildir: Birey, 'ben'den çıkar; 'ben', bireyden değil. Pratik bakımdan felsefe, ister istemez bir aynı kanuna bağlı olan bir ahlaksal kamulluk (communaute) ile faali­yetimizin konusu olan bir dış âlemi kabul et­mek suretiyle gerçekçi (realiste) bir hal alır.

Akıllı varlık, bir birey olarak ve diğer akıllı varlıklarla birlikte konmadıkça ileri sürülemez. Mutlak 'ben'in özgürlüğü akılla nitelenmiş olan bütün arasında paylaşılmıştır. İnsan, kendi benzerleriyle olan ilişkilerinde, kendi özgürlüğünü sınırlayan diğerlerinin özgürlüğüne saygı hisse­der. Doğal hak, bu duyguya dayanır. Devletin amacı, bu hakkı korumak ve gerçeklendirmek­tir.

Fichte'nin 'siyasal' görüşü, az çok Rousseau' nunkine benzer. En akla uygun olan hükümet şeklinin 'cumhuriyet' şekli olduğunu kabul eder. Onu, ulusların kamul ruhunun bir eseri sayar ve 'cumhuriyet'in ancak kanuna, kanun oldu­ğu için saygı duyan bir ulusla kurulabileceğine inanır. Fichte'ye göre her kurum (constitution), genel ilerlemeyi, her bireyin fakültelerini ge­liştirmeyi sağlamaya çalıştığı takdirde meşru­dur. Onun polisi, ceza vermekten çok, cinayet­lerin önüne geçme amacını güder ve baskı hu­kukunda (droit de repression) Fichte, tövbe ettirme sistemine yaklaşır ve ölüm cezasını kal­dırır.

Doğal Hukuk ve Ahlâk adlı eserinde Fichte, sosyalizme giden düşünceleriyle, Almanya'da kendisini ilk sosyalist yazar olarak tanıtır. Ka­palı Ticarî Devlet (1800) adlı eserinde de ev­rensel ticaretin devlete verilmesini, her mille­tin ekonomik gelişmesi için yararlı bulur.

Fichte'nin 'ahlâk'ı, System der Sittenlehre (lena, 1798) adlı eserinde daha çok Kant'm dü­şüncelerine dayanırsa da o, görüşlerini başka terimlerle ifade etmiş, başka ilkelere dayamış ve yeni geliştirmelerle zenginleştirmiştir. Ona göre, ahlâklılığın ilkesi, zihnin kişilik kavramı­na göre özgürlük alıştırmasını (exercise) mut­lak surette belirlemesidir. Ahlaksal insanın bü­tün eylemlerinin ereği, duyular âleminde, yal­nız aklın idaresini ve zihinli varlıklar tarafın­dan teşkil edilmiş olan sitede akıl ve ahlâklılı­ğın egemenliğini sağlamaktır. Ahlâk kanunu nesnel âlemin gerçekliğine delâlet eder. Bu ka­nun, hem eylemin konusunu, hem de ödevi teşkil eden mutlak emri belirletir. Biz bu ka­nun sayesinde kavranılabilir (intelligible) âlem­de mevcuduz ve yalnız eylem sayesindedir ki, olaysal (phenomenale) âlemde de varız. Onun en son ve yüce amacı, 'mutlak özgürlük'tür. Bu ilkeden bir tek filiz olarak kendimize ve baş­kalarına karşı olan ödevlerimiz fışkırır. Aklın egemenliği yalnız bireylerde gerçeklenebilir. Fakat bütün bireyler aynı amaca uzanırlar ve bunlar, kendilerini ancak birbirleri aracılığıyla kurtarabilirler. 'Ben'de bir birey gibi olan ah­lâk kanununun konusu, genel olarak özgürlü­ğü muzaffer kılmak ve âlemin selâmetini sağ­lamaktır. Sosyal yetkinlik ülküsü, bütün irade­lerin tam olarak bir uzlaşmasıdır. Bu evrensel ahenk halinde, her birey, akıl kanununa uymak suretiyle kamunun selâmeti için çalışacak ve herkesin faaliyeti birbirinin çıkarına hizmet edecektir. Saf 'ben'in özgürlüğü, akılla nitelenmiş olan bütün varlıkların, "asıl gerçek evliya­lar cemaatinin özgürlüğüdür".

Tanrısal bakımdan nesnel olarak dikkate alı­nan hep'in bilinci, bir tek ve aynı bilinçtir. Tanrı'nın ve felsefenin de görüşü olan bu ba­kımda, her akıllı varlığın kendi özel ereği var­dır; her biri aynı zamanda evrensel aklın erek­lerini gerçeklendirmek için birer aracıdır. Bu nedenle her birimizin bireyliği, herkesin varlığıyla meydana çıkar. Her birimizin ayrı ayrı ken­dimizin belirlenmesiyle ahlâk kanununun, saf 'ben'in, yani Tanrısal 'ben'in saf bir ifadesi ha­line geliriz. Kant, insan kendiliğinden bir erek­tir, der. Fichte ise, "Fakat insan, diğer insanlar için insanlıktan biridir ve bireyin onur ve hay­siyetini yapan da budur. Zira erdem, zihinli varlıklar toplumunun çıkarında kendininkini unutmaktır" diye düşünür. Ona göre, her bi­rey, kendi kuvvet ve mevki ölçüsüne göre ev­rensel ahlâklaştırma ve aklın zaferi işine çalış­malıdır. Alemin selâmeti ancak bununla olabi­lir. İnsanda özgürlük meyli, doğaldır; ve ah­lâk kanunu: "Her özel eylem ben'i, dolu ve tam olan tinsel özgürlüğe götüren bir dizi (se­ne) içinde görmeye mecburdur" dan ibarettir. Ancak bu suretledir ki, sonsuz 'ben', görgül âlemde gerçeklenmiş olur ve konulmuş olan engeller aşılabilir. Erek, sonsuz olsa da, ona sürekli olarak yaklaşılabilinir. Zira, her ulaşı­lan sınır, yeni bir hareket noktası olur. İnsan­daki ilkel meylin iki şekli vardır: Doğal meyil, özgürlük meyli. Eğer bunlar, birbiriyle ahenk­li olurlarsa, kendimize karşı bir saygı, bir haz duygusuna sahip olabiliriz. Bu duygu, duyum­sal (sensible) hoşlanmadan .farklıdır. Eğer bu iki meyil arasında ahenk olmazsa, kendimizden nefret etme duygusuna sahip oluruz. Bu duy­guya sahip olma fakültesine biz, 'vicdan' adını veriyoruz; ve artık ahlâk, vicdandan türeyen bir edimdir. İlk emir: "Ödevinin kanaatine (conviction) göre hareket edeceksin" der. Bu kanaat ise, hareketimi, yalnız şimdiki görüşüm­le değil, tasarlayabileceğim her görüşle karşı­laştırarak bu hareketin bütün bir ebediyet için­de kendimin olup olmadığını araştırdığım za­man kazanabilirim.

Fichte'ye göre, "ahlaksal kötülük, tembellik­ten gelir". Düşünmekten ve içinde bulunduğu durumun üstüne yükselmekten üşenmek, yapıl­ması gerekenden tiksinmek demektir; geri kal­maya meyletmek demektir. Tembellik, insanı alçaklığa ve sahtekârlığa götürür, tembellikte kölelik, zahmete tercih edilir. Açıkça savunula­cak olanı gizlemek için, birtakım görünüşlere hizmet edilmiş olur. Fakat özgürlük meyli, bu meylin bulunmadığı yerde nasıl uyandırılabilir? İnsan, kendi özel kuvvetini eritebilir mi? Fichte, bunun karşılığını, Şimdiki Halin Büyük Çizgileri ve Ahlâk adlı eserlerinde vermiştir. Bazı bi­reylerde ilk tinsel içgüdü o denli yüksek ola­bilir ki, ne kendileri ne de başkaları için açık­lanmayacak bir biçimde onları duyumların ve­rileri (donnees) üstüne yükseltir; bunlar, bir çeşit "erdem cini"ne sahiptirler. Bunlar, başka­ları üstünde örnekler ve uyaranlar gibi etki yaparlar. Fichte'ye göre, insanın diğer insanlar­la yaşamasının büyük önemi vardır; zira insan, ancak diğer insanlar içinde insandır. Bütün bi­reylerin amacı, 'ben' düşüncesinin gerçekleş­mesinden ibarettir. Fakat insanın kişiliği, ah­lâk bakımından söylemek gerekirse, kendisi için en son şey değildir. Fakat en yüce ereği izleyebileceğimiz tek aracı, kişiliğimizdir.

Fichte, 'pozitif dinlerin doğuşu'nu, "erdem cini"ne sahip olan örnek bireylerle açıklar. Çok derin bir ruh kuvvetiyle nitelenmiş olan birey­ler, bunların etkisinde kalanlar için bir harika gibi görünürler. Fichte, ahlâk vesilesiyle kilise ve devlet hakkındaki görüşlerini de açıklar. Ona göre kilise, ahlâk kanaatini kuvvetlendirmek ve uyarmak amacıyla bir araya gelmiş olan bireyler toplantısıdır. Bunun müşterek temeli, semboller ve alegorik şekillerden ibarettir ki, bunların altında en bilgisizler kadar da aydın­ları hareket ettirebilecek yüksek düşünceler vardır. Bu semboller sayesinde hem genel, hem de karşılıklı etkiler yapılabilmektedir. Zira, sembollerin yorumlanmasında bilimsel gerçek­ler, olduğu gibi belirlenmiş sabit bir şekil yok­tur. Bunları herkes kendi anlayışına göre yorumlar; bu nedenle onlar, herkese hitap edebi­lirler ve onların değerleri de bundan gelir. Sem­bollerin ölçülü âlemin yüksek ve düzenli bir düşüncesini, âlemin ahlâk düzeninde olan bir düşüncesini açık ve canlı bir hale getirir. Bu nedenle semboller, geçegendirler (provisoire). Bunlar gibi devlet şekilleri de geçegendirler. Devlet, insanın yalnız dışıyla uğraşır. Ahlâkla hukuku bu bakımdan ayırmak lâzımdır. 'Hu­kuk', diğerleriyle yaşamak isteyen herkesin ken­di özgürlüklerini başkalarının özgürlüğü için sınırlamalıdır ilkesine dayanır. Devlet, bireyi, başkalarının özgürlüğünü tanımaya mecbur eder.

Özetini verdiğimiz bu görüşler, Fichte'nin ilk verdiği dersler ve yazdığı eserlere göredir; fa­kat sonraları aynı ruh ve esastan ayrılmamak şartıyla doktrininde bazı değişikliklere baş vur­muş, kamul duyuyla (sens commun) herkesin dinsel duygularıyla, pratik zorunluluklarla ve hatta bazen kendi felsefesinin yanı başında ge­lişmeye başlayan yeni sistemlerle uzlaşmaya ça­lışmıştır.
__________________
iLk ÇıĞLıĞıM SoN NeFeSiM TeK AşKıM BEŞİKTAŞ'ım....
HeRşEyİn BiR sOnU vAr AmA BEŞİKTAŞ SeVgİsİnİn AsLa...!
özgür_1903 Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 02-03-2007, 12:19   #7
Kıdemli Kartal
 
özgür_1903 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

FICHTE’ NİN DEĞİŞİK DÜŞÜNCELERİ VE YAPITLARI

İnsan Varlığının Hikmetine Dair olan ese­rinde Fichte, felsefesini daha az bilimsel bir şekilde ve evrensel bilinçle felsefesini uzlaştırma çarelerini arayarak açıklar. Bu eserde dü­şünen insan, şüpheden bilime ve bilimden de imana geçer. Eserin birinci bölümünde düşü­nür, ülkücülükle gerçekçilik arasında kararsız bir surette gider gelir, bu şüphe çıkmazından kurtulmak için düşündükçe yolunu şaşırır ve şüphe içinde kaybolur. Bu esnada kendisine bir ruh, bir eleştirici spekülasyonlar cini görünür ve bu, kendisine birtakım sorularla deneyüstü ülkücülüğün (idealisme transcendantal) başlı­ca önermelerini buldurur. Fakat dış âlem bakımından tamamıyla olumsuz olan bu sözde bilgi de, bütün gerçeklik yerine 'ben'den ve 'ben'in ülküsel âleminden başka bir şey kalma­dığı için, düşünür ve beklediğini bulamamış ve kandırılmış olduğunu, bilim yerine kendisine boş bir fantom vermiş olduğunu ileri sürerek ruhu azarlar. Bunun üzerine ruh, kendisini haklı göstermek için ilham ettiği sistemin in­san bilincinin bütün sisteminden ibaret olma­dığını anlatır ve bu sistemi tamamlamak için düşünürü imana yollar ve der ki: Sen bilmek istiyorsun, bilmek ise hayal ve düşünceden baş­ka bir şey değildir; ve üzerinde düşünülen gerçekliği hiç bir bilgi kavramış değildir. Ken­di dışında tanımış olduğun ve bir hizmetçi gi­bi tartıp durduğun bu sahte gerçekliği, bizim sistemimiz yıkmıştır. Fakat bu sistem de, "mut­lak surette kendiliğinden boş"tur. Eğer şimdi başka bir gerçeklik arayacak olursan, onu bi­limden istememelidir; onu bulmak için başka bir organ lâzımdır. Bu organ sendedir ve bu organ, kendi gerçeğiyle bize mutlak bir iman ve kendisiyle birlikte ahlâk kanununun gerek­tirdiği bütün varoluşların imanını verir. Fichte, bu temel üzerine, olaysal âlemin varoluşunu, ahlaksal ve tinsel bir âlemle ruhun ölmezliği ve evrensel irade olarak kabul ettiği Tanrı'nın varoluşunu yerleştirmiştir. Kendisini Tanrıtanı­mazlıkla suçlandırmış olan bir kitapçığıyle Apologie'sinde Fichte, kolektif bir Tanrı ile Tanrı­sal bir ahlâk âlemini kabul eder ve bu evren­sel ahlâk âlemine imandan başka bir dine inan­maz. O, kişisel bir Tanrı düşüncesinin çelişik olduğunu ileri sürer ve Tanrı'nın bir bedene sahip olduğunu reddeder. Bu, ona göre, Tanrı' yı inkâr etmek demek değil, belki O'nun saf faaliyet, zihin ve bilinç olduğunu kabul etmek demektir. Adi anlamda Tanrı'ya kişilik niteli­ğini yüklemek, O'nun sonluluğunu kabul etmek demek olur. Her belgin (pre'cis) kavram, Tanrı'yı bir hayal, bir put haline getirir. Asıl, der, suçlandırılacak olan Tanrıtanımazlık değil, âlemi inkâr etmektir (acosmisme). Zira Fichte' ye göre bu tinsel ya da ahlaksal âlem, tek ger­çek olan âlemdir.

Gerçek olan şudur ki: Bu dönemde bile Fichte, dinsel duygularını kaybetmemiş, daha sonraları da Proklus ve Plotin'inkinden az fark­lı bir mistisizme, bir coşkunluğa kadar yüksel­miştir. Onun bu yönelişi, Bugünkü Çağın Bü­yük Çizgileri (Berlin) ve Bilginin Görevi (Ber­lin, 1806), Mübarek Bir Hayata Kavuşmanın Yöntemi (Berlin, 1806) adlı eserlerinde daha açıkça gösterilmiş bulunur ki, bu yönelişin son gelişim noktasını mistik ve ahlaksal bir pan­teizm teşkil eder. Tanrı'yı, karşı karşıya gele­rek mi görmek istiyorsunuz? der, O'nu, çıplak­ların öte tarafında aramayınız. O'nu kendileri­ni Tanrı'ya vermiş olanların hayatı içinde gö­receksiniz. Tanrı, "vücuda getiren, kendi dü­şüncesiyle kendini ilham eden" ve ancak ken­disiyle yaşayandır. Kendinizi O'na veriniz, bu takdirde O'nu kendinizde bulacaksınız. Doğru 'takva' (piete), zorunlu olarak aktiftir ve Tanrı'nın kendimizde olduğuna, eserini bizimle yaptığına dair olan içten inançtan ibarettir. Tanrı'yla birleşmek için, bireyliğinizden tamamıyla kurtulmanız lâzımdır. Yetkinlik ve mübarekliğin (felicite) en yüksek derecesi, her şeyin akıl kanununun altında yetkin olarak uzlaşma­sı ve cemaatin çıkarı için kendinden tamamıyla vazgeçmek değil, kendi özel kişiliğinden kayıtsız ve şartsız vazgeçerek Tanrısal yarlık­la birleşmektir. Burada Fichte, mutlak 'ben' yerine, Tanrı'yı koymuş ve bilim doktrinini Tanrı doktrini haline getirmiştir. Özet olarak o, Tanrı'yı, ahlaksal bir dünya düzeniyle eş tut­mak suretiyle Kant'ı aşmış ve Spinoza'dan ay­rılmıştır.

Fichte'nin 'insanlık tarihine' dair olan görüş­leri de aynı anlamda bir panteizmdir. Ona gö­re, Tanrı kendisini ebedî olarak insan bilinci­ne ilham eder. Bu ilham, önce içgüdü ve ge­leneksel bir iman şeklinde görülür; sonra da azar azar evrenin açık ve düşünülmüş bir son terimi, bir çeşit akla dayanan Tanrı erki'dir (theocratie); akılla yorumlanmış olan ve akim ilerlemesiyle Hıristiyanlık kanununa getirilmiş Tanrı'nın idaresidir. Din bakımından dikkate alınacak olunurlarsa, bütün olayları, Tanrısal hayatın zorunlu gelişmelerinden ibarettirler; bu nedenle her evrim, yeni bir gelişmenin şartıdır. Fichte, bir yüzyılı anlamak için, evvelâ 'a priori' olarak bir evrensel hükümet düşüncesinin pla­nını yapar. Bu plan şu beş çağ ve dönem içinde gerçeklenir:

İlkel çağ ki, bu 'masumluk' (inocence) çağıdır; burada akıl, özgürlüksüz ve çabasız olarak doğa kanunu gibi, içgüdü gibi hâkim olur.

Otorite ya da günah çağı: Bunda, içgü­dünün kitlede zayıfladığı, ancak bazı seçkin in­sanlarda kaldığı görülür.

Evrensel bozulma çağı (corruption): Bunda hem otoritenin boyunduruğu, hem de aklın dizgini vardır.

Bilim çağı ki, bunda gerçek iyiliklerin en büyüğü gibi araştırılır. Bu, 'yeniden itibar ka­zanma' (rehabilitation) çağıdır. Bilim ve erdem vasıtasıyle masumluluğun yeniden fethedildiği ikmal edilmiş denetim (tah­kik) çağıdır (justification accomplie).

Bu suretle her uygarlık, bilgi ve özgürlük va­sıtasıyla doğaya bir dönüştür.
Fichte'ye göre, XIX. yüzyıl, zaman toplamının yarısıdır; ve üçüncüden dördüncüye geçiş dönemidir. Devle­tin türlü evreleri (phases), çağların genel ruhu­nu andıran şekillere sahiptirler. Devlet yetkin­liğine üç derecede yükselir; kusursuz, tam bir devlette her birey, insanlığın zorunlu ereğine göre egemendir (souveraine); kuvvetlerinin kullanışı nedeniyle ise, her birey, uyruktur (sujet).

Yurtseverlik Hakkında Dialoglar ve Alman Ulusuna Söylevler (Berlin, 1808) adlı eserleri, Şimdiki Zamana Dair Dersler' in bir devamı­dır. Bu eserlerden birincisinde Fichte, sön dö­nemi, dördüncü çağın başlamak üzere olduğu an olarak gösterir. Bundan sonra artık insan­lığın ilerlemesi, bilime bağlıdır ve bilim, daha çok Almanlar tarafından korunacak ve. işlene­cektir —nitekim, kendisinden sekiz yıl sonra da Hegel, Almanlar için, 'felsefenin seçilmiş kav­mi' demişti—. Söylevlerinde akla dayanan bi­limin egemenliğini haber vermek ve bu ege­menliği, eğitimi yenileştirmek suretiyle hazırlamak iddiasındadır. Bilginin görevi, bu eğitimi idare etmektir. Gerçek bilgin, görevi, âlemi dü­şünceyle dönüştürmekten (transformer) ibaret olan bir sanatçıdır. Fichte'nin ölümünden son­ra yayınlanan Poletica (Statslehre, Berlin, 1820) başlıklı eserinde, artık tamamıyla aklın egemen olduğunu ve artık yeryüzü üzerinde Tanrı'nın hak, özgürlük ve gerçeğin saltanatı kurulacak olan beşinci çağı, yani 'altın çağ'ı anlatır.

Fichte'yi izleyenler bir okul kuramamışlar­dır. Fakat Kant 'felsefesinin yarattığı harekete yeni bir yön verdiler. Ana düşüncesi, ben'in kendini yaratması, bilim de düşünme edimi­nin bir ürünüdür, yargılarına dayanır. Yani, ona göre bilinç, kendini, kendi verimliliğin­de algılar. Bilincin çözümünden elde etmiş ol­duğu sonuçlar, Hegel ve Feuerbach'ı etkile­miştir. Fichte'nin felsefesi; Fr. Schlegel, Novalis, Solger, Schleiermacher'in düşünceleri üzerinde büyük bir etki yaptı. Schelling ve hatta Hegel, kendisini geçmiş olan öğrenci­leridir; bunların felsefesinde dikkate değen en önemli noktaların tohumlan, Fichte'nin felsefesinde gizlidir. İsviçre'ye gittiği zaman, büyük eğitimci Pestalozzi ile tanışmış ve onun düşüncelerinden yararlanmıştır. Fichte, yalnız felsefenin değil, özgürlük ve bağımsızlık savaş­larının da seçkin kahramanlarından biridir. Ulusuna ve dolayısıyla insanlığa karşı olan yük­sek sevgisini haykıran derin hitabeleri, Alman gençliğinin uyanmasında unutulmaz etkiler yap­mıştır. Özetle, düşüncelerini sürekli olarak de­ğiştiren Fichte, politikada devlet sosyalizmini savunan, devlete toprak mülkiyeti hakkını ve­ren bir eylem adamıdır.

Eserlerini, XIX. yüzyılın tanınmış filozofla­rından olan oğlu I. H. Fichte sekiz cilt olarak bastırmıştır. Onun üslup ve yöntemini 193û'da M. Gueroult açıklamıştır.

YAPITLARI:
Samtliche Werke (3 cilt, Berlin, 1845-1846; Neudruck, 1924); ayrıca, Nachgelassene (3 cilt, Bonn, 1834-1835, 1925). Fransızcaya çevrilmiş olanlar şunlardır: Destination de l'Homme (B. Penhoen, 1832); De la Destination du Savant et de l'Homme de Lettres (Çeviren: Nicolas, 1836); Methode pour Arriver â la vie Bienheu-reuse (Çeviren: Bouiller, 1845); Doctrine de la Science (Çeviren: Grimblot, 1843); Discours a la Nation Allemande (Çeviren: Picavet, 1895 ve Molitor, 1923); De l'ldee d'Une Guerre Le-gitim (Çeviren: Dr. Lortel; Lyon, 1831). Bkz. J. Wilm, (4 cilt); B. de Penhoen, Hist. de la Philo. Allemande (Lyon, 1836, 2 cilt); Löwe, Die Philosophie Vichte's (Stuttgart, 1862); Xavier Leon, Fichte et son Temps (II. tomes, 3 cilt, 1922-1924-1927) (Bu eserin t. II, 2. bölüm, s. 293-317'deki bibliyog­rafya); F. Medicus, Fichte's Leben (Leipzig, 1914, 2. baskı 1922); M. Gueroult, La Doctrine de la Science chez Fichte (Strasburg, 1930, 2 cilt); Vaughan, Stu-dies in the History of Political Philosophy (cilt II, 1925, s. 94-142); E. Bergmann, Fichte der Erzicher (Leipzig, 2. baskı 1924); N. Wallner, Fichte als Po-litiche Denker (Halle, 1926); H. Höffding, (cilt II, s. 144-162); E. Brehier, (cilt II, s. 288, 683-711); Tennemann, (cilt II, s. 288-293'de Fichte'nin bütün eserleri ve yazılarının listesiyle zengin bir bibliyograf­ya vardır). Diğer felsefe tarihleri: G. H. Turnbull, The Education of Theory Fischte (Liverpool, 1926); Hasan Cemil, Fichte ve Fichte'nin Hitabeleri (istan­bul, 1927); H. Heimsoeth, Fichte (1929); P. Coulmes, Fichte's ide der Arbeit (1939); B. Jakowenko, Die Grund idee der Theoret. Philosophie Fichte's (Prag, 1944); W. O. Doring, Fichte der Mann u. sein W erk (1947); 1. Pareyson, Fichte (Turin, 1950).
felsefenin değil, özgürlük ve bağımsızlık savaş­larının da seçkin kahramanlarından biridir. Ulusuna ve dolayısıyla insanlığa karşı olan yük­sek sevgisini haykıran derin hitabeleri, Alman gençliğinin uyanmasında unutulmaz etkiler yap­mıştır. Özetle, düşüncelerini sürekli olarak de­ğiştiren Fichte, politikada devlet sosyalizmini savunan, devlete toprak mülkiyeti hakkını ve­ren bir eylem adamıdır.

Eserlerini, XIX. yüzyılın tanınmış filozofla­rından olan oğlu I. H. Fichte sekiz cilt olarak bastırmıştır. Onun üslup ve yöntemini 193û'da M. Gueroult açıklamıştır.
Samtliche Werke (3 cilt, Berlin, 1845-1846; Neudruck, 1924); ayrıca, Nachgelassene (3 cilt, Bonn, 1834-1835, 1925).

Not: Fichte’ ile ilgili bu yazı dizisi, Cemil Sena’ nın Filozoflar Ansiklopedisi(1975)’ nden alınmıştır. Metin daha kolay anlaşılabilsin diye bölümlere ayrılmış ve kısmen de günümüz Türkçe’ sine uygun değiştirmeler yapılmıştır.
Ahmet Rodopman
__________________
iLk ÇıĞLıĞıM SoN NeFeSiM TeK AşKıM BEŞİKTAŞ'ım....
HeRşEyİn BiR sOnU vAr AmA BEŞİKTAŞ SeVgİsİnİn AsLa...!
özgür_1903 Ofline   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık




Türkiye`de Saat: 09:01 .

Powered by vBulletin® Copyright ©2000 - 2008, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2

Sitemiz CSS Standartlarına uygundur. Sitemiz XHTML Standartlarına uygundur

Oracle DBA | Kadife | Oracle Danışmanlık



1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 437 438 439 440 441 442 443 444 445 446 447 448 449 450 451 452 453 454 455 456 457 458 459 460 461 462 463 464 465 466 467 468 469 470 471 472 473 474 475 476 477 478 479 480 481 482 483 484 485 486 487 488 489 490 491 492 493 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503 504 505 506 507 508 509 510 511 512 513 514 515 516 517 518 519 520 521 522 523 524 525 526 527 528 529 530 531 532 533 534 535 536 537 538 539 540 541 542 543 544 545 546 547 548 549 550 551 552 553 554 555 556 557 558 559 560 561 562 563 564 565 566 567 568 569 570 571 572 573 574 575 576 577 578 579 580