Beşiktaş Forum  ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi


Geri git   Beşiktaş Forum ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi > Eğitim Öğretim > Dersler - Ödevler - Tezler - Konular > İktisat

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 28-02-2007, 12:47   #61
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Sendikalar
Şu anda bizim için en önemli çalışma alanı gençliktir. Fakat sendikal çalışma da yakıcı bir önem taşımaktadır.
Her yerde işçi ve sendika liderleri aracılığıyla yönetmek zorunda oluşu, egemen sınıfın zayıflığını göstermektedir. İşçi liderlerinin desteği olmaksızın kapitalistlerin egemenliği bir gün dahi süremez. Fakat derin kriz koşulları altında burjuvazi sınıf barışı politikasını sürdüremeyecektir. Almanya’da eski sınıf işbirliği politikasının nasıl darmadağın olduğunu gördük. Patronlar her yerde saldırıya geçmek zorunda kalacaklar. Bu da sendika ve işçi hareketi için köklü sonuçlar doğuracaktır.
Troçki, Emperyalist Çöküş Çağında Sendikalar adlı makalesinde, sendika üst yöneticilerinin burjuva devletle kaynaşma gibi bir organik eğiliminin olduğunu açıklıyordu. Bu eğilim hâlâ mevcuttur, fakat artık bürokrasi için bu yolda devam etmek zor olacaktır.
Nesnel koşullar, patronların işçileri ödünlerle satın alabileceğini önvarsayan sınıf işbirliği için kesinlikle uygun değildir. Tersine kriz koşulları altında işverenler geçmişte verdikleri ödünleri de geri almaya başlayacaklardır.
Geçmişte greve çıkmak ve ödünler koparmak kolaydı. Artık bunlar oldukça zor şeylerdir. Grevler artan oranda zor, sancılı ve uzatmalı olacaktır. Sınıflar arasındaki ilişkiler de çok daha uzlaşmaz olacaktır, çelişkiler 1945 yılından bu yana yaşanan döneme kıyasla daha da keskinleşecektir. Bu da sendikalar içinde bir hoşnutsuzluğun ve muhalefetin mayalanmasına yol açacaktır; değişimin imkânsız gibi göründüğü en sağ ve bürokratikleşmiş sendikalarda bile bu yaşanacaktır.
Er ya da geç, süreç, işçi sınıfının kitlesel örgütlerinde yansımasını bulacaktır. Liderlik işçilerin giderek artan basıncıyla yüz yüze gelecektir. Ya bu basıncın etkisiyle harekete geçecekler ve önderliğe devam edecekler ya da bir kenara çekilip yerlerini daha kararlı, daha genç unsurlara bırakacaklar. Britanya’da sendika seçimlerinde yaşanan sola kayış, gelecek dönemde hareketin her düzeyinde yaşanacak bir sürecin erken belirtisidir.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 28-02-2007, 12:47   #62
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

İkinci Dünya Savaşını takip eden uzun süreli ekonomik yükseliş döneminde, bir grev tehdidi dahi ileri kapitalist ülkelerde çoğu zaman grevden kaçınmak için yeterli oluyordu. O zamanlar işyeri temsilcisi olmak çok kolaydı. Fakat şimdi her şey değişti. Bunun nesnel nedenleri vardır. Boom dönemlerinde kapitalistler üretimin hiçbir şekilde durmasını istemezler, bu yüzden grevden kaçınmak için artı-değerin bir kısmını feda ederek işçilere ödünler verebilirler. “Toplumsal ortaklığın” ve sınıf işbirliğinin ekonomik temeli budur. Fakat daha önce açıkladığımız gibi son boom, büyük ölçüde işçi sınıfının iliklerine kadar sömürülmesine dayandırılmıştır. Bunun sonuçları tamamen farklıdır. Hatta boom’un en tepesinde karşı-reformlar ve saldırılar yaşanmıştır. Yaklaşan çöküşte işler çok daha kötü gidecektir.
Gelecek dönemde işyeri temsilcisi olmak zorlaşacaktır. Yalnızca en militan ve cesur unsurlar seçimlerde aday olmayı göze alacaklardır. Grevler şiddetli geçecek ve ödünler elde etmek zorlaşacaktır. Bu değişen nesnel koşullarda, sendikaların dönüşümü için temel bulabiliriz. Olayların sıcağında, işçi örgütleri tepeden aşağıya dönüştürülecektir. Bu dönemde sendikalar gerçek Marksistler için hayati alanlardır.
Sendikalar yeni toplumun eski toplum içindeki embriyolarıdır. Lenin sendikaları “komünizm okulları” olarak tanımlamıştı. Buralar, yüz binlerce hatta milyonlarca proleterin, gelecekte toplumun yönetimini kendi ellerine almalarını mümkün kılacak eğitimi ve deneyimi edineceği okullardır.
Marksistlerin amacı yeni üyeler kazanmak, düşüncelerimizi yaymak, yayınlarımızı satmak ve etkimizi yayıp derinleştirmektir. Değişen koşullar altında, sendikalar çok verimli bir çalışma alanı olacaktır. Kriz ilk olarak kendini sendikalarda göstermiştir. Sendika liderleri tarafından sürdürülen sınıf işbirliği politikasının sınırları vardır. Bu aşamada, sendikal çalışma, çok emek isteyen ve sonuçları mütevazı olan zahmetli bir mücadeledir. Fakat gelecek için gerekli bir yatırım ve hazırlıktır.
Belli bir aşamada sendikalar rejime karşı yarı muhalif hatta resmen muhalif konuma gelecektir. Hiçbir şey ultra solcuların satıp durdukları “sendikalarda çalışmamalıyız” fikrinden daha tehlikeli değildir. Hatta bürokratik aygıt hareketi engelleyip gerici bir rol oynadığında ve işçiler gayri resmi eylemlere başvurduğunda dahi, dönecekleri yer daima sendikalardır. Geçici taban örgütlenmeleri bir rol oynayabilirler, fakat asla sendikaların sürekli örgütlenmelerinin yerine geçemezler.
Stalinistler her yerde çökmüş durumdadırlar ve geçmişteki hallerinin bir gölgesidirler. Marksizm-Leninizmin fikirleriyle hiçbir bağları kalmamıştır ve sıradan reformist politikacılar haline gelmişlerdir. Bu da onların örgütsel yeteneklerini etkilemektedir. Sendikalar üzerinde geçmişte olduğu gibi etkileri yoktur. Aynı zamanda sektlerin de gerçek sendikal çalışmanın nasıl yürütüleceğine dair hiçbir fikirleri yoktur. Bu yüzden, eğilimimizin sendikalarda ciddi temel oluşturmasının yolu açıktır, yeter ki çalışalım.
İleri işçiler ciddi açıklamalar ve analizler istiyorlar, sadece slogan ve ajitasyon değil. Kitaplarımız bu katman arasında hatırı sayılır bir başarı kazanmıştır, özellikle de Aklın İsyanı. Bu da göstermektedir ki, sadece gençler arasında değil aynı zamanda işçiler arasında da teoriye susamışlık artmaktadır. Bunu küçümsemek ya da yazılı yayınlarımızı en düşük ortak paydaya indirgemek ciddi bir hatadır. Amacımız, ileri işçilerden başlayarak işçilerin düzeyini yükseltmektir.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 28-02-2007, 12:48   #63
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Büyüyen kriz her şeyi sarsmaktadır ve insanları olgular üzerinde daha derin düşünmeye sevk etmektedir. Var olan toplum düzenini sorgulamak ve mevcut dünya durumunun nedenlerini öğrenmek yönünde genel bir eğilim mevcuttur. Bu sorulara cevap verebilen eğilim, işçileri ve gençliği kazanacaktır. Burada bütün rakiplerimiz karşısında muazzam bir avantaja sahibiz!
İleri öncünün bir kesimi, sınıf mücadelesindeki uzun dönemli durgunluktan ve bu dönemdeki sendika liderliğinin görülmedik boyutlardaki yozlaşmışlığından etkilenmiş, bundan tümüyle yanlış sonuçlar çıkarmıştır. Onlar süreci diyalektik olarak değerlendirmemektedirler, bu yüzden de sınıfa güvenini yitiren sendika aktivitistleri katmanının yaygın kötümserliğini yansıtarak, kötümserleşmiştirler.
Bizler aktivistler arasındaki geçici ruh halini değil, kapitalizmin derin krizini –son elli yılın en derin krizi– esas almalıyız. Toplumdaki temel süreçleri görmeli ve sınıflar arasında bir karşı karşıya gelişin kaçınılmaz olduğunu anlamalıyız. Egemen sınıf her yerde derin kesintiler istemekte ve işçilerden “fedakârlık” beklemektedir. Bu sınıf mücadelesi için tüketilmiş bir reçetedir. Sendika liderleri bunu göremeyecek kadar kördür. Onlar geçmişte yaşıyorlar. Ödünler vererek patronlarla ve hükümetle eski sıcak ilişkileri geri döndürebileceklerini sanıyorlar. Zayıflığın saldırıya davet anlamına geldiğini anlamıyorlar. Her geri adımın ardından patronlar iki kat fazlasını isteyeceklerdir.
Bu sürecin bir sınırı vardır. Er ya da geç işçiler “Yeter!” diyecekler. İtalya, İspanya ve daha öncesinde Yunanistan’daki muhteşem genel grevler ve gösteriler bunu açıkça göstermiştir. Belli bir aşamada, Fransa’da 1968 Mayısında olduğu gibi, mücadeleyi yaygınlaştırma aracı olarak, eylem komiteleri sloganı uygun hale gelecektir. Bu slogan sektlerin düşündüğü gibi sınıfın kitle örgütlerinin karşısına koyulmamaktadır. Belli koşullar altında, 1926 Britanya genel grevinde olduğu gibi, bizzat sendikalar sovyet gibi hareket edebilirler. Almanya’da, belli bir aşamada, Troçki bütün iktidar işçi temsilcileri komitelerine sloganını ileri sürmüştü.
Faşizm ve Bonapartizm
Elbette hareket düz bir çizgide gelişmeyecektir. İnişler ve çıkışlar kaçınılmazdır. Fırtınalı ilerleme dönemlerini, yorgunluk, durgunluk, yenilgi ve hatta gericilik dönemleri takip edecektir. Sağa sola çılgınca yalpalamalar yaşanacaktır. Fakat gericiliğe doğru atılan her adım yalnızca daha büyük sola kayışları hazırlayacaktır. Günümüzde, gelişmiş kapitalist ülkelerde faşizm ve hatta Bonapartizm tehlikesi yoktur. Fakat önümüzdeki dönemde bu değişebilir.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 28-02-2007, 12:48   #64
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Sağ kanat burjuva partilerin her birinde büyümeye başlayan Bonapartist eğilimler söz konusudur: Britanya’da Muhafazakârlar içinde, İtalya’da Forza içinde ve hatta ABD’de Cumhuriyetçiler içinde. Fakat şu anda bunlar ihmal edilecek kadar küçüktür. Avrupa’da burjuvazinin geçmişte faşizmden ağzı kötü bir şekilde yandı, bu yüzden iktidarı tekrar Hitler ve Mussolini gibi faşist çılgınlara vermemesi muhtemeldir. Üstelik sınıfsal güç dengesi Savaş öncesi durumla hiçbir şekilde karşılaştırılamaz, o dönemde İtalya ve Almanya’da çok büyük bir köylülük mevcuttu. Şimdi her yerde işçi sınıfı büyük bir çoğunluk oluşturmaktadır.
Irkçılığın yayılması, mevcut dönemde kapitalizmin hastalığının belirtilerinden biridir. Avrupa’da ve diğer gelişmiş kapitalist ülkelerde işsizliğin büyümesi, gerici sağ kanat demagogların üzerine oynayabilecekleri bir güvensizlik ve korku hali üretmektedir. Sosyal Demokrasinin reformist liderlerinin bu olguya hiçbir yanıtları yoktur. Aslında bundan kısmen onlar sorumludur. Kapitalizmi, pazarı, özelleştirmeyi vb. kabul eden “sosyalist” hükümetlerin izledikleri sağ politikalar, sadece kitleler içinde ümitsizlik ve hayal kırıklığı tohumları yaymaya yarar ve Fransa’da Le Pen’e desteğin artmasında gördüğümüz gibi, kaçınılmaz olarak gerici bir tepkiye yol açar.
Öznel faktörün yokluğunda, işçi sınıfının bazı geri kesimlerinin, gerici ruh hali ve eğilimlerden etkilenmesi kaçınılmazdır. Rusya’da devrim sırasında bile durum buydu. Bu durum kapitalizmin çelişkilerinin ve iş, ev, okul vb. eksikliğinin yarattığı genel güvensizlik ve korku halinin sonucudur.
Faşizme ve ırkçılığa karşı savaşmayı öğrenmek ne kadar gerekliyse, ölçü duygusunu korumak ve bunun nasıl yapılacağını anlamak da o kadar gereklidir. Sürekli faşizm tehlikesi çığırtkanlığı yapan sektlerin ve küçük-burjuva “solcular”ın histerik tepkisi, onlarla ilişkiye geçenlerin kafalarını karıştırmaya ve yanlış yönlendirmeye yarar sadece.
Fransa, Hollanda ve Danimarka’da son dönemdeki sağa kayışın suçunun kime ait olduğunu ortaya koymak ayrıca önemlidir; Sosyal Demokrasinin yanlış politikaları nedeniyle hareket bozguna uğradı. Kapitalizme tümüyle teslim olan bu liderler, şimdi “faşizm” hakkında gürültü koparanlara katılarak sorumluluklarının üstüne örtmeye çalışıyorlar. Aslında halkın bir kesimi içinde gerici ve ırkçı ruh halinin büyümesinin koşullarını yaratan bizzat kapitalist sistemdir; ve bu ancak gerçek bir sosyalist politikanın ve kapitalizme karşı var güçle savaşmanın benimsenmesiyle önlenebilir. Gerisi yalnızca kitlelerin gözünü boyamayı amaçlayan boş demagojidir.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 28-02-2007, 12:48   #65
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Irkçılığın kökü, “kardeşçe sevgi”, ahlâk gibi dinsel ögelere başvurarak kurutulamaz. Irkçılıkla ancak sınıf temelinde ve herkese iş, konut, yeterli ücret ve iyi çalışma koşulları garanti edecek sosyalist politikalar için mücadele ederek savaşılabilir. Faşizmle ve ırkçılıkla savaşmanın gerekli olduğunu açıklayarak, işçilerin kitle örgütlerinde, özellikle de sendikalarda ajitasyon ve propaganda seferberliği yürütmek gerekir; fakat akılsız küçük-burjuva yöntemlerle değil işçi sınıfının yöntemleriyle.
Son dönemde Sosyal Demokrasi, 15 AB ülkesinin 11’inde hükümetteydi. Buna rağmen kitleler yaşam koşullarında hiçbir temel değişiklik görmediler. Mevcut tepkiyi üreten budur. Durum böyleyken, bunu toplumda genel bir “sağa dönüş”, daha da ötesi “faşizm” tehlikesi olarak sunmak tümüyle yanlıştır. Bir kere Le Pen İtalya’daki Fini’den daha faşist değildir. O azgın bir gerici, ırkçı bir demagog ve gericiliğin gelecekteki en uç biçiminin iyi bir örneğidir. Fakat seçimlerin ikinci ayağında Le Pen ciddi bir yenilgiye uğradı ve gerçek durum ortaya çıktı. Daha da önemlisi Sosyalist ve Komünist Parti de ağır bir yenilgi aldı ve iktidar sağcı burjuva koalisyona geçti. Bu da göstermektedir ki, Jospin ve ortaklarının ve de onların “Komünist” müttefiklerinin burjuva yanlısı politikaları güven oyu alamamıştır.
Fransız seçimleri, faşizm tehlikesini değil, Fransız toplumundaki sağ-sol kutuplaşmasını göstermiştir. Jospin hükümetinin düşüşü, Fransa’da sosyal ve politik istikrarsızlığın yaşanacağı yeni bir dönemi açmıştır. Bu dönem sağa ve sola sert dönüşlerle karakterize olacaktır. Parlamenter cephede engellenen Fransız işçiler, 1992-95’teki Juppe hükümeti döneminde yaptıkları gibi sokaklara döküleceklerdir.
Bu son derece istikrarsız ruh hali, şu anda yalnızca Fransa’da değil tüm Avrupa’da söz konusudur. İtalya ve İspanya’da sağcı hükümetlerin zaferi, sendika liderlerinin tabanın basıncıyla örgütledikleri kitlesel genel grevleri ve gösterileri engellemedi. Yakında Britanya, Almanya, Belçika, Hollanda ve Danimarka’da da benzer gelişmelere şahit olacağız. Sarkaç, işçi sınıfının kitle örgütlerinde bir mayalanma ve radikalleşme sürecinin yolunu hazırlayarak sola doğru salınacaktır. Bu yüzden görülen şey bir gericilik manzarası değil, birbiri ardına pek çok ülkede yaşanacak devrimci gelişmelerdir.
Sektler, küçük-burjuva solcular ve radikaller bütün bunlardan hiçbir şey anlamazlar. Onlar en ufak bir bahanede “faşizm” diye kıyameti koparırlar ve böylelikle büyük devrimci olduklarını düşünürler. Burjuvazinin ancak bütün diğer araçlar tüketildiğinde ve devrilmeyle yüz yüze geldiğinde diktatörlüğe başvuracağı temel gerçeğini kavrayamazlar. Avrupa’da şu an var olan sınıfsal güç dengesi dikkate alındığında bunun anlamı kesinlikle şudur: gericilik sorunu ortaya çıkmadan çok önce, işçi sınıfının iktidarı almak için pek çok fırsatı olacaktır.
Ancak proletarya bir dizi yenilgi yaşadıktan sonra, Fransa, İspanya, İtalya ve Britanya’da çeşitli türden Bonapartist diktatörlükler için uygun koşullar ortaya çıkardı. Fakat günümüzde bu söz konusu dahi olamaz. İşçi sınıfı örgütlerine dokunulmamıştır. İşçi sınıfının büyük yenilgiler yaşadığı bir dönemde de değiliz. Aksine Avrupalı işçiler, göreli bir “sınıfsal barışın” yaşandığı uzunca bir dönemin ardından henüz hareketlenmeye başlıyor. Öte yandan, Fransa, Hollanda ve Danimarka burjuvazisinin, parlamenter yönetimi ortadan kaldırmayı ve faşist maceracıların koruması altına girmeyi düşünecek kadar devrimden korktuğunu söylemek doğru mudur? Soruyu somut olarak koyduğumuzda, bunun ne kadar komik olduğu görülmektedir.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 28-02-2007, 12:48   #66
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Fransa’nın egemen sınıfı Le Pen’in seçim başarısından hiç de hoşnut değildi. Günümüzde diğer Avrupa ülkelerinin kapitalist sınıflarına benzer şekilde, onlar da biçimsel burjuva demokrasisi rejiminden son derece memnundurlar; çünkü böylece, iktidarın gerçek dümeni kendi ellerinde kalırken, “kararları çoğunluğun verdiği” yanılsamasını yaratabilmektedirler. Kapitalist bakış açısıyla bakıldığında, bu tür bir rejim çok ekonomik, verimli ve güvenlidir. “İktidar” kendi doğrudan parlamenter temsilcileri (Chirac, Aznar …) ile özel mülkiyetin ve kurulu düzenin en saygın savunucuları olan sağ Sosyal Demokratlar (“Sol”) arasında her beş yılda bir el değiştirmektedir. O halde sorun ne?
Sorun, Le Pen gibilerin şu an olduğu gibi işçileri ve gençleri provoke ederek işleri karıştırmaları ve gereksiz problemlere yol açmalarıdır. Bütün bunlar, artık tüm Avrupa’yı etkileyen muazzam bir istikrarsızlığın yaşandığını gösteriyor. Güçlü bir devrimci partinin bulunmadığı durumda, bunun kendini çeşitli özgün biçimlerde –Fransa ve Hollanda’da olduğu gibi gericilik olgusu da dahil– ortaya koyması kaçınılmazdır. Fakat bunlar geçici ve kısa ömürlü olgulardır ve her şeyden çok daha fazla belirtisel önem taşımaktadırlar.
Bu yüzden, bu aşamada böyle gelişmelerin önemini abartmak tamamen yanlıştır. Bununla birlikte gelecekte durum tamamen farklı olacaktır. Eğer işçi sınıfı toplumun sosyalist dönüşümünü gerçekleştirmeyi başaramazsa, bir süre sonra gericilik için uygun koşullar gelişecektir. Hatta en gelişmiş ve “demokratik” ülkelerde dahi egemen sınıf, grev, gösteri ve oy hakkının gereksiz ve tehlikeli lüksler olduğuna hükmedecektir. Bu aşama geldiğinde (hâlâ bu aşamaya oldukça uzağız) egemen sınıf işçi sınıfının gözünü korkutmak için, insanları öldürmek ve katletmek için, faşist çeteleri kullanmakta bir an bile tereddüt etmeyecektir.
Fakat geçmişte Hitler ve Mussolini’den ağızları yandığından, Avrupa ülkelerinde burjuvazi büyük bir olasılıkla faşist çılgınlara iktidarı vermeyecektir. Akrabalık ve başka bağlarla bağlı oldukları ve üzerlerinde belli ölçüde kontrol kurmayı umabildikleri generallere başvurmaları daha muhtemeldir. Faşist çeteler rejimin asıl kuvveti olarak değil yardımcı kuvvetleri olarak kullanılacaktır. Bununla birlikte böyle bir rejim gaddar bir diktatörlük olurdu; Şili’deki Pinochet rejimi ve 1980 sonrası Türk generallerin canavarca diktatörlüğü gibi.
Son elli yıldır Avrupalı ve Amerikalı işçilere “demokrasinin” normal ve hatta kaçınılmaz bir var oluş hali olduğuna inanmaları öğretildi. Aslında bu, sınıf mücadelesini belli sınırlar içinde tutmak için işçi sınıfına belli ödünler verebilen zengin kapitalist ülkelerin benimsediği nispeten yeni bir icattır. Bu “sınıfsal barış” rejimi kırılmaya başladığı ölçüde, burjuvazi, trendeki bir adamın sigara içilmeyen vagondan sigara içilen vagona geçmesi kadar kolaylıkla demokrasiden diktatörlüğü geçecektir.
Bugün var olan demokratik hakları, işçi sınıfının kapitalistlere karşı nice kanlar dökerek kazandığı asla akıldan çıkarılmamalıdır. Demokrasinin kökleri çok yüzeydedir ve kolayca sökülebilir, yeter ki burjuvazi işçi sınıfının “normal” araçlarla kontrol edilmesinin olanaksız olduğuna karar versin. Her halükârda, demokrasi denen şey, aslında büyük firmaların diktatörlüğünü gizleyen incir yaprağından başka bir şey değildir. Gerekli olan şey büyük tekellerin ve bankaların diktatörlüğüne son vermek ve sosyalizme giden yolda ilk adım olarak işçi demokrasisi rejimini ve Sosyalist Birleşik Avrupa Devletlerini kurmaktır.
Nihayetinde bütün burjuva partilerde, açıkça Bonapartist partilerin oluşumuyla sonuçlanan bölünmeler olacak ve toplumda, 1970’lerdeki Gladyo benzeri her türden sağcı gizli oluşumun yolunu hazırlayan bir sağ-sol kutuplaşması yaşanacaktır. İşçi sınıfının ve örgütlerinin gücü dikkate alındığında, bu durum sınıf mücadelesinde bir patlamanın ve hatta açık bir iç savaşın yolunu döşeyebilir.
Fakat burjuvazi bütün diğer olanaklar tüketilinceye kadar açık gericiliğe başvurmayacaktır. Bu aşamaya ulaşmadan önce, işçilerin birbiri ardına birçok ülkede iktidarı almak için pek çok olanağı olacaktır. Ancak işçi sınıfının bir dizi ciddi yenilgisinin ardından, Bonapartist diktatörlük tehlikesi ortaya çıkacaktır.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 28-02-2007, 12:48   #67
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Perspektifler
Mevcut durum, Birinci Dünya Savaşının patlak verişini önceleyen uzun süreli sınıfsal barışın sonundaki 1912-14 dönemine benzemektedir. Bu dönem, 1923’e kadar devam eden yeni bir savaşlar ve devrimler dönemini başlatmıştı. Ardından, 1920’lerin boom’u üzerinde temellenen göreli bir istikrar dönemi yaşandı; bu dönemi de geçtiğimiz on yıla benzetebiliriz. O ise, yeni bir istikrarsızlık, devrim ve karşı-devrim dönemini açan ve ancak İkinci Dünya Savaşının (1939-45) patlak vermesiyle biten 1929-33 çöküşüyle sona ermişti.
Daha önceki belgelerde açıkladığımız özgül nedenlerden dolayı, 1945 sonrası dönem, esasen dünya ticaretinin yayılmasına dayanan uzun dönemli bir kapitalist yükselişle karakterize oldu. Bu dönem, 1973-75’te, savaştan bu yana yaşanan ilk dünya resesyonuyla sona erdi. Bu da savaş sonrası ekonomik yükselişten farklı olan yeni bir dönemi araladı. Bu dönem de düşük büyüme hızı, yüksek işsizlik, devlet harcamalarında kesinti ve karşı-reformlarla karakterize oldu.
Son dönemdeki boom bizim tahminlerimizden uzun sürse de, savaş sonrası yükselişle hiçbir benzerliği yoktu. Aslında bu dönemin temel ekonomik göstergelerinin hiçbiri geçmiş dönemlerle benzerlik taşımamaktadır. Geçmişe baktığımızda, 1990’ların boom’u, düşüş döneminin yolunu döşeyen 1920’lerin çalkantılı boom’una daha çok benzemektedir. Elbette tarih tamamen aynı şekilde tekerrür etmez. Daima karşı-akıntılar ve farklılıklar mevcuttur. Devrimci süreç düz bir çizgi üzerinde ilerlemez. Yükseliş dönemlerini durgunluk dönemleri takip eder. Fakat her dönemde, örgütü inşa etmek ve güçlendirmek şarttır.
1945’in ardından yaşanan uzun dönemli kapitalist yükselişte, sınıflar arasındaki ve hatta devletler arasındaki ilişkilerde göreli bir istikrar vardı. Artık hepsi bitti. İstikrarın yerine evrensel bir istikrarsızlık hakimdir. Bu ABD’de bile görülebilir; aslında özellikle de ABD’de. 11 Eylül olaylarıyla birlikte, Amerikalıların zarar görmezlik efsanesi sonsuza dek tuzla buz edilmiştir. Amerika da dünyanın geri kalan kısmının içinde bulunduğu ve tamamen kapitalizmin hazırladığı mevcut kaos, patlama ve kargaşa ortamına dahil olmuştur.
Troçki Rus Devriminin Tarihi adlı eserinde, bir devrimin ilk göstergesinin kitlelerin politikaya katılması olduğunu açıklıyordu. Bu artık ABD’de ve bütün diğer ülkelerde yaşanmaktadır. Politikayla ilgilenmeyen insanlar aniden ilgilenir hale gelmişlerdir. Bugüne kadar spor sayfaları dışında gazete okumayan insanlar şimdi Afganistan’dan gelen son haberleri can kulağıyla dinliyorlar; dünya politikasının ve askeri işlerin karmaşıklığını anlamaya çalışıyorlar.
Tahmin ettiğimiz üzere 11 Eylül’ün ivedi etkisi gerici bir karaktere sahiptir. Yapılan anketlere göre Başkan Bush’a yüksek oranda bir destek var. Fakat bu son derece gelgeç bir ruh halidir ve çok kolayca tam tersine dönüşebilir. Şimdiki başkanın babasının Körfez Savaşı sırasında yüksek bir destek gördüğünü ve bunun ertesi yıl yapılan Başkanlık seçimlerinde onu yenilgiye uğramaktan kurtaramadığını unutmayalım. Amerika’daki ruh hali 10 yıl öncesiyle kıyaslandığında daha istikrarsızdır. George W. Bush Amerika tarihinin en çok nefret edilen ve alay edilen politikacısı olarak görevini bitirecektir. Ve onun kader arkadaşı Tony Blair de Britanya’da aynı akıbetle yüzleşecektir.
Anlaşılması gereken temel şey dünya ölçeğinde kapitalizmin çıkmazda olduğudur. Çok patlamalı bir durumu hazırlayacak çelişkiler birbiri üzerine birikmektedir. Krizler belirdikçe kitlelerin ruh hali belli bir anda aniden sola kayarak hızla değişebilir. New York belediye başkanı 11 Eylül’ün ardından itfaiyecilere kendi yoldaşlarının cesetlerini aramayı durdurma emri verdiğinde, New Yorklu itfaiyecilerin davranışı, Amerikalı kitlelerin çelişkili ruh halini göstermekteydi. İtfaiyeciler Belediye Sarayına yürüyüp polisle meydan savaşı yürüttüler. Ve bütün bunları yaparken Amerikan bayrağı taşıyorlardı. Bu bir diyalektik çelişkidir. Amerikalı işçilerin eylemi onların bilinçlerinden daha ileri durumdadır. Büyük bir olasılıkla, nihai iktidar hücumunu yaparlarken de hâlâ ellerinde bayrak olacaktır. Ama bu sonucu hiç de değiştirmeyecek!
  Alıntı ile Cevapla
Alt 28-02-2007, 12:49   #68
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Kısa vadede, savaşın etkisinin, sadece Amerika’da değil pek çok ülkede sınıf mücadelesini felce uğratacağından ya da en azından erteleyeceğinden hiç şüphe yoktur. Fakat bu geçici bir dönemdir. Bütün çelişkiler yerinde durmaktadır ve yoğunlaşarak artmaktadır. Önderlik sel sularını engellemekle sadece onu daha da zaptedilmez hale getirecektir. Barajın patlamasıyla eninde sonunda yaşanacak olan budur.
Son on yıldaki boom sırasında bile devlet harcamalarında sürekli kesintiler yaşandı. Bu, bir çöküşte de, daha büyük sıkıntılara yol açarak devam edecektir. Üretim ve istihdamdaki düşüş, devlet gelirlerinde de benzer bir düşüş anlamına gelecek ve işçi sınıfına ve işsizlere ciddi reformlar ve ödünleri imkânsız kılacaktır. Bizler sendika liderlerinin öne sürdüğü eğitim ve sağlık alanlarında kamu harcamalarının artırılması talebini destekleyeceğiz; fakat bunun kapitalizm temelinde imkânsız olduğuna da dikkat çekeceğiz. İhtiyaç duyulan şey, krizden çıkışın tek yolu olarak, demokratik işçi denetimi ve yönetimi altında ekonomi yönetiminin devletleştirilmesi ve sosyalist bir üretim planıdır.
Cenova’daki Uluslararası İşçi Bürosunun son dönemlerde yaptığı bir çalışma, çalışanlar üzerindeki baskıların boom sırasında ne kadar arttığını ortaya koymaktadır. Bu çalışma göstermektedir ki, Britanya, ABD, Finlandiya, Almanya ve Polonya gibi ülkelerde, her on işçiden birinin çoğu durumda işsiz kalmasına ve hastaneye düşmesine yol açan depresyon, huzursuzluk, tükenmişlik ve stres gibi zihinsel sağlık sorunlarında artış görülmektedir. Raporda tahmin edilen şudur; ABD’de depresyon tedavisine harcanan para 30-44 milyar dolar arasındayken, Avrupa Birliği’nde zihinsel sağlık sorunlarına yapılan harcama GSMH’nin yüzde 3-4’ü civarındadır. ABD’de yılda yaklaşık 200 milyon çalışma günü kaybına neden olan klinik depresyon, her yıl on çalışan yetişkinden birini etkileyerek, en yaygın hastalıklardan biri haline gelmiştir.
Muhtemelen durumun önemini küçülten bu rakamlar, kapitalizmin ileri ülkelerde bile kitleler için nasıl katlanılmaz bir sistem haline geldiğini gösteriyor. İşten alınan tüm zevki ortadan kaldıran insanlık dışı baskılar, işyerindeki otoriter yönetim, uzun ve sıkıcı iş saatleri, milyonlar için bir kâbus durumu yaratmıştır. Bu da kendini, ailenin yıkılışı, çocuk ve kadın suiistimali, anlamsız şiddet ve suç, uyuşturucu ve alkolizm olarak ortaya koymaktadır. Eğer bu durum boom döneminde yaşanıyorsa, varın siz düşünün çöküş döneminde yaşanacakları?
Daha şimdiden, pazar ekonomisi giderek artan bir şekilde sorgulanıyor, hatta orta sınıflar arasında bile. Aşırı çalışma yükü, performans hedefleri, zamanında üretim, baskı, huzursuzluk, güvensizlik, eşitsizlik; bütün bunlar giderek artan bir eleştirel ruh hali yaratıyor, özellikle gençlik arasında, fakat sadece onunla sınırlı değil.
  Alıntı ile Cevapla
Alt 28-02-2007, 12:49   #69
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

11 Eylül’ün ardından gelen olaylar, bu konuda temel bir durum değişikliğine yol açmadı. ABD’de bayrak taşıma ve yurtseverlik ruh hali geçiciydi ve kriz büyür büyümez bütün bunlar kaybolacaktır. ABD’de dahi gerçek bir savaş coşkusu duyulmamaktadır; çoğunluğun ruh hali gönülsüz boyun eğme olarak açıklanabilir. Bush ve sağın, kendilerini bu ruh haline dayandırabilecekleri fikri ciddi bir hataydı, Irak’ta bir maceraya kalkıştıklarında çok geçmeden görülecektir bu.
Toplumdaki sağ-sol kutuplaşması, belli bir noktada işçi ve sendika örgütlerinin içinde de tekrarlanacaktır. Bunun kanıtlarını ufak da olsa şu anda dahi görmekteyiz. İşçi örgütleri büyük oranda boşalmıştır ve liderlik oldukça sağa kaymıştır; bu yüzden bazıları bu örgütleri toptan defterden silmiştir. Bu aptallığın daniskasıdır. Liderliğin bu kadar sağa kaymasının nedeni, sınıfın henüz belirleyici bir yola girmeye başlamamış olmasıdır.
Liderler işçi sınıfının doğrudan baskısı altında olmadığı ölçüde, egemen sınıfın baskısı ikiye katlanmaktadır. Fakat sınıf hareketlenir hareketlenmez işçiler kaçınılmaz olarak kitle örgütlerinin yolunu tutacaklardır, ÇÜNKÜ BAŞKA BİR ALTERNATİF YOKTUR. Bu gerçeği asla gözden kaçırmamalıyız.
Günümüzde kapitalizmin işçi örgütleri üzerindeki baskıları savaş nedeniyle özellikle artmıştır. Hizaya çekmek, savaş sorununda “ulusal birliği” sağlamak, “bölücü konuları” bir kenara bırakmak vs. için yoğun baskılar uygulanmaktadır. Fakat zaman ilerledikçe kitlelerin can alıcı sorunlarına seslenme doğrultusunda aşağıdan büyük bir basınç gelecektir. Kitlelerin ruh hali, işçi ve sendika aygıtlarının ölü ağırlığını bir süreliğine kaldırabilir. Fakat bunun bir sınırı vardır. Süreç ne kadar uzatılırsa, geldiğinde patlama o kadar şiddetli olacaktır. Egemen sınıfı, reformistleri ve sendika liderlerini büyük sürprizler beklemektedir.
Gelişmiş ülkelerde Marksizmin etkisi henüz yavaş ilerlemektedir. Bu bir diyalektik çelişkidir. Nesnel durum çelişkilidir. Bütün bir tarihsel süreç boyunca gerçek Marksizm güçleri gelişmiş ülkelerde kitlelerden yalıtılmış durumdaydı. Bizler akıntıya karşı mücadele ettik. Fikirlerimiz işçilerin deneyimlerine tekabül etmedi. Fakat artık durum değişmeye başlıyor. İşçi sınıfı genelde kitaplardan değil kendi deneyimlerinden öğrenir.
İnişleriyle çıkışlarıyla, gelecek on yıla ve belki daha da uzun bir döneme yayılacak olan dünya kapitalizminin büyüyen krizi, kitleleri ataletlerinden ve duyarsızlıklarından kurtaracak ve mücadele yoluna itecek bir dizi şiddetli sarsıntıyı hazırlıyor. Bu koşullar altında, küçük çevrelerde yankısı olan fikirler, binlerce ve on binlerce dinleyiciyi kazanacaktır. Artık akıntıya karşı mücadele etmemiz gerekmeyecek, aksine tarihin akışıyla birlikte hareket edeceğiz. Devrimci Marksizm, toplumu sosyalist yeniden yapılandırma mücadelesinde işçi sınıfının başında, hak ettiği yeri alacaktır.
Londra, 16 Eylül 2002
  Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık




Türkiye`de Saat: 13:53 .

Powered by vBulletin® Copyright ©2000 - 2008, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2

Sitemiz CSS Standartlarına uygundur. Sitemiz XHTML Standartlarına uygundur

Oracle DBA | Kadife | Oracle Danışmanlık



1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 437 438 439 440 441 442 443 444 445 446 447 448 449 450 451 452 453 454 455 456 457 458 459 460 461 462 463 464 465 466 467 468 469 470 471 472 473 474 475 476 477 478 479 480 481 482 483 484 485 486 487 488 489 490 491 492 493 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503 504 505 506 507 508 509 510 511 512 513 514 515 516 517 518 519 520 521 522 523 524 525 526 527 528 529 530 531 532 533 534 535 536 537 538 539 540 541 542 543 544 545 546 547 548 549 550 551 552 553 554 555 556 557 558 559 560 561 562 563 564 565 566 567 568 569 570 571 572 573 574 575 576 577 578 579 580