|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
14-07-2006, 03:02 | #1 | ||
Üyelik tarihi: Feb 2006
Mesajlar: 9.132
Tecrübe Puanı: 31 |
İKİ BÜYÜK DEVRİM İnsanlık tarihinin en büyük devrimi, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması olmuştur. Devrimi olumlu anlamda kullanıyorsak, bu neden bir devrimdir? Hangi din olursa olsun, insanlar o dinin ilkelerini akıl süreçleriyle öğrenirler. Benimsedikleri dinin kendi günlük hayatları üzerindeki diktelerinin ne olduğunu önce akıl yoluyla anlarlar. (Tabii, burada insan olma zahmetli işinde başarılı olan bireyler kastediliyor.) Akıl süreçleri ise tabiatı itibariyle otomatikman doğru işlemezler. Akıl yürütme eylemi, bazan kişinin bilinç-dışı dünyasının etkisi altındadır. Bilinç-dışı hayatı en az ölçüde olan insan dahi mantık hataları yapabilir. Böyle olunca, akla konu olan her şey gibi din hükümlerinin de anlaşılması ve tatbiki farklı yorumlara açıktır. Devlet, insanların barış ve özgürlük içinde düşünmek, üretmek ve birbirleriyle mübadele etmek işini emniyete almak için vardır. (Tabii, burada da uygar bir Devlet kastediliyor.) Devlet bu işi ancak nasıl başarabilir? İnsanlar arası ve insanlar-devlet arası ilişkileri düzenleyen kanunlarla. Doğru bir kanunun en önemli hususiyeti nedir? Objektiflik. Yani, neyi nasıl düzenlediği önceden açıkca anlaşılabilme özelliği. Mesela, “Hangi suç, nasıl oluşur, ne kadar ceza verilir?” gibi sorulara şüpheye yer vermeyecek şekilde cevaplar verilir. Objektif kanunlar hazırlamak kolay mıdır? Hayır; bir kanun ilk çıktığında bir çok tefsire açık boşluk bırakabilir. Ama, uygar bir ülkenin yasama gücü bunları düzeltir ve o kanun, zamanla değişerek objektiflik mertebesine doğru evrilir. Bu mertebeye erişmeden önce, o kanunun tatbikindeki bütün yük, hakimlerin muhakeme gücüne düşer. Yani hakimlerin aklına. Şimdi bir tesbitler ve dikteler manzumesi düşünün ki, değiştirilmesi söz konusu dahi olamaz. Hangi din, kendi mukaddes kitabının değiştirilmesine izin verir? Herhalde hiçbiri. Bir dinin hükümleri ne kadar doğru olursa olsun; o dini Devlet işlerinin temel yasası yapmak, insan ilişkilerinde muhakemenin rolünü kaldırmak demektir. Hakimlerin yerine din adamlarını koymak demektir. Onun için; Hıristiyan olsun, müslüman olsun bütün din devletlerinde (teokrasilerde) yargıçlık görevini genellikle din adamları yapmıştır. Bir din adamının anayasası, değişmesi mümkün olmayan kutsal kitabıdır. Bir yargıcınki ise, gerektiğinde tamamen değişebilecek ve hatta değişik dine sahip başka bir ülkeden alınabilecek ve günün ihtiyaçlarına göre, günün dilinde yazılmış bir hükümler manzumesi. Tarih incelendiğinde görülecektir ki; engizisyon yargıcı denen papaz tipi, her dinde er veya geç ortaya çıkmıştır. Her din, kendi dininden milyonlarca inanmış insanı, o insanlar dinin gereklerine uymuyor diye katletmiştir. Tabii bu gerçekler dünyevi dinler için de geçerlidir. Mao’nun Kültür Devriminde katledilen insanlar, diktatörün “Küçük Kırmızı Kitabı”ndaki öğretilere aykırı davranıyor diye hayatlarını kaybetmişlerdi. Din ve Devlet işlerinin birbirinden ayrılması onun için büyük bir devrimdir. Bu sayede insanlar toplumsal ilişkilerini, Atatürk’ün deyişiyle “gökten veya gaipten aldıkları emirlerle değil, hayatın gereklerine göre” düzenlemeyi öğrenmişlerdir. Bu ilk büyük devrim sayesinde, temel işi düşünmek ve üretmek olan insanın, hiç değilse düşünme eylemi özgür kılınmıştır. Artık uygar hiç bir ülkede, kendisi de bir din adamı olan Giordano Bruno (1548-1600) gibi düşünceleri dine aykırı diye veya düşünceleri devlete zararlı diye kimse odun ateşinde yakılamaz olmuştu. İnsanın ikinci temel işi olan üretme eylemi ise henüz bu özgürlüğe tam kavuşamamıştır. Ondokuzuncu yüzyıl İngiltere ve Amerika’sında en özgür dönemini yaşayan üretim faaliyetleri yirminci yüzyıl başlarından itibaren o ülkelerde dahi şiddetli kısıtlamalar altına girmiştir. (İnsanların mübadele faaliyetlerini de üretim içinde mütalaa ettik.) Hele ülkemizde, düşünce özgürlüğünden de daha fazla sınırlandırılmıştır. Üretim ve mübadele neden özgür olmalıdır? Devletin ekonomideki varlığı neden bu özgürlükleri kısıtlamaktadır? Anlaşılan odur ki, bu sorulara doğru bir cevap formüle etmek, “insanlar neden düşüncelerinde serbest bırakılmalıdır?” sorusuna cevap formüle etmekten daha zordur. O yüzden bir çok insan, mesela sol siyasi hareketler, düşüncenin serbest bırakılmasını savunurken, insanların üretim ve mübadele özgürlüklerine şiddetli tahditler konmasını önerebilmektedirler. Oysa, düşünmek ve üretmek birbirleriyle birlikte olmazsa olmaz faaliyetlerdir. Din ve Devlet işleri hangi sebeplerle birbirinden ayrılmışsa, Ekonomi ve Devlet işleri de aynı sebeplerle birbirinden ayrılmak zorundadır. Bu ayrım insanlığın ikinci büyük devrimi olacaktır. Sabahattin Sakman | ||
|
07-10-2006, 20:10 | #2 | ||
Üyelik tarihi: Mar 2006
Mesajlar: 17.217
Tecrübe Puanı: 37 | teşekkürler abi
__________________ Besiktas JK . | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |