|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Oyun Alanı | Ajanda | Arama | Bugünkü Mesajlar | Forumları Okundu Kabul Et XML | RSS | |
|
Makaleler Medya dan Beşiktaşımız ile ilgili Köşe Yazılarının Tartışıldığı Platform. |
| LinkBack | Seçenekler | Stil |
05-09-2009, 11:24 | #1 | ||
Gogo Üyelik tarihi: Aug 2007 Yaş: 39
Mesajlar: 5.649
Tecrübe Puanı: 41 |
Kavramların yalan yanlış kullanıldığı bir ülkede yaşadığımız malum. İşte ‘ideoloji’ de bu yanlış kullanılan kavramlardan biri. Herkes kendine göre dolduruyor tanımın içini. Biliyorsunuz, artık ‘ideolojik’ bulunan pankartlar statlara sokulmayacak. Bu kararı alanlarla ‘ideoloji’nin ne olduğunu ne olmadığını ayrıca tartışırız da, bildiklerini hiç sanmıyorum. Onlara kalsa toplumdaki bir aksaklığa itiraz eden, iktidarların karşısında olan her şey ideolojik. Çevrecilik ideolojik, insan hakları savunuculuğu ideolojik! Suların akmadığı, şehri pislik bastığı ya da bir yakınları kayıp olduğu zaman görmek gerekir ‘ideolojiyi’ ya, konumuz İnönü Stadı ile ilgili bugün. İstanbul’a yapılması planlanan üçüncü köprüye itiraz eden bir grup Beşiktaşlı bir pankart hazırlıyor ve bu pankart son Gaziantep maçında içeri alınmıyor. Ne yazıyor pankartta; “Üçüncü köprü olsan üstünden geçmem İstanbul.” Çevreciler, mimarlar, şehir plancıları toplanmış bir üçüncü köprünün İstanbul’u mahvetmek anlamına geldiğini söylüyor. Fakat ‘büyüklerimiz’ tribüne giden çocukların kendi hayatlarına ve şehirdeki insanların hayatlarına sahip çıkmaya çalışmasını ideolojik buluyor nedense. Nedir burada ideolojik olan? Nedir yanlış olan? Çocukların hayatlarımıza sahip çıkma duyarlılığı göstermesi mi? Bu şehirde ve bu ülkede yaşayan insanları önemsemeleri mi ideolojik? Bu çocuklar sahip çıkmazsa bu ülkede yanlış olana, kötü gidene kimin çocuğu sahip çıksın istiyoruz? Onları yasaklamakla değil kulak vermekle, ne dediklerini anlamaya çalışmakla düzeltiriz hayatımızı da dünyayı da... Maça! Maça! Maça! Maça! Bugün Adana’ya gidiyorum. Adana Demirspor-Livorno maçını izlemeye. İkisinin de hatrı var bende. Köy öğretmeni olan babam vesilesiyle bindiğim trenlerin, gittiğim Samsun Demirspor maçlarının, demiryolu işçilerinin hatrı Adana Demirspor’un ki... İnsanı yutan bu düzene karşı insani olanı savunan, dayanışmayı yücelten ve bunları yaparken de aynı zamanda futbol oynayarak eğlenmeyi beceren Livorno kentinin liman işçilerinin hatrı da Livorno’nunki... Livorno gösterdi ki, futbol, endüstriye tapan burnu büyükler dışında, ‘sıradan ve sahici’ insanların da oyunu aynı zamanda. Bir Türkiye İkinci Ligi takımı olan Demirspor’un çağrısına “İşçiler! Emekçiler! Onlardan yana olanlar! Hazırlanın top sektirmeye, eğlenmeye geliyoruz” demeyi beceren kaç takım kaldı ki şu dünyada? ‘Hesap lütfen diyen yok ki’ Gaziantepspor Başkanı İbrahim Kızıl, “Rodrigo Tabata transferi için kimseye hesap vermem” demiş. Haklı elbette. Sorun hesap vermekte değil zaten, sormakta... Hesabı soracak olan Federasyon ve Maliye ‘uyuyunca’, İbrahim Kızıl da rahat rahat koyuyor postasını hepimize... Beşiktaş Camiası’ndan biri değilim!’ Beni Beşiktaş’a sahip çıkmamakla suçlayan demeyeyim, ama eleştiren arkadaşım Orhan Yıldırım’a hatırlatmak isterim ki, sapla samanı karıştırıyor. ‘Yanlış örnek, örnek değildir’ bilinir. Hüseyin Cimşir’in bedavaya gitmesi ya da Mehmet Topuz’un Fenerbahçe’ye transferi Beşiktaş’ın iyi yönetildiğini değil, Fenerbahçe ile Trabzon’un da doğru yönetilmediğini gösterir. Bir kere daha hatırlatayım, ben bu ‘Beşiktaş Camiası’ denen şeye dahil değilim. Beşiktaşlı’yım, kendimce iyi de Beşiktaşlı’yım, ama ‘camia’dan değilim. Haliyle yanlışı görmezlikten gelemem. Tabata iyi oyuncu olabilir, ama transferi dramdır. Hakem meselesine gelince... İşler kötü giderken herkes ‘hakem hatası’ görür. Vardır da! Ama ben öteki takıma ya da hakeme değil, bizim takıma ve futbola bakmayı tercih ederim. Cem Dizdar Konu Gokhan tarafından (05-09-2009 Saat 11:26 ) değiştirilmiştir.. | ||
|
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
| |