|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
26-02-2007, 14:32 | #81 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Düzenleyici kuruluşlar resmi açıdan bağımsız olmakla birlikte seçmenleri adına hareket eden Kongre üyeleri komiserleri sık sık etki altına almaya çalışırlar. Eleştiriciler iş çevrelerinin zaman zaman kendilerini düzenleyen kuruluşları gereksiz derecede etkileri altına alabilecek konuma geldiklerini iddia etmektedirler; kuruluş görevlileri çok kez düzenledikleri iş alanlarına ilişkin ayrıntılı bilgi edinirler ve çalışma süreleri sona eren bazı görevlilere bu endüstrilerde yüksek ücretli iş teklifleri de yapılır. Buna karşın şirketlerin de dertleri vardır. Sözgelimi bazı şirket yetkilileri iş koşulları sık sık değiştiği için bu alanlara ilişkin hükümet yönetmeliklerinin çok kez yazılır yazılmaz çağ dışı kaldığından yakınırlar. TEKELLEŞMEYİ ÖNLEMEK İÇİN FEDERAL DÜZEYDE YÜRÜTÜLEN ÇABALAR Tekeller ABD hükümetinin kamu yararına düzeltmeye çabaladığı ilk işletme birimleri arasında yer almaktaydı. Küçük şirketlerin büyük şirketler halinde birleşmeleri bazı çok büyük anonim şirketlerin fiyat “belirleyerek” ya da rakiplerinden çok daha düşük fiyat vererek piyasa disiplininden kaçmalarına olanak sağladı. Reformcular bu uygulamaların sonuçta tüketicilerin daha yüksek fiyat ödemek zorunda kalmalarına ya da mal seçme olanaklarının ortadan kalkmasına yol açtığını iddia ettiler. 1890’da kabul edilen Sherman Antitröst Yasası ile herhangi bir kişi ya da işletmenin ticarette tekel yaratamayacağı ya da ticareti engellemek için bir başkasıyla birleşme gerçekleştiremeyeceği veya düzen hazırlayamayacağı ilan edildi. Hükümet 1900’lerin başlarında ekonomik güçlerini kötüye kullandıklarını ileri sürüp John D. Rockefeller’in Standard Oil şirketini ve diğer birkaç büyük şirketi dağıtmak için bu yasayı kullandı. Kongre 1914’te Sherman Antitröst Yasası’nı güçlendirmeye yönelik iki yeni yasa daha çıkardı: Clayton Antitröst Yasası ve Federal Ticaret Komisyonu Yasası. Clayton Antitröst Yasası ticaretin engellenmesinden ne anlaşıldığına açıklık getirdi. Yasa belirli alıcılara diğerleri karşısında yarar sağlayabilecek fiyat ayrıcalıklarını kanuna aykırı sayıyor; sadece rakip üreticilerin mallarını almamayı kabul eden şirketlere mal satışını öngören anlaşmaları yasaklıyor; rekabeti azaltabilecek türdeki belirli birleşmeleri ve diğer çalışmaları engelliyordu. Federal Ticaret Komisyonu Yasası da haksız ve rekabet karşıtı ticari işlemleri önleyecek bir komisyon kuruyordu. | ||
|
26-02-2007, 14:32 | #82 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Eleştiriciler bu yeni tekel karşıtı önlemlerin bile tümüyle etkili olamadığına inanıyorlardı. 1912’de Birleşik Devletler’deki çelik üretiminin yarısından fazlasını kontrolü altında bulunduran United States Steel Corporation tekelcilikle suçlandı. Şirket aleyhine açılan dava 1920’ye kadar sonuçlandırılamadı; o yıl Yüksek Mahkeme dönüm noktası oluşturan bir karar verdi ve ticareti “makul ölçülere aykırı” biçimde engellemediği için U.S.Steel şirketinin bir tekel olmadığını açıkladı. Mahkeme kararında büyüklükle tekelleşme arasında özenle tanımlanmış bir fark belirledi ve anonim şirketlerin büyümesinin her zaman kötü olmadığını vurguladı. Hükümet antitröst davalar açmayı İkinci Dünya Savaşı’ndan beri sürdürmüştür. Federal Ticaret Komisyonu ve Adalet Bakanlığı’nın Antitröst Bölümü olası tekelcilik girişimlerini izlemekte ya da rekabetin tüketicileri incitecek derecede azalmasına yol açma tehdidi yaratan birleşmeleri engellemek için harekete geçmektedirler. Bu çabaların kapsamı aşağıda verilen dört önemli örnekle açıklanmaktadır: -1945’te Aluminum Company of America’ya karşı açılan bir davada bir federal temyiz mahkemesi herhangi bir şirketin tekelleşmeye gittiği düşüncesiyle inceleme altına alınabilmesi için piyasanın ne kadarına egemen olması gerektiğini gözden geçirdi. “Yüzde altmış ya da altmış beşin yeterli sayılmasının şüpheli görüldüğünü ve yüzde otuz üçün ise kesinlikle yetersiz kalacağını” belirtip yüzde 90 oranı üzerinde anlaşmaya vardı. -1961’de elektrik gereçleri endüstrisindeki bazı şirketler rekabeti engellemek amacıyla fiyat belirleme suçundan mahkum oldular. Şirketler tüketiciye büyük miktarlarda tazminat ödemeyi kabul ettiler ve bazı şirket yöneticileri hapse atıldılar. -1963’te ABD Yüksek Mahkemesi piyasada büyük payları bulunan bir şirketler topluluğunun rekabet karşıtı olarak tanımlanabileceklerine karar verdi. Dava Philadelphia National Bank ile ilgiliydi. Mahkeme eğer bir birleşme ile belirli bir şirketin piyasada gereğinden büyük bir pay elde etmesine yol açılırsa ve bu birleşmenin zararsız olduğunu gösterir herhangi bir kanıt yoksa o zaman birleşmenin gerçekleştirilemeyeceğine karar verdi. -1997’de bir federal mahkeme perakendecilikte genellikle yoğunlaşma olmamakla birlikte sözgelimi büro malzemesi satan “süper marketler” gibi belirli perakendecilerin bazı ekonomik piyasalarda rekabete giriştiklerine karar verdi. Mahkeme bahis konusu piyasalarda iki büyük şirketin birleşmesinin rekabeti önleyeceğini belirtti. Dava büro malzemesi pazarlayan Staples şirketi ile yapı malzemesi pazarlayan Home Depot şirketiyle ilgiliydi. Planlanan birleşmeden vazgeçildi. | ||
26-02-2007, 14:32 | #83 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Yukarıdaki örneklerden anlaşılacağı gibi antitröst yasaların ihlal edildiğini belirlemek her zaman kolay değildir. Yasalara getirilen yorumlar çok farklı olmaktadır ve uzmanlar da şirketlerin piyasa faaliyetlerine müdahale edebilecek kadar güçlenip güçlenmediğini belirlemekte çok kez anlaşmazlığa düşmektedirler. Kaldı ki koşullar da değişebildiği için bir kesimde antitröst tehdit yaratır gibi görünen şirket düzenlemeleri bir başka kesimde daha az tehdit oluşturabilir. Sözgelimi Standard Oil tekelinin 1900’lerin başlarında çok büyük güç kazanmasının yarattığı endişeler Rockefeller’in petrol imparatorluğunun çok sayıda şirkete bölünmesine yol açtı. Bunlar arasında Exxon ve Mobil adıyla anılacak olan petrol şirketleri de vardı. Fakat, Exxon ve Mobil 1990’ların sonlarında birleşmeyi planladıklarını açıkladıkları zaman hükümetin düzenlemeyi onaylamadan önce belirli ödünler istemesine karşılık kamuda pek bir endişe belirtisi görülmedi. Benzin fiyatları düşüktü ve diğer güçlü petrol şirketlerinin rekabeti sağlamaya yeterli olacakları düşünülüyordu. ULAŞTIRMADAKİ DÜZENLEMELERİN GEVŞETİLMESİ Antitröst yasaların rekabeti teşvik amacıyla çıkarılmış olmalarına karşın diğer pek çok düzenlemeler de bunun aksi etki yaratmıştır. Amerikalıların 1970’lerde enflasyondan endişe duymaya başlamaları üzerine fiyat yarışmasını düzenleyen uygulamalar yeniden incelemeye alındı. Pek çok alanda hükümet şirketleri piyasa baskısına karşı koruyan kontrolleri gevşetmeye karar verdi. Ulaştırma sektörü düzenlemelerin gevşetilmesinin hedef alındığı ilk alan oldu. Başkan Jimmy Carter’in görev döneminde (1977-1981) Kongre hava, kara ve demiryolu taşımacılığını koruyan düzenleme kalkanlarının çoğunu ortadan kaldırmak amacıyla bir dizi yasa kabul etti. Şirketlerin istedikleri hava, kara ya da demiryolunu kullanmalarına ve sağladıkları hizmet karşılığı talep ettikleri bedeli daha serbest saptamalarına izin verildi. Ulaştırmadaki düzenlemelerin gevşetilmesi sürecinde Kongre giderek iki temel ekonomik düzenleyici kuruluşu kapattı: 109 yıl önce kurulmuş olan Eyaletlerarası Ticaret Komisyonu ve 45 yaşındaki Sivil Havacılık Kurumu. Düzenlemelerin gevşetilmesinin kesin etkisinin belirlenmesi zor olmakla birlikte uygulandıkları kesimlerde çok büyük gelişme yarattıkları açıktır. Havayolu şirketlerini ele alalım. Hükümet kontrolleri kaldırılınca havayolu şirketleri bu daha yeni ve belirsiz ortamda yollarını bulma telaşına kapıldılar. Çok kez daha az ücret karşılığı sendikasız pilotlar ve personel istihdam eden ve ucuz “gösterişsiz” hizmet sunan yeni rakipler türedi. Hükümet tarafından saptanan ve tüm giderlerini karşılamalarını güvence altına alan sabit bilet fiyatlarına alışmış olan büyük şirketler rekabetle başa çıkmakta zorlandıklarını gördüler. Çok sayıda Amerikalı için havayoluyla seyahat çağıyla eş anlamlı tutulan Pan American World Airways ve ülkede her yıl tek başına en çok yolcu taşıyan Eastern Airlines gibi bazıları iflas ettiler. Ülkenin en büyük havayolu işletmecisi olan United Airlines sıkıntıya düştü ve ancak kendi işçileri şirketi satın almayı kabul ettikten sonra kurtuldu. | ||
26-02-2007, 14:33 | #84 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Gelişmelerden müşteriler de etkilendiler. Pek çoğu ortaya çıkan bu yeni şirketler ve hizmet seçenekleri karşısında şaşkına döndüler. Bilet fiyatlarındaki çeşitlilik de şaşırtıcı oluyor ve her zaman müşterilerin hoşuna gitmiyordu. Tekeller ve düzenleme altındaki şirketler bilet fiyatlarını genellikle genel gelir gereksinimlerini tümüyle karşılayacak biçimde belirliyorlar ve her bireysel hizmetin kendi gereksinimini karşılayabilecek oranda gelir elde edip etmeyeceği konusunda pek endişe taşımıyorlardı. Havayolu şirketleri düzenleme altında oldukları günlerde ülkeyi bir uçtan öbür uca geçen, diğer uzak noktalara giden ve kalabalık kentlere yapılan uçuşlara ilişkin bilet fiyatları genellikle gerçek düzeyinden daha yüksek tutuluyor, buna karşılık, kısa mesafelere ve nüfusu az bölgelere yapılan daha masraflı uçuşlar için gerekenden daha düşük bilet fiyatları saptanıyordu. Düzenlemelerin gevşetilmesi üzerine küçük rakipler fiyatların yapay biçimde yüksek tutulduğu daha karlı ve yoğunluğu yüksek piyasalara yönelerek daha çok iş elde edebileceklerini anlayınca söz konusu fiyat saptama planları suya düştü. Köklü havayolu şirketleri bahis konusu sorunlar karşısında bilet fiyatlarını düşürmeye başlayınca çok kez daha küçük ya da daha az karlı pazarlara sağladıkları hizmeti de kesmeye karar verdiler. Bir süre sonra genelde büyük şirketlerin parçası olan “banliyö” havayollarının kurulmasıyla bu hizmetler yeniden verilmeye başlandı. Sözü edilen küçük şirketler daha seyrek ve daha az elverişli hizmet sunmakla birlikte (jetler yerine pervaneli uçak kullanmak gibi) genelde havayolu faaliyetinin tümüyle kesileceğinden korkulan pazarlara iyi kötü bir servis sağlanmış oldu. Taşımacılık şirketlerinin çoğunluğu başlangıçta anılan düzenleme gevşetmelerine karşı çıktılar, ama bunu benimsemedilerse de giderek kabullendiler. Müşteriler açısından ise durum karışıktı. Gevşetmelerin ilk günlerinde ortaya çıkmış bulunan düşük bedelli hizmet sunan havayolu şirketlerinin çoğu kayboldular ve belirli pazarlarda görülen birleşmeler sonucunda rekabet de azaldı. Yine de uzmanların genellikle paylaştıkları görüşe göre şimdiki bilet fiyatları eğer düzenlemeler yürürlükte kalsaydı bu kadar düşük bir düzeyde gerçekleşmezdi. Uçak yolculuğu ise büyük bir hızla yayılmaktadır. Düzenleme gevşetmelerine başlanan 1978 yılında yolcular ABD havayolu şirketlerinin uçaklarında toplam 226.800 milyon mil (362.800 milyon kilometre) uçmuşlardı. 1997’ye gelindiğinde bu sayı yaklaşık üç kat arttı ve 605.400 milyon mil/yolcu (968.640 milyon kilometre) olarak gerçekleşti. | ||
26-02-2007, 14:33 | #85 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| TELEKOMÜNİKASYON Birleşik Devletler’de 1980’lere gelininceye kadar “telefon şirketi” denilince akla American Telephone & Telegraph şirketi geliyordu. AT&T telefon hizmetlerinin hemen hemen her alanını kontrolü altına almıştı. Belirli alanlarda özel çalışma hakkı verilmiş olan ve “Baby Bells” diye bilinen bölgesel alt kuruluşları düzenleme altında tutulan tekellerdi. Federal İletişim Komisyonu eyaletler arasında yapılan şehirlerarası telefon görüşmesi ücretlerini düzenliyor, eyaletlerdeki düzenleyicilerse yerel ve eyalet içi şehirlerarası görüşme ücretlerini saptamakla yükümlü bulunuyorlardı. Telefon şirketlerinin de elektrik üreticiler gibi doğal tekeller oldukları ileri sürülerek hükümet düzenlemeleri haklı gösteriliyordu. Ülkenin her yanına pek çok kablo döşenmesi anlamına gelen bir işlev gibi görülen rekabetin gereksiz harcamalar yapılmasına yol açacağı ve verimsiz bir faaliyet olacağı düşünülüyordu. Yaygın teknolojik gelişmelerin telekomünikasyon alanında hızlı ilerlemelere yol açacağı beklentileri nedeniyle bu görüş 1970’lerde değişmeye başladı. Bağımsız şirketler AT&T ile rekabete girişebileceklerini iddia ediyor, buna karşın, kendi büyük iletişim ağına bağlanmalarına izin vermeyen telefon tekelinin onları etkin bir biçimde devre dışı bıraktığını söylüyorlardı. Telekomünikasyon düzenlemelerindeki gevşemeler kapsamlı iki aşamada gerçekleşti. 1984’te bir mahkeme AT&T tekelini etkin bir biçimde sona erdirdi ve bu devi alt kuruluşlarını terk etmek zorunda bıraktı. AT&T yine de şehirlerarası telefon hizmetlerinde büyük bir pay sahibi olmayı sürdürdü; fakat, MCI Communications ve Sprint Communications şirketleri piyasanın bir kesimini ele geçirdiler ve rekabetin hem görüşme ücretleri düşürebileceğini hem de hizmeti daha iyileştirebileceğini gösterdiler. On yıl kadar sonra baskı giderek yoğunlaştı ve Baby Bells’in yerel telefon hizmetindeki tekeli kırıldı. Kablolu televizyon, cep (ya da telsiz) telefonları, İnternet ve daha başka teknolojiler yerel telefon şirketlerine yeni seçenekler sundu. Buna karşın ekonomistler bölgesel tekellerin büyük gücünün bu seçeneklerin geliştirilmesini engellediği görüşündedirler. İleri sürdüklerine göre köklü şirketlerin iletişim ağlarına hiç olmazsa geçici bir süre için bağlanamazlarsa yeni rakiplerin yaşama şansları hiç yoktur ve Baby Bells de buna çeşitli yollardan direnmiştir. | ||
26-02-2007, 14:33 | #86 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Kongre 1996 tarihli Telekomünikasyon Yasası’nı kabul ederek bu sorunlara el attı. Yasa AT&T gibi şehirlerarası telefon şirketleri kadar kablolu televizyon firmalarının ve yeni kurulan şirketlerin de yerel telefon faaliyetlerine girişmelerine izin veriyordu. Yine yasaya göre bölgesel tekeller yeni rakiplerin kendi ağlarına bağlanmalarına izin vermek zorundaydılar. Bölgesel şirketlerin rekabeti hoş karşılamalarını teşvik etmek için kendi alanlarında rekabet kurulduktan sonra şehirlerarası telefon hizmetleri alanına da girebilecekleri yasada belirtildi. 1990’ların sonuna gelindiğinde yeni yasanın etkilerini değerlendirebilmek için henüz çok erkendi. Belirli olumlu işaretler görülüyordu. Özellikle pek çok müşteriye kolaylıkla ve düşük bir maliyetle erişilebilen kentsel alanlarda çok sayıda küçük şirket yerel telefon hizmeti sunmaya başlamıştı. Cep telefonu abonesi sayısı hızla yükseliyordu. Konutlara İnternet bağlantısı sağlayabilecek sayısız sunucu şirket kurulmuştu. Bunlara karşın Kongre’nin beklemediği ya da istemediği gelişmeler de oluyordu. Birçok telefon şirketi birleşmiş ve Baby Bells de rekabeti başarısızlığa uğratmak amacıyla çeşitli engeller yaratmıştı. Bu nedenle de bölgesel şirketlerin şehirlerarası telefon hizmetine girişmeleri yavaş yürüyordu. Bu sırada, düzenlemelerin gevşetilmesi belirli tüketicilerin daha az değil daha yüksek fiyat ödemelerine yol açtı. Bahis konusu durum özellikle aldıkları hizmet daha önceleri işletmeler ve kentsel kesimlerdeki müşteriler tarafından parasal destek gören konut telefonu sahipleri ile kırsal kesim müşterileri için geçerliydi. | ||
26-02-2007, 14:34 | #87 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| BANKACILIĞIN ÖZEL DURUMU Düzenlemelerin gevşetilmesi karşısında bankaların özel bir konumları vardır. Bir yandan aynı oyuncak üreticileri ve çelik şirketleri gibi özel işletmelerdir; fakat, aynı zamanda ekonomide temel bir rol oynarlar ve bu nedenle de sadece kendi müşterilerinin değil herkesin parasal gönencini etkilerler. Amerikalılar 1930’lardan beri bankaların bu benzeri olmayan konumlarını göz önünde bulunduran düzenlemeler yapmışlardır. Bu düzenlemelerin en önemlilerinden biri mevduat garantisidir. Büyük Bunalım sırasında tasarruflarını yatırdıkları bankaların iflas edeceğinden korkan çok sayıda mevduat sahibi aynı anda tüm paralarını çekmeye başlayınca Amerika’daki ekonomik gerileme ciddi oranda derinleşmişti. Bunun sonucu olarak bankalara “koşuşan” mevduat sahipleri paralarını geri almak amacıyla panik içinde sokaklara düşüp kuyruklar oluşturdular. Aralarında çok ihtiyatlı faaliyet gösterenlerin de bulunduğu pek çok banka mevduat sahiplerini tatmin etmek için varlıklarını hemen paraya çeviremediği için çöktü. Böylece bankaların işletmelere ve endüstri kuruluşlarına sağladıkları nakit paranın azalması ekonominin daralmasına katkıda bulundu. Bankalara buna benzer “koşuşma”lar olmasını engellemek amacıyla mevduat garantisi yöntemi düzenlendi. Hükümet belirli bir miktara kadar olan - halen 100.000 dolar - mevduatı karşılayacağını açıkladı. Günümüzde bankalar parasal sıkıntıya düşseler bile mevduat sahiplerinin endişelenmelerine gerek kalmamıştır. Hükümetin mevduat garantisi kuruluşu olan Federal Mevduat Sigortası Anonim Şirketi bankalardan sigorta primi olarak toplanan paraları kullanarak mevduat sahiplerine ödeme yapar. Hükümet gerekirse mevduat sahiplerini zarardan kurtarmak amacıyla genel vergi gelirlerini de kullanır. Düzenleyici kuruluşlar hükümeti gereksiz parasal riskten korumak için bankaları denetler ve sağlıksız girişimler yaptığı görülenlerin buna karşı önlem almalarını isterler. | ||
26-02-2007, 14:35 | #88 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| 1930’ların Yeni Düzen döneminde bankaların menkul kıymetler ve sigorta konularında faaliyet göstermelerini engelleyen düzenlemeler de yapıldı. Büyük Bunalım öncesinde pek çok banka menkul kıymetler borsasında büyük riskler aldıkları ya da banka müdürlerinin ya da yetkililerinin bireysel yatırımları bulunan endüstri şirketlerine kredi açtıkları için sıkıntıya düşmüşlerdi. Büyük Bunalım dönemi politikacıları Glass-Steagall Yasası’nı onaylayıp bankacılık, menkul kıymetler ve sigorta faaliyetlerinin bir arada yürütülmesini yasakladılar. Buna karşılık, bankalar müşterilerine daha çeşitli finansal hizmet sunamazlarsa onları başka şirketlere kaptıracaklarından yakınmaya başlayınca 1970’lerde bahis konusu düzenleme çelişkili bir durum yarattı. Bunun üzerine hükümet bankaların müşterilerine yeni finans hizmetlerde bulunmalarında serbestlik tanıdı. Kongre en sonunda Glass-Steagal Yasası’nı yürürlükten kaldıran 1999 tarihli Finansal Hizmetleri Modernleştirme Yasası’nı kabul etti. Yeni yasa bankaların o güne değin yararlandıkları tüketici bankacılığından menkul kıymetlere kefil olmaya kadar herşeyi kapsayan geniş özgürlüklerden de öteye gitti. Bankacılık, menkul kıymetler ve sigorta şirketlerinin karşılıklı fonlar, hisse senetleri ve tahviller, sigorta ve otomobil kredileri gibi mali hizmetleri de kapsayan ürünleri pazarlayan finans konglomeraları kurmalarına izin verdi. Taşımacılık, telekomünikasyon ve diğer endüstrilerdeki düzenlemeleri gevşeten yasalar gibi söz konusu yasanın da finans kuruluşları arasında bir birleşmeler dalgası yaratması bekleniyordu. Yeni Düzen dönemi mevzuatı genelde başarılı oldu ve Amerikan bankacılık sistemi İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda yeniden sağlığına kavuştu; fakat, kısmen toplumsal düzenlemeler nedeniyle 1980’lerde ve 1990’larda yeniden sıkıntıya düştü. Hükümet savaştan sonra bireysel konut mülkiyetini yaygınlaştırmayı istediği için yeni bir bankacılık kesimi - “tasarruf ve kredi” (T&K) endüstrisi - yarattı. Sözü edilen kesim ipotek diye bilinen uzun vadeli konut kredileri sağlamaya yönelik olacaktı. Tasarruf ve kredi sistemi önemli bir sorunla karşılaştı: ipotekler genelde 30 yıl süreli oluyor ve sabit faiz oranları uygulanıyor, buna karşılık diğer mevduatın çoğunluğuna daha kısa vade uygulanıyordu. Kısa vadeli faiz oranları uzun vadeli ipotek faizi oranlarını aşarsa tasarruf ve kredi kuruluşları zarara uğrayabilirlerdi. Tasarruf ve kredi kuruluşlarını ve bankaları bu olasılığa karşı korumak isteyen düzenleyici kuruluşlar mevduat faizi oranlarını kontrol etmeye karar verdiler. | ||
26-02-2007, 14:35 | #89 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Sistem bir süre için iyi işledi. 1960’larda ve 1970’lerde hemen hemen tüm Amerikalılar ev satın almak için T&K finansmanı kullandılar. Mevduata verdikleri faizler düşük olmasına karşın T&K’ları son derecede güvenilir bir yatırım ortamı sayan milyonlarca Amerikalı onlara para yatırdılar; ancak, genel faiz oranları enflasyon yüzünden 1960’larda yükselmeye başladı. 1980’lere gelindiğinde çok sayıda mevduat sahibi daha yüksek gelir elde etmek amacıyla tasarruflarını para piyasasındaki fonlara ve bankalar dışındaki kuruluşlara yatırmaya başlamıştı. Bahis konusu gelişme ellerindeki uzun vadeli kredi portföylerini karşılayacak yeni mevduat toplayamayan bankaları ve T&K’ları büyük bir parasal dar boğaza soktu. Onların zor durumda kaldıklarını gören hükümet banka ve T&K faiz oranları için getirdiği tavanları 1980’lerde yavaş yavaş kaldırmaya başladı. Anılan uygulama bu kuruluşların yeni mevduat bulmalarını bir süre için kolaylaştırdıysa da mevduat sahiplerine şimdi verdikleri faiz elde ettikleri faiz gelirinden düşük kaldığı için T&K’ların ipotek portföylerinde büyük ve yaygın zarara uğramalarına yol açtı. Yine yakınmaları göz önünde bulunduran Kongre T&K’ların daha yüksek gelir getiren yatırımlar yapabilmelerini sağlamak için kredilere ilişkin sınırlamaları gevşetti. Kongre özellikle T&K’ların tüketici, işyeri ve ticari taşınmaz mal kredisi sunmalarına izin verdi. T&K’ların ellerinde bulundurmak zorunda oldukları sermaye miktarına ilişkin belirli düzenlemeleri de serbestleştirdi. Modalarının geçeceğinden korkan çok sayıda T&K taşınmaz mal alımları gibi yüksek riskli spekülatif teşebbüslere giriştiler. Çok kez özellikle ekonomik koşulların olumsuzlaşması yüzünden bu gibi girişimler kar getirmedi. Bazı T&K’lar giderek onları yağma eden (hortumlayan) kötü niyetli kişilerin eline geçti. Pek çok T&K büyük zarara uğradı. Düzenleyici kuruluşların personeli bütçe kısıntıları ve siyasal baskılar yüzünden azaldığı için de hükümet büyümekte olan bunalımı geç fark etti. T&K bunalımı birkaç yıl içinde Amerika tarihindeki en büyük finans skandalına dönüştü. 1980’lerin sonunda çok sayıda T&K iflasa sürüklendi; 1970’lerde faaliyet gösteren TK&’ların yaklaşık yarısı 1989’da iş dünyasından çekilmişti. Mevduat sahiplerinin yatırımlarını garanti altına alan Federal Tasarruf ve Kredi Sigortası Anonim Şirketi’nin kendisi de borçlarını ödeyemez duruma düştü. 1989’da Kongre ve Başkan vergi mükelleflerinin paralarıyla finanse edilen bir kurtarma yöntemi olarak Finans Kurumları Reform, İyileştirme ve Uygulama Yasası’nın kabulü üzerinde anlaşmaya vardılar. Borçlarını ödeyemeyen T&K’leri tasfiye etmek için yasa ile 50 milyar dolar sağlandı, tasarruf kuruluşlarına ilişkin düzenlemeler tümüyle değiştirildi | ||
26-02-2007, 14:35 | #90 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| ve yeni portföy sınırlamaları getirildi. İflasa sürüklenmiş olan kuruluşları tasfiye etmek amacıyla Likidite Güvencesi Anonim Şirketi adı verilen yeni bir hükümet kuruluşu yaratıldı. Söz konusu kuruluşa Mart 1990’da 78 milyar dolar daha verildi; ancak, T&K’ların tasfiyesinin önceden tahmin edilen maliyeti giderek yükseldi ve 200 milyar doları aştı. Amerikalılar savaş sonrası döneminde bankacılığa getirilen düzenlemelere ilişkin deneyimlerinden bir takım dersler aldılar. Birinci ders: hükümetin sağladığı mevduat garantisi bankalara “koşuşma” tehlikesini azalttığı için küçük tasarruf sahiplerinin yatırımlarını güvence altına alır ve bankacılık sistemindeki istikrarı korur. İkinci ders: faiz oranı kontrolleri bir sonuç vermez. Üçüncü ders: hükümet yatırım bankalarının faaliyetlerini yönlendirmemelidir; aksine, yatırımlar piyasa güçlerinin etkisine ve ekonomik niteliğe dayanılarak belirlenmelidir. Dördüncü ders: içerdekilere ya da içerdekilerle bağlantılı şirketlere banka kredisi verilmeden önce özenli bir inceleme yapılmalı ve bu gibi kredilere bir sınırlama getirilmelidir. Beşinci ders: bankalar borçlarını ödeyemez duruma düşer düşmez kapatılmalı, mevduat sahiplerine ödeme yapılmalı ve bu bankaların açtıkları krediler daha sağlıklı başka kredi kuruluşlarına devredilmelidir. İflas etmiş kuruluşların faaliyetlerini sürdürmelerine göz yumulması sadece yeni krediler verilmesini durdurur ve ekonomik gelişmeyi engeller. Son olarak, Amerikalıların inancına göre, borçlarını ödeyemez duruma düşen bankaların iflas etmelerine izin verilmesi gerekmekte ise de hükümet onları sürekli olarak denetlemekle ve tüm ekonomiye zararı dokunabilecek gereksiz ölçüde riskli kredi açmalarını önlemekle yükümlüdür. Düzenleyici kuruluşlar yürüttükleri doğrudan denetlemelerin yanı sıra bankaların sermayelerinin büyük bir bölümünü kendilerinin yaratmalarının gerekli olduğunu da sürekli biçimde vurgulamaktadırlar. Zararlarını kapatmaları için bankalara fon sağlanmasına ek olarak sermaye birikimine gidilmesi de istenirse iflas durumunda bu paraları da yitireceklerini düşünen banka sahipleri daha sorumlu davranabilirler. Düzenleyici kuruluşlar bankalardan mali durumlarını açıklamalarını istemenin de önemli olduğunu vurgulamaktadırlar; ne gibi faaliyetlere giriştikleri ve hangi koşullarda çalıştıkları halk tarafından bilinen bankaların daha ihtiyatlı davranmaları olasılığı vardır. | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |