Beşiktaş Forum  ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi


Geri git   Beşiktaş Forum ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi > Taraftar > Gündem Dışı > Kültür ve Sanat

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 19-05-2008, 12:16   #1
 
havali_cocuk - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Post 17-18. yy Avrupa Kültür ve Sanatında Osmanlı Korkusu

Avrupa Birliği’ne üyeliğin sâbit gündem maddesi hâline geldiği şu günlerde, asırlık kimlik meselemiz tekrar karşımıza çıkıyor ve Türkiye’nin ne kadar Avrupalı olduğu tartışılıyor. ‘Modernleşme’nin ‘Batılılaşma’ olarak kodlandığı tarihî bir serüvendir söz konusu olan. Gerçekten de tarih kitapları, Osmanlı’dan bu yana devam eden Batılılaşma süreci hakkında pek çok bilgiyle dolu. Oysa bu karşılıklı tesir sürecinde ağırlık, tamamen tek taraflı mıydı? Şimdi kendinizi -bir an olsun- içinde bulunduğunuz zaman diliminden sıyırın ve tarihî ezberi bozmayı deneyin: Paris’in sırf Türklere benzemek için sarık sarıp, cübbe giyen soyluları, Türk usûlü düğün yapan Avusturya saraylıları, şatolarda Türk halıları, Türk çiçeği lâle, Türk içeceği kahve, kahvehane derken her yerde izinizin olduğu geniş bir coğrafya hayal edin; karşınızda 18. yüzyıl Avrupa’sı belirmiş olacak. Fransız elçisi Herbette o dönemden bahsederken; “Paris âdeta İstanbul mahallelerinden biri hâline geldi.” diyerek aynı çerçeveyi veriyor.1
Batılılaşan Osmanlı kadar, Osmanlılaşan Batı da bir gerçek. Avrupa’nın Osmanlı ile başı korku ve merak; ortası takdir ve özenme; sonu oryantalizm olan münasebetlerinde Osmanlı’nın Avrupa’ya önemli tesirleri olmuştur.

Anneciğim, Türkler!
17. yüzyıl sonlarına kadar Avrupa’da oldukça yaygın olan ‘Türk korkusu’ (Türkenfurcht) önemli bir gerçeğe karşılık gelir. Bu korku o kadar canlıydı ki, Almanya’da tehlikeye karşı Türk çanı (Türkenglocken) ve Türk vergisi ihdas olundu. İlk gazete (Neue Zeitung) 1502’de Türklere ait haberler için çıktı.2 16. yüzyılda yaklaşık 2.000 başlık tebliğ, levha, kitap ve dergi Türklerden bahsetmekteydi. Meselâ, ‘Türkendrucke’ (Türk baskısı) adlı bir gazete, sadece halkta Türklere karşı nefret uyandırmayı hedeflerken, aynı maksatla ‘Türkenbücherein’lar (Türk kitapçıkları) bütün köylere ulaşıyordu.3 İspanyolların “Türk’ün geçtiği yerde ot bitmez” atasözü de o dönemde Avrupa’da çöreklenmiş Türk korkusuna ayna tutuyor. Aslında ‘Mama, li Turchi!’ (Anneciğim, Türkler!) İtalya’da ve Franco dönemi İspanya’sına kadar da tazeliğini koruyan bir korkunun ifadesiydi. Son otuz yıla kadar ‘Türk’ adının ‘coco’ (umacı, öcü) mânâsında kullanıldığı ise, bilinen bir gerçek.4
Kısa sürede yaşanan pek çok harbin yanı sıra diplomatik münasebetlerin zayıflığı da, Avrupa’da Türk korkusunu beslemekteydi. Osmanlı fetih hareketlerinin kesif olarak yaşandığı 16. yüzyıl Avrupa’sında “Kendi günahlarımız yüzünden başımıza bunlar geliyor.” cümlesi, mektupların bitiş ibaresi hâline gelmişti. Reform hareketlerini tetikleyen Martin Luther 1517’de “Tanrı Türkler vasıtasıyla bizim günahlarımızı cezalandırıyor.” derken; Türklerin Tanrı tarafından bu vazifeyle gönderildiği için, onlara karşı çıkmanın esas günah olduğunu söylüyordu.5 Dönemin eserlerine bakıldığında ise, Türklerin bazen Deccal, bazen de Hristiyanların başına belâ olmuş kaba-saba, cahil, katı yürekli barbarlar olarak tasvir edildiği görülmektedir. Türk korkusunun bu tarz yansımalarına rağmen kültürel alışverişlerin daha erken dönemde başladığı söylenebilir.

Türk modası öncesi etkileşim örnekleri
Türk imajının Avrupa sanatına yansıması, esas olarak Fatih Sultan Mehmet’le başlar. Fatih’in siyasî muvaffakıyeti kadar şahsiyeti ve Batı dünyasına bakışı da bu karşılıklı tesir sürecini hızlandırır. Fatih, Rönesans bilim ve sanatını yakından takip etmiş, Bellini ve Costanzo gibi pek çok sanatçıyı ülkesine davet etmiştir. Hristiyanların da hükümdarı olduğunu vurgulayan padişahın, bugün Topkapı Sarayı’nda bulunan ve ‘El Gran Turco’ (Büyük Türk) yazısını taşıyan portresi, Bizans hükümdarlarının portresine benzetilmiştir. 2. Bayezid babası gibi resme ilgi duymasa da mimarlık ve mühendislik sahalarında Avrupalı bazı sanatçılara müracaat etmiştir. Meselâ, Leonardo da Vinci, Sultan 2. Bayezid’e gönderdiği mektubunda Galata ile İstanbul yakasını bağlayacak yüzer köprü teklifinde bulunmuştur. Bu köprü projesini, Leonardo’nun defterlerinde görmekteyiz.6
Padişahların temasları yanında, ticaret de kültürel alışverişin hızlanmasında tesirli bir yoldu. Türk halıları, buna en güzel örnektir. Saray envanterleri, 14. yüzyıldan başlayarak Batı Anadolu halılarının Fransa’da bir lüks eşya olarak ithal edildiğini gösteriyor. Osmanlı halılarının ne ölçüde yaygınlaştığını görmek için Hans Holbein, Lorenzo Lotto, Bernardino Pinturicchio, Sebastiano del Piombo gibi 16. yüzyıl ressamlarının tablolarına bakmak yeterlidir. Alman, İtalyan ve Hollandalı usta ressamlar, desen ve renklerinin tesirinde kaldıkları Türk halılarını tablolarında sıklıkla kullanıyorlardı.7 Osmanlı halı sanatının bugün kaybolmuş bazı eski örneklerinin varlığını bu tablolar sayesinde öğrenmekteyiz. Hattâ bu tablolarda resmedilen desenler, Osmanlı halılarının Holbein, Memling veya Lotto halısı diye sınıflandırılmasına yol açmıştır.8 Meselâ, Pinturicchio’nun Siena’da katedral kitaplığına yaptığı freskolarda görünen halılar Holbein III diye sınıflandırılmıştır.9

On yedinci yüzyıl: Avrupa’da Lâle Devri
Osmanlı elçi heyetinin ziyaretleri Avrupa’da hep büyük alâka uyandırmıştır. Ziyaretlerin yansımaları kültür ve sanatta kendini çabuk gösterir. 1607’de Fransa’ya giden Osmanlı elçi heyetinin Paris’in güneyindeki Fontainebleau’yu ziyareti merakla takip edilmiş ve birkaç yıl sonra oynanan “Balet de Monseigneur le duc de Vendosme” adlı balede Türk kıyafeti giymiş müzisyenler yer almıştır. 1665 yılında Viyana’ya gönderilen ve aralarında Evliya Çelebi’nin de yer aldığı sanılan Kara Mehmed Ağa’nın elçilik heyeti ise, daha çok müzik sahasında tesirli olur. Heyetle birlikte giden mehter takımının Viyana’da yaptığı gösteriler, bu müziğin Avrupa’da tanınmasını sağlamıştır. Nitekim bu tanışmadan sonra Mozart gibi usta besteciler zaman zaman mehter müziğinin melodilerini kullanacaklardır. 1669’da XIV. Louis’ye gönderilen elçi Süleyman Ağa’nın ziyareti daha fazla ilgi uyandırmış, bundan sonra düzenlenen maskeli balolarda Türk elbiseleri giyme modası yerleşmiştir. Dönemin ünlü oyun yazarı Molière, “Le Bourgeois Gentilhomme” adlı oyununa Türk töreni eklemiş; 1702’de sahnelenen bu temsilde Türk kıyafetinde oyuncular yer almıştır. André Campra da ‘L’Europe Galante’ adlı opera-balesinde bir perdeyi Türklere ayırmıştır.10
Osmanlı elçisi Süleyman Ağa aynı zamanda Paris’te kahve içme âdetine örnek olmuş, bu yeni âdet soylular arasında moda olmuştur. Fransa’ya yerleşen Rum ve Ermeniler, Osmanlıların kahve pişirme ve kahvehane adabını Fransızlara öğretir. Pascal adında bir Ermeni’nin de Paris’te ilk kahveci dükkanını açtığı bilinmektedir. Menşei Etiyopya olan kahve önce Yemen’de yayılmış, 15. yy ortalarında Hicaz ve Mısır’a gelmiş, sonra hacılar aracılığıyla Türklere kadar ulaşmıştır. Kahve 17. yüzyıldan itibaren de Avrupa’da kullanılmaya başlanmıştır. 1615 dolaylarında kahvenin Venedik’e ulaştığı ve ilk kahvehanenin 1630’da burada açıldığı söylenir. Avusturya ise Osmanlı ile yaptığı harplerde düşen esirlerinden ‘Türkentrank’, yani Türk içeceği dedikleri bu ‘sıcak siyah su’yu duymuştu. Bu esirler arasından serbest bırakılan askerî tarihçi Graf Luigi Ferdinando Marsigli (1658-1730) ‘Bevanda Asiatica’ adında kurduğu bir şirketle kahve ticaretine girecektir.
Avrupa’da Kilise, kahveyi başta ‘şeytan içeceği’ diyerek yasaklar. Daha enteresan olanı, İsveç Kralı Gustav III (1746-1792) da kahvenin zehirli olduğunu öne sürerek idam hükmü verilen bir suçluyu her gün kahve içmek suretiyle ölüme mahkûm eder.11 Fakat hiçbir direnç, kahvenin Avrupa’da yaygınlaşmasını engelleyemez. Avrupalılar, kahveyi Brezilya’ya götürüp yetiştirirler; fakat en kalitelisi hâlâ Yemen kahvesidir. 1640’ta Osmanlı narh defterinde Brezilya kahvesinden bahsedilir. Yine de kalitesi ve fiyatı daha yüksek olan Yemen kahvesine rağbet, hem Osmanlı’da hem de Avrupa’da daha fazladır.12 Diğer bir açıdan, Paris’te entelektüel kesimin uğrak yeri olan kahvehaneler, Londra’da da yükselen burjuvaziye hitap etme özelliği kazanır. Kahvehane, 18. yüzyılda Avrupa şehirlerinde sosyal hayatın vazgeçilmez bir parçası olacaktır.
1612’de Hollandalılara ticaret hakkı tanınmasıyla artan kültürel ve ekonomik temaslar sayesinde pek çok Osmanlı halısı, maden ve seramiği Hollanda’ya ulaşmış ve Osmanlı motifleri Hollanda sanatında görülmeye başlanmıştır. Bunların içinde lâle, en çok kullanılan motiftir. 16. yüzyıl sonunda elçi Ogier Ghiselin de Busbecq’in (1522-1592) Viyana’ya götürdüğü soğanlardan saray görevlisi Clusius, lâle üretmeyi başarır. Clusius’un Viyana’dan Leiden’a dönmesiyle lâle Hollanda’da yaygınlaşır. Bu dönemde lâle üzerine pek çok kitap yazıldığını görmekteyiz. Elçi Busbecq yazdığı bir mektupta lâleden ‘Tulipa Turcarum’, yani ‘Türklerin Lâlesi’ diye bahseder. Kısa bir süre sonra Hollandalıların ‘tulipomania’ dedikleri lâle tutkusu, sanata da yansır ve bu çiçek, birçok Hollandalı ressamın gözde konusu hâline gelir. Bu dönemde, melezlenmiş yeni çeşitlerini almak için insanların yarıştıkları lâle, altın ve mücevher kadar değerli olabiliyordu. Hattâ bazı lâle çeşitlerinin satıldığı fiyata Amsterdam’da bir ev satın alınabilirdi.13
Bu yüzyılın bir diğer bariz hususiyeti ise, Osmanlı topraklarını gezen Avrupalı seyyahların eserlerindeki üslûp değişikliğidir. 1630’lara kadar Türk diyarını gezmiş olan Avrupalı seyyahların eserleri ile görmeden yazanlarınki arasında pek fark görülmez; çünkü eserler müşahededen çok efsânevî Türk imajını açığa vurur. Buna göre Türkler okuma yazma bilmeyen, tembel, tamahkâr, aşırı gururlu, kaba ve Hristiyanları ezen insanlar olarak tasvir edilmiştir. Fakat 1630 sonrası eserlerde yavaş yavaş peşin hükümlerin azaldığı görülür. Bilhassa Osmanlı’da kanun ve kurumların iyi işleyişi, Türk sosyal yapısının sağlamlığı üzerinde durulur. Bilhassa 17. yüzyıl ve sonrasındaki Fransız seyyahlarının yazdıkları, Türklerle ilgili intibanın düzelmesinde tesirli olmuştur. Türklerle kaynaşan Fransızları, Türklerin merhameti, iyi yürekliliği, askerlerin kanaatkârlığı etkilemiş, Fransızlar ayrıca Türk yemeklerini sevmişler ve Avrupa’da Türklerin iftiraya uğradıklarını itiraf etmişlerdir.14 Bu hayranlık bazen o kadar yükselir ki –Keşiş Mişon’un yazılarında açığa çıktığı gibi- tek başına minare bile bir Avrupalı seyyahı mest etmeye yeter: “Hristiyanlık adına onu kıskanırım. Güzel olan yalnızca minaredir. O ne kusursuz bir tasarımdır.Sarıklı müezzinin belli saatlerde ibadet çağrısını yapabildiği balkonlarla taçlandırılmış ince uzun, beyaz kargıların, yine öyle kusursuz, büyülü mavi bir göğe yükselerek, bizim İngiliz güneşinin iki katı büyüklüğünde ve sıcaklığındaki güneşe öyle bir uzanışı vardır ki güzelliklerini son derece benzersiz kılar ve cazibeleri başka bir ortama nakledilemez ve kelimelerle anlatması zordur.

On sekizinci yüzyıl: Turquerie, Turkomanie, Alla Turca veya Türk uslûbu
Osmanlı-Avrupa münasebetleri 18. yüzyılda artan diplomasi ile farklı bir çehre kazanır. Bu yüzyıl, Avrupa tarihinde bir denge dönemidir. Fetihlerin yavaşlaması, beraberinde Türk korkusunun zayıflamasını getirir. 1683 Viyana bozgunu ve ardından 1699’da yapılan Karlofça Antlaşması neticesinde Osmanlı ve Avrupa birbirini daha iyi tanımak niyetini taşımaktadır. Bu çerçevede, karşılıklı kültürel münasebetler hızlanır. Meselâ, Viyana kuşatması, Osmanlı adına başarısızlıkla neticelenmiştir; ama Avusturya’da Osmanlı izleri kendini göstermiştir. Mimariye ve günlük kullanım eşyalarına Türk motifleri yerleşmiştir. Viyana’da mimar J.L. von Hildebrandt’ın tasarımını sergileyen Belvedre Sarayı’nın ucu püsküllü bir çadırla örtülmüş gibi görünen köşe kubbeleri veya ünlü J.B. F. von Erlach’ın yaptığı Karlskirche’nin minareye benzer kuleleri bu tesirin ürünleridir.16 Mimarideki en müşahhas örnek ise Schwetzinger Sarayı’nın bahçesindeki camidir. Yapımı 1785’te tamamlanan cami, kubbesi ve minaresiyle Doğu’ya olan hayranlığı yansıtır.
Osmanlı elçileri, Avrupalılar için o ana kadar gezginlerin yarı hayal yarı gerçek seyahatnamelerinden bilgi sahibi oldukları Osmanlı’yı yakından tanıma fırsatı sağladı. 1721’de Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin elçiliği, Paris’te bir Türk modasının oluşmasını tetikledi. Gerek Mehmed Efendi’nin, gerekse onu 20 yıl sonra 1742’de aynı vazifeyle izleyen oğlu Said Efendi’nin ziyaretleri, götürdükleri hediyeler, giydikleri kıyafetler ve sergiledikleri davranışlar büyük ilgi uyandırmış ve Fransızların Türkleri daha yakından tanımasını sağlamıştır. Edebiyat, resim, sahne sanatları ve dekorasyon gibi alanlarda Türk temaları yaygınlaşmış, bilhassa Türk karakterlerinin yer aldığı romanlar, bale ve operalar sıklıkla görülmeye başlanmıştır. Balolarda Türk kıyafeti giymek, Türk kıyafetiyle portre yaptırmak dönemin yaygın modaları hâline gelmiştir. Yeni akımın önemli bir bölümünü de evleri süsleyen porselen biblo ve heykelcikler oluşturmaktadır.17 İşte 18. yüzyılda Fransa’da başlayan ve öteki Avrupa merkezlerine de yayılan bu Türk modasına Turquerie denmiştir.
1700’lerin Fransa’sında Türk elbiseleri giyerek portre yaptırmak moda olmuştur. Meselâ, Fransız sarayı soylularından Madame de Pompadur ve Madame de Burry dönemin ünlü ressamı Carle Van Loo’ya Türk elbiseli portrelerini sipariş etmişlerdir. Van Loo’nun kendisi de Türk kıyafetiyle dolaşmıştır. Dönemin ünlü rokoko ressamları J.H. Fragonard, S. Watteau, J.M: Nattier, N. Lancret, M. Q. Latour Türk figürleri çizmişler, modellerine Türk elbiseleri giydirerek pek çok portre yapmışlardır. Avrupa resminde Turquerie akımının yayılmasında önemli rolü olan bir başka ressam da J.E. Liotard’dır. Turquerie’den oryantalizme geçişi simgeleyen İsviçreli ressam, 1738-42 yılları arasında İstanbul’da kalıp Türkçe öğrenmiş, Türk kıyafetleri giymiş ve Türkiye’de yaptığı portrelerle ve Türk hayatını gerçekçi bir şekilde resmetmesiyle tanınmıştır. Avrupa’da “peintre turc” (Türk ressam) adıyla tanınan Liotard, Türkiye’den dönünce birçok Avrupa saraylısının da Türk kıyafeti ile portresini yapmıştır.18 Kontes Mary ve Maria Adalaide’yi Türk kıyafeti içinde resmettiği tablolar meşhurdur.19 Kısacası, 18. yüzyılda soyluların Türk kıyafetiyle tablolarını yaptırmaları vazgeçilmez bir âdet hâline gelmişti.
O dönemlerde Avrupa’da yapılan düğünlerde bile, Osmanlı izlerini görmek mümkündür. 1719’da Avusturya sarayından Maria Josepha ile evlenen Saksonya Prensi Friedrich August, düğünü için aynı boyda güçlü 315 kişiyi vazifelendirir. Bu gençler ‘moustache a la Turque’ yani Türk bıyığı bırakacak ve düğünde yeniçeri kıyafeti giyip, mehter eşliğinde de yürüyeceklerdi. Ayrıca yemekler, hilâl şeklindeki masada yine Osmanlı kıyafetindeki hizmetliler tarafından servis yapılmaktadır. Osmanlı elçisinin de davetli olduğu düğünde gelin Dresden yakınlarında yine Türk eserleriyle süslenmiş bir gemiden alınıyordu.
Edebiyat ve müzikte de Doğu modası çok yaygındır. Meselâ, C. S. Fvart Soliman ‘II ou Les Trois Sultanes’ adlı komedisinde Kanûnî ve Hürrem Sultan’ın muhabbetlerini ele alır. Rameau da ‘Les Indes Galantes’ adlı operasında Türk temasını işler. İlk olarak 1735’te sahnelenen bu operanın birinci perdesi ‘Le Turc généreux’ (Gönlü Yüce Türk) ismini taşır. Sahne sanatlarında Türk karakterleri ve mehter melodileri, yüzyılın sonlarında Mozart’ın ünlü ‘Die Entführung aus dem Serail’ (Saraydan Kız Kaçırma) operasıyla daha da yayılacaktır. Mozart’ın ayrıca ‘Rondo alla Turca’ ve ‘Menuett alla Turca’ besteleri ve ‘Gran Partita’ sonatı Turquerie akımının örnekleridir. Mozart, Haydn ve daha sonra Beethoven ve Rossini gibi besteciler eserlerinde Türk nağmelerine yer vermiştir. Beethoven ‘Marcia alla Turca’ adlı bestesinde, Rossini ise ‘Il Turco in Italia’ adlı operasında Türk temasını ve melodilerini kullanır.

Günümüze doğru
19. yy’da dengeler değişir, artık Osmanlı, Avrupa için önemli bir açık pazara dönüşür. Bu yüzyıla kadarki münasebetler, tanışma ve yakınlaşmanın tabii bir neticesiydi, ancak artık şuurlu bir Batılılaştırma başlar. Oryantalizm bu döneme damgasını vurur. Artık Batı’nın Doğu’ya bakışı bir hayranlık ve temaşa değil, sistematik bir plânın ürünü olarak belirir. Edward Said’e göre “Oryantalizmin daha geniş bir mânâsı vardı. O da Doğu ve Batı arasındaki ontolojik, epistemolojik ayrıma dayalı bir düşünce biçimidir.”21 19. yy sonrası oryantalizm 15 ve 16. yüzyıllarda görülen peşin hükümleri pek de aratmaz.
Anlaşılan o ki bir ülkenin siyasî gücü, kültür ve sanattaki kimlik yansımalarına da derinden tesir etmektedir. Meselâ, bugün birer kültür ve statü kodu olan kafelerin bir yönüyle kahvehanelerden, neskafenin de Türk kahvesinden türediğine kim inanırdı ki! Oysa, aynı sebeple günümüzde Türk kahvesi neskafeye, kahvehaneler kafelere, yerli kıyafetler Avrupaî çizgilere yerini bırakmaktadır. Zaman dairevî bir çizgi üzerinde hareket ediyor. Bakalım, gelecek neler gösterecek!
__________________

Etikete Gerek Yok EskiLer Bizi Tanır .!
havali_cocuk Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-06-2008, 14:09   #2
Banned
 
pusucukurt - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

gurur duydum neslimle
__________________
Click the image to open in full size.
pusucukurt Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-06-2008, 14:14   #3
Eskişehirli_Kartal
 
ilkeres26 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Atalarımla övünüyorum
__________________
Click the image to open in full size.
1-2-3-4 YETMEZ 5-6-7-8-9-10 OLSUN HOLOSKO NOBRE BOBO KOYSUN BEŞİKTAŞIM ŞAMPİYON OLSUN
ilkeres26 Ofline   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık




Türkiye`de Saat: 03:59 .

Powered by vBulletin® Copyright ©2000 - 2008, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2

Sitemiz CSS Standartlarına uygundur. Sitemiz XHTML Standartlarına uygundur

Oracle DBA | Kadife | Oracle Danışmanlık



1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 437 438 439 440 441 442 443 444 445 446 447 448 449 450 451 452 453 454 455 456 457 458 459 460 461 462 463 464 465 466 467 468 469 470 471 472 473 474 475 476 477 478 479 480 481 482 483 484 485 486 487 488 489 490 491 492 493 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503 504 505 506 507 508 509 510 511 512 513 514 515 516 517 518 519 520 521 522 523 524 525 526 527 528 529 530 531 532 533 534 535 536 537 538 539 540 541 542 543 544 545 546 547 548 549 550 551 552 553 554 555 556 557 558 559 560 561 562 563 564 565 566 567 568 569 570 571 572 573 574 575 576 577 578 579 580