Beşiktaş Forum  ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi

Beşiktaş Forum ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi (http://besiktasforum.net/forum/)
-   İktisat (http://besiktasforum.net/forum/iktisat/)
-   -   Dünya Ekonomik Krizi ve Komünist Enternasyonal’in Yeni Görevleri Üzerine Rapor (http://besiktasforum.net/forum/iktisat/24375-dunya-ekonomik-krizi-ve-komunist-enternasyonal/)

imparator 28-02-2007 14:58

Bir ay sonra, Eylül 1920’de İtalya’da büyük harekete tanık olduk. Tam olarak 1920 sonbaharında İtalyan proletaryası savaş sonrasında huzursuzluğunun en üst noktasına ulaştı. İmalâthaneler, atölye ve işletmeler, demiryolları ve madenler ele geçirildi. Devlet altüst edildi, burjuvazi fiilen yere serildi, belkemiği neredeyse kırılmıştı. Öyle görülüyordu ki, yalnızca bir adım daha ileri atılması gerekiyordu ve İtalyan işçi sınıfı iktidarı fethedecekti. Fakat o anda, parti, önceki dönemde ortaya çıkan aynı Sosyalist Parti, biçimsel olarak Üçüncü Enternasyonal’e katılmış olmasına rağmen ruhu ve kökleri hâlâ önceki dönemde, yani İkinci Enternasyonal’de yatan bu parti, iktidarın ele geçirilişinden ve iç savaştan duyduğu korkuyla geri çekilerek işçi sınıfını açıkta bıraktı. Burjuvazinin en kararlı kanadı, faşizm kılığına, polis ve orduda hâlâ güçlü kalan ne varsa onların kılığına bürünerek, proletarya üzerine saldırı başlattı. Proletarya paramparça oldu.
Proletaryanın Eylüldeki yenilgisinden sonra, İtalya’da güç dengelerinde çok daha şiddetli bir kayma gözlüyoruz. Burjuvazi kendisine şunu söylüyordu: “İşte sen böyle bir adamsın. Proletaryayı ileri sürersin ama iktidarı alma ruhundan yoksunsun.” Ve faşist müfrezeleri öne itti.
Birkaç ay içinde, 1921 Martıyla birlikte, Almanya’nın yaşamındaki son zamanların en önemli olayına tanıklık ettik, ünlü Mart olaylarına. Burada sınıf ile parti arasında taban tabana zıt yönde gelişen bir denk düşmeme durumuyla karşı karşıyayız. İtalya’da, Eylülde, işçi sınıfı kavganın en önünde gidiyordu. Parti korkuyla geri çekilmişti. Almanya’da işçi sınıfı kavganın en önünde gitmişti. 1918’de, 1919 ve 1920 boyunca savaşmıştı. Fakat çabaları ve fedakârlıkları zaferle taçlandırılmadı, çünkü başında yeterince güçlü, deneyimli ve kaynaşmış bir parti yoktu. Bunun yerine başında, savaş döneminden sonra ikinci kez burjuvazinin koruyuculuğunu yapan bir başka parti vardı. Ve şimdi 1921’de Alman Komünist Partisi, burjuvazinin, konumunu nasıl güçlendirdiğini görerek, burjuvazinin yolunu bir saldırıyla, bir yumrukla kesmek için kahramanca bir girişimde bulunmak istedi ve ileri atıldı. Fakat işçi sınıfı onu desteklemedi. Niçin? Çünkü işçi sınıfı henüz partiye güvenmeyi öğrenmemişti. İç savaşta yaşadığı deneyim ona 1919-1920 döneminde yalnızca yenilgi getirirken, henüz bu partiyi tam olarak tanımıyordu.
Ve böylece Mart 1921’de Komünist Enternasyonal’i şunu söylemeye iten bir durum ortaya çıktı: Partilerle sınıflar arasındaki ilişki, Avrupa’nın tüm ülkelerindeki Komünist Partilerle işçi sınıfı arasındaki ilişki, doğrudan bir saldırı için, iktidarın alınması doğrultusunda doğrudan mücadele vermek için hâlâ olgun değildir. Komünist safların iki anlamda özenli bir eğitimiyle ilerlemek gereklidir: İlkin, bu safları birleştirmek ve çelikleştirmek anlamında ve ikincisi, işçi sınıfının ezici bir çoğunluğunun güvenini kazanma anlamında. Bu, Almanya’daki Mart olayları tazeliğini hâlâ korurken Üçüncü Enternasyonal tarafından geliştirilen bir slogandı.

imparator 28-02-2007 14:59

Ve devamında yoldaşlar, Mart ayından sonra, 1921’in başından sonra ve 1922 boyunca yüzeysel de olsa, Avrupa’daki burjuva hükümetlerin güçlenmesi sürecini, aşırı sağ kanadın güçlenmesini gözlemledik. Fransa’da Poincaré önderliğindeki Ulusal Blok halen iktidardadır. Fakat Poincaré Fransa’da, yani Ulusal Blok içinde, bir “solcu” olarak düşünülüyor ve kararan ufukta Tardieu’nun daha gerici, daha emperyalist yeni bir kabinesi görülüyor. İngiltere’de Lloyd George’un, pasifist vaazlar ve atasözleri stokuyla, bu emperyalistin hükümeti, yerini Bonar Law’untamamıyla muhafazakâr, açıkça emperyalist kabinesine bırakmıştır. Almanya’da koalisyon hükümeti, yani Sosyal Demokratların karıştığı hükümet, yerini, Kuno’nun bariz burjuva hükümetine bırakmıştı ve son olarak İtalya’da iktidarın Mussolini tarafından alınışını görüyoruz, karşı-devrimci yumruğun çıplak yönetimi. Ekonomik alanda, kapitalizm proletaryaya saldırı halindedir. Avrupa’nın tüm ülkelerinde işçiler, daha dün sahip oldukları ücret düzeylerini ve savaşın son döneminde ya da ondan sonra yasal olarak bu hakkı kazandıkları ülkelerde 8 saatlik işgününü savunmak zorunda kalıyorlar ve her zaman başarıya ulaşmıyorlar. Genel durum budur. Açıkçası, devrimci gelişim, yani 1917 ile başlayan proletaryanın iktidar mücadelesi, tekdüze ve sürekli yükselen bir eğri izlemiyor.
Bu eğride bir kopuş oldu. Yoldaşlar, işçi sınıfının bugün içinden geçmekte olduğu durumu daha açıkça tasvir etmek için bir analojinin yardımına başvurmak yersiz olmayabilir. Analoji –tarihsel karşılaştırma ve yan yana koyma– tehlikeli bir araçtır, çünkü insanlar sık sık bir analojiden verebileceğinden fazlasını çıkarmaya çalışırlar. Ancak belli sınırlar içinde örnekleme amacıyla kullanıldığında, analoji yararlıdır. Devrimimize 1905’te, Rus-Japon Savaşından sonra başladık. Daha o zamanlar olayların mantığı gereğince iktidara doğru sürükleniyorduk. 1905 ve 1906, tıkanıklık ve iki Duma getirdi; 1907, Haziranın 3’ünü ve hükümet darbesini –neredeyse hiçbir direnişle karşılaşmayan, gericiliğin ilk zaferlerini– getirdi ve devrim geriye yuvarlandı. 1908 ve 1909 zaten gericiliğin kara yıllarıydı ve sonra 1910-1911 ile yalnızca tedricen başlayan bir yükseliş vardı ki, hemen ardından bu da savaşla keşişti. 1917 Martında burjuva demokrasisinin zaferi geldi; Ekimde işçi ve köylülerin zaferi. Bu şekilde –12 yıllık bir zaman aralığıyla ayrılmış– iki kilit noktamız var: 1905 ve 1917. Bu on iki yıl devrimci anlamda kopuk bir eğri sunar; önce gerileyen sonra yükselen.
Uluslararası bağlamda, ilkin ve her şeyden önce Avrupa’ya ilişkin olarak şimdi benzer bir şeyle karşı karşıyayız. 1917 ve 1918’de zafer olasıydı fakat biz onu elde edemedik; temel koşul mevcut değildi, güçlü bir Komünist Parti. Proletarya, kendi Komünist Partisini tuğla tuğla inşa etmeye başlarken burjuvazi, politik ve askeri-polis mevzilerinin büyük bir kısmını yeniden oluşturmayı başardı, ancak ekonomik mevzilerini değil. Başlangıç aşamasında bu Komünist Parti, Almanya’da Mart 1921’de olduğu gibi cüretkâr bir ileri atılımla, kaybolan fırsatları telâfi etmeye girişti ve parmaklarını yaktı. Enternasyonal buradan bir uyarı çıkardı: “İşçileri açık bir devrimci saldırıya çağırmaya kalkışmadan önce işçi sınıfının çoğunluğunun güvenini kazanmak zorundasınız.” Bu, Üçüncü Kongrenin dersi idi. Bir buçuk yıl sonra Dördüncü Dünya Kongresi toplandı.

imparator 28-02-2007 14:59

En genel yaklaşımı ortaya koymak için şunu söylemek gerekiyor; Dördüncü Kongrenin toplandığı dönemde, Enternasyonal’in “Bugün açık saldırı çanları artık çalmıştır” diyebileceği bağlamda bir dönüm noktasına henüz ulaşılmamıştır. Dördüncü Kongre, Üçüncü Kongrenin çalışmalarını geliştirdi, derinleştirdi, doğruladı, daha da kesinleşmesine hizmet etti ve bu çalışmanın temel olarak doğru olduğu konusunda fikir birliğine varıldı.
1908-09’da, zamanın çok daha dar bir arenasında, Rusya’da işçi sınıfında egemen olan ruh hali anlamında –sonraki muzaffer Stolypinizm ve Rasputinizm anlamında olduğu kadar, işçi sınıfının ileri saflarının parçalanışı anlamında da– devrimci dalganın en geri düzeye çekilişini yaşadığımızı söylemiştim. Geriye illegal bir çekirdek olarak kalan şey, bir bütün olarak işçi sınıfıyla karşılaştırıldığında korkunç ölçüde küçüktü. En iyi unsurlar cezaevlerinde, kamplarda, kürek cezasında ya da sürgündeydi. 1908-09, devrimci hareketin en düşük noktasıydı. Sonra tedrici bir yükseliş geldi. Geçtiğimiz iki yıl ve kısmen bugün için doğrudur ki, su götürmez bir şekilde 1908 ve 1909’a benzer bir dönemden, yani doğrudan ve açık devrimci mücadelenin en düşük noktasından geçmekteyiz.
Başka bir benzerlik daha var. 3 Haziran 1907’de karşı-devrim, ülkede neredeyse hiçbir direnişle karşılaşmadan parlamenter arenada bir zafer (Stolypin’in darbesi) kazandı. Ve 1907’nin sonlarına doğru bir başka korkunç darbe geldi; sınai kriz. Bu işçi sınıfı üzerinde ne gibi etkilere yol açtı? İşçileri mücadeleye sürükledi mi? Hayır. 1905’te, 1906’da ve 1907’nin ilk yarısında işçi sınıfı zaten enerjisini ve en iyi unsurlarını açık mücadeleye sunmuştu. Yenilgiye uğradı ve hemen yenilginin ardından –proletaryanın ekonomik ve üretici rolünü zayıflatan, konumunu daha da kararsızlaştıran– ticari-sınai kriz geldi. Bu kriz proletaryayı hem politik hem de devrimci anlamda zayıflattı. Ancak 1909-10’da başlayan ve işçileri fabrika ve işletmelerde tekrar birleştiren ticari ve sınai yükseliş, işçilere tekrar güven aşıladı, partimize büyük bir destek zemini oluşturdu ve devrime ileri doğru bir itilim verdi.
Bu noktada da belli bir analoji kurabileceğimizi söylüyorum. 1921 baharında proletarya, Fransa’da 1 Mayıs 1920; İtalya’da Eylül 1920, Almanya’da 1919 ve 1920 boyunca ve özellikle 1921’in Mart günlerindeki yenilgilere uğradı. Fakat tam da bu anda, 1921 baharında, Amerika ve Japonya’da korkunç bir ticari kriz patlak verdi ve 1921’in geri kalan kısmında Avrupa’ya sıçradı. İşsizlik, duyulmamış oranlarda gelişti, özellikle sizin de bildiğiniz gibi İngiltere’de. Proletaryanın konumunun sağlamlığı, kayıplar ve çoktan beri katlandığı hayal kırıklıklarından sonra daha da aşağıya düştü. Bu, işçi sınıfını güçlendirmedi, tersine verili kriz koşullarında daha da zayıflattı. Bu yıl boyunca ve geçen yılın sonundan itibaren belli bir sınai canlanışın işaretleri mevcuttu. Avrupa’da küçük bir eşitsiz kıpırdanış olarak kalırken, Amerika’da gerçek bir yükseliş düzeyine ulaştı. Böylece burada da açık bir kitle hareketinin canlanışı için ilk itilim, özellikle Fransa’da, ekonomik konjonktürdeki belli bir iyileşmeden kaynaklandı.
Fakat burada, yoldaşlar, analoji son buluyor. 1909 ve 1910’da ülkemizdeki ve bütün savaş öncesi dünyadaki sınai yükseliş, 1913’e kadar süren ve üretici güçlerin henüz kapitalizmin sınırlarına kadar ilerlemediği bir dönemde ortaya çıkan, gürbüz ve güçlü bir yükselişti ve büyük emperyalist boğazlaşmaya yol açtı.

imparator 28-02-2007 14:59

Geçtiğimiz yılın sonunda başlayan sınai canlanma, yalnızca Avrupa ekonomisinin veremli vücudunun ateşindeki bir değişikliği belirtiyor. Avrupa ekonomisi büyümüyor, tersine parçalanıyor; sadece birkaç ülkede aynı seviyede kalmaya devam ediyor. Avrupa ülkelerinin en zengini, ada İngiltere’si, savaş öncesine göre en azından üçte ya da dörtte bir ölçüde daha az bir ulusal gelire sahip. Bildiğiniz gibi savaşa pazar fethetmek için katılmışlardı. En azından dörtte bir ya da üçte bir oranında fakirleşerek savaştan çıktılar. Bu yılki iyileşme asgaridir. Sosyal Demokrasinin etkisindeki gerileme ve Komünist partilerin Sosyal Demokratların aleyhine büyümesi bunun en kesin göstergesidir. Çok iyi bilindiği gibi sosyal reformizm varoluşunu, burjuvazinin bir zamanlar işçi sınıfının en yüksek düzeyde kalifiye katmanlarının konumunu iyileştirme olanağına sahip olmasına borçluydu. Olayların mantığı gereği, Scheidemann ve ona bağlı hiçbir şey bu olmaksızın mümkün olmazdı, çünkü Scheidemann her şeyden önce basit bir ideolojik eğilimi değil, ekonomik ve toplumsal öncüllerden ileri gelen bir eğilimi ifade ediyordu. Bu, kapitalizmin güçlü ve gürbüz oluşundan ve işçi sınıfının en azından üst katmanlarının şartlarını iyileştirme olanağına sahip oluşundan çıkar sağlayan bir işçi aristokrasisine işaret eder. 1909’dan 1913’e kadarki savaş öncesi yıllarda, Sosyal Demokrasinin içinde ve sendikalarda bürokrasinin en güçlü gelişimine ve işçi sınıfının tepesindeki çevrelerde reformizmin ve savaşın patlak verişinde İkinci Enternasyonal’in o muazzam felâketine yol açan milliyetçiliğin en sıkı biçimde yerleşmesine tanık olmamızın nedeni tam da bu noktadadır.
Ve şimdi yoldaşlar, Avrupa’daki durumun özünü, burjuvazinin artık işçi sınıfının zirvesindekileri semirtme olanağına sahip olmaması karakterize ediyor, çünkü burjuvazi bugün işçi sınıfının bütününü sözcüğün kapitalist anlamıyla “normal” olarak dahi besleyemiyor. İşçi sınıfının yaşam standartlarının düşüşü, bugün Avrupa ekonomisinin gerilemesiyle aynı türden bir yasadır. Süreç 1913’te başladı, savaş bu sürece yüzeysel bir takım değişiklikler kattı: Savaştan sonra bu süreç müstesna bir gaddarlıkla açığa çıkmıştır. Ekonomik konjonktürün yüzeysel salınımları bu olguyu değiştirmez. İçinde bulunduğumuz dönemle savaş öncesi dönem arasındaki birincil ve temel farklılık budur.
Fakat ikinci bir fark da var ki, bu, Sovyet Rusya’nın devrimci bir faktör olarak varoluşudur. Bir üçüncü fark daha var: Merkezi bir Uluslararası Komünist Partinin varlığı.
Ve şunu gözlüyoruz ki yoldaşlar; burjuvazinin proletarya üzerinde birbiri ardına yüzeysel zaferler kazanmasıyla tam aynı anda Komünist Partinin büyümesi, güçlenmesi ve sistematik gelişimi engellenmiyor tersine ilerliyor. Ve işte içinde bulunduğumuz dönemle 1905-1917 dönemi arasındaki en önemli ve temel farklılık burada yatmaktadır.
Söylediklerim gördüğünüz gibi öncelikle Avrupa’ya ilişkindir. Bunu bütünüyle Amerika’ya uygulamak yanlış olacaktır. Amerika’da da sosyalizm kapitalizmden daha üstündür, hatta şöyle söylemek daha doğru olur; özellikle Amerika’da sosyalizm kapitalizmden çok daha üstün olacaktır. Diğer bir deyişle, bugünkü Amerikan üretici güçleri kolektivizm ilkeleri gereğince örgütlenmiş olsaydı, bunu ekonominin muazzam bir gelişimi takip ederdi.

imparator 28-02-2007 14:59

Fakat Amerika’ya ilişkin olarak, Avrupa bağlamında gerçekten söyleyebildiğimiz gibi, kapitalizmin çoktandır ekonomik gelişimin kesintisini sergilediğini söylemek yanlış olacaktır. Avrupa çürüyor, Amerika serpiliyor. Savaş sonrasının ilk yıllarında ya da daha doğrusu ilk aylarında, ilk yirmi ayda, Amerika’nın genel olarak Avrupa pazarını özel olarak da savaş pazarını kullanıp sömürmesinden dolayı, Avrupa’nın ekonomik çöküşü sayesinde Amerika’nın derhal altının oyulacağı görünebilirdi. Bu pazar pörsüdü ve kurudu, desteklerinden birinden yoksun bırakılan Amerikan sanayisinin korkunç Babil Kulesi eğilmeye ve bütünüyle çökmeye yüz tuttu. Fakat Amerika, önceki faaliyet alanını oluşturan Avrupa pazarını kaybederken (100 milyonluk kendi zengin iç pazarını sömürmeye ek olarak), belli Avrupa ülkelerinin –Almanya’nın ve hatırı sayılır ölçüde Britanya’nın– pazarlarını su götürmez bir şekilde ele geçirdi ve geçirmektedir. Ve 1921-1922’de şunu görüyoruz; Amerikan ekonomisi, Avrupa yalnızca bunun belirsiz ve zayıf yankılarını yaşadığı bir zamanda, gerçek bir ticari ve sınai yükselişten geçmektedir.
Sonuç olarak Amerika’da üretici güçler halen kapitalizm altında gelişmektedir, şüphesiz sosyalizmde gelişebileceğinden çok daha yavaş bir şekilde, ancak yine de gelişiyor. Bunun ne kadar daha süreceği başka bir sorundur. Amerikan işçi sınıfı ekonomik ve toplumsal gücü itibarıyla şüphesiz devlet iktidarının fethi için tamamıyla olgunlaşmıştır, ancak politik ve örgütsel geleneği açısından Avrupa işçi sınıfına göre karşılaştırılmaz ölçüde iktidarın fethinden uzaktır. Bizim gücümüz –Komünist Enternasyonal’in gücü– Amerika’da halen çok zayıftır. Ve eğer Avrupa’da muzaffer bir proleter devrimin mi, yoksa Amerika’da güçlü bir Komünist Partinin oluşturulmasının mı daha önce gerçekleşeceği sorulsaydı (doğal olarak bu, sorunun yalnızca farazi bir konuluşudur), bu durumda şu an eldeki tüm olguların ışığında (ve doğal olarak her türden yeni olgunun ortaya çıkması mümkündür, sözgelimi Amerika ve Japonya arasındaki bir savaş gibi; ki savaş, Yoldaşlar, tarihin büyük bir lokomotifidir), eğer şu anki durum ileriye doğru mantıksal gelişimi içinde ele alınacak olursa, Amerika’da güçlü bir Komünist Partinin doğup gelişmesinden önce Avrupa’da proletaryanın iktidarı fethetme şansının çok daha fazla olacağını ileri sürerdim.[4] Bir başka deyişle, tıpkı Ekim 1917’de devrimci işçi sınıfının zaferinin, Komünist Enternasyonal’in oluşumunun ve Avrupa’daki Komünist partilerin büyümesinin öncülü olması gibi, proletaryanın Avrupa’nın en önemli ülkelerindeki zaferi de büyük bir olasılıkla Amerika’daki ani devrimci gelişmelerin öncülü olacaktır. Bu iki alan arasındaki farklılık, Avrupa’nın parçalanışını sömüren Amerika’da ekonomik ilerleme halen yürürlükteyken, Avrupa’da artık üretici olarak büyüyemeyen (çünkü büyüme alanı kalmamıştır), ancak Komünist Partinin gelişimini bekleyen proletaryanın yanı sıra ekonominin çürümekte ve gerilemekte oluşunda yatmaktadır.
Üçüncü alan, sömürgeleri kapsamaktadır. Kendiliğinden anlaşılabilir ki, sömürgeler –Asya ve Afrika’nın (bir birlik olarak bahsediyorum) Avrupa’ya benzer biçimde en büyük türden tedrici gelişmeler içeriyor olması olgusuna rağmen– yalıtık ve bağımsız olarak ele alındıklarında proleter devrim için kesinlikle hazır değildirler. Yalıtık olarak ele alırsak sömürgelerde kapitalizm ekonomik gelişim açısından halen büyük olanaklara sahiptir. Fakat sömürgeler metropol merkezlere aittirler ve kaderleri sıkı sıkıya Avrupa metropol merkezlerinin kaderine bağlıdır.

imparator 28-02-2007 14:59

Sömürgelerde büyüyen ulusal devrimci hareketleri gözlemlemekteyiz. Komünistler orada yalnızca köylülük arasında yerleşen küçük çekirdekler olarak görünüyorlar. Onun için sömürgelerde öncelikle küçük-burjuva ve burjuva ulusal hareketler söz konusudur. Eğer sömürgelerin sosyalist ve komünist gelişiminin geleceğine ilişkin soru soracak olsaydınız, bu durumda bu sorunun yalıtık bir biçimde ele alınıp ortaya koyulamayacağını söylerdim. Şüphesiz proletaryanın Avrupa’daki zaferinden sonra, bu sömürgeler kültürel, ekonomik ve Avrupa tarafından uygulanan diğer her türden etkilenimin arenası haline geleceklerdir. Ancak bu nedenle, sömürgeler her şeyden önce kendi devrimci rollerini Avrupa proletaryasının rolü ile paralel bir biçimde oynayacaklardır. Bu bağlantı konusunda Avrupa proletaryası, özellikle Fransa ve ilk elde Britanya proletaryası, çok az şey yapıyorlar. Sosyalist ve komünist düşüncelerin etkisinin büyümesi, sömürgelerin emekçi kitlelerinin kurtuluşu, milliyetçi partilerin etkisinin zayıflaması, ne bu yerli komünist çekirdeklerin rolü tarafından garantiye alınabilir ne de bunların rolü sömürgelerin kurtuluşu için metropol merkezlerin proletaryasının vereceği mücadele kadar etkili olur. Ancak bu yolla metropol merkezlerin proletaryası sömürgelere biri ezen, diğeri dost olan iki Avrupa ulusun varolduğunu gösterecektir, ancak bu yolla proletarya sömürgeleri daha ileri itebilir ki bu, emperyalizmin yapısını çökertecek ve böylece proleter dava için devrimci bir hizmeti yerine getirecektir.
Yoldaşlar son zamanlara dek Avrupa ve Amerika arasında yeterince ayrım yapmayı başaramadık. Ve komünizmin Amerika’daki gelişiminin yavaşlığı, Avrupa’da söz konusu olan devrimin Amerika’yı beklemek zorunda olduğu sonucuna kadar uzanan çeşitli karamsar düşüncelere esin kaynağı olabildi. Hiç de değil!
Avrupa bekleyemez. Farklı bir şekilde ortaya koyalım; eğer Avrupa’daki devrim birkaç onyıl için geri plana itilirse, bu bir kültürel güç olarak genelde Avrupa’nın bir tarafa bırakılması anlamına gelecektir. Hepinizin bildiği gibi bugün Avrupa’da moda olan felsefe Spengler’inkidir, yani gerileyen Avrupa’nın felsefesi. Kendi yolunda bu, burjuvazinin saflarındaki doğru bir sınıf önsezisidir. Avrupa burjuvazisi ile yer değiştirecek ve iktidarı kendi ellerine alarak kullanacak olan proletaryayı göz ardı ederek Avrupa’nın gerileyişinden bahsediyorlar. Şüphesiz eğer bu gerçekten olursa, o zaman bunun kaçınılmaz sonucu, eğer bir gerileme değilse, Avrupa’nın uzatılmış bir ekonomik ve kültürel çürümesi olacaktır ve devamında bir süre geçtikten sonra Amerika devrimi gelecek ve Avrupa’yı yedeğinde çekecektir. Fakat böylesi bir tahmin için ciddi bir zemin yoktur, bu, zaman diliminden bakıldığında karamsardır. Emin olun, zaman dilimleriyle ilgili spekülasyonlar tamamen güvenilmezdir ve her zaman için ciddi değildir, ancak söylemek isterim ki, 1917 yılı –Avrupa’daki yeni bir devrimci dönemin başlangıcı– ile Batı Avrupa’da büyük zaferler arasında, bizim 1905’imiz ile 1917’miz arasında geçenden çok daha fazla bir sürenin geçmesi gerektiği şeklinde bir düşünce için herhangi bir neden yoktur. Bizim ülkemizde devrimin başlamasından, ilk deneyimden zafere kadar on iki yıl geçmişti. Şüphesiz ki, 1917 ile Avrupa’daki ilk büyük ve kalıcı devrimin zaferi arasında ne kadar zaman geçeceğini bilmiyoruz. Ancak on iki yıldan az bir sürenin geçebilmesi olasılığı da dışlanmamıştır.

imparator 28-02-2007 14:59

Her şeyden önce, bugünün en büyük üstünlüğü, Sovyet Rusya’nın ve Komünist Enternasyonal’in, devrimci öncünün merkezi örgütünün varlığında ve bununla sıkı sıkıya bağlı olarak çeşitli ülkelerde Komünist partilerin sistematik örgütsel güçlenmeleri olgusunda yatmaktadır. Bu güçlenme her zaman sayısal büyümeyi ifade etmez. Doğal olarak 1919-20’de, proletaryanın ilk umutları halen canlılığını koruyorken, Komünist partilerin safları –her büyük çalkantılı durumda olduğu gibi– akına uğramış ve Komünist örgütler kararsız öğelerle dolu hale gelmişti. Bu öğelerin bir kısmı bugün geri çekilmişlerdir, ancak çelikleşmesi anlamında, daha yüksek bir ideolojik netlik anlamında, uluslararası merkezileşme ve uluslararası bağlar anlamında partinin büyümesinde bir kesinti olmamıştır.
Bu büyüme inkâr edilemez bir büyümedir ve ifadesini, Dördüncü Kongrenin, Yürütme Komitesi seçmesiyle, ilk kez, federatif ilkeler temelinde değil, çeşitli partilerin seçilmiş temsilcileri temelinde değil, Dördüncü Kongrenin bizzat kendisi tarafından seçilmiş bir yapı olarak merkezi bir organ oluşturması olgusunda olduğu kadar Dördüncü Dünya Kongresinin –proletaryanın tarihinde ilk kez– uluslararası bir programı kaleme almaya dönük bir girişimde bulunması olgusunda da bulmaktadır. Ve bu Yürütme Komitesi bir sonraki kongreye kadar Komünist Enternasyonal’in kaderinden sorumlu tutulmuştur.
Komünist Enternasyonal, Dördüncü Kongreden sonra sıkı sıkıya birbirleriyle ilişkili iki görevle karşı karşıya kalmıştır. İlk görev, sol kanadı aracılığıyla köklerini Komünist Enternasyonal’e salarak devrimci gelişimin uzatmalı karakterinden faydalanmaya çalışan burjuvazinin ardı arkası kesilmeyen, ısrarlı girişimlerini ifade eden Merkezci eğilimlere karşı mücadeleyi sürdürmektir. Komünist Enternasyonal içinde Merkezciliğe karşı mücadele ve bu dünya partisinin daha da arındırılması; ilk görev budur. İkinci görev, işçi sınıfının ezici çoğunluğu üzerinde etkiye sahip olma mücadelesidir.

imparator 28-02-2007 15:00

Bu iki sorun, özellikle, iki fraksiyon tarafından –Merkez ve Sol– temsil edilir halde Kongreye gelen Fransız partimizle bağlantılı olarak, Üçüncü Kongrede çok keskin biçimde su yüzüne çıkmıştı. 1920 olaylarını takiben İtalyan partimiz bölündü. 1921’in yazıyla birlikte Serrati’nin önderlik ettiği Maksimalist olarak adlandırılan İtalyan merkezi, artık kongremizde (Üçüncü Kongre) temsil edilmiyordu ve Enternasyonal’den kovuldukları açıklanmıştı. Fransız partisinde bu aynı iki eğilim Dördüncü Kongrenin arifesinde belirgin hale geldi. İtalyan ve Fransız hareketleri arasındaki birçok konudaki paralelliğe öncelikle dikkat çekilmişti. Ve burada olgunun en büyük semptomatik önemi yatıyor: Genel olarak Avrupa’da olduğu gibi –ki buna daha önce işaret etmiştim– İtalya’da da karşı-devrimin zaferine rağmen, özellikle, Komünizmin en kötü yenilgiyi tattığı İtalya’da, parçalanmayı değil, Enternasyonal’den uzaklaşmayı değil, tersine, Komünist Enternasyonal’e doğru yeni bir itilimi gözlemliyoruz. Kovduğumuz (ki gerçekten haince davranışından ötürü bu doğru idi) Serrati’nin önderlik ettiği Maksimalistler, 1920 Eylül hareketiyle reformistlerle kopan bu Maksimalistler, Dördüncü Kongrenin arifesinde Komünist Enternasyonal’in kapılarını çalmaya başladılar. Bu ne anlama geliyor? Bu, proleter öncünün bir kesimi tarafından sola doğru yeni bir devrimci itilim anlamına gelir.
Fransız Merkezcilerin, İtalyan Maksimalistlerinin tuttuğu yolu tekrarlayacaklarına, yani aramızda bir bölünme olacağına dair birçok işaret vardı. En sonunda Sol Kanadın ağır basmış olacağı düşüncesiyle böylesine bir sonuca bile şüphesiz razı olmuş olacaktık. Buna rağmen, Cachin ve Frossard’ın başlarında bulunduğu Fransız Merkezciler, Moskova ile ayrıştıktan sonra pişmanlıkla başları önde Moskova’ya gelen İtalyan Maksimalistlerinin deneyimlerinden bir şeyler öğrenmişlerdi. Hepiniz, Dördüncü Kongrenin Fransız partisi konusunda benimsediği kararlar hakkında bilgilenmelisiniz. Bu kararlar, kendi başlarına, özellikle Fransa’nın ve onun eski Sosyalist Partisinin ahlâk ve görenekleri dikkate alınırsa, tamamen Drakonvaridirler. Tüm burjuva kurumlarından tam bir kopuş talebi, bizim açımızdan doğruluğu aşikar görünen bir şeydir. Ancak yüzlerce Komünist Parti üyesinin Mason tipi localara, insan haklarının savunusunu hedefleyen burjuva demokratik birliklere vb. üye olduğu Fransa’da, burjuvaziden tam bir kopuş, tüm masonların ve benzerlerinin ihracı talebi, parti hayatında bütünüyle bir altüst oluş anlamına geliyor.
Kongrede Fransız partisine yönelik olarak, parlamento, belediye meclisleri, Kanton meclisleri vb. için yapılan tüm seçimlerde adayların onda dokuzunun doğrudan işyerleri ve çiftliklerden, işçiler ve köylüler arasından seçilmiş olması talebini benimsedik. Tüm bir entelektüeller, hukukçular ve kariyeristler sürüsünün, bir himaye kokusu ve her şeyden öte bir iktidar umudu kokusu alır almaz çeşitli partilerin kapısına üşüştüğü bir ülkede, Fransız partisinin verili koşullarından haberdar olanlar, işçi ve köylüleri doğrudan işyerleri ve çiftliklerden seçimlerdeki adayların onda-dokuzuna yükseltme talebinin Fransız partisinin yaşamında olabilecek en büyük ani değişiklik anlamına geldiğini anlayacaklardır. Sayıca neredeyse Merkez kadar güçlü olan Sol Kanat bundan yanadır. Merkez büyük oranda bocalamıştır.

imparator 28-02-2007 15:00

Bu sorunun çok hassas bir sorun olduğunu ve bizim Moskova işi çizmelerimizin oldukça duyarlı bir nasıra bastığını anladık ve Moskova’nın sıkıştırmalarına Paris’in nasıl bir tepkide bulunacağını beklemeye başladık. Son gelen telgraflar, Moskova ile bir kopuşa girildiğini doğruluyor. Morizet bu girişimin başlatıcısı olarak belirtiliyor. O, Moskova’da bizi ziyaret etmiş ve ardından çok sempatik bir kitap yazmıştı. (Paris’te Rus devrimi hakkında sempatik bir kitap yazmak başka bir şeydir, Fransız devrimini hazırlamak başka bir şey). Bu Morizet, Soutif ile birlikte –ki ikisi de Merkez Komite üyesidirler– bölünmeyi ve Fransız delegasyonunun Moskova’dan dönüşünü beklemeksizin bağımsız bir partinin kuruluşunu ilân etmeye kalkıştı. Fakat parti saflarından gelen basınç öylesine büyüktü, tabanın Dördüncü Kongrenin kararlarını benimsemeye hazır oluşu o kadar açık ve belirtikti ki, geri çekilmek zorunda kaldılar. Ve onlar, içinde tek bir Sol Kanatçı olmayan, tümüyle Merkezcilerden oluşan ve belki de tüm üyeleri arasında herhangi bir genel coşkunluktan yoksun olan görevli Merkez Komitesinden çekinirlerken –yalnızca çekindiler– yine de Moskova’nın kararlarına uymak yönünde oy kullandılar.
Tekrar ediyorum yoldaşlar, dünya perspektifinden bakıldığında bu olgu ikincil görünebilir. Ancak eğer Fransız işçi sınıfının ve onun Komünist öncüsünün yaşamını günü gününe izlemiş olsaydık –ki bunu basınımız aracılığıyla yapmayı öğrenmeliyiz– o durumda hepimiz, ancak şimdi, ancak Dördüncü Kongreden sonra, Fransız komünizminin Fransa’nın geniş çalışan kitlelerinin güvenini kazanmakta süratli bir ilerleyişi garantileyecek bir yola dümen kırmış olduğunu söylerdik. Bu her şeyden önce şu nedenle doğrudur ki, dünyada Fransız işçi sınıfı kadar sıklıkla, bu kadar alçakça ve utanmazca aldatılmış olan başka bir işçi sınıfı yoktur. On sekizinci yüzyılın sonundan bu yana tüm devrimlerde farklı renklere bürünen burjuvazi tarafından aldatılmıştır. İkinci Enternasyonal’in tüm partileri arasında savaş öncesi ve savaş dönemi Fransız sosyalistleri, ihanetin en rafine tekniklerini ve virtüözlüğünü özenle hazırlamışlardı. Ve mükemmel devrimci yaradılışa sahip Fransız işçi sınıfının yeni Komünist Partiye bile kaçınılmaz olarak büyük bir kuşkuyla yaklaşmasının nedeni de budur. “Sosyalistleri” her çeşit etiket altında görmüştü; yüzlerini nasıl değiştirirlerse değiştirsinler, her çeşitten kariyerist, delege, gazeteci, bakan vb. için bir geçiş yolu olarak kalan örgütleri görmüştü. Briand, Millerand ve geri kalanlar, her şeyden önce eski Sosyalist Partiden türediler. Bu dünyada böylesine bir hilekârlık ve politik sömürü okulundan geçen başka bir proletarya yoktur. Ve sonuç; güvensizlik; politik farksızlık: Sendikalist etkiler ve önyargılar.
Komünist Partimiz için ihtiyaç duyduğumuz şey, işçi sınıfının önüne geçmek ve ona eylemde, bu partinin diğerleri gibi olmayıp işçi sınıfının devrimci örgütü olduğunu, saflarında kariyeristlere, masonlara, demokratlara ve rüşvetçilere yer olmadığını göstermektir. İlk kez, bu talep ortaya konmuş ve benimsenmiştir. Dahası bir tarih saptanmıştır: 1 Ocak 1923 son gündür. 1 Ocak 1923’ten itibaren artık tek bir mason, tek bir kariyerist olmayacak. Yalnızca birkaç günleri kaldı. Yoldaşlar bunlar son derece önemli olgulardır. (Alkışlar).

imparator 28-02-2007 15:00

Aynı şekilde Fransa ile bağlantılı bir başka sorun, çok keskin biçimde ortaya çıktı; birleşik cephe sorunu. Bildiğiniz gibi birleşik cephe sloganı iki neden temelinde yükseliyor. İlk olarak, biz Komünistler Fransa’da, Almanya’da, Bulgaristan ve belki de Çekoslovakya istisnasıyla tüm Avrupa ülkelerinde halen bir azınlığız, proletaryanın yarısından azını etkiliyor ve denetliyoruz. Aynı zamanda, devrimci gelişme geri kalmaya başlamıştır; proletarya ayakta kalmak ve savaşmak istiyor fakat kendisini bölünmüş bir durumda buluyor. Bu koşullar altındadır ki, Komünistler bu işçi sınıfının güvenini kazanmak zorundadırlar. Hangi temelde? Tüm faaliyet alanında mücadele zemininde. Şu anki günlük mücadele temelinde, her talep temelinde, her grevde, her gösteride. Komünist ön safta olmalıdır. Komünist bugün halen ona güvenmeyenlerin güvenini kazanmalıdır. Bu nedenle birleşik cephe sloganı, bu nedenle iç kaynaşma, saflarımızdan bize ruhen yabancı olan her şeyin defedilmesi ve eşzamanlı olarak bu kariyeristlere, oportünistlere, masonlara ve benzerlerine halen güvenen proleter unsurları kazanmak için mücadele. Bu ikili ancak sıkı sıkıya ilişkili bir görevdir. Fransız Komünistleri, özellikle de Muhaliflerin, yani Fransız Sosyalistlerinin basıncı altında saflarındaki masonlara toleranslı davranıp birleşik cephe taktiğini reddeden Merkezciler, birleşik cephe taktiğini politik genel af talebiyle bağlantılı olarak uygulamayı teklif ettiler. Fransa’yı aktarıyorum, çünkü bu sorunlar en keskin ifadelerini bu ülkede buldular.
Fransız partisinin sekreteri Frossard, Komünistler sıfatıyla, Muhaliflere, yani Sosyalistlere, yurtseverlere, reformistlere, savaş ve savaş sonrası dönem boyunca cezaevlerine kapatılan işçi devrimciler için genel af çıkarmak amacıyla birleşik bir eyleme katılmayı önerdiğinde –bu teklif yapılır yapılmaz, en kurnaz– Muhalif liderler bunu tipik ve en üst dereceden öğretici bir yoldan yanıtladılar. Bu yanıtla her yerde karşılaştık ve karşılaşacağız. Muhalifler şunu söylediler: “Siz komünistler yüzünüzü bize döndünüz ve böylelikle bizim işçi sınıfı hainleri olmadığımızı kabul etmiş oluyorsunuz. Ancak önerinizi düşünmek ve bunun altında bir bityeniği olup olmadığını ya da belki de bizi gözden düşürmeye hazırlanıp hazırlanmadığınızı görmek için zaman istiyoruz.” The Hauge’daki yazılardan çıkardığım kadarıyla Yoldaş Radek söylentilere bakılırsa, Vandervelde ve Scheidemann hakkında oldukça kaba bir makale yazmış ve aynı zamanda yerel sosyal demokratlara ve Amsterdam’ın izleyicilerine, militarizm ve savaş tehlikesine karşı birleşik cephe önerisinde bulunmuştur.
Yoldaş Radek’in öfkeli mizacını bildiğimden makalesinin pek kibar olmadığını kabul etmeye hazırım. Ancak Amsterdamcı bayların tepkisi tamamen tipik bir tepkidir: “Şuna bakın,” dediler, “Bu iki şeyden biri olabilir. Ya bizim –bir birleşik cephe önermenizden yola çıkarsak– hain olmadığımızı kabul etmelisiniz ya da kesinlikle inanacağız ki, yalnızca saygısız makaleleri gizlemekle kalmıyor, aynı zamanda daha beter bir bityeniğini de saklıyorsunuz.”


Türkiye`de Saat: 21:45 .

Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 437 438 439 440 441 442 443 444 445 446 447 448 449 450 451 452 453 454 455 456 457 458 459 460 461 462 463 464 465 466 467 468 469 470 471 472 473 474 475 476 477 478 479 480 481 482 483 484 485 486 487 488 489 490 491 492 493 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503 504 505 506 507 508 509 510 511 512 513 514 515 516 517 518 519 520 521 522 523 524 525 526 527 528 529 530 531 532 533 534 535 536 537 538 539 540 541 542 543 544 545 546 547 548 549 550 551 552 553 554 555 556 557 558 559 560 561 562 563 564 565 566 567 568 569 570 571 572 573 574 575 576 577 578 579 580