Beşiktaş Forum  ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi


Geri git   Beşiktaş Forum ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi > Taraftar > Makaleler

Makaleler Medya dan Beşiktaşımız ile ilgili Köşe Yazılarının Tartışıldığı Platform.

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 20-12-2006, 14:44   #1
Kıdemli Kartal
 
özgür_1903 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Gizli Pençe ...

Forzada çok eskiden konmuş bir yazıydı. kim yazdı bilmiyorum ama mehdi gibi bir klasik olmaya aday


GİZLİ PENÇE
Anadolu bir taraftan savaş acısıyla yanmaktadır, diğer taraftan sevgili hasreti gibi özlemektedir İstanbulu cephede savaşan genç aşıkları. Şimdi deniz kokusu tütmektedir, koynuna hiç deniz girmemiş Anadolu kıraçında ve soğuğunda. Bu aşkı nereye olsa götürdü bu yağız evlatlar, Hicazdan Galiçyaya, Cezayirden Kırıma. Ve hiç yerin ne denizi benzer canım Boğazıma, nede Kanlıca sırtının erguvan pembesi kadar pembedir el diyarlardaki yarin yanağı. Kısmetse bir gün, kısmetse hürken kucaklaşmak azmiyle ısırılmaya çalışır Anadolunun kara ekmeği ve Emirgan çayırları hayalinde dolaşılır nasırlı ayaklar diken ve mayın tarlalarının üzerinde. Ve canım İstanbulda hala İngilizler vardır, tarih onlara yazmaktadır henüz zamanı. Dalgalanmaktadır daha yedi milletin bayrağı bin küsur yıllık medeniyetin kalbinde, İstanbulda. Daha çok kızışmamıştır savaş, Anadoluda mermi doldurmaktadır daha kadınlar. Çiftçilikten askerliğe devşirilmektedir kulak derisi güneşten karamış, topukları toprakla yarılmış Anadolunun yağız evlatları. Samsun, Amasya, Sivas, Erzurum, Ankara derken yollarını dolma lastikleriyle tozutmaktadır, keskin mavi gözleri ve kurt bakışlarıyla Selanikli Paşa. Henüz tahterevallinin yükseğindedir bir millet, ağır ağır bağımsızlığının tadı gelmektedir yüreklerinde, milim milim kımıldamaktadır ve bir bassa iman tahtasına o dev kaldıracın, ne tahterevalli kalacaktır, ne saltanat, ne kahpe emperyalizm. Gün saymaktadır Anadolu.

İstanbul sessiz bir sisin içindedir işgalin altında. İnsansı bir nefes alır,güzel, alımlı ve olgun bir kadın gibidir bu şehir. Şimdileri ayakları altında onurunu çiğnettiği Avrupalı insanlar, kendi toraklarında derebeyi barbarları adıyla birbirlerini boğazlarken ortaçağ karanlığında, İstanbul o zaman ki adıyla Constantinapolis kıta Avrupasının medeniyet başkenti idi. Buna Ayasofya şahit, bilimadamları şahit, hanları hamamları şahit. Ve bir devri bitiren Fatih olmasaydı bu şehri İstanbulda belkide yine kendi barbarlıklarından ne Ayasofya varolurdu ne İstanbul. Ne gariptir ki egemenliği bu kez uygarlık maskesine bürünüp gelmişlerdi kazandıkları ilk dünya savaşının ardından. Bu şehiri surken bırakıp, geri dönüşün, medeniyetine medeniyet katan bir ırkın kanını emmenin en kolay yolu yine bu şehre yerleşmek olduğunu iyi biliyorlardı elbet. Şehir işgal altında nefes alamıyordu. İnsanların, özellikle askerlerin büyük bir kısmı Anadoluya geçmiş, oradaki insanları örgütlüyordu, bu şehre hür dönebilmek için. Tüccar kısmı sefaletin kanını emiyor, işbirlikçiler işgalin tadını çıkarıyor, bir avuç vatansever de herşeye rağmen, herkese rağmen mücadele ediyordu.

Beşiktaş 3 yanı saraylarla, bir yanı denizle çevrili bir semttir. Asırlardır olduğu ve asırlarca öyle kalacağı gibi halkla birlikte yaşar bu semt ve semtte halkla içinde barındırır. Halk, başka bir semti sevemeyecekmiş gibi yaşar ve adını yaşatır. Esnaf tüccar olamamıştır, daimi berberleri, fırınları, kasapları, balıkçıları ve bakkalarıyla yaşar insanlar ve böylede mutludurlar. Savaşlar ve işgaller belini bükmüştür esnafın. Mal yoktur, olan malı işleyecek sanatkarlar şimdi şehitlikleri onurlandırmaktadırlar. Tek tük kalan esnaf, karnını doyuracak paraya, loncalardan, ahilikten gelen desturuyla yalnız halkının ihtiyacını görmektedir. Un yokkende ekmek yapabilmelidir bir fırıncı, kösele yokkende uydurmalıdır çocukların ayaklarına birer ayakkabı, kunduracı. Ve deri kokan ve zifti andıran karalıkta, kandil yağı isiyle yan yan örs üzerinde kösele dövmektedir kunduracı. Yan yan dövebilmektedir, çünkü küçükken erik ağacının dalında takılı kalmıştır sağ gözü. Ve bu sebebten alınmamıştır çok istediği askerliğe. Hizmet verememiştir vatanına, yaşıtları yaş bir dal gibi düşerken bayrak uğruna bu topraklara. İçinde hırs kalmıştır kunduracının, gizli gizli talim yapmaktadır yukarıki çayırda filintasıyla ve attığınıda vurmaktadır. Neden diye sorar içinden içinden,
" Yahu, normal insanlarda nişan alıken kısarlar bir gözünü. Rabbim bana zorluk olmasın diye almışken bir gözümü neden bende tutamıyacakmışım cephenin yolunu?"
Kunduracı, bilmektedir bilmesine ama gönlüde buruk kalmıştır bir kere. Silah kullanmadaki marifeti ilede sınırlı değildir kabiliyetleri. Büyükçe bir çizmeden üç ayakkabı çıkarabilir, elbette yokluktan. Birde ne model verirlerse çıkarır kalıbını hemencecik. Beşiktaş futbol takının ilk ayakkabılarının kalıbını eski bir İngiliz mecmuasından çıkarmıştır, hemde beş kuruş almadan. Eski asker çizmeleri versinler yeter diyordu başkana, ben uydurur dikiveririm hepsini. Hakkaten gözlerinde fer, ellerinde biz girmedik yer kalıncaya kadar dikerdi ayakkabıları aşkla. Ve çok severdi Osman Paşa Konağındakiler onu. Yan yan seyrederken sahanın en köşesinden, ortaya yanlarına çağırsalar bile gitmezdi kunduracı, " bende sağ göz yok, burdan bakıncada birşey değişmiyor" diyecek kadarda kendisiyle ve sakatlığıyla barışmıştı.

Mahareti semt sınırını aşmış, işgalci garnizon komutanlarının kulağına kadar gitmişti kunduracının. İlla gelsin bize çizme diksin, dans ayakkabısı çaksın diyorlardı, paraya boğarız, karnın doyar diyorlardı ama o uzun boynundan bir bonuz gibi fırlayan adem almasını gere gere kafasını geriye itip reddediyordu tüm bu teklifleri. " Toprağımı çiğnedikleri ayakkabıları yapacağıma, ayaklarının altına siper olup çiğnetmem onurumu" diyordu. Ama öyle bir zora koştular ki onu bir gece apar topar Beyoğlundaki bir hana götürdüler. İçerisi bir balo salonuna dönüştürülmüştü ve kimseciklerin olmadığı salonda küfürleri çınlıyordu ingiliz generalin. O kocaman ayakalarına geçirdiği Londradan yeni gelen rugan dans ayakkabısı patlamıştı kenarından. Bu halde davetlilerin önine çıkamazdı elbet. Kunduracı Beşiktaştan bir çuval gibi getirilip ayağına serildi generalin. " Dik bunu" dedi tercüman. Omuz silkti kunduracı. İnce ensesinde bir tokat patladı birden. Kafasını çevirdi çevirmesine ama şakağına soğuk bir tabanca dayandığını hissetti. Çıkınından bizini çıkardı. Ruganın yumuşak derisini işleye işleye dikti. Eskini aratmayacak ince ve gizli bir dikişle sihirli bir el dokunmuştu rugana. General cebinden bir gümüş lira çıkartıp fırlattı kunduracıya.kunduracı eline aldı parayı, avuçları ter içinde kalmıştı. Bir çırpıda iki kaşının arasına savurmak geliyordu ya, canda kıymetliydi bir taraftan. Doğruldu, sırtınıdönüp kimselere bulaşmadan karanlığa karıştı. Taksim'e doğru yokuş yukarı tırmanırken avcunda tuttuğu parayla vicdan muhasebesi yapıyordu. Bu parayla ihtiyaçlarını karşılayabilirdi rahatça, yeğenlerine birer çift kışlık ayakkabı malzemesi alabilirdi. Yada Anadoludaki mücadeleye gönderebilirdi, yok, yok gönderilmeyecek kadar küçük bir paraydı. Taksime ulaştığında futbol sahasını gördü. Semtinin takımı Beşiktaşın üzerine giyebileceği doğru dürüst bir forması yoktu. Aklımla bir yaşayayım dedi kendi kendine, akmasa bile damladır diyerek neşeyle indi Beşiktaşa, sabahı zor etti. Gün daha gün ağırmadan Osman Paşa konağında aldı soluğu, kapıda konağın açılması için bekliyeyim diye düşündü ama camdan sızan ışık ilgisini çekti. Ağır ağır yaklaştı cama. Perde aralığından içeri baktı. Büyükçe bir masa etrafında toplanan adamlar hararetli bir şekilde masanın üzerine yaydıkları kağıtlar üzerinde tartışıyorlar, diğer taraftan sigaralarını tüttürüyorlardı. Bir ara masa başındakilerden birinin gözü cama takılınca korkup olduğu yerde sindi. Birkaç saniye sonra kafasına bitmek bilmeyen gecenin ikinci silahı dayanmıştı bile. Bir çırpıda gözleri ve ağzına kuşak geçirildi, bileklerinden domuz bağı vuruldu. Apar topar içeri alındı. Kapının yanına kondu. " Kimmiş" diye ses geldi içeriden, sesi tanıyordu kunduracı.. "Bilmiyorum, İngiliz ajanı olabilir" dedi tepesindeki adam. " Vurun, denize atın" dedi içerideki ses. Kunduracı ecel terleriyle ağzı bağlanmış şekilde çırpınıyor ve inliyordu. Adam kunduracıyı diz çöktürttü eşikte. "Zebanilere selam söyle" dedi ve tetiği çekecekken, kunduracı ağzındaki bağdan kurtuldu. Derin bir nefes alıp "Fuat beyim" diye bağırdı avaz avaz. Adam tetiğin horozunu kaldırdı, tetiğin boşluğunu alırken, Fuat Bey horoz ile iğne arasına soktu baş parmağını. " Dur, bu bizim kunduracı".Korkudan kaskatı kesilmişti kunduracı, ayağa kalkacak dermanı kalmamıştı. O haliyle içeri odaya aldılar onu. Sigara içti, içli, içli. Odadakilere önceki akşam Beyoğlundaki olan bitenleri anlattı. Avcundaki parayı Fuat Beyin eline bıraktı, korkmuş hali üzerindeyken hala dönüp odadan çıkmaya çalıştı. Fuat Bey arkasından dur diye seslenince irkildi. O ana kadar dikkat etmediği yüzlere baktı. Bu yüzler yıllarca Beşiktaşta yüz yüze geldiği insanlardı. Hepsini tanıyordu iyi kötü. Hatta aralarında iyi müşterileride vardı. Kafasında burada neler olup bittiğini çözmeye çalıştı. Sonra bir çakmak çaktı gözlerinde. Bu insanlar, evet bu insanlar....

"Böyle elini kolunu sallayıp çıkamazsın şimdi bu konaktan kunduracı" dedi Fuat Bey. "Bizi birlikteyken gördün ve artık yapacağın bir tercih var. Yada vatan sağolsun deyip kafana kurşunu sıkacaksın, yada yemin edip bizle çalışacaksın". Kunduracının aklı karmakarışık olmuştu. Bunca insan arasında ne işi vardı, yemin etmek neydi, neden kendini öldürmesi gerekiyordu. Kunduracıyı üst kata aldılar. Fuat Bey kahvesini içerken karşısında hazrolda bekleyen kunduracıya uzun bir konuşma yaptı. Fuat Bey'in konuşması bitince eline bir silah tutuşturdular kunduracının. Hayatının en ağar kararını verecekti. Ya şimdi ölecek, yada vatan uğruna çalışıp eninde sonunda ölecekti. Aslında inanılması zor bir imkandı vatanına hizmet edebilemek için. Ama bir gözü kör bir adam, yarım adam sayılırdı. Silahı şakağına dayadı, ha bugün ha yarın , vatan sağolsun diyerek tetiğe asıldı. Asıldı ama hala dimdik ayakta duruyordu. " Helal olsun sana kunduracı" dedi Fuat Bey. " Senin çayırbaşındaki silah atışlarından takip ettiriyordum, mert bir nişancısın ama inandığın değerler uğruna ölümü göze alacak kadar da cesurmuşsun, üstelik silahın dolu olup, olmadına bile bakmadın. Şimdi silahını bayrağın üzerinde duran Kuran'nın üzerine koy ve diyeceklerimi tekrar et"

Kunduracı dükkanına döndüğünde olan bitene inanamıyordu. İçinden bağırmak geliyor, çok hapşırmak isteyipte hapışıramayan bir insanın ağır yükünü çekiyordu içinde. Dükkanı açık bırakıp deniz kenarına koştu ve kafasını suya daldırdıp avazı çıktığı kadar bağırdı. Ne bir ses duyuldu, nede kimselerde ne yaptığını anladı.

Aradan altı koca ay geçmişti. Bir yandan kundura dövüp, deri dikiyor bir yandan da aklı karışıyordu kunduracının. Acaba yaşadıkları düşmüydü sadece. Bunların hiçbisi olmamış yalnızca bir hayalmiydi hepsi. Çıldırıyormuydu yoksa, böyle bir görevi yokmuydu, kimselere de açılamıyordu. Tam bunların yarası yüreğinde kabuk bağladığı sıralar, bir dilenci girdi dükkanına. Eğilip iki para sıkıştırmaya çalıştıki dilenci ensesinden tutup göğsüne yasladı onu. Kunduracı korktu, adam kulağına yer ve zaman fısıldadı, " Osman Paşa Konağı, geceyarısı". Kunduracı şaşırdı. Demek ki kafayı yememişti, gerçekti o akşam yaşadıkları. Geceyarısı Konağın kalın, ağır tokmağıyla kapıyı çaldı üç defa. Kapı açıldı, odaya buyur edildi. Fuat Bey yüzü cama dönük, " Hoşgeldin kunduracı" dedi. " Aferin, birkaç delilik dışında sınavı geçtin. Denize kafanı sokup bağırman ve örste taban döverken dalıp, çekici parmağına vurman dışında bir yanlışın olmadı, dikkatli davrandın. Atış talimlerinde iyi gidiyor, ama kendine dikkat etmiyorsun, sabah yediğin ekmeği katıksız yeme ve sakın ola ki dükkanını kitlemeden helaya gitme bir daha. Dükkanından iki kere bağcık aldırttım farketmedin bile.Dikkatli olman lazım" Kunduracı sendeledi, nasıl bilebilirdi tüm bunları. " Şaşırma, yemin edebilirsin, aramızda nefes alabilir, hatta bizimle dost dahi olabilirsin. Ama görev alman konusunda aşacak daha çok aşaman var. Kunduracı zaman daraldı, Anadolu sıkıştı. Bizim çabamız gerek ve İngiliz garnizonundaki tüm bilgi kaynaklarımız deşifre oldu, işbirlikçilerin jurnali ile. Yeni bir yüz lazım, hiç bilinmedik halktan biri, sıradan. İnönü üzerindeki kolordu yerleşim haritaları üzerinde çalışıyor şimdileri. Bu bize çok lazım ama ulaşamıyoruz. Bir şekilde garnizona girmemiz lazım. Bu işte sana düşüyor kunduracı, planı Cevdet anlatacak sana, kolay gesin, Allah yardımcın olsun." Kunduracının yanakları al al olmuştu. Kulaklarından alevler fışkırıyordu. Ağustosta bile esen boğaz poyarazı gibi kaskatı kesmişti yüreği. Yere kadar eğilip selamladı Fuat Beyi. Cevdet Bey alıp içeride haritaları, İngilizce karşılıklarını, askeri harita terimlerini ve nasıl kendilerine ulaştırabileceğini belletti kunduracıya. Pır pır ediyordu yüreği.

Sırtında kunduracı çıkını ile turlamaya başladı Beyoğlundan Galatasaray doğru. Bir iki gün aynı istikamette bir yukarı bir aşağı dolanıp durdu. Sabırlı olup, kendisini de belli etmemesi gerekiyordu. Durup bazen tam garnizonun karşısında birinin ayakkabısını fırçalıyor, ya bir İngiliz subayına yada tercümanlarından birine rastlamayı hayal ediyordu. Umutsuzluğa dönüyordu iyice işler. Son günlerde kimseler dolaşmıyordu garnizonun çevresinde. Ben gireyim diye düşündü ama böyle hevesle içeri girmesi bütün planları suya düşürebilirdi. Birkaç boya işinden sonra toparlanıp giderken garnizon binasından generali çıktığını gördü. Birşey yapmalıydı görünmek için. Durduğu yerde haykırırcasına, " Boyayalım abiler" diye bağırdı. General kafasını çevirdi, kunduracıyı görünce gülümsedi ve yaverinin kulağına birşey fısıldayıp arabasına binip gözden uzaklaştı. Yaver yanında iki asker ve tercümanıyla kunduracının yanına geldiler, " Yarın general seni istiyor" dedi tercüman. Kunduracı, " çok şükür dedi içinden.

Sabah garnizonun kapısından içeri girdiğinde müzeyi andıran yapının içinde kaybolur gibi oldu kunduracı. Duvarlardaki freksler, tanrıça heykelleri, mozaikler Anadolunun sökülen dişleri gibi şimdi İngiliz garnizonun duvarlarını ve koridorlarını süslüyordu. Binlerce yıllık medeniyet ve birikim doğduğu topraklarda silah zoruyla mülteci acizliğine düşürmüştü bu sanatı ve kültürü. Kunduracı generali göreceğini ummuştu ama yaveri ellerinde bir torba ayakabı ile çıkagelmişti. Bodrum katta küçük, karanlık, nemli bir odaya götürdüler ve bir torba dolusu ayakkabıyı boca ettiler kafasından aşağı. " Onarmadan hepsini çıkmak yok burdan" dedi yaverin tercümanı. Üzerine kilit vurdular kapının, bir yağ kandili ile baş başa kaldı kunduracı. Ayaklandı, çevresindeki dört taş duvarı yumrukladı. " Başaramayacağım" diye hayıflandı. Eski bir şarap mahseniydi burası. Yağ kandilinin ışığında çizmeleri ve ayakkabıları onarayım bari diye düşündü. Tek gören gözünü yan yan aydınlığa vere vere dikmeye başladı. Gece yarısında yat zili çaldı İngilizlerin. Birkaç saat sonra sessizliğe büründü bütün han. Bodrum katından gelen çekiç seslerinden başka çınlatan birşey kalmamıştı handa. Kunduracı nasıl ve nedenlere kafa yorarken kadil yağının isinin sağa yatık yandığını fark etti. Işıltısı yan yatmış, isi bir nehir gibi akıyordu sağ yanındaki duvara doğru. İsin aktığı duvara doğru baktı yan yan. İs ufak bir delikten diğer tarafa sızıyordu. Parmağıyla deliği yokladı. Sonra çekicinin sivri tarafıyla iyicene açtı deliği. Blok taşı yerinden oynattı ve diğer mahsene geçecek kadar delik buldu kendine. Burası eski bir rum meyhanesinin servis yapılan gözüydü ve bir taş ile sıvanmıştı zamanında. Kunduracı bu delikten karşı tarafa geçiverdi. Bu kısım arşiv dairesiydi garnizonun. Duvara dayalı minik kare gözlü dolapta rengarenk haritalar vardı. Cevdet Beyin anlattığı evraklar bu olsa diye düşündü. Açtı, hakikaten haritalar, haritaların üzerinde yerleşimler, oklar, mevziler hepsi çizilmişti. Yanında getirdiği mumlu kasap kağıdını ısıtıp, haritaya sıvazladı. Çekip aldığında harita üzerine kalemle çizilen herşeyin kopyası çıkıverdi kasap kağıdına. İlk kopyada haritanın lejant kısmı kasap kağıdına yapışıp yırtıldı, küfretti içinden. İki üç haritayada aynı işi yapıp, delikten diğer mahsene geçti. Taşı yerleştirip, neşe ve görevini yapmanın gururu ile zanatkarlığına döndü. Ellerini açıp dua etti sonra, böyle zor bir görevde, tek gözü kör sakat birine bu şansı tanıdığı ve vatanına böylelikle hizmet verebildiği için tanrıya şükretti.

Kalk zili çaldığında iki çizmenin deri ve astarı, bir ruganında tabanına gizli pençe yapılmış halde işini bitirebilmişti kunduracı. Nöbetçiler kapının kilitlerini çevirirken kunduracı çıkınını topluyordu. General yaveriyle bu sefer üç gümüş lira yollamıştı kunduracıya. Bu sefer huşu içinde Beşiktaşın forma parası çıktı, şükür diye sinsi sinsi gülümsedi. Kunduracı kasap kağıtlarını ve aldığı 3 gümüş lirayı Osman Paşa Konağında kendi elleriyle Fuat Bey'e teslim etti. Görevini yapmıştı kunduracı.

Yıllar sonra İstanbul'a geldikleri gibi kaçarak terk ediyordu şehri İngilizler. Gemiler yığınla askeri biran önce kaçırmak için sefere bağlanmıştı. İstanbul,hakkı olan özgürlüğüne kavuşuyordu yavaş yavaş. Yedi milletten binlerce asker, masa başında değil cephede göğüs göğüse çarpışan Anadolu evlatlarına yenilmişler, yakıp yıkarak medeniyet abidesi ırklarının topraklarına geri dönmeye mecbur edilmişlerdi bir kez daha. Ve bunlardan biride İstanbul İngiliz garnizon komutanı generaldir. Yenilmişlikte olsa sonunda alışkanlık haline getirdiği bu eve dönüşlerinin birinin daha keyfini boğaz manzaralı kaptan köşkünde çıkarmaktadır. Üzerinde nizami, düzgün ,ütülü üniforması ve ayağında rugan ayakkabısı olduğu halde, bacak bacak üzerine atmış , bir yenilginin muhasebesini kaptan ile çay içerek yorumluyorlardı. Rugan ayakabısının tabanından siyah bir deri parçasının uç verdiği gözüne çarptı. Gizli pençesinin altından sıyırdığı deri parçasını çekiştirdikçe tabanı kopuverdi. İçinden bir siyah deri parçası ve harita yırtığı çıktı. Deri üzeri yumruk şeklinde beyaz çerçeve ile dikişlenmiş, içinde beyaz şeritler açılmış, üzerinde arapça dört rakam ve üç harf vardı. Tercümanını çağırdı general. Bu arada haritaya gözü ilişti, İnönü bölgesinin lejantı olan İngiliz Kraliyet Coğrafya Akademisine ait bir harita parçasıydı, anlam veremedi. Bu arada tercüman derinin üzerindeki rakamı ve harfleri çevirdi İngilizceye; rakamlar bir, dokuz, sıfır, üç. Harfler B. J. K

forzadan alıntıdır....
__________________
iLk ÇıĞLıĞıM SoN NeFeSiM TeK AşKıM BEŞİKTAŞ'ım....
HeRşEyİn BiR sOnU vAr AmA BEŞİKTAŞ SeVgİsİnİn AsLa...!
özgür_1903 Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 20-12-2006, 16:20   #2
Kıdemli Kartal
 
özgür_1903 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Müthiş bir hikaye okumanızı tavsiye ederim...
__________________
iLk ÇıĞLıĞıM SoN NeFeSiM TeK AşKıM BEŞİKTAŞ'ım....
HeRşEyİn BiR sOnU vAr AmA BEŞİKTAŞ SeVgİsİnİn AsLa...!
özgür_1903 Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 20-12-2006, 16:29   #3
Banned
 
dicesare - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Eyw.... eline sağlık..
__________________
Beşik'den Mezar Taş'ına
dicesare Ofline   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık




Türkiye`de Saat: 22:33 .

Powered by vBulletin® Copyright ©2000 - 2008, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2

Sitemiz CSS Standartlarına uygundur. Sitemiz XHTML Standartlarına uygundur

Oracle DBA | Kadife | Oracle Danışmanlık



1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 437 438 439 440 441 442 443 444 445 446 447 448 449 450 451 452 453 454 455 456 457 458 459 460 461 462 463 464 465 466 467 468 469 470 471 472 473 474 475 476 477 478 479 480 481 482 483 484 485 486 487 488 489 490 491 492 493 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503 504 505 506 507 508 509 510 511 512 513 514 515 516 517 518 519 520 521 522 523 524 525 526 527 528 529 530 531 532 533 534 535 536 537 538 539 540 541 542 543 544 545 546 547 548 549 550 551 552 553 554 555 556 557 558 559 560 561 562 563 564 565 566 567 568 569 570 571 572 573 574 575 576 577 578 579 580