|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
02-03-2007, 11:42 | #1 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
|
JOHANN GOTTLIEB FICHTE [1762 - 1814] Küçük bir köydeki fakir bir dokumacının oğludur Fichte. Dokuz yaşına kadar dokumacılık ve çobanlık yapmış. Varlıklı bir çiftlik sahibi şans eseri onun zekasını farketmiş ve himayesine alarak bir okula başlatmış. Ancak bu kişinin ölmesi ile tekrar yoksulluk ve sıkıntı çekmeye başlayan Fichte üniversiteyi çok zor bitirebilmiş. Özel ders vererek para kazanmaya çalıştığı sıralarda bir öğrencisi sayesinde Kant'ın felsefesiyle tanışmış ve o günden sonra tüm hayatını onun felsefesini geliştirmeye adamıştır. Fichte, Kant'ın bir başlangıç yaptığına ve bu başlangıcın bir sisiteme kavuşturularak tamamlanması gerektiğine inanmıştır. Bu sisteme ulaşmak için de bir çıkış noktası arar. Ona göre bu çıkış noktası sujedir, bilinçtir. Burada iki yol vardır; 1.Objeyi çıkış noktası almak, ki o zaman objenin yanında nasıl oluyor da bir suje, bir bilinç var olabiliyor sorusu ile karşılaşırız. Ona göre bu soru çözümsüzdür ve insanı determinizm ve mekanizme sürükler ve bu durumda özgürlük diye birşey olamaz. 2.Sujeyi çıkış noktası almak, bu durumda ise bilincin objeyi nasıl tasarımladığı sorusu ile karşılaşırız ve bu sorunun çözümü vardır. Fichte'ye göre bilincin özü eylemdir. Böylece yola çıkan Fichte Kant'ın yanlış düşünme diye adlandırdığı dialektitiği kullanarak ilerler. Ona göre bütün bilgimiz üç adımlı dialektik bir hareketle oluşur. 1. Objeyi "a, a'dır" gibi ortaya koyup kavramak. 2. Objeyi "a, non-a değildir" gibi öteki objeler ile karşılaştırarak ayırt etmek. 3. a ve non-a'yı içine alan bir kavram ile sınırlamak. Onun verdiği bir örnek şöyle; 1. Altını görüp tanırım. 2. Onu bakırdan ayırt ederim. 3. Onu bakır karşısında şu yada bu nitelikle sınırlanmış bir "maden" olarak kavrarım. Şimdi "ben" kendi özünü bilmek isterse önce kendisini bilmesi, düşünmesi gerekir. Bu ise Fichte'ye göre bir eylemdir. Yine sonraki eylem ile "ben", "ben olmayanı" karşısına koymalıdır ki kendisini ayırt edebilsin. Bu "ben olmayan"" 'da doğa ve doğanın nedenselliğidir. Bu noktada doğa kendimizi bilmemizin bir aracıdır. Ancak Fichte'ye göre bilmek değil eylemek esastır. Bu nedenle bu noktada kalınamaz, "ben" 'in amacı eylemdir yani özgür olan özünü gerçekleştirmek. Fichte'de ahlak felsefesinin temeli özgürlük sorunudur. Anlak öğretisinin formunu sağlayan özgürlüktür. Ancak bu özgürlük bir eylem dir. İnsan bu eylem ile özgür olur. Bu eylemin amacı da özgürlük olmalıdır, yoksa eylem dış amaçlara yöneldiğinden özgürlük gerçekleşmez. Bu eylemin uygunluğuna da vicdan karar verir. Vicdan'ın Fichte'de özel bir yeri vardır. Kant, "Genel bir yasa olmasını isteyebileceğin bir ilkeye göre eyle" demişti, Fichte "Vicdanına göre eyle" der. Burada Fichte'ye göre iyi olan, eyleme halidir, çünkü eyleme geçmek özgürlüğün gerçekleşmesidir. Kötü olan ise eylemsizliktir çünkü özgürlüğü yok eder. Ancak buradaki eyleme hali olarak doğal gereklilikler veya içgüdüler göz önünde bulundurulmaz, bu tür eylemler insanı edilgin yapar. Kişi doğal yönünü aşıp kendi "Ben" 'inden dolayı eyleme geçmelidir ki özgür olabilsin. Doğal yön bu amaç için sadece bir araçtır. Kişinin kendisini gerçekleştirmeside üç aşamalıdır. 1. İsteme. Bu aşamada kişi hazza ve mutluluğa varmaya çalışır, hayvanlar gibi çevresinin uyarımlarına bağlıdır, sadece gereksinimleri karşılayacak araçlara yönelir, iştahını doyurmaya çalışır. Özgür değildir. 2. Egemen olma. Kişinin tek amacı egemen olmaktır, sadece iştah yerini egemen olmaya bırakmıştır. 3. Son basamakta kişi özgür olmak ister. Bu durumda kişi diğerlerinin hak ve özgürlükleri karşısında kendi haz ve egemen olma arzusunu kendiliğinden, özgür olarak sınırlamayı bilir. Fichte devlet ve hukuk konusunda da özgürlüğü temel alır. Ona göre hukukun tümel geçer bir yönü vardır ve bu insanın ilk ve doğal hakları olduğu fikrine bağlıdır. Kişinin özgürlük hakkı doğal bir haktır ve her kişi kendi özgürlüğünün başka kişilerin özgürlükleri ile sınırlanmış olduğunu kabul etmelidir. Ancak bu durumu koruyan bir güce ihtiyaç vardır. İşte devlet bu noktada ortaya çıkar. Ona göre kişi, devletin otoritesini kendisi istemeli ve devletin kendisini zorlayacağı yasayı da kendisi seçmelidir. Ancak Fichte, böyle demokratik bir devletteki vatandaşların kendi emekleri ile yaşayabilmeleri ve kaynakları hakça paylaşabilmeleri için devletin dışa kapalı olması gerektiğini savunur. Devletin ödevi ise yasaya kendiliğinden uyan kişiler yetiştirmektir, böylece zorlayan devlet ortadan kalkacaktır. Fichte Kant'ın felsefesinden yola çıkmıştır. Felsefesi zamanla romantiklerden etkilenmiş ve kendisinden sonraki Alman filozofları için bir kaynak oluşturarak yeni bir akımın doğmasını sağlamıştır. | ||
|
02-03-2007, 12:10 | #2 | ||
Kıdemli Kartal Üyelik tarihi: Mar 2006 Yaş: 40
Mesajlar: 5.868
Tecrübe Puanı: 24 | <SPAN style="FONT-SIZE: 22pt"><FONT face=Arial><FONT size=5><STRONG><FONT color=#9900cc>Johnn-Gotllieb FICHTE
__________________ iLk ÇıĞLıĞıM SoN NeFeSiM TeK AşKıM BEŞİKTAŞ'ım.... HeRşEyİn BiR sOnU vAr AmA BEŞİKTAŞ SeVgİsİnİn AsLa...! | ||
02-03-2007, 12:17 | #3 | ||
Kıdemli Kartal Üyelik tarihi: Mar 2006 Yaş: 40
Mesajlar: 5.868
Tecrübe Puanı: 24 | YAŞAM ÖYKÜSÜ FICHTE, Johnn-Gotllieb. Alman filozofu. Saxe dokumacılarından birinin oğludur. 19 haziran 1762'de Yukarı Lusace'da Rammenau kasabasında doğdu. 29 ocak 1814'te yurdunun istiklâl savaşları sırasında yaralılara hastabakıcılık yapmakta olan eşinin tutulduğu tifoya kendisi de tutularak, Berlin'de ölmüştür. Babası 30 Yıl Savaşları'ndan sonra Fichte'nin doğduğu kasabaya yerleşmiş olan İsveçli bir subay vekilinin soyundandır ki, doğruluğuyla yurttaşlarının sevgi ve güvenini kazanmıştır. Babası, güçlü bir hafızaya (bellek) ve uyanık bir zekâya sahip olan oğlunu, özenerek korumaya çalışmış ve fakat kendisini doğal gelişimine terk etmişti. Fichte, annesinden enerjili bir mizaç (temperament, huy) almış, inatçı ve kibirli bir çocuktu. Başlangıçta, ya dokuma tezgâhında çalışıyor ya da kazları güdüyordu. Sabah vaızlarını dikkatle dinler ve söylenenleri âdeta ezberlerdi. Dış nesnelerden çok, ruha dair konulara karşı ilgisi böyle başlamış ve onun ilk öğrenimi, bu telkinler olmuştur. Pazar günleri kiliseye gelmekte bazen geciken, o civardaki malikâne sahiplerinden bir Baron, vaizin neler anlattığını bu küçük kaz çobanına sorar ve onun anlattıklarından, çocuğun bu yeteneğine hayran kalırdı. İşte bu zat, daha çok küçükken bile oyuncaktan ve oyundan çok, yalnızlıktan, düşünmek ve dikkat etmekten hoşlanan Fichte'nin eğitim ve öğrenimini kendi üzerine aldı; ve onu yetiştirsin diye Missinie yakınlarında bir pastöre gönderdi ve Fichte, gençlik hayatının en tatlı günlerini Niederau kasabasında geçirdi. Bu dönemde Lessing, Tanrıbilimsel savaşlarına başlamıştı. Onun eserleri, küçük Fichte üzerinde büyük etkiler yapıyordu. Fakat, Baron'un ölümü, onu, buradan ayrılarak Schulpforta Kolejine yatılı olarak girmeye mecbur etti. Özgürlüğünü yitirmiş olmak acısı ve bir arkadaşından gördüğü kötü muamele, okumakta olduğu Robenson öyküsü, kendisine, uzak bir adaya kaçarak orada özgür ve yalnız yaşamak kararını verdirdi. Fakat, daha Hamburg yollarındayken annesinin hayali, tekrar koleje dönmesine neden oldu; 18 yaşında Iena'ya Tanrıbilim öğrenmek için gitti. Fakat bu bilim, onun felsefî dehasını harekete getirdi; ve daha çok, özgürlük problemi kuvvetle zihnini sardı. Önce, özgürlüğü determinizm lehinde işletmek istemiş ve Spinoza'nın Ethika'sından pek hoşlanarak, onun kendi düşüncelerini kuvvetlendirdiğini görmüşse de, sonraları kendi kişiliğinin bilincini kazandıkça determinizmi terk etmeye başlamış ve özgürlük duygusuna o denli bağlanmıştır ki, nihayet bu duygu, onun felsefesinin temelini ve konusunu teşkil etmiştir. Bu sırada, üvey babasının ölümü, gelir kaynaklarını büsbütün azaltmış ve büyük mahrumiyetlere katlanmak zorunda kalmış ise de, bu durum, onun cesaretini kıracak yerde, karakterine ayrı bir güç eklemiştir. İçinde bulunduğu büyük sefalete annesinin ona vaiz olması için yaptığı ısrarlar da eklenince Fichte, çok zor bir duruma düşmüş oldu. Fakat vaiz olmak istemedi. 1788'de Zürih'e giderek orada bir eğitmenlik buldu ve Klopstock'un yeğeni Johanna Rahn adındaki seçkin ve aydın kızla tanışarak nişanlandı. Bu kız, onu iyi ve kötü günlerinde yalnız bırakmamış ve Fichte'nin dik başlı karakterinin yumuşamasında ve genel olarak çalışmalarında kuvvetli bir yardımcı olmuştur. Eğitmenliğini üzerine aldığı çocuklardan çok, bunların anne ve babalarının eğitime muhtaç olduklarını görerek, haftalar içinde, eğitim bakımından bunların yaptıkları kusurların birer belletenini hazırlayıp vermişti ve Almanya'da boşu boşuna hareketli bir iş aramışsa da, bulamadiği için, Leipzig'e gitmiştir. Burada, Kant felsefesiyle uğraşan Fichte, Pratik Aklın Eleştirisi'ni okuduktan sonra bu felsefede, insel onur ve özgürlüğe dair olan imanıyla kendi tabiatının en asil içgüdülerini kandıracak öğeleri bulunduğuna inandı. Bu esnada Varşova'nın kibar bir ailesi tarafından teklif edilen eğitmenliği kabul ettiyse de, Fransızcayı iyi telaffuz edememesi ve inatçılığı yüzünden geri dönmeye mecbur oldu. Bu Polonya dönüşü sırasında Kant'ı görebilmek için Köniksberg'e gitti; büyük filozof, kendisine yüz vermediğinden, onun gözüne girebilmek için Versuch Einer Kritik Aller Öfjenbarung (Her Vahyin Eleştirisine Dair Bir Deney) (Königsberg, 1792) adlı eserini yazdı ve yazma bir nüshasını üstada sundu. Bu eserin Kant tarafından yazıldığı zannedilmişse de, Kant, bunu Fichte'nin yazdığını bildirmek suretiyle onu ünlü bir kişi yaptı; ve kendisini Dantzig yakınlarında oturan Kont Krokow'a eğitmen olarak salık verdi. İşte nişanlısı, onun bu ününden sonra, kendi servetiyle bir yuva kurmayı teklif etti. Fichte evlendi (1793). Bu ilk eseri, önce, Iena Edebî Gazetesi'nde yazar adı konmadan çıkmıştır. Fichte de Kant gibi, büyük bir ilgiyle Fransız İhtilâlini izledi ve Zürih'te hem bu ihtilâle, hem de basın özgürlüğüne dâir iki eser yayımladı. Bu eserlerdeki sorunları teorik bir gözle olmaktan çok, pratik bir bakışla inceledi. Lavter ve diğer Zürihli bazı büyük adamlar, kendisinden Kant'ı açıklamasını rica ettiler. Burada büyük bir enerjiyle çalıştı, parlak başarılar gösterdi. Bu vesileyle Kant'ın eleştirisini tamamlamak ve onu söz götürmez temellere dayamak istemişti. Bu konuya hazırlanırken Weimar hükümeti, kendisine" Reinhold'tan boşalan Iena Üniversitesi felsefe profesörlüğünü teklif etti. 1794'te kabul ettiği bu görevdeki büyük başarılar, kendisine heyecanla bağlı taraflılar kadar da, şiddetli düşmanlar kazandırdı. Buradaki doktrininin esasını Bilim Teorisi Düşüncesi başlığını taşıyan bir programda açıkladı. Bunu, Bilim Doktrinin Temeli (1794) ve bunun arkasından Bilginlerin Görevlerine Dair adlı eseri izledi. Bu ikinci eser, âdeta kendisinin hayatı boyunca yapmayı tasarladığı işlerin neler olması gerektiğini anlatan bir plandır ki bilginlere, en tam ve yetkin bir insan olmalarını, ara vermeden hem kendilerini, hem başkalarım yetkin bir duruma getirmelerini bir ödev olarak vermektedir. Etrafını çeviren anlayışlı gençlere özgür bir düşünce ve karşılık beklemeden çalışma, hizmet etme telkinlerini yapmıştır ki, kendisinin bütün hayatında takip ettiği esaslar da bunlardır. Bunlar, hem kendi kişiliğinin, hem de kendi felsefesinin esaslarıdır. Bununla birlikte Fichte, kendi spekülasyonlarının ürünlerinden tam olarak memnun değildi. Zira, bunlar ancak, kendiliklerinden apaçık olan insan ahlâkının varlığındaki hikmetle en yetkin bir surette uygun oldukları takdirde ruhu kandırabilirlerdi. Fichte, bilginlerin görevlerine dair olan derslerinin gençler üzerinde yaptığı iyi etkiyi görünce, öğrencilerine, bu derslere pazar günleri halkın ibadetlerine ayrılmış olan bir saatte devam edeceğini bildirdi. Bunun üzerine düşmanları, onun demokratça düşüncelerini hatırlayarak, kendisini Hıristiyan dini yerine, aklın kâfirce törenlerini koymakla suçlandırdılar. Bunun üzerine pazar dersleri yasak edildi; ve aynı zamanda bazı öğrencilerinin bir takımı, ağır kargaşalıklara neden olan gizli cemiyetlerini dağıtmaya çalıştıysa da, başarı gösteremedi. Sonradan onları, bu cemiyeti dağıtmanın gerektiğine inandırmışsa da, kendisi gençlerin iyi niyet ve inanlarını kötüye kullanmış olmaktan sanık tutuldu. Bu suretle Fichte, bir süre derslerini tatil ederek bir köye çekilmeye mecbur oldu. Zorunlu olduğu bu inzivada, Bilim Teorisi'ne dair olan eserinin ikinci bölümüyle Hukuk Felsefesi adlı eserinin birinci bölümünü yazdı. İşte bu dönemdedir ki, Reinhold, F. Schlegel ve Schelling, onun doktrinini açıkça kabul etmişlerdi. Fakat, bu sırada Fichte'yi, yeni bir felâket karşıladı. Felsefe Gazetesi'nde Nithammer ve Forberg'in dini, "evrene ahlaksal bir düzen verme inancı" sayan yazılarındaki düşüncelerini beğenerek onlara bir başlangıç yazdı; Bir Dünya Hükümetine Dair Olan İmanımızın Temeli başlığını taşıyan bu makalesi, kendisini Tanrıtanımazlıkla suçlandırmalarına neden oldu ve gazete kapatıldı. Buna Iena Üniversitesinin korunmasını, Weimar hükümetiyle birlikte üzerine almış olan Saxe hükümeti de inanmış ve 1799'da Fichte, bu ittihamı şiddetle protesto etmiş ve bir sığınak bulma umuduyle Berlin'e gitmişti. Birçok yıllar bu şehirde görevsiz yaşadı. Schiller, onun yeniden profesörlüğe alınması için Weimar hükümetine baş vurmuşsa da, bu dileği kabul edilmemiştir. Bu esnada, İnsanın Yaratılışındaki Hikmet ve Yeni Felsefenin Gerçek Karakteriyle Halkın İlişkisi adlı eserini ve bir de Bilim Doktrininin Temeli adlı eserinin ikinci baskısını yayımladı. Aynı zamanda doktrinini, genç bilginlerle kibar insanlar ve yüksek işadamları gibi, seçkin bir dinleyici kitlesine açıkladı. Erlangen Üniversitesine profesör olarak atandığı zaman (1805), Jena'nın Fransızlar eline düştüğü haberini aldı; ve Königsberg'e sığındı. Kopenhag'a geçti, ancak Tilsitt Antlaşmasından sonra ailesinin yanına dönebildi. Bundan sonra Fichte'nin hayatı, siyasal bir önem kazanır. Prusya, kendisini kurtarabilmek için, her şeyden önce ulusal karakteri güçlü bir öğrenimle halk eğitimini çelikleştirmek gerektiğini anladı. Bu maksatla Berlin'de bir üniversite açıldı ki, bunun planını Fichte'ye hazırlattılar (1807). Sunduğu projede uygulanması güç ve ülküsel bazı şeyler vardı; yeni üniversite açılıncaya kadar özel derslerini akademik bir salonda verdi (1807-1808). Alman Ulusuna Söylevler adını taşıyan bu dersler, Fransız taburlarının gürültüsü Berlin sokaklarını inlettiği bir zamanda verilmişti. Bu derslerde Almanlara bağımsızlık ve özgürlüklerini korumalarını, bu uğur da gerekirse ölmelerini telkin ediyordu. Kendisi de bu uğurda hayat ve özgürlüğünü fedaya hazırdı. Fichte, yeni üniversiteye profesör tayin edildi ve iki yıl metanetle rektörlük de yaptı. Fransızların Rusya'dan perişan bir halde geri dönmeleri üzerine Almanlar baş kaldırdılar. Fichte, ordu rahibi sıfatıyle çalışmak istediyse de bu isteği kabul olunmadı. Fakat, kendisi, hem ulusa, hem insanlığa büyük bir hizmet etmek mutluluğuna erişmiştir. Almanlar, Berlin'deki Fransız garnizonunu bir gece baskınıyle toptan öldürmek için suikast hazırladılar. Fichte'nin eski öğrencilerinden bu cinayete katılmak için yeminli bir genç, teşebbüsün meşru olup olmayacağı hakkında şüpheye düştüğü için hocasının da bu işe karışmasını istedi. Fichte, hem bu teşebbüsü Prusya Polis Müdürlüğüne haber verdi, hem de bu genci böyle uğursuz bir cinayetin yararsızlığına inandırdı. Savaş, Berlin'den uzaklaşınca, şehirde bulaşıcı bir hastalık bırakmıştı. Fichte'nin eşi de hastabakıcılığı yaparken bu hastalığa tutuldu ve kendisinden de Fichte'ye geçti. Fichte de derslerine yeni bir hararetle başlayacağı ve eserlerini son kez bir daha inceleyeceği bir zamanda öldü (1814).
__________________ iLk ÇıĞLıĞıM SoN NeFeSiM TeK AşKıM BEŞİKTAŞ'ım.... HeRşEyİn BiR sOnU vAr AmA BEŞİKTAŞ SeVgİsİnİn AsLa...! | ||
02-03-2007, 12:17 | #4 | ||
Kıdemli Kartal Üyelik tarihi: Mar 2006 Yaş: 40
Mesajlar: 5.868
Tecrübe Puanı: 24 | ESERLERİ VE FELSEFESİNE GENEL BAKIŞ Fichte, kararlarında sabit ve metin bir adamdı; karakterinin dürüst ve enerjik özelliği eşsizdi. Onu sert ve fazla kanaatkar olduğu için eleştirirlerse de o, bu nitelikleri sayesindedir ki, her çeşit zayıflıklara, kişisel ve adi kaygıların üstüne çıkmıştır. Fichte'nin felsefesi, çağdaş felsefenin durumuyla olduğu kadar da kendisinin bireyselliğiyle belirlenmiş olan bir felsefedir. XVIII. yüzyıl ruh ve zekâsına oranla bu felsefe, maddeciliğe karşı yöneltilmiş olan şiddetli bir protestodur; 'ben' (le moi) faaliyetinin ve ahlaksal özgürlüğün enerjik bir savunmasıdır. Kant'ın felsefesine oranla ise, bu felsefeyi sarsılmaz bir temele dayamak için yapılmış olağanüstü bir çabadır. Fichte, hepsi Almanca olan şu eserleri yazmıştır: Grundlage der Gesammuten Wissens-chaftslehre (1794); Versuch Einer Kritik der Offenbarung (Königsberg, 1792); Grundlage des Naturrechts (Iena, 1796); Der Geschlassene Handelstatt (Tübingen, 1800); Rechtslehre (1812); System der Sittenlehre (Iena, 1798); Die Grundzüge des Gegenwartigen Zeitalters (1806. Bu eser, Die Bestimmung des Menschen'i de eklidir); Die Anweissing zum Seligen Le-ben (1806); Reden an die Deutsch Nation (Berlin, 1807-1808). Fichte'nin hayatında 1762'den 1794'e kadar bir oluşma devresi vardır ki, bunda Spinoza ve Kant'ın etkisi altındadır. 1794'ten 1799'a kadar felsefî eserler verdiği bir dönemdir. 1799' dan 1814'e kadar da propaganda faaliyetleriyle uğraşmıştır. O, Alman felsefesinde Kant'ın açtığı yeni çağı geliştirmiştir. Bilim Doktrinine Birinci Giriş (1797) adlı eserinde Fichte, bütün felsefe doktrinlerinin iki sistemde toplandığını görmüştü: 1 - Tasarımları eşyadan çıkaran dogmacılık, ki bunda maddecilik, tinselcilik, Spinozacılık vardır. 2 - Eşyayı tasarımlarımızdan çıkaran ülkücülük. O, bunlardan ikincisinin daha iyi ileri sürülmüş olduğunu ispata çalışmak suretiyle, felsefedeki yönelişini belirtmiştir. Gerçekten Kant, eleştirici ülkücülüğü, yani nesnelerin düşüncelerimizden başka bir şey olmadıklarını kabul eden bir sistem kurmuştu ki, bu, mutlak gerçekliği de ahlâkın bir konusu yapmıştı. Fichte de bazı bakımlardan nesne'yi özne'ye (sujet) göre bağımlı bir duruma getiren, yani hem özne'nin, hem de onu sınırlayanın ürünü sayan bir ülkücülüğü savunmuştur. Bu ülkücülük, yalnız özne veya mutlak özgürlük olarak bir mutlak gerçeklik anlayışına dayanır. Zira ona göre, bir felsefe sistemi, cansız bir alet değildir ve biz, bunları rasgele seçemeyiz. Bunlar, insan ruhunun derinliklerinden fışkırırlar. Bunlardan birini seçmek, faaliyet ve bağımsızlık duygumuza ya da bunların tersi olan duygulara göre değişir; ülkücülük, saf bir teori olarak bağımsızlık duygumuzu ifade eden ve onun seçtiği bir sistemdir. Bu sistem, teorik aklın işlevlerini (fonctions) ve ahlaksal hayatın koşullarını elde etmek için yapılan bir çabadır. Bu sistemde ilk ilke gelişir, saf Özne muhtevasının yerine geçerek, gerçekleşir.
__________________ iLk ÇıĞLıĞıM SoN NeFeSiM TeK AşKıM BEŞİKTAŞ'ım.... HeRşEyİn BiR sOnU vAr AmA BEŞİKTAŞ SeVgİsİnİn AsLa...! | ||
02-03-2007, 12:18 | #5 | ||
Kıdemli Kartal Üyelik tarihi: Mar 2006 Yaş: 40
Mesajlar: 5.868
Tecrübe Puanı: 24 | BİLİM DOKTRİNİ 1 - Büsbütün mutlak olan ilke; 2 - Şekil gibi yalnız mutlak olan ilke; 3 - Sadece madde gibi mutlak olan ilke. Mutlak olarak egemen bir ilkenin olabilirliği, insel bilginin tek bir sistem teşkil ettiğine delâlet eder. Eğer böyle bir sistem mevcut değilse, ya dolaysız bir surette pekin olan bir şey yoktur ve bütün bilgi, kesin bir surette bir ilke müsaderesine (petition de principe) dayanır; ya da birçok sistemler vardır ve bunların her biri özel bir ilkeye dayanır. Bu takdirde de ister eşit bir surette en ilkel (primordiale) olan birçok doğuştan gerçekler kabul edilsin, isterse dışımızda yalınç izlenimler vasıtasıyla ruhumuzun kendileriyle ilişkide bulunduğu birtakım 'yalınç şeyler' çeşitliliği (variete) varsayılsın, her iki halde de bilgimizde hiç bir birlik olamaz. Bu bilgi de pekin olabilirse de, bir sistem teşkil edemez. Âdeta ışıksız, ahenksiz ve birlikten yoksun olup, aralarında hiç bir geçit bulunmayan türlü odalardan bileşik ve hiç bir zaman tamamlanmamış sağlam bir eve benzer. Bu nedenle 'bir' olmayan hiç bir doğru sistem bulunamaz; ve bir olmak için de, onun bir tek ilke üzerine kurulmuş olması ve küremiz için merkezcil (centripete) kuvvet ne ise, bu ilkenin de sistem için öyle olması lâzımdır. Bu ilkenin ispatı söz konusu değildir. Fakat o düşünmeyle mantığın olağan (ordinaire) konularını gözleyerek keşfetmelidir. Bu kanunlar egemen ilkeyi tamamıyla ortaya çıkardıktan sonra, kendi belge ve temellerini de bu ilke içinde bulurlar. Şunun ya da herhangi bir iç deneyin, herhangi bir olgusunu alınız ve bundan deneye taalluk eder gibi görünen ne varsa hepsini olabildiği kadar çıkarınız; elde kalacak olan şey, ruhun kendi olgusu, ilkel olarak kendi koymuş olduğu olgudur. a = a önermesi kadar hiç bir önerme itiraz edilemeyecek kadar gerçek değildir. Zira a, a' dır, dediğim zaman, özneye ait bir şeyi tasdik etmiyorum, yalnız (a) dır, ne ise odur demiyorum, aynı zamanda bir yargı taşıyorum, yargılıyorum, düşünüyorum ve bunlarla kendimi ileri sürüyorum. Bir diğer deyimle, "düşünüyorum, öyleyse varım" demektir. Her taşıdığım yargının içinde 'benim, ben benim' vardır. Benim derken, 'ben', kendini vazetmiş olur ve kendi kendini vazederken özel ürünü eylem, ajan, neden ve sonuç olacak surette kendi kendini vücuda getirir ve oluşturur. Bilinçsiz 'ben' yoktur; ancak 'ben', kendisini vazederken kendi kendinin bilincini kazanabilir; 'ben'in 'ben' demesine vesile olan temel yargının kendi kendisini vazetmesi ve kendini meydana getirmesi bir olgu-eylem'dir (fait-action), bir edim-olgu'dur (acte-fait). Ben kendisini vazettiği için vardır. Var olduğu için kendi kendisini vazeder. "Mutlak surette benim; çünkü benim" ve ben mutlak surette ne isem oyum, o da, öteki de benim için odur. İşte Fichte sisteminin en son sistem ve verimli ilkesi mutlak konu olarak 'ben'den ve var olan bir varlık olarak kendi kendisini vazetmekten ibarettir. Kendisini eleştirenlere göre de, onun kökten yanıldığı nokta da budur. Fichte, 'ben'e Spinoza'nın mutlak neden ve Tanrısal töz için ileri sürdüğü tanımı uygulamıştır: "Ben, ilkel olarak kendi özel varlığını vazeder". İşte bilim teorisinin mutlak surette egemen 'ilkesi' budur. Demek ki bütün düşünce ve varlığın ortaklaşa temeli de' bu ilk edimden ibaret olan, saf öznenin, ben'in kendi kendisini vazetmesidir. Fakat ikinci ve ilkel bir edimle 'ben', 'mutlak ben'e, bir 'mutlak ben değil'i (non moi) karşı koyar. Sadece şekle ait olan ikinci mutlak ilke de budur. Ben'in kendi yanında kendisi gibi mutlak olduğunu tanıdığı bu ikinci ilke, hem birinci ilkeyle hem kendi kendisiyle çelişik bir haldedir. Bu çifte çelişikliği çözmek için yalnız maddeye taalluk eden üçüncü bir ilkeyi kabul etmek lâzımdır ki, bunu şu surette ifade edebiliriz: "Ben ve ben değil'in (non moi) her ikisi de birbirinin gerçekliğini karşılıklı olarak sınırlayacak şekilde, ben tarafından ve ben'in içine vazedilmişlerdir". Başka bir deyimle, "ben içinde bölünebilen ben'e bir bölünemez ben değil'i karşı koyuyorum". Demek ki ikinci mutlak ilkede ben, kendi kendine yabancı kalmıştır. Kendini düşünmek için, kendi üzerinde düşünmeye ve 'varlığa' bir nesne (objet) sıfatıyle karşı gelmeye (s'opposer) mecburdur. Bu kendini inkâr etme, öznenin ikinci edimidir. Bundan varlıkla düşüncenin birbirine karşı bağıntılı oluşunu ve birbirini karşılıklı olarak belirlediğini ileri sürmek suretiyle, bu çelişikliği çözmek gerektir, sonucu çıkar. İşte bilincin yeri (lieu) bu bağlantı (relation), öznenin üçüncü edimini teşkil eder. Anlaşılıyor ki, bilim doktrininin ilkeleri, felsefenin üç temel düşüncesi üzerine dayanan bu üç edimdir ki, birincisi özdeşlik ilkesini, ikincisi çelişiklik ilkesini, üçüncüsü nedenlilik ilkesini meydana getirir. Birincisiyle eşyanın mutlak birliği, ikinci ve üçüncüsüyle de karşı olumların birliği gerçeklenmiş olur. Bu suretle mantık kanunları ve kategoriler, özgürlüğün edimleri olmuş olur. Üçüncü edim ise, özneye kendi pozitif kapsamını, yani kendisinin art ardına gerçeklenmesinin olabilirliğini verir; yani o, ruhun daha önceki bütün edimler serisini kaplamıştır. Konuyu biraz daha açıklarsak; bilim doktrininin üç ilkesi, mutlak 'ben' düşüncesi, mutlak bir dış nesne ve bunların birbirine karşılıklı olarak belirlemesinden ibarettir. Bu üç ilke, nitel oranlar bakımından üç esaslı yargı şekline dönüşürler: Tasdik, İnkâr, Sınırlama (limitation); ya da, Tez (these), Antitez ve Bireşim. İşte Hegel tarafından belirtilmiş olan bu üç esas, Fichte'nin yöntemine de temel vazifesini görmüş olan ilkelerdir. Edimsel olarak verilmiş olan herhangi bir önermede, gizli bulunan çelişikliği, çözümleme keşfeder ve apaçık bir duruma getirir; sonra, karşıtları uzaklaştıran bir bireşim, yeni bir önerme içinde bu çelişikliği çözümler. Bu suretle bilimin her yeni önermesi, daha önceki bir önermenin ya gelişmesi, ya da düzeltilmişi olur. Her şey kendi aralarında birbirini tutar, hepsinin hem temeli, hem de tacı 'ben' olan organik bir sistem teşkil ederler. Açıkladığımız üç ilke, Fichte'ye göre şu önermede özetlenebilir: Çözümleme, "Ben ve ben değil, karşılıklı olarak belirlenirler". Çözümleme bunda gizli olan şu iki önermeyi keşfeder: 1. 'Ben', 'ben değil' tarafından belirlenir ya da 'ben değil', 'ben'i belirler. 2. 'Ben', 'ben değil'i, 'ben' tarafından belirlenmiş gibi vazeder; ya da 'ben', 'ben değil'i belirler. Bunlardan birincisi, teorik felsefenin ilkesidir; ikincisi ise, pratik felsefenin ilkesidir. Her teorik felsefe şu ilkeden elde edilir: 'Ben değil', 'ben'i belirler. Bu ilkeye göre 'ben', nesneler karşısında kendisini pasif olarak konmuş gibi bulur; ve bilgi, onu bu nesnelerin düşünen özne üzerine yaptığı etki ile meydana getirmiş görünür. Bununla birlikte 'ben', henüz onda bir şey değildir. Zira, kendisini 'ben değil' tarafından belirlenmiş gibi vazeden 'ben'dir. 'Ben', gizli olarak (virtuelle-ment) bütün gerçekliktir; hiç bir şey, onun mutlak faaliyetinin etkisi olmaksızın mevcut olamaz. Öyle ise, 'ben değil'in sözde gerçekliği, bu faaliyetin bir ürününden başka bir şey değildir. 'Ben değil' düşüncesi, 'ben' düşüncesinin bir değişkesinden başka bir şey değildir. 'Ben' düşüncesiyle, kendisinin sınırlı gerçekliğini hisseder ve bu sınırlamanın kendisi dışında bir nedeni olacağını varsayar ve bu nedeni bir 'ben değil'de gerçeklendirir. Fakat bu 'ben değil', 'ben'i kendi özel tabiatına göre belirler. Şu halde dış âlem, Fichte'nin sisteminde eğreti (em-prunte) bir mevcudiyete sahiptir. Zira, kendisinden duyumlar, duygular ve düşünceler halinde doğan her şey, kendi özel gerçekliğinden gelirler ve sözde dış varlık denilen şeyler, gerçekleştirilmiş ülküden (ideale) başka bir şey değildir. Dış âlem, 'ben'den doğar ve gerçek varoluşunu 'ben' içinde bulur ve 'ben' için bulur. Her çözümcü eleştirinin 'ben' tarafında bıraktığı şey, 'ben'i harekete getiren bir içtepidir (impulsion) ki bu, 'ben'in gizliliğini (virtualite) geliştiren bir ilkedir. Bu nedenle Kant'ın eleştirici ülkücülüğü Fichte sisteminde 'mutlak öznel ülkücülük' (idealisme subjectif absolu) halini alır; yalnız bir şartla ki, bunda 'ben', gelişme için dışardan bir içtepi almaya mecburdur. Bu suretle dış âlem, teorik felsefede zihinsel bir olayı açıklamak için, bir varsayımdan başka bir şey olamaz. Zira 'ben', kendisini sınırlayan bir nesneyi zorunlu olarak tasarlar. Bu nesne, gerçek değildir. Onu vazeden, ona bir gerçeklik veren ve onu kendisine nakleden de 'ben'dir. Bu nesnenin tasarımı, hayal gücünün bilinçsiz bir eseridir. Ruh, hem hareket eden, hem de düşünen olamayacağından, onun faaliyeti bir üretme (production) ve düşünme (reflexion) dizisiyle (serie) zorunlu olarak kısıtlanmış olur. Bu üretici faaliyetin sonsuzluğu ile düşünmenin belirlenmesi arasındaki dalgalanmada ruhun bilinçsiz olarak meydana getirdiği şey, kendi bilincinin bir koşulu olan yabancı bir gerçek gibi görünür; böylece, "gerçeklik, düşünceliğin (idealite) ürününden başka bir şey olamaz". Zihin gibi kabul edilmiş olan mutlak 'ben', belirlenmiş olmak ihtiyacındadır; bu yüzden de sonlu bir hal alır ve artık mutlak olmaz. Demek ki kendiliğinden 'ben'le mutlak 'ben' arasında karşı olma (opposition) vardır. Mutlak 'benlik', 'ben değil'in nedeni olmaya mecburdur; bu nedenle kendi içtepisinin de dolaysız nedenidir; anlaşılır ki 'ben', gerçek olarak yalnız kendine bağlıdır. Öyle ise, aktif veya pasif 'ben'in bilimi, ilke olarak şu önermeye sahiptir: 'Ben', 'ben değil'i belirler; 'ben'in faaliyetinin konusu 'ben değil'in mutlak belirlenmesidir. Mutlak ve kendiliğinden alınmış olan 'ben', uzamsızdır, hareketsizdir ve matematik bir noktadır. 'Ben', kendi bilincine kavuşmak için. gelişmek ihtiyacını duyar ve kendisini merkezkaç (centrifuge) bir harekete terk eder ki, bu yine kendisine dönmek içindir. Dışın içtepisi ancak bu suretle olabilir ki, bu içtepinin ilk, nedeni de yine mutlak 'ben'in tabiatı içindedir. Mutlak 'ben', varlığını tamamıyla gerçeklendirmek, kendisine, bütün dolgunluğuyla kendi bilincini vermek için faaliyetinin küresini sonsuzluğa doğru genişletmek ister. Bu yöneliş, karşılaştığı direnmelerle büsbütün kuvvetlenir. Eylemlerinden hiç biri, faaliyetinin hiç bir belirlenmiş ürünü 'ben'i kandıramaz ve bu yüzden kendi yetkinlik ve ahenk ülküsünü gerçeklendirmek için çabalarını katmerleştirir. Bu sonsuzluğa doğru olan sürekli bir özlemdir. Bilgi ve eylemin müşterek amacı, 'ben'in, 'ben değil' üzerindeki egemenliğini sağlamak ve 'ben'in 'ben değil' üzerinde vücuda getirdiği şeyleri yine 'ben değil'den almak ve böylece, ruhun yetkin birliğini, bağımsızlığının edimsel (actuel) bilinci ve mutlak gerçekliğiyle kurmaktır. Özet olarak, biz her şeyi mutlak 'ben'e oranla biliriz. 'Ben'in bildiği bu şeyler, 'ben değil'i teşkil eder. Yani, dış âlem, 'ben değil' gibi görünen bir 'ben'dir. Öznel 'ben', nesnel 'ben'i meydana getirir. Şu halde, 'ben'le 'ben değil' arasında bir birlik vardır; bu birlik, mutlak'tır ve sonsuz'dur. Mutlak ise, kendi kendine oluşan ve sonsuz bir şeyle gerçeklenen bir şeydir. Fichte, bu bakımdan 'ben'e evrensel bir anlam verir. 'Ben', bir bilinmeyen varlık, bir (X) dir ki, yavaş yavaş bilincini kazanır ve bilincin ışığıyla aydınlanır, bilinç olur. Bu nedenden felsefe yapmak demek, daima olması gerekene doğru giden ve yalnız kendisi özgür olan 'ben' in kendi bilincini alması ya da kazanması demektir. Fichte, bilim doktrininde bedenden ayrı ve seçik bir ruh varsayımını şiddetle reddettiği için, onun 'ben'ini ruh zannetmemelidir. Ona göre böyle bir ruh kabul etmek, tinselci metafiziğin kurduğu gibi, ayrı bir töz ya da özü kabul etmek demektir.
__________________ iLk ÇıĞLıĞıM SoN NeFeSiM TeK AşKıM BEŞİKTAŞ'ım.... HeRşEyİn BiR sOnU vAr AmA BEŞİKTAŞ SeVgİsİnİn AsLa...! | ||
02-03-2007, 12:19 | #6 | ||
Kıdemli Kartal Üyelik tarihi: Mar 2006 Yaş: 40
Mesajlar: 5.868
Tecrübe Puanı: 24 | FICHTE’ NİN ESERLERİ VE GÖRÜŞLERİ Bilinç Olguları (1817) adlı eserinde, ruhun varoluşunu inkâr ettiğini ve bu reddedişin sisteminde esaslı bir kriter olduğunu, ruh varsayımıyla kendi sisteminde ilerlemek şöyle dursun, bu sistem içerisinde durmanın bile imkânı olmadığını anlatmıştır. Fichte, numen'in, kendinden şey'in (chose en soi) ruhla uzlaşamayacağını, bilginin biçimi ka-dar da maddesini veren 'ben'in bütün olayların da ilkesi olduğunu kabul etmişti. Ona göre, bütün felsefî tümdengelimlerin dayanak noktası olan mutlak 'ben' bireyseldir. Bunu bilincin ilham ettiği görgül 'benle karıştırmamalıdır. Mutlak 'ben', hareket etmenin dolaysız bilincidir ki, bunu zihnin bir sezgisiyle tanırız. Ruh, edimdir, enerjidir ve bu edim, gerçekliğin kendisidir. 'Ben'de, "bilincin öznesiyle gerçekliğin ilkesi karışmışlardır". Ruh, bütün bildiklerini yapar, bütün bilgide kendisini bilir; bütün bilgilerde kendisinden bir şeyler bilir. Bu nedenle var olan yalnız 'ben'dir; hakikî gerçekliğin bilimi de ruhun bilimidir ve duyular, âlem, biçimin (şekil) ve kategorilerin bir yanılsamasından (illusion) başka bir şey değildir. Fichte için özü faaliyetten ibaret olan mutlak bir 'ben', evrensel bir ruh vardır ki, özgür ve hareket eden varlıklar çokluğu şeklinde bölünür; o, bu suretle hem gelişir, hem de hareket eder. İşte tinsel gerçeklikten başka bir gerçeklik kabul etmeyen Fichte'nin anladığı ruh, 'ben'le ifade ettiği ruhtur. Fichte'ye göre, insanda mutlak bir irade vardır ve irade, varoluşumuzda, dışarıda ki olgular gibi bağıntılı olmayan bir şeyde var olan, müşterek ve yayılıcı bir kuvvettir. Her şey iradenin türlü belirtilerinden ibarettir. Tinselci metafiziğin anladığı örnekte olmamak şartıyla, ruh, ben, daima olacak olan ve olması gereken bir ülküdür. İşte felsefenin ödevi, bu olması gerekeni araştırmaktır ki, bu 'ödev, 'özgürlük' ve 'irade'den ibarettir. Bunun üçü de gerçekte birbirinin aynıdır. Ödev, Kant'a rağmen var olan bir şey değil, var olması gereken bir amaçtır. Bugün yapmak zorunda olduğum şey ise, edim'i ilgileyen ödev'dir. Şu halde ödev, mutlak değildir, irade mutlaktır. Zira, bize lâzım olan şeyi kendimiz yapar, kendimiz emreder ve kendimiz ararız. Asıl istenen irade de budur. Ödev, gücü yaratır. Yani, olması gereken, olanı vücuda getirir. "Ahlaksal ödev fikriyle, özgürlük fikri ve gerçek 'ben' aynı şeydir. Bizim mutlak 'ben'imiz, şimdi herhangi bir kişilikte kuşatılmış gördüğümüz şu ya da bu bireylik değil, fakat kendi evrensellik ve sonsuzluğu içinde olması gereken ve olacak olan şeydir. İşte âlemin başlangıcı kadar da amacı budur. Fichte, bilim doktrininin ilkelerini 'doğal hukuk'a ve 'ahlâk'a uygular. Hukuk ve ahlâk, temelini bireylikte (individualite) bir eylem küresi teşkil eden özgürlük düşüncesine dayanır. Mutlak 'ben', birey değildir: Birey, 'ben'den çıkar; 'ben', bireyden değil. Pratik bakımdan felsefe, ister istemez bir aynı kanuna bağlı olan bir ahlaksal kamulluk (communaute) ile faaliyetimizin konusu olan bir dış âlemi kabul etmek suretiyle gerçekçi (realiste) bir hal alır. Akıllı varlık, bir birey olarak ve diğer akıllı varlıklarla birlikte konmadıkça ileri sürülemez. Mutlak 'ben'in özgürlüğü akılla nitelenmiş olan bütün arasında paylaşılmıştır. İnsan, kendi benzerleriyle olan ilişkilerinde, kendi özgürlüğünü sınırlayan diğerlerinin özgürlüğüne saygı hisseder. Doğal hak, bu duyguya dayanır. Devletin amacı, bu hakkı korumak ve gerçeklendirmektir. Fichte'nin 'siyasal' görüşü, az çok Rousseau' nunkine benzer. En akla uygun olan hükümet şeklinin 'cumhuriyet' şekli olduğunu kabul eder. Onu, ulusların kamul ruhunun bir eseri sayar ve 'cumhuriyet'in ancak kanuna, kanun olduğu için saygı duyan bir ulusla kurulabileceğine inanır. Fichte'ye göre her kurum (constitution), genel ilerlemeyi, her bireyin fakültelerini geliştirmeyi sağlamaya çalıştığı takdirde meşrudur. Onun polisi, ceza vermekten çok, cinayetlerin önüne geçme amacını güder ve baskı hukukunda (droit de repression) Fichte, tövbe ettirme sistemine yaklaşır ve ölüm cezasını kaldırır. Doğal Hukuk ve Ahlâk adlı eserinde Fichte, sosyalizme giden düşünceleriyle, Almanya'da kendisini ilk sosyalist yazar olarak tanıtır. Kapalı Ticarî Devlet (1800) adlı eserinde de evrensel ticaretin devlete verilmesini, her milletin ekonomik gelişmesi için yararlı bulur. Fichte'nin 'ahlâk'ı, System der Sittenlehre (lena, 1798) adlı eserinde daha çok Kant'm düşüncelerine dayanırsa da o, görüşlerini başka terimlerle ifade etmiş, başka ilkelere dayamış ve yeni geliştirmelerle zenginleştirmiştir. Ona göre, ahlâklılığın ilkesi, zihnin kişilik kavramına göre özgürlük alıştırmasını (exercise) mutlak surette belirlemesidir. Ahlaksal insanın bütün eylemlerinin ereği, duyular âleminde, yalnız aklın idaresini ve zihinli varlıklar tarafından teşkil edilmiş olan sitede akıl ve ahlâklılığın egemenliğini sağlamaktır. Ahlâk kanunu nesnel âlemin gerçekliğine delâlet eder. Bu kanun, hem eylemin konusunu, hem de ödevi teşkil eden mutlak emri belirletir. Biz bu kanun sayesinde kavranılabilir (intelligible) âlemde mevcuduz ve yalnız eylem sayesindedir ki, olaysal (phenomenale) âlemde de varız. Onun en son ve yüce amacı, 'mutlak özgürlük'tür. Bu ilkeden bir tek filiz olarak kendimize ve başkalarına karşı olan ödevlerimiz fışkırır. Aklın egemenliği yalnız bireylerde gerçeklenebilir. Fakat bütün bireyler aynı amaca uzanırlar ve bunlar, kendilerini ancak birbirleri aracılığıyla kurtarabilirler. 'Ben'de bir birey gibi olan ahlâk kanununun konusu, genel olarak özgürlüğü muzaffer kılmak ve âlemin selâmetini sağlamaktır. Sosyal yetkinlik ülküsü, bütün iradelerin tam olarak bir uzlaşmasıdır. Bu evrensel ahenk halinde, her birey, akıl kanununa uymak suretiyle kamunun selâmeti için çalışacak ve herkesin faaliyeti birbirinin çıkarına hizmet edecektir. Saf 'ben'in özgürlüğü, akılla nitelenmiş olan bütün varlıkların, "asıl gerçek evliyalar cemaatinin özgürlüğüdür". Tanrısal bakımdan nesnel olarak dikkate alınan hep'in bilinci, bir tek ve aynı bilinçtir. Tanrı'nın ve felsefenin de görüşü olan bu bakımda, her akıllı varlığın kendi özel ereği vardır; her biri aynı zamanda evrensel aklın ereklerini gerçeklendirmek için birer aracıdır. Bu nedenle her birimizin bireyliği, herkesin varlığıyla meydana çıkar. Her birimizin ayrı ayrı kendimizin belirlenmesiyle ahlâk kanununun, saf 'ben'in, yani Tanrısal 'ben'in saf bir ifadesi haline geliriz. Kant, insan kendiliğinden bir erektir, der. Fichte ise, "Fakat insan, diğer insanlar için insanlıktan biridir ve bireyin onur ve haysiyetini yapan da budur. Zira erdem, zihinli varlıklar toplumunun çıkarında kendininkini unutmaktır" diye düşünür. Ona göre, her birey, kendi kuvvet ve mevki ölçüsüne göre evrensel ahlâklaştırma ve aklın zaferi işine çalışmalıdır. Alemin selâmeti ancak bununla olabilir. İnsanda özgürlük meyli, doğaldır; ve ahlâk kanunu: "Her özel eylem ben'i, dolu ve tam olan tinsel özgürlüğe götüren bir dizi (sene) içinde görmeye mecburdur" dan ibarettir. Ancak bu suretledir ki, sonsuz 'ben', görgül âlemde gerçeklenmiş olur ve konulmuş olan engeller aşılabilir. Erek, sonsuz olsa da, ona sürekli olarak yaklaşılabilinir. Zira, her ulaşılan sınır, yeni bir hareket noktası olur. İnsandaki ilkel meylin iki şekli vardır: Doğal meyil, özgürlük meyli. Eğer bunlar, birbiriyle ahenkli olurlarsa, kendimize karşı bir saygı, bir haz duygusuna sahip olabiliriz. Bu duygu, duyumsal (sensible) hoşlanmadan .farklıdır. Eğer bu iki meyil arasında ahenk olmazsa, kendimizden nefret etme duygusuna sahip oluruz. Bu duyguya sahip olma fakültesine biz, 'vicdan' adını veriyoruz; ve artık ahlâk, vicdandan türeyen bir edimdir. İlk emir: "Ödevinin kanaatine (conviction) göre hareket edeceksin" der. Bu kanaat ise, hareketimi, yalnız şimdiki görüşümle değil, tasarlayabileceğim her görüşle karşılaştırarak bu hareketin bütün bir ebediyet içinde kendimin olup olmadığını araştırdığım zaman kazanabilirim. Fichte'ye göre, "ahlaksal kötülük, tembellikten gelir". Düşünmekten ve içinde bulunduğu durumun üstüne yükselmekten üşenmek, yapılması gerekenden tiksinmek demektir; geri kalmaya meyletmek demektir. Tembellik, insanı alçaklığa ve sahtekârlığa götürür, tembellikte kölelik, zahmete tercih edilir. Açıkça savunulacak olanı gizlemek için, birtakım görünüşlere hizmet edilmiş olur. Fakat özgürlük meyli, bu meylin bulunmadığı yerde nasıl uyandırılabilir? İnsan, kendi özel kuvvetini eritebilir mi? Fichte, bunun karşılığını, Şimdiki Halin Büyük Çizgileri ve Ahlâk adlı eserlerinde vermiştir. Bazı bireylerde ilk tinsel içgüdü o denli yüksek olabilir ki, ne kendileri ne de başkaları için açıklanmayacak bir biçimde onları duyumların verileri (donnees) üstüne yükseltir; bunlar, bir çeşit "erdem cini"ne sahiptirler. Bunlar, başkaları üstünde örnekler ve uyaranlar gibi etki yaparlar. Fichte'ye göre, insanın diğer insanlarla yaşamasının büyük önemi vardır; zira insan, ancak diğer insanlar içinde insandır. Bütün bireylerin amacı, 'ben' düşüncesinin gerçekleşmesinden ibarettir. Fakat insanın kişiliği, ahlâk bakımından söylemek gerekirse, kendisi için en son şey değildir. Fakat en yüce ereği izleyebileceğimiz tek aracı, kişiliğimizdir. Fichte, 'pozitif dinlerin doğuşu'nu, "erdem cini"ne sahip olan örnek bireylerle açıklar. Çok derin bir ruh kuvvetiyle nitelenmiş olan bireyler, bunların etkisinde kalanlar için bir harika gibi görünürler. Fichte, ahlâk vesilesiyle kilise ve devlet hakkındaki görüşlerini de açıklar. Ona göre kilise, ahlâk kanaatini kuvvetlendirmek ve uyarmak amacıyla bir araya gelmiş olan bireyler toplantısıdır. Bunun müşterek temeli, semboller ve alegorik şekillerden ibarettir ki, bunların altında en bilgisizler kadar da aydınları hareket ettirebilecek yüksek düşünceler vardır. Bu semboller sayesinde hem genel, hem de karşılıklı etkiler yapılabilmektedir. Zira, sembollerin yorumlanmasında bilimsel gerçekler, olduğu gibi belirlenmiş sabit bir şekil yoktur. Bunları herkes kendi anlayışına göre yorumlar; bu nedenle onlar, herkese hitap edebilirler ve onların değerleri de bundan gelir. Sembollerin ölçülü âlemin yüksek ve düzenli bir düşüncesini, âlemin ahlâk düzeninde olan bir düşüncesini açık ve canlı bir hale getirir. Bu nedenle semboller, geçegendirler (provisoire). Bunlar gibi devlet şekilleri de geçegendirler. Devlet, insanın yalnız dışıyla uğraşır. Ahlâkla hukuku bu bakımdan ayırmak lâzımdır. 'Hukuk', diğerleriyle yaşamak isteyen herkesin kendi özgürlüklerini başkalarının özgürlüğü için sınırlamalıdır ilkesine dayanır. Devlet, bireyi, başkalarının özgürlüğünü tanımaya mecbur eder. Özetini verdiğimiz bu görüşler, Fichte'nin ilk verdiği dersler ve yazdığı eserlere göredir; fakat sonraları aynı ruh ve esastan ayrılmamak şartıyla doktrininde bazı değişikliklere baş vurmuş, kamul duyuyla (sens commun) herkesin dinsel duygularıyla, pratik zorunluluklarla ve hatta bazen kendi felsefesinin yanı başında gelişmeye başlayan yeni sistemlerle uzlaşmaya çalışmıştır.
__________________ iLk ÇıĞLıĞıM SoN NeFeSiM TeK AşKıM BEŞİKTAŞ'ım.... HeRşEyİn BiR sOnU vAr AmA BEŞİKTAŞ SeVgİsİnİn AsLa...! | ||
02-03-2007, 12:19 | #7 | ||
Kıdemli Kartal Üyelik tarihi: Mar 2006 Yaş: 40
Mesajlar: 5.868
Tecrübe Puanı: 24 | FICHTE’ NİN DEĞİŞİK DÜŞÜNCELERİ VE YAPITLARI İnsan Varlığının Hikmetine Dair olan eserinde Fichte, felsefesini daha az bilimsel bir şekilde ve evrensel bilinçle felsefesini uzlaştırma çarelerini arayarak açıklar. Bu eserde düşünen insan, şüpheden bilime ve bilimden de imana geçer. Eserin birinci bölümünde düşünür, ülkücülükle gerçekçilik arasında kararsız bir surette gider gelir, bu şüphe çıkmazından kurtulmak için düşündükçe yolunu şaşırır ve şüphe içinde kaybolur. Bu esnada kendisine bir ruh, bir eleştirici spekülasyonlar cini görünür ve bu, kendisine birtakım sorularla deneyüstü ülkücülüğün (idealisme transcendantal) başlıca önermelerini buldurur. Fakat dış âlem bakımından tamamıyla olumsuz olan bu sözde bilgi de, bütün gerçeklik yerine 'ben'den ve 'ben'in ülküsel âleminden başka bir şey kalmadığı için, düşünür ve beklediğini bulamamış ve kandırılmış olduğunu, bilim yerine kendisine boş bir fantom vermiş olduğunu ileri sürerek ruhu azarlar. Bunun üzerine ruh, kendisini haklı göstermek için ilham ettiği sistemin insan bilincinin bütün sisteminden ibaret olmadığını anlatır ve bu sistemi tamamlamak için düşünürü imana yollar ve der ki: Sen bilmek istiyorsun, bilmek ise hayal ve düşünceden başka bir şey değildir; ve üzerinde düşünülen gerçekliği hiç bir bilgi kavramış değildir. Kendi dışında tanımış olduğun ve bir hizmetçi gibi tartıp durduğun bu sahte gerçekliği, bizim sistemimiz yıkmıştır. Fakat bu sistem de, "mutlak surette kendiliğinden boş"tur. Eğer şimdi başka bir gerçeklik arayacak olursan, onu bilimden istememelidir; onu bulmak için başka bir organ lâzımdır. Bu organ sendedir ve bu organ, kendi gerçeğiyle bize mutlak bir iman ve kendisiyle birlikte ahlâk kanununun gerektirdiği bütün varoluşların imanını verir. Fichte, bu temel üzerine, olaysal âlemin varoluşunu, ahlaksal ve tinsel bir âlemle ruhun ölmezliği ve evrensel irade olarak kabul ettiği Tanrı'nın varoluşunu yerleştirmiştir. Kendisini Tanrıtanımazlıkla suçlandırmış olan bir kitapçığıyle Apologie'sinde Fichte, kolektif bir Tanrı ile Tanrısal bir ahlâk âlemini kabul eder ve bu evrensel ahlâk âlemine imandan başka bir dine inanmaz. O, kişisel bir Tanrı düşüncesinin çelişik olduğunu ileri sürer ve Tanrı'nın bir bedene sahip olduğunu reddeder. Bu, ona göre, Tanrı' yı inkâr etmek demek değil, belki O'nun saf faaliyet, zihin ve bilinç olduğunu kabul etmek demektir. Adi anlamda Tanrı'ya kişilik niteliğini yüklemek, O'nun sonluluğunu kabul etmek demek olur. Her belgin (pre'cis) kavram, Tanrı'yı bir hayal, bir put haline getirir. Asıl, der, suçlandırılacak olan Tanrıtanımazlık değil, âlemi inkâr etmektir (acosmisme). Zira Fichte' ye göre bu tinsel ya da ahlaksal âlem, tek gerçek olan âlemdir. Gerçek olan şudur ki: Bu dönemde bile Fichte, dinsel duygularını kaybetmemiş, daha sonraları da Proklus ve Plotin'inkinden az farklı bir mistisizme, bir coşkunluğa kadar yükselmiştir. Onun bu yönelişi, Bugünkü Çağın Büyük Çizgileri (Berlin) ve Bilginin Görevi (Berlin, 1806), Mübarek Bir Hayata Kavuşmanın Yöntemi (Berlin, 1806) adlı eserlerinde daha açıkça gösterilmiş bulunur ki, bu yönelişin son gelişim noktasını mistik ve ahlaksal bir panteizm teşkil eder. Tanrı'yı, karşı karşıya gelerek mi görmek istiyorsunuz? der, O'nu, çıplakların öte tarafında aramayınız. O'nu kendilerini Tanrı'ya vermiş olanların hayatı içinde göreceksiniz. Tanrı, "vücuda getiren, kendi düşüncesiyle kendini ilham eden" ve ancak kendisiyle yaşayandır. Kendinizi O'na veriniz, bu takdirde O'nu kendinizde bulacaksınız. Doğru 'takva' (piete), zorunlu olarak aktiftir ve Tanrı'nın kendimizde olduğuna, eserini bizimle yaptığına dair olan içten inançtan ibarettir. Tanrı'yla birleşmek için, bireyliğinizden tamamıyla kurtulmanız lâzımdır. Yetkinlik ve mübarekliğin (felicite) en yüksek derecesi, her şeyin akıl kanununun altında yetkin olarak uzlaşması ve cemaatin çıkarı için kendinden tamamıyla vazgeçmek değil, kendi özel kişiliğinden kayıtsız ve şartsız vazgeçerek Tanrısal yarlıkla birleşmektir. Burada Fichte, mutlak 'ben' yerine, Tanrı'yı koymuş ve bilim doktrinini Tanrı doktrini haline getirmiştir. Özet olarak o, Tanrı'yı, ahlaksal bir dünya düzeniyle eş tutmak suretiyle Kant'ı aşmış ve Spinoza'dan ayrılmıştır. Fichte'nin 'insanlık tarihine' dair olan görüşleri de aynı anlamda bir panteizmdir. Ona göre, Tanrı kendisini ebedî olarak insan bilincine ilham eder. Bu ilham, önce içgüdü ve geleneksel bir iman şeklinde görülür; sonra da azar azar evrenin açık ve düşünülmüş bir son terimi, bir çeşit akla dayanan Tanrı erki'dir (theocratie); akılla yorumlanmış olan ve akim ilerlemesiyle Hıristiyanlık kanununa getirilmiş Tanrı'nın idaresidir. Din bakımından dikkate alınacak olunurlarsa, bütün olayları, Tanrısal hayatın zorunlu gelişmelerinden ibarettirler; bu nedenle her evrim, yeni bir gelişmenin şartıdır. Fichte, bir yüzyılı anlamak için, evvelâ 'a priori' olarak bir evrensel hükümet düşüncesinin planını yapar. Bu plan şu beş çağ ve dönem içinde gerçeklenir: İlkel çağ ki, bu 'masumluk' (inocence) çağıdır; burada akıl, özgürlüksüz ve çabasız olarak doğa kanunu gibi, içgüdü gibi hâkim olur. Otorite ya da günah çağı: Bunda, içgüdünün kitlede zayıfladığı, ancak bazı seçkin insanlarda kaldığı görülür. Evrensel bozulma çağı (corruption): Bunda hem otoritenin boyunduruğu, hem de aklın dizgini vardır. Bilim çağı ki, bunda gerçek iyiliklerin en büyüğü gibi araştırılır. Bu, 'yeniden itibar kazanma' (rehabilitation) çağıdır. Bilim ve erdem vasıtasıyle masumluluğun yeniden fethedildiği ikmal edilmiş denetim (tahkik) çağıdır (justification accomplie). Bu suretle her uygarlık, bilgi ve özgürlük vasıtasıyla doğaya bir dönüştür. Fichte'ye göre, XIX. yüzyıl, zaman toplamının yarısıdır; ve üçüncüden dördüncüye geçiş dönemidir. Devletin türlü evreleri (phases), çağların genel ruhunu andıran şekillere sahiptirler. Devlet yetkinliğine üç derecede yükselir; kusursuz, tam bir devlette her birey, insanlığın zorunlu ereğine göre egemendir (souveraine); kuvvetlerinin kullanışı nedeniyle ise, her birey, uyruktur (sujet). Yurtseverlik Hakkında Dialoglar ve Alman Ulusuna Söylevler (Berlin, 1808) adlı eserleri, Şimdiki Zamana Dair Dersler' in bir devamıdır. Bu eserlerden birincisinde Fichte, sön dönemi, dördüncü çağın başlamak üzere olduğu an olarak gösterir. Bundan sonra artık insanlığın ilerlemesi, bilime bağlıdır ve bilim, daha çok Almanlar tarafından korunacak ve. işlenecektir —nitekim, kendisinden sekiz yıl sonra da Hegel, Almanlar için, 'felsefenin seçilmiş kavmi' demişti—. Söylevlerinde akla dayanan bilimin egemenliğini haber vermek ve bu egemenliği, eğitimi yenileştirmek suretiyle hazırlamak iddiasındadır. Bilginin görevi, bu eğitimi idare etmektir. Gerçek bilgin, görevi, âlemi düşünceyle dönüştürmekten (transformer) ibaret olan bir sanatçıdır. Fichte'nin ölümünden sonra yayınlanan Poletica (Statslehre, Berlin, 1820) başlıklı eserinde, artık tamamıyla aklın egemen olduğunu ve artık yeryüzü üzerinde Tanrı'nın hak, özgürlük ve gerçeğin saltanatı kurulacak olan beşinci çağı, yani 'altın çağ'ı anlatır. Fichte'yi izleyenler bir okul kuramamışlardır. Fakat Kant 'felsefesinin yarattığı harekete yeni bir yön verdiler. Ana düşüncesi, ben'in kendini yaratması, bilim de düşünme ediminin bir ürünüdür, yargılarına dayanır. Yani, ona göre bilinç, kendini, kendi verimliliğinde algılar. Bilincin çözümünden elde etmiş olduğu sonuçlar, Hegel ve Feuerbach'ı etkilemiştir. Fichte'nin felsefesi; Fr. Schlegel, Novalis, Solger, Schleiermacher'in düşünceleri üzerinde büyük bir etki yaptı. Schelling ve hatta Hegel, kendisini geçmiş olan öğrencileridir; bunların felsefesinde dikkate değen en önemli noktaların tohumlan, Fichte'nin felsefesinde gizlidir. İsviçre'ye gittiği zaman, büyük eğitimci Pestalozzi ile tanışmış ve onun düşüncelerinden yararlanmıştır. Fichte, yalnız felsefenin değil, özgürlük ve bağımsızlık savaşlarının da seçkin kahramanlarından biridir. Ulusuna ve dolayısıyla insanlığa karşı olan yüksek sevgisini haykıran derin hitabeleri, Alman gençliğinin uyanmasında unutulmaz etkiler yapmıştır. Özetle, düşüncelerini sürekli olarak değiştiren Fichte, politikada devlet sosyalizmini savunan, devlete toprak mülkiyeti hakkını veren bir eylem adamıdır. Eserlerini, XIX. yüzyılın tanınmış filozoflarından olan oğlu I. H. Fichte sekiz cilt olarak bastırmıştır. Onun üslup ve yöntemini 193û'da M. Gueroult açıklamıştır. YAPITLARI: Samtliche Werke (3 cilt, Berlin, 1845-1846; Neudruck, 1924); ayrıca, Nachgelassene (3 cilt, Bonn, 1834-1835, 1925). Fransızcaya çevrilmiş olanlar şunlardır: Destination de l'Homme (B. Penhoen, 1832); De la Destination du Savant et de l'Homme de Lettres (Çeviren: Nicolas, 1836); Methode pour Arriver â la vie Bienheu-reuse (Çeviren: Bouiller, 1845); Doctrine de la Science (Çeviren: Grimblot, 1843); Discours a la Nation Allemande (Çeviren: Picavet, 1895 ve Molitor, 1923); De l'ldee d'Une Guerre Le-gitim (Çeviren: Dr. Lortel; Lyon, 1831). Bkz. J. Wilm, (4 cilt); B. de Penhoen, Hist. de la Philo. Allemande (Lyon, 1836, 2 cilt); Löwe, Die Philosophie Vichte's (Stuttgart, 1862); Xavier Leon, Fichte et son Temps (II. tomes, 3 cilt, 1922-1924-1927) (Bu eserin t. II, 2. bölüm, s. 293-317'deki bibliyografya); F. Medicus, Fichte's Leben (Leipzig, 1914, 2. baskı 1922); M. Gueroult, La Doctrine de la Science chez Fichte (Strasburg, 1930, 2 cilt); Vaughan, Stu-dies in the History of Political Philosophy (cilt II, 1925, s. 94-142); E. Bergmann, Fichte der Erzicher (Leipzig, 2. baskı 1924); N. Wallner, Fichte als Po-litiche Denker (Halle, 1926); H. Höffding, (cilt II, s. 144-162); E. Brehier, (cilt II, s. 288, 683-711); Tennemann, (cilt II, s. 288-293'de Fichte'nin bütün eserleri ve yazılarının listesiyle zengin bir bibliyografya vardır). Diğer felsefe tarihleri: G. H. Turnbull, The Education of Theory Fischte (Liverpool, 1926); Hasan Cemil, Fichte ve Fichte'nin Hitabeleri (istanbul, 1927); H. Heimsoeth, Fichte (1929); P. Coulmes, Fichte's ide der Arbeit (1939); B. Jakowenko, Die Grund idee der Theoret. Philosophie Fichte's (Prag, 1944); W. O. Doring, Fichte der Mann u. sein W erk (1947); 1. Pareyson, Fichte (Turin, 1950). felsefenin değil, özgürlük ve bağımsızlık savaşlarının da seçkin kahramanlarından biridir. Ulusuna ve dolayısıyla insanlığa karşı olan yüksek sevgisini haykıran derin hitabeleri, Alman gençliğinin uyanmasında unutulmaz etkiler yapmıştır. Özetle, düşüncelerini sürekli olarak değiştiren Fichte, politikada devlet sosyalizmini savunan, devlete toprak mülkiyeti hakkını veren bir eylem adamıdır. Eserlerini, XIX. yüzyılın tanınmış filozoflarından olan oğlu I. H. Fichte sekiz cilt olarak bastırmıştır. Onun üslup ve yöntemini 193û'da M. Gueroult açıklamıştır. Samtliche Werke (3 cilt, Berlin, 1845-1846; Neudruck, 1924); ayrıca, Nachgelassene (3 cilt, Bonn, 1834-1835, 1925). Not: Fichte’ ile ilgili bu yazı dizisi, Cemil Sena’ nın Filozoflar Ansiklopedisi(1975)’ nden alınmıştır. Metin daha kolay anlaşılabilsin diye bölümlere ayrılmış ve kısmen de günümüz Türkçe’ sine uygun değiştirmeler yapılmıştır. Ahmet Rodopman
__________________ iLk ÇıĞLıĞıM SoN NeFeSiM TeK AşKıM BEŞİKTAŞ'ım.... HeRşEyİn BiR sOnU vAr AmA BEŞİKTAŞ SeVgİsİnİn AsLa...! | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |