|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
26-02-2007, 14:01 | #51 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Birleşik Devletler’de büyük işletmelerin çoğunluğu anonim şirket olarak örgütlenmişlerdir. Anonim şirket 50 eyaletten biri tarafından imtiyaz verilen yasal bir ticari örgütlenme türüdür ve yasalar karşısında da bir gerçek kişi olarak işlem görür. Anonim şirket taşınmaz mal sahibi olabilir, mahkemelerde davacı ya da davalı olabilir ve sözleşmeler yapabilir. Anonim şirketin tüzel kişiliği olduğu için sahipleri de onun yaptıklarından doğan sorumluluklar karşısında belirli bir ölçüde bağışıklık taşırlar. Anonim şirket sahiplerinin parasal sorumlulukları da sınırlıdır; sözgelimi şirketin borçlarından sorumlu değillerdir. Bir pay sahibi 100 dolara anonim şirketin 10 hissesini satın almışsa ve şirket iflas ederse bu 100 dolarlık yatırımından başka bir kaybı olmaz. Şirket hisseleri devredilebildiği için belirli bir hisse sahibi ölür ya da ilgisini yitirirse şirketin bundan bir kaybı olmaz. Hisse sahibi hisselerini satabilir ya da hisseler varislerine kalır. Anonim şirketlerin sakıncalı yanları da olabilir. Tüzel kişiler olarak vergi ödemek zorundadırlar. Buna karşın hisse sahiplerine ödedikleri kar payları, bono faizlerinin aksine, işletme gideri olarak vergiden düşülemez; fakat, hisse sahipleri bu paylar için vergi öderler. (Şirket kazancı üzerinden zaten vergi ödemiş bulunduğu için hisse sahiplerinin kar paylarından vergi alınması eleştiricilere göre “çifte vergileme” anlamına gelmektedir.) | ||
|
26-02-2007, 14:02 | #52 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Pek çok büyük anonim şirketin çok sayıda sahibi ya da hisse sahibi vardır. Büyük bir şirketin her biri 100’den az hissesi bulunan bir milyon ya da daha çok sahibi olabilir. Bu yaygın hisse sahipliği nedeniyle pek çok Amerikalının ülkedeki en büyük şirketlerle doğrudan ilişkisi bulunmaktadır. 1990’ların ortalarında ABD’deki ailelerin yüzde 40’ından fazlasının kendi aldıkları ya da karşılıklı fonlar veya başka aracılar kullanarak edindikleri hisse senetleri vardır. Diğer yandan, hisse senedi sahiplerinin ülkenin her yöresinde yaşamakta olmaları sahipliğin ve kontrolün ayrılması anlamına gelir. Hisse sahipleri çok kez anonim şirketin nasıl işlediğini ayrıntılarıyla bilemeyecekleri ve onu yönetemeyecekleri için şirketin genel politikasını saptamak amacıyla bir yönetim kurulu seçerler. Tipik bir anonim şirkette yönetim kurulu üyeleri ve yöneticiler hisse senetlerinin yüzde beşinden azına sahip olurlar, ama bazılarının hisseleri bundan fazla olabilir. Çok kez hisse senedi blokları bireyler, bankalar ya da emeklilik fonları tarafından alınmakla birlikte, bunlar toplamın çok küçük bir bölümünü oluşturur. Genelde yönetim kurulu üyelerinin pek azı şirkette çalışan görevlilerdir. Bazı üyeler yönetim kuruluna saygınlık kazandırmak, belirli becerileri sağlamak ya da kredi kuruluşlarını temsil etmek için şirket tarafından aday gösterilirler. Aynı kişinin birkaç anonim şirketin yönetim kurulunda birden görev yapması olağan dışı değildir. Yönetim kurulu işletmenin günlük yönetimiyle ilgili kararları, aynı zamanda yönetim kurulunun başkanı ya da genel müdürü olan, bir baş yönetim yetkilisine (BYY) bırakır. BYY şirketin çeşitli işlevlerinden sorumlu birkaç başkan yardımcısının yanı sıra mali işler genel müdürünün, işletme genel müdürünün ve iletişim genel müdürünün de amiridir. 1990’ların sonlarında yüksek teknolojinin ABD iş yaşamında yaşamsal bir yer kazanması nedeniyle şirketlerde bir iletişim genel müdürüne görev verilmeye başlanmıştır. | ||
26-02-2007, 14:02 | #53 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| BYY yönetim kurulunun güvenine sahip olduğu sürece anonim şirketin yönetilmesinde kendisine büyük bir özgürlük tanınır. Buna karşılık, hisse senedi sahibi gerçek ve tüzel kişiler zaman zaman birlikte çalışıp yönetim kurulundaki muhaliflerin de desteğini elde ederek baskı yaparlar ve yönetimde bir değişikliğe gidilmesine yol açarlar. Genelde anonim şirketlerin yıllık toplantılarına pek az hisse senedi sahibi katılır. Yönetim kurulu üyesi seçimlerine ve şirket politikasına ilişkin önemli önerilere “vekalet” yoluyla, yani seçim pusulalarını postalayarak katılırlar. Günümüzde ise bazı yıllık toplantılara daha çok sayıda hatta bazan birkaç yüz üyenin katıldığı görülmüştür. Hisse Senetleri ve Senet Borsası Komisyonu tüm senet sahiplerinin görüşlerini açıklayabilmelerini sağlamak amacıyla her şirketin senet sahipleri adres listesini yönetimi eleştiren guruplara açık bulundurması zorunluluğu getirmiştir. | ||
26-02-2007, 14:02 | #54 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| ANONİM ŞİRKETLER SERMAYELERİNİ NASIL OLUŞTURURLAR Büyük anonim şirketler daha fazla yayılmak amacıyla sermaye oluşturmakta yepyeni yollar bulamasalardı günümüzdeki boyutlarına erişemezlerdi. Anonim şirketler yeni sermaye sağlamak için beş temel yöntem uygularlar. Bono Çıkarmak: Bono ilerideki bir tarihte ya da tarihlerde belirli bir miktar para ödeneceğini gösteren yazılı bir taahhüttür. Elinde bono bulunduranlara ödeme tarihine kadar belirli tarihlerde önceden saptanmış oranda faiz ödemesi yapılır. Bonoyu elide bulunduran kişi vermiş olduğu parayı ödeme tarihinden önce almak isterse bonoyu bir başka kişiye satabilir. Bono faizleri bunun dışında kalan borçlanma türlerinin çoğunda ödenecek faizden daha düşük belirlendiği ve bonolar için ödenen faizler anonim şirketin işletme gideri olarak vergiden düşülebildiği için bu yönteme başvuran anonim şirketler karlı çıkarlar. Buna karşın, şirketler kar etmeseler bile bono faizlerini ödemek zorundadırlar. Eğer yatırımcılar bir şirketin faiz borçlarını ödeyebileceğinden şüphe duyarlarsa ya o şirketin bonolarını almazlar ya da daha büyük bir risk altına girecekleri için faiz oranının yüksek tutulmasını isterler. Bu nedenle daha küçük anonim şirketler çok ender durumlarda bono çıkararak sermaye sağlayabilirler. | ||
26-02-2007, 14:02 | #55 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| İmtiyazlı Hisse Senedi Çıkarmak: Bir şirket sermaye sağlamak için yeni “imtiyazlı hisse senedi” çıkarma yolunu seçebilir. Şirket parasal sıkıntıya düşerse bu tür senet sahiplerinin öncelik hakları olur. Eğer kar sınırlı ise imtiyazlı hisse senedi sahiplerine ellerinde bono olanlar güvenceli faizlerini aldıktan sonra, fakat, adi senet sahiplerinden daha önce ödeme yapılır. Adi Hisse Senedi Satmak: Eğer bir şirketin parasal durumu sağlıklı ise adi hisse senedi çıkararak sermayesini arttırabilir. Şirketin çıkaracağı yeni hisse senetleri borsada en düşük fiyattan alıcı bulamazsa genelde yatırım bankaları onları belirli bir fiyattan almayı garanti ederek şirketlerin hisse senedi çıkarmalarına yardımcı olurlar. Adi hisse senedi sahiplerinin şirketin yönetim kurulu üyelerini seçme hakları var olmakla birlikte kar paylaşımı sırasında bono ve imtiyazlı hisse senedi sahiplerinin ardından gelirler. Hisse senedi alımı yatırımcılar için iki şekilde çekici hale getirilebilir. Bazı şirketler yatırımcılara düzenli bir gelir sağlama olasılığı sunar ve yüksek kar payları öderler. Buna karşın, diğer bazıları şirketin karlılığını ve böylelikle de hisse senetlerinin değerini yükseltip yatırımcıları çekmeyi umarak ya düşük kar payları öderler ya da hiç pay ödemezler. Genelde yatırımcılar şirket gelirlerinin artacağını bekledikleri zamanlarda hisse senetlerinin değeri de yükselir. Senetlerinin değeri büyük oranda yükselen şirketler çok kez payları “bölerler”, örneğin yatırımcıya elindeki her senet karşılığı bir pay daha öderler. Bu yöntem şirketin sermayesini arttırmaz; fakat, pay sahiplerinin senetlerini açık piyasada satmalarını kolaylaştırır. Sözgelimi bire iki bölünmesi yapılmışsa senedin değeri ikiye bölünmüş olur ve yatırımcılara daha çekici gelir. | ||
26-02-2007, 14:02 | #56 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Borç Almak: Şirketler bankalardan ya da diğer kredi kuruluşlarından borç alarak kısa süreli sermaye - genellikle mal almak amacıyla- sağlayabilirler. Karları Kullanmak: Daha önce belirtildiği gibi şirketler gelirlerini elde tutarak da faaliyetlerini finanse edebilirler. Bu amaçla çeşitli stratejilere başvurulur. Elektrik, gaz ve benzeri ürünleri satan belirli anonim şirketler gelirlerinin çoğunu hisse senedi sahiplerine kar payı olarak dağıtırlar. Diğer bazıları ise, sözgelimi gelirlerinin yüzde 50’sini senet sahiplerine kar payı olarak dağıtır ve geri kalanını da faaliyetlerini yürütmek ya da şirketi büyütmek için kullanırlar. Özellikle daha küçük bazı anonim şirketler de net gelirlerinin büyük bir bölümünü ya da tümünü araştırma ve yayılma amacıyla yeniden değerlendirirler ve bu yoldan hisse senetlerinin değerini yükselterek pay sahiplerini ödüllendireceklerini umarlar. | ||
26-02-2007, 14:02 | #57 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| TEKELLER, BİRLEŞMELER VE YENİDEN YAPILANMA Anonim şirket açıkça pek çok Amerikan işletmesinin başarılı bir biçimde büyümelerini sağlayan bir örgütlenme türü olmuştur. Buna karşın Amerikalılar büyük anonim şirketleri zaman zaman kuşkuyla karşılamışlar ve birleşen şirketlerin kendileri de büyüklüğün yararı konusunda kararsız kalmışlardır. XIX. Yüzyıl’ın sonlarında pek çok Amerikalı, anonim şirketlerin daha küçük şirketleri içlerine almak ya da rekabeti önlemek amacıyla diğer şirketlerle birleşmek ve yasal olmayan işbirliğine girmek için büyük miktarlarda sermaye toplayabileceklerinden korkuyorlardı. Eleştiricilere göre her iki durumda da işletme tekelleri tüketicileri daha yüksek fiyatlar ödemeye zorlarlar ve istedikleri mal seçimini yapma hakkından yoksun bırakırlar. Bahis konusu endişeler tekelleri bölmeye ya da kurulmalarını önlemeye yönelik iki yasa çıkarılmasına yol açtı: 1890 tarihli Sherman Antitröst Yasası ile 1914 tarihli Clayton Antitröst Yasası. Hükümet XX. Yüzyıl boyunca tekelleşmeyi sınırlamak amacıyla bu iki yasayı kullandı. Hükümetin “tröst yıkıcıları” 1984’te American Telephone & Telegraph (AT&T) şirketinin telefon hizmetlerini neredeyse tekeline almasını engelledi. Adalet Bakanlığı da 1990’da birkaç yıl içinde toplam varlığı 22,357 milyar dolara erişmiş bulunan Microsoft firmasının gittikçe gelişmekte olan bilgisayar yazılım piyasası üzerindeki egemenliğini azaltmaya çalıştı. Hükümet antitröst yetkilileri genelde bir firma herhangi bir mal ya da hizmet piyasasının yüzde 30’unu ele geçirdiği zaman tekelleşme tehdidi oluştuğunu düşünürler. Ancak bu çok basit bir ölçüttür. Pek çok şey piyasadaki diğer rakip şirketlerin büyüklüğüne bağlıdır. Bir şirket piyasanın yüzde 30’undan fazlasını kontrol etse bile rakipleri de aşağı yukarı eşit piyasa payına sahip bulunuyorlarsa o firmanın tekel olma gücü bulunmadığı düşünülür. | ||
26-02-2007, 14:03 | #58 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Antitröst yasalar rekabeti arttırmış olmakla birlikte ABD şirketlerinin büyümelerini engellemedi. 1999’da her birinin varlığı 300 milyar doları aşan yedi dev şirket daha önceki yılların en büyük firmalarının birer cüce gibi görülmelerine yol açtı. Gerçekten de bazı eleştiriciler birkaç büyük anonim şirketin temel endüstriler üzerindeki kontrolünün artmasından endişe duyup otomotiv endüstrisi ve çelik üretimi endüstrisi gibi işletmelere birkaç büyük anonim şirketin egemenliği altındaki “oligopol”ler gözüyle bakıldığını ileri sürmüşlerdir. Buna karşılık, diğer bazı eleştiriciler ise pek çoğu yoğun bir küresel rekabetle karşı karşıya bulunan büyük anonim şirketlerin gereğinden fazla güç kullanabilecek konumda olmadıklarını söylemektedirler. Sözgelimi, tüketiciler yerli otomobil üreticilerin mallarından hoşlanmıyorlarsa yabancı şirketlerin araçlarını alabilirler. Kaldı ki, tüketiciler ve imalatçılar zaman zaman benzer başka ürünlere yönelip olası tekelleşmeleri boşa çıkarabilirler; sözgelimi, çelik yerine kolaylıkla alüminyum, cam, plastik ya da beton kullanılabilir. İş dünyasındaki liderlerin şirketlerin büyüklüğü karşısındaki davranışları değişkenlik göstermektedir. 1960’ların sonlarında ve 1970’lerin başlarında pek çok iddialı şirket en azından sıkı federal antitröst uygulamalar aynı alanda birleşmeleri engellediği için birbiriyle ilişkisi olmayan endüstrileri elde ederek çeşitlenmeye çalıştılar. Söz konusu liderlerin görüşüne göre bir holding ve ona bağlı olan ve petrol arama ve sinema filmi yapma gibi farklı alanlarda faaliyet gösteren ikincil firmalardan oluşan konglomeralar yapıları gereği daha istikrarlı işletmelerdir. Kuramsal olarak bir ürüne karşı talep zayıflarsa diğer bir işletme dengeyi sağlar. | ||
26-02-2007, 14:03 | #59 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Buna karşın, inceden inceye belirlenmiş ürünlerde yoğunlaşmak yerine çeşitli alanlardaki çalışmaları yönetmekten doğan zorluklar sözü edilen üstünlüğü ortadan kaldırabilir. 1960’lardaki ve 1970’lerdeki birleşmeleri gerçekleştiren pek çok iş dünyası lideri giderek ya çok geniş bir alana yayıldıklarını ya da yeni devraldıkları ikincil şirketleri yönetemediklerini anladılar. Çok kez daha zayıf olan işletmelerini elden çıkardılar. 1980’lerde ve 1990’larda anonim şirketler kendilerini değişen ekonomik koşullara uydurmak çabasına girişince belirli endüstrilerde yeni dostça birleşme ve “düşmanca” el koyma dalgaları oluştu. Sözgelimi, hepsi önemli değişiklikler geçirmekte olan petrol, perakende ve demiryolu endüstrilerinde birleşmeler daha yaygınlaştı. Hükümet kontrollerinin azaltılması üzerine rekabetin hızlanması sonucu 1978 den başlayarak çok sayıda havayolu şirketi birleşmeye çalıştı. Kontrollerin azaltılması ve teknolojik değişiklikler yapılması telekomünikasyon endüstrisinde de bir dizi birleşmeye gidilmesine yol açtı. Yerel telefon hizmeti sunan birkaç şirket hükümet bu piyasadaki rekabeti teşvik etmeye başlayınca birleşme yolunu seçtiler; Doğu Kıyısı’nda Bell Atlantic şirketi Nymex’i içine aldı. SBC Communications şirketi kendi ikincil Southwestern Bell firmasını Batı’daki Pacific Telesis ile ve Southern New England Group Telecommunications firmasıyla birleştirdi ve Ortabatı’daki Ameritech’i de buna eklemeye çalıştı. Bu sırada, şehirlerarası telefon hizmeti veren MCI Communications ve WorldCom birleştiler ve AT&T de kablolu televizyon alanındaki iki dev şirket olan Tele-Communications ve MediaOne Group’u alarak yerel telefon hizmetleri alanına girmek için harekete geçti. ABD’deki konutların yaklaşık yüzde 60’ına kablolu televizyon hizmeti sağlayacak duruma gelen bahis konusu devralmalar AT&T’nin kablolu televizyon ve hızlı İnternet bağlantısı piyasalarında da önemli bir söz sahibi olmasına yol açabilecekti. | ||
26-02-2007, 14:03 | #60 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| 1990’larda Travelers Group ve Citicorp şirketleri birleşerek dünyadaki en büyük finansal hizmet firmasını oluşturdukları gibi Ford Motor Company de İsveçli AB Volvo şirketinin otomobil bölümünü satın aldı. 1980’lerde Japonların ABD şirketlerini ele geçirme furyasının ardından 1990’larda Alman ve İngiliz şirketleri sahneye çıktılar ve Chrysler Corporation Alman Daimler-Benz firmasıyla birleşirken Deutsche Bank AG de Bankers Trust’u devraldı. Exxon Corporation ve Mobil Corporation da birleşip 1911’de endüstriye egemen olduğu için Adalet Bakanlığı tarafından dağıtılmış bulunan John D. Rockefeller’e ait Standard Oil Company’nin yarısından büyük bir bölümünü yine bir araya getirerek iş dünyasının en büyük kara güldürüsünü yarattılar. 81,380 milyar dolarlık birleşme Federal Ticaret Komisyonu (FTK) tarafından onaylanmakla birlikte antitröst yetkilileri arasında endişe doğurdu. Komisyon’un talebi üzerine Exxon ve Mobil Kuzeydoğu ve Orta Atlantik bölgesi ile California ve Texas eyaletlerinde bulunan 2.143 benzin istasyonuyla yapılmış sözleşmeleri satmaya ya da iptal etmeye ve California’daki büyük bir arıtma istasyonunu, petrol boşaltma tesislerini, bir boru hattını ve diğer varlıklarını bırakmaya razı oldular. Söz konusu gelişme antitröst kuruluşların yaptırdığı en büyük elden çıkarma işlemlerinden biridir. FTK Başkanı Robert Pitofsky buna benzer “ulusal çapta” petrol endüstrisi birleşmelerinin de “antitröst alarm zilleri” çaldırabileceği uyarısında bulundu. Bunun üzerine FTK görevlileri hemen BP Amoco PLC’nin Atlantic Richfield Company firmasını alma önerisine karşı çıkılması tavsiyesinde bulundular. | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 3 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 3 Misafir) | |
| |