|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
|
Makaleler Medya dan Beşiktaşımız ile ilgili Köşe Yazılarının Tartışıldığı Platform. |
| LinkBack | Seçenekler | Stil |
27-03-2008, 17:19 | #1 | ||
hüngürella Üyelik tarihi: May 2007 Yaş: 41
Mesajlar: 5.146
Tecrübe Puanı: 23 |
Beşiktaş'ın, Büyükşehir Belediye maçı için Ümraniye'den uğurlanışı dört dörtlüktü. Tüyleri diken diken eden bir tablo vardı. Sanki ufak çaplı şampiyonluk şöleni provasıydı. “Biz inanıyoruz, siz de inanın” mesajı veriliyordu. Olimpiyat Stadı'na gidiş muhteşemdi. Dönüş kahredici oldu. Beşiktaş'ın büyük bir avantaj yitirdiği apaçık ortada. Şampiyon olup olamayacağını bilemeyiz. Ancak gözümüzün önünde duran koskoca bir gerçek var; Beşiktaş taraftarı, çok daha kaliteli bir takımı hak ediyor. Kadronun yarısı iyi, yarısı kötü. Bazı bölgeler alternatifsiz. Bunun yanı sıra, Serdar Özkan, Cisse, Tello dışında ofansif ve defansif görevleri birlikte yapacak oyuncu yok. Takımın yarısı kalesini korumaya çalışıyor, bunu da yeterince beceremiyor. Diğer yarısı da gol için oynuyor. Kendi kalesine göz ucuyla bakıyor. Takım, kendi içinde ikiye bölünürse, işte böyle sıkıntılar ortaya çıkar. O nedenle de ben diyorum ki; gelecek sezon için kollar şimdiden sıvanmalı. Özellikle de defans baştan aşağı yenilenmeli. Ali Tandoğan, Üzülmez, Gökhan Zan ve Toraman alternatif oyuncular olarak düşünülmeli. Böyle kötü oynarsa Gordon postalanmalı. Orta alanın sağına bir kanat oyuncusu, göbeğe de çok yönlü biri düşünülmeli. Araştırmaya hemen şimdi başlanmalı. Bazı gerçekler üzüntü verir. Durum ne yazık ki aynen böyle. O şimdi başkan Borçların tavan yaptığı, mali portrenin can sıkıcı boyutlara ulaştığı bir ortamda, kolları sıvamak, “Ben varım” demek öyle kolay iş değildir. Adnan Polat'ı özellikle bu nedenle kutluyorum. Elini taşın değil, dağın altına soktu. Yönetimi nedir, ne değildir, kim kimdir bilemem. Ancaak! Sayın Polat'a iki çift laf etmek isterim. Futbol şube sorumluluğu başkadır, başkanlık bambaşkadır. O koltuk ağırdır, taşımak kolay değildir. Hafif kilolarla orada oturulmaz. Zirveye çıkmak zordur, orada tutunmak daha da zordur. Liderlik, omuzlara büyük yük getirir. Diğer takımlara kılçık atmak, o koltukta otururken söz konusu değildir. Dikkatli çok dikkatli olmak gerekir. Özhan Canaydın dönemi çeşitli şekilde eleştirilebilir. Ancak Canaydın'ın saygınlığına tek laf edilebilir mi? Canaydın liderdi. Bakalım Polat, o unvanı devam ettirebilecek mi? Bakalım o apolet Polat'ta nasıl duracak? Ben kör müyüm? Bobo'nun Büyükşehir Belediye maçındaki hareketine büyük çoğunluk “kırmızı” dedi. Bobo yumruk atmış! Söylenen de böyle, yazılan da. Duyduk duymadık demeyin, yumruk deniyor, yumruk. Peki yumruk nedir? Elin sıkılmış şeklidir... Ve bu şekilde bir hedefe karşı yapılan sert darbedir. Ben mi körüm yoksa 'yumruk' diyenler hayal mi görüyorlar? Olmayan bir şeyi insanlar nasıl iddia ederler? Aynen Ankara- spor-Beşiktaş maçının son saniyesinde yan hakemin, “Nobre golü eliyle attı” demesi ve canım golün, dolayısla iki puanın güme gitmesi gibi. Yan hakem o gün olmayan bir eli yoktan var etti. Bu kez de insanlar havada karada hiçbir şekilde görmedikleri bir yumruktan söz ediyorlar. Olay, tam yardımcı hakemin kucağında. O, böyle bir şeyi görse orta hakemi uyaracak. Yardımcı hakemde tık yok. Fanatik Gazetesi'nde Bobo'nun yumrukla değil, açık eliyle rakibini ittiği net bir biçimde fotoğraflanmış. Büyük üstatlar fotoğrafa, televizyona, yardımcı hakeme aldırış ederler mi? Onlar için tek geçerli olan kendi yorumlarıdır. Buna da saygımız var, ancak görmedikleri, tespit edemedikleri bir olayda, bu denli ısrarcı olmaları doğrusu fazla tuhaf. Televizyon kanallarını Pazar akşamı zaplarken, yakaladığım kadarıyla Osman Tanburacı, Vedat Okyar, Selim Soydan aynen benim gibi “kırmızı değil sarı” dediler. Aslında kimin ne dediğini hiç umursamıyorum. Bir milyon kişi karşıma çıkıp “kırmızı” dese, hepsine “hadi canım sen de” derim. Lafı uzatmayalım, Beşiktaş bir kez daha hakem kurbanı olmuştur. Akıllar Chelsea'deymiş! Neymiş, Fenerbahçe Beşiktaş'a karşı oynarken, dört gün sonraki Chelsea maçını düşüneceğinden maça tam anlamıyla motive olamazmış... Ve de bu, Beşiktaş için büyük avantajmış. Bir kez daha vurgulayayım, futbolun ruhunu yakalayabilmek çok ama çok önemlidir. Ne acıdır ki bunu çok az kimse biliyor. Bakın beyler, her maç ayrı ayrı değerlendirilir. Futbolcu sahaya çıktımı, sadece o anı yaşar. Bir gün, iki gün , dört gün sonrası hiç ama hiç aklına takılmaz. Hele hele Beşiktaş-Fenerbahçe derbisinde böyle basit hesap hiç yapılmaz. Efendim, işin bir de fizik yönü varmış. Futbolcu, Chelsea maçında yorgun düşmemek için, Beşiktaş karşısında işi idare edermiş. Yani fazla koşmazmış. Bu arada sakatlanmamayı da düşünürmüş. Ayağını, kafasını her yere sokmazmış. Yapmayın, lütfen yapmayın. Bırakın bu saçma sapan söylemleri. Yok böyle bir şey, olmaz böyle bir şey. Dört günde yorgunluğu atamamak söz konusu değildir. 48 saat sonra futbolcu sapasağlam, dimdik ayaktadır. En ufak bir yorgunluk duymaz, yaşamaz. Sakatlıktan korunma adına bir önlem paketi de şu ana kadar yeryüzünde bulunamamıştır. Futbolcu sahadayken, aklının kenarından, “Ay aman saklatmayayım” diye bir düşünce kesinlikle geçmez. Ne olur bu gerçekleri bilelim ve yapay gündemlerle insanların kafasını karıştırmayalım. Albayrak'ın gözyaşları! Abdurrahim Albayrak ile bir kez karşı karşıya geldim. Bunun dışında hiç yakınlığım olmadı. Kendisini gazetelerden, televizyonlardan takip ederim. Sevecenliği, sıcaklığı beni mest eder. Bir insan bu kadar candan olur. G.Saray'dan söz ederken, o coşkusu, pozitif elektriği sizi de sarıp sarmalar. İşte dersiniz, “tam bir gönül adamı”. Tanımadan seversiniz. Yönetim kurulu listesinden son anda çıkarılmasına öyle üzülmüş ki, o gece uyuyamamış. Ertesi sabah Eyüp Sultan'a gidip, hem dua etmiş hem de hüngür hüngür ağlamış. Şu söylediklerine de bir bakın hele: “Bana kıymayacaklardı. Beni canlı canlı toprağa koymayacaklardı. Her şeye karşın oyum yine Polat'a”. İçtenliğin böylesine de pes doğrusu. Öfke yok, nefret yok, intikam duygusu yok. Ne kadar da saf ve temiz duygular. Şimdi işin diğer yönünü tartışalım... Albayrak'ın, futbol şubesinin başına geçmemesi acaba Galatasaray için büyük bir kayıp mı? İşte bu noktada frene dibine kadar basmamız gerekiyor. Profesyonel futbolcuların arasında, amatör yöneticinin ne işi var? Futbolcu dili apayrıdır. O dilden yalnızca uzman profesyoneller anlar. Sevgili Albayrak, herkes bildiği işi yapacak. Futbolcuların içine girmeden yönetici olmanıza en ufak itirazım olmaz. Ancak sizin istediğiniz şekle, kusura bakmayın ben de “Hayır' derim. Futbol ciddi bir oyundur, lütfen bunu gözardı etmeyelim. | ||
|
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |