Beşiktaş Forum  ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi


Geri git   Beşiktaş Forum ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi > Taraftar > Marşlar > Popüler

Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 09-12-2006, 01:05   #31
 
zibidikartal - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Portakallı ördek

Sarışın, mavi gözlü, mat bakışlı bir dostumuz vardı. Beraber olduğumuz süre içeresinde çok güzel günlerimiz de oldu, kederli anlarımız da. Sonra terk-i diyar eyledi. Dostluğumuz sürer gibi olduğundan bağlantıyı kesmemiştik. İyi haberlerini aldığımızda seviniyorduk. Hasta çocuklara yardım ettiğinden dolayı da değerini ikiye katlamıştı gözümüzde. Sonra... Sonra aradan yıllar geçti... Bir gün bir haber geldi Beşiktaş'a. Sarışın dostumuz bizden uzak ellerde yanlışa düşmüş, Kokain diye bir dilberle geziyormuş. Abayı yakmış anlayacağınız. Vaziyet ve hal iyice sarpa sarınca mahkemelik bile olmuş ülkesinde. Üzülmüştük, şaşırmıştık. Hatta kahrolmuştuk... Oysa kendi vatanının sportif liderliğine oynuyordu. Kariyer yapacaktı, ama yapamadı.. Velhasıl ülkesinde iş yapamadığından aramıza dönmek istedi. Beni alın diye yalvarıyordu gözleri. Dostluğumuza ihtiyacı vardı. Bizden başka herkes tavır aldı bu sarışın dostumuza. Bütün yazıcılar ferman yazdılar, istemezuk dediler.. Hatta Başkan sıfatlı bir büyüğümüz ise, "Bırakın olduğum yeri bu ülkeden içeri bile sokmam" buyurdular. Lakin... Bizim okyanuslar kadar geniş gönlümüz vardı. Bir merhabaya, bin takla atardık. Merhamete ihanet etmezdik. Laf aramızda yedi düveli aşmış şanımız da bundandır. Türk insanının, ananesine ve ona hürmetine yakışanı yaptık. Ahde vefa.. Onu hayata bağlamalıydık. Bütün ülke karşımızda olsa da ona sahip çıkmalıydık. Çıktık da. Bir keresinde Kadıköy'e gezmeye gitmiştik. Ortalık iyice kalabalıktı. O kargaşada moralini bozmak istediler. Önüne, geçmişini hatırlatacak ufacık "beyaz" paketler attılar. Yerin dibine soktular..

HORLAMAYI KES ARTIK!
Sırtını sıvazlayıp, aldırma diyen yine bizdik.. Vücudumuzun en belirgin yerindeki bu yara bir türlü kabuk bağlamıyordu. Çünkü birileri birilerini "kaşıyıcı" olarak tutmuştu. Her hafta içi gittiği mahkeme, yaşadığı her başarısız sonuçtan sonra yüzüne vuruluyordu. Oysa biz, bir insan kazanmanın her yolunu deniyorduk. Kazandık da... Onu, belli bir süre sonra başka bir ülkeye gönderdik. Orada, başarı haberlerini duydukça seviniyorduk. İyice kendine gelmişti. Eski halinden eser yoktu. Bir arar diye bekledik ama nafile.. Varsın aramasındı.. Biz ona hayat vermiştik ya.. Lakin bir haber daha geldi Beşiktaş'a. Dostumuz bizden habersiz Türkiye'ye gelmiş ama Kadıköy'den bu yana geçmem diyormuş. Ona kucak açanlara, onu hayata bağlayanlara değil de; "Değil bulunduğum yere, bu ülkeden içeri sokmam" buyuranlara teşekkür ediyormuş. Ona dalga geçer gibi ufak "beyaz" paket atanlarla sıkı fıkıymış. İşin en garibi bizim yanımızdayken ona kin kusanlar, son Kadıköy seyr-ü seferinde, lale bahçelerinde dolaşır olmuşlar. Ohh! Ne âlâ memleket.. Bizdeyken at sineği, onlarda portakallı ördek.. Sonra gaipten bir ses işittim.. Eşim başıma dikilmiş "Horlamayı kes" diye çırpınıyordu. Uyandım.. Ama lütfen siz de uyanın sevgili Beşiktaş camiası.. Geçen hafta Abdi İpekçi'de yaşanan olaylar, Akatlar'da yaşansaydı Beşiktaş sahası kaç sene kapatılırdı. Belki Akatlar, yıkım cezası bile alırdı. Katil, çete, hapçı hakaretlerinden sonra ne damga yerdik kimbilir? İşte bunları düşünürken dalmışım da, yukarıdaki rüyayı görmüşüm.. Rüyamda, Aziz bir adam vardı. Sanki Abdi İpekçi'deki...
----------------------------------------------------------------

Nabza şerbet apoletleri!

06 Nisan 2005

Uzun koşu programının iki numaralı seri başı, tuttuğu takımın maçını yorumlarken Effa'nın haklı avukatlığına soyunmuştu. Hemen akabinde Adem Dursun'un canlı telefon bağlantısındaki isyan dolu haykırışlarını gönülden destekledik. Yorumcumuz C.Çakır'ın olaya popülist yaklaşmasını, Sakarya'nın 2 ve 7 numarasının olayları provake etmesini anlattı, durdu. Haklıydı da.. Hatta ben de objektif açıdan bakarken olayın "play" tuşuna basıldığında kaleci Şenol'un ters tarafa bakarak olaydan habersiz ısındığını gördüm. Ve o kaleci Şenol'un bütün olayları görmüş gibi yan hakeme koşmasını da.. Olayın esas özetinde Effa tekme atmamıştı. M.Sert, tekme yemiş süsü vererek olaylara start vermişti. Adeta canı yanan yorumcumuz, A.Güçlülüğün tesirini hoşgörüsüne sığdırarak telefondaki Yılmaz Vural'a ılımlı ve mütevazı serzenişte bulunuyordu: "Aman Yılmaz, takımı küme düşüreyim deme ha!" 27 Şubat Pazar gününe, yani Beşiktaş- Sakarya maçına döndüğümüzde tekrar edilen suni penaltı düdükleri, taraftarı tahrik eden kaleci Şenol'u ve Carew'in hırs dolu isyanını nasıl yorumlamıştınız? "Filler gibi hem ağızdan, hem burundan fışkırtıyor." Evet sayın büyüğüm, İnönü Stadı'ndaki güvenliğin attığı kafa ile Yılmaz Vural'ın attığı yumruğun etik ve stat sınırları açısından ne farkı var? Neden Beşiktaş maçındaki gibi bas bas bağırmadınız, "Bu saha üç maç kapatılmalı" diye.. Sizin tuttuğunuz takımın maçında Sakaryalıları haklı olarak provakasyonla suçlarken, Beşiktaş maçında neden Sakarya saflarındaydınız? Maalesef, nabza şerbet apalotlerini bir türlü omuzlarınızdan atamıyorsunuz. Değişirsiniz diye beklediğim bu hafta da, yine hayal-i sükut var halinizde.. Aslında 400 bilmem kaç gün evveline gidip popülizmin hortladığı geceye dönmem lazım. 'Eh be Samsun' diyesim geliyor.. Samsun- Malatya maçından sonra "20 senedir futbolun içindeyim, evsahibi takımın bu kadar ezildiğini görmedim" diyen Ertuğrul kardeşime "1-4'lük maçı ne çabuk unuttunuz" diye sorasım geliyor. Bizim yüreğimiz yanarken neredeydin be Ertuğrul! Saçımızı başımızı yolarken, nerelerdeydiniz? Ve siz sayın başkan İsmail Uyanık.. Haksızlıklara isyan edip sahaya indiğinizde 400 küsür evvel gün Beşiktaş camiasının yaşadıklarını anlayabildiniz mi? Bilir misiniz ki, o gün yüzünden binlerce Beşiktaşlı paranoya halde geziyor. Bu ilahi tesadüf sonrası neler düşünürsünüz? Mesela "Keşke" der misiniz?
-----------------------------------------------------------------
Tuzak fısıltıları

12 Nisan 2005

Gökyüzünün mavi oluşundan mı, denizin gökyüzü gibi duruşundan mıdır bilmem! Delikanlı baharın ağır abi gibi geç gelişi mayışık haller kıldı üzerimde. O yüzden elim gitmez oldu kaleme, varmaz oldu düşüncelerim hayale. Lakin iştir aynası kişinin zaman, yazmak zamanıdır boş durmaya gelmez. Hele masa başlarını boş bırakmaya hiiiç gelmez. Yazacaklarım güldürüyor beni. Çünkü okuduklarım komik. Uyumaktayız toplumca ya da uyutuyorlar!. Kartal gözlerime ilk ilişen haber Efes-Panathinaikos maçının bedava oluşuydu. Millet akın akın Compela etmiş, Abdi İpekçi adeta iptal. İstanbul'- un her yerinden otobüsler kalkmış. İyi güzelde sayın büyüklerim yürürlüğe giren kanunlar belli takımlara göre mi hazırlanıyor? "Yöneticiler bedava bilet dağıtıyor" diye yırtınan spor yazarlarımız bulut muydular yoksa! Nereye kayboldular kimbilir!.. Kartal yüreğime dokunan ikinci asoşeytıt pires (!) makyajlı haber ise bizim kapalıdaymış meğer. Sözüm ona kavga çıkmış tribünde. Polisler gelmiş ayırmış. Sonra kavga çıkaranları dışarı atmışlar. Vay vay vay. "Belki doğrudur" diye düşünmekteyim. Çünkü biz bir ara Vatikan'a gittik, Papa'nın cenazesine.. O ara film kopmuş olabilir. Ama azıcık okşasam, çocuktular. Ben de çocukluklarına veriyorum. Bu arada güneş tam karşıma düşmüş. Hani akşam güneşi güzele vurur hesabı. Karnım da bir acıkmış ki sormayın. Ve bir şarkı düşmüş dilime "Karnımııız acıııktı biziiim Levent baba, bize yemek ısmarlasanaaa." Sahi yemek deyince sizin aklınıza ne gelir? Valla sizi bilmem ama benim aklıma rahmetli babam gelir. 15 günde bir bütün aileyi toplardı. "Herkes gayrısız gelecek" derdi. Gelmeyenler mi!!! Tuzak fısıltıları içimi ürpertir..
--------------------------------------------------------------------
Palavra Hükümdarları

16/04/2005

Debelenen timsahları gördüm.. "En büyük benim" dedikçe suya batmaktaydılar. Cebelleşen köpek balıkları bilirim.. Okyanuslar ötesinden kan damlasının şehvetine pike çekmekteydiler. Daniskasını ölçtüm, akbaba denen rezaletin.. Ölülerden, leşlerden medet umarken, ağızları sulanmaktaydı.. Ve ekmeğine ihanet edenleri, yalan kusanları, icazet alanları, peşkeş uğruna eyyam yapan ibrikçileri okudum..
Yüzüncü yılımıza dil, şampiyonluk kupasına el uzatanları yakaladım.. Elinizi de, dilinizi de çekin.. Yoksa söylemek zorunda kalacaksınız. Ahmet Dursun'un Kocaeli'ne attığı ofsayt golünden başka ne gösterebileceğinizi! O senenin derbi maçları hâlâ hatıramda da!!! Palavra hükümdarları, armamızın hemen üstündeki ikinci yıldızın haram olduğunu buyurmuşlar. Rahmetli Cenk Koray'ın kemiklerinin sızlamayacağını bilsem, ne yapacağımı biliyorum ama.. Yoksa armamızın üstündeki yıldızları ne yapayım.. O armanın içindeki yıldız, yeterince onurlandırıyor bizleri. Aslında derbinin yalnızca bir jilet markası olmadığını yazacaktım. Derbinin anlam özelliğine hürmeten, bazı olguların gözden geçirilmesini isteyecektim sayın büyüklerimden. Mesela, statların tekrar yarı yarıya olması.. Kulağa ne hoş geliyor değil mi? Ama yazamıyorum.
Çünkü, birilerinin gazı var. Bu; ne boru hattında gizli bir doğal gaz, ne de taksilerin bagajında saklı bir LPG.. Bu bir gastrit.. Ülsere dayalı, travmatolojik bir bulgu!!! Çekememezlikten mütevellit ihtiras kasırgaları.. Kendilerinin büyük, Beşiktaş'ın en büyük olduğunu, Asya kıtasının yazıcıları da çok iyi biliyor. Lakin..
Gözünü kırpmadan güneşe bakabilen tek canlıdır Kartal.. Tıpkı, muhteşem taraftarının sevgisi uğruna gözünü kırpmadan kendini feda edebileceği gibi.. O Kartal ki.. Sevdası uğruna çıkabileceği en yüksek doruklara çıkar, çıkar, çıkar.. Adeta tırmanır. Sonra.. İçindeki asaleti gökyüzüne, oradan tüm aleme yansıtır. Uğrunda ölmeyi düşünür. Ve düşünce, eylemi tetikler. Devasa kanatlarını hiç açmadan, kılını bile kıpırdatmadan, yerkürenin o eskimiş, o kanlı, o kirli ve bir o kadar da namert tabanına kendini bırakır. Ölüm kaçınılmazdır.. Ve ben ne Kartallar yaşadım.. Debelenenlere inat, cebelleşenlere inat, sevdası uğruna ölümle makara geçmekteydiler
-------------------------------------------------------------
Ah be Rıza!

22.04.2005

Bu bir başkaldırışın öyküsüdür.. İsyan dolu haykırışların destansı efektleri kazınmıştır belleklere.. Dost omuzbaşlarını, yumruğunun içine koyup da arkadan çelme takacaklarını bilerekten.. Öylece.. Sadece.. Gülerekten.. Arkasına bakmadan yürüyenleri anlatır. Ve yalınayak kor ateşler üzerine basanları söyler. "Susuz yaz" filminin kulaklarını çınlatırcasına susuzluğun belgeselini Saracoğlunda çekip kaptan Gusto'ya armağan ettik. Susuzluktan ölümün provasını yapanlar aç ve suzuz kalmanın esaretini dişimizde bir sancı gibi beklettiğimizin farkında değildiler. Onlarca fenalaşan oldu.. Ama yine de "gık"ımız çıkmadı. Gündem değiştirmenin kitabını yazan ultra profesyoneller, yine bir mağlubiyet sonrası klaslarını konuşturdular. Beşiktaş'a İnönü'de ezildiklerinde Emre'nin parmağını tartışanlar. G.Saray'a Sami Yen'de de yenildiklerinde Merdivenköy muhtarını konuşuyorlardı. Son Kadıköy seferindeki mağlubiyet kılıfı da ilginç, bir o kadar da enteresandı.. "Bizim stadımızda küfür yok" popülistliğine soyunanlar, şanlı Beşiktaş taraftarının stada girişini karşılayan koronun nasıl bağırdığını duymamışlar mıdır acaba? Açılan "Blow Job Clup" yazılı İngilizce pankartın ne anlama geldiğini bilmemişler midir acaba? Çok sevgili spor muhabirlerimiz uyumakta mıdırlar? Spor medyamız nerededir? Bursa taraftarının, Beşiktaş fobisi ve lobisi maçtan önceki hangi dakikalara tekamül etmekdedir lütfen araştırınız. Neden her şey Beşiktaş taraftarının üzerine atılır.. Bütün ülke takımlarının taraftarları, Beşiktaş tribünlerini benimserken, bu çekememezlik niyedir? "Taraftarımız yenildiği halde centilmence Beşiktaş'ı alkışladı" cümlesinin doğrusu, "Taraftarımız Daum'a inat, van Hooijdonk'u alkışladı" değil midir? Ekmek ve süte duyulan hasret, Rıza Efendi'de mi gizlidir? Ah be Rıza, gül de geç be Rıza Gül, o namert çölde de yetişecek be Rıza O pankart sana açılmadı ki be Rıza 20 milyon Rıza var bu camiada Onlara açıldı Ne olur kafana takma be Rıza Biz Pascal için zenci olduk Senin için de kapıcı oluruz be Rıza!
-------------------------------------------------------
Ben istemeden asla alamazsınız!

27/4/2005


Zamansız gelen ziyaretlerin en fetbazı, destursuz gecelerin en anlamsızı en madrabazıydı.. Ecel ismi verilen bu hayırsız, çatal yürekli bir gence takmıştı kafayı. Ölümle kol kola girmiş bu kanser bozuntusu, bu yiğit kardeşimizin lenflerine saldırıyordu. Amansız bir hastalığa yakalanan bu delikanlının, ayağına kadar gelen ecele bir çift kelamı vardı; "Ben istemeden, beni asla alamazsınız.." Ölümün karanlık suratına adeta tüküren, yaşamak sevincini asla yitirmeyen ve kanserin o cüzzamlı, o sinsi karakterine meydan okuyan bu kardeşimiz bir gerçeği daha ortaya çıkartıyordu. Yürek alır parayı.. Belki de Allah onu sevdiklerine bağışlamıştı. Ölüme karşı dimdik duruşu, tüm savaşların en görkemlisiydi.. Lakin bir savaştan çıkıp, başka bir savaşa gireceğini kim bilebilirdi ki? Zafer kutlamalarının en leylim zamanlarında, postacının eve getirdiği mektup ve onun içinden çıkan yazı savaşın başka bir cepheye kaydırıldığını gösteriyordu; "Sayın Haluk Yıldırım, kulübümüzle olan anlaşmanız feshedilmiştir. Kendinize kulüp bulunuz" cümleleri ahde vefanın anlam bütünlüğünü, gözlerinden akan iki çift damlaya teslim ediyordu. Oysa 10 seneye yakın hizmet ettiği camiadan bir teşekkür beklerdi. Yolları ayrılsa bile soğuk bir teşekkür kafi olabilirdi. Kanseri tokatlamanın keyfini yaşamadan, köşeye itilmenin filmini seyreden Haluk, onur savaşının ilk basamaklarını çıkıyordu. Senelerdir müessese takımlarının hegamonyasına tek başına dikilen Beşiktaş'la kesişti yolları Haluk'un.. Akatlar'daki ilk Ülker maçında onur mücadelesinin galip hali, salonu dolduran 4 bin Beşiktaş taraftarını kucaklarcasına açtığı kollarında gizliydi. Kadere ve terkedişmişliğe isyanın, çaresizliği kabul etmeyen haykırışların, Abdi İpekçi'deki son Ülker maçı bir ders niteliğindeydi. El Amin denilen basketbol sihirbazının skora itirazı, Haluk'un erken gelen ölüme itirazı gibiydi; "Ben istemeden bu maçı asla alamazsınız.." Bütün Ülker savunmasını darmadağın eden bu Pascal ruhlu adam, Haluk'a gönderilen o mektubun intikamını alıyordu. Basketbolda yıllarca yaşanan eziyet ve işkence, yani müessese kulüplerinin acımasız zulmü, elbet bir gün bitecektir. Nasıl ki Haluk kanser bitirimine avucunu yalatmıştır, Beşiktaş basketbol takımı da şampiyonluk mızrağını ligin en tepesine dikecektir.
-------------------------------------------------------------
SAMANLIK-SEYRANLIK VE MANSUR FORUTAN

İki gönül bir olunca samanlık seyran olur" cümlesini kuran ceddim Nostradamus'un büyük amcası mıydı yoksa! Seyrantepe'nin şu hali ancak iki kulüp başkanlarının gönül sahnelerinde mertçe tokalaşıp final yaptığında verimli olacaktır. Seyrantepe arazisinin seyranlık olması hepimizin arzusudur. Lakin; Seyranlığınla da samanlığınla da hiçbir şekilde ilgilenmediğimiz ve umursamadığımız halde bizi bu girdaba çekmeye çalışanlarda hepimizin korkusudur. Beşiktaş yönetiminin bu ikili çekişmeye neden müdahil olmadığını hince ve "Bilgiç"çe ortalığa atanlar şunu bilmelidir Beşiktaş'ın tapuya da, araziye de ihtiyacı yoooook. Çünkü onlardan bizde çok ! Seyrantepe muhabbetinden dolayı gerilen sinirleri yatıştırmak amaçlı düzenlenen bir zirve yaşadık. Bu zirveden bir kaç da karar çıktı. Yapılan anlaşmaya göre kupa finalinde G.Saray numaralıya, F.Bahçe'de kapalıya gidecekti. Buraya kadar beni ilgilendiren hiçbir şey yok. Ancaaak, Köşesinde "kapalı hep Fener'indi zaten" başlığıyla alınan karara nostaljik bir yorum yapan Mansur Forutan'ı okudum. Ara sıra okurumda zaten. Olayları "ti"ye alarak yazması hoşuma gider. Bahsettiğim yazısında ise yanlış tespitleri var. Doğru analizler yapmamış değil. Hepsi tartışılır. Anlatımında stratejik bir kırılma noktasına değinmiş. 2 Ekim 1994 tarihinde Galatasaray'a Samiyen'de yenildiğimiz 3-1'lik maçın endüstrileşme bölümünü şahane anlatmış. Keşke o maçtaki Kubilay Türkyılmaz, Rıza muhabbetine Bülent Yavuz'un nasıl penaltı çaldığını da anlatsaydı. Sonra Catering şirketlerinin kaşar ekmek meyva suyu tamek alaturkasına nasıl kara bulut gibi çöktüğünü anlatmış. O sıcacık fırın kokan kıymalı pideleri hatırladım. Bir pideyi üçe beşe bölerdik. Dumanı bile karnımızı acıktırırdı. Sonra kombineleşmeyi ve localaşmayı şöyle bir geçmiş. Yani para kazanmaktan başka hiçbir şey düşünmeyen zihniyeti. Yani cefakar taraftar dışarı, paralı taraftar içeri mantığı. Yarı yarıya stadların vazgeçilmezlerinden olan karşılıklı beste çalışmalarına değinmiş. Bize arabacılar diye takılanlara "arabanın tanesi bugün üç milyon" deyip krikosunu da hediye ederdik. "Sakın küfür etmeyin, edeni dışarı atarım" sözlerini sarfeden başkomserin bu tatlı tehdidi karşısında Avanak Avni'nin ıfıl tıfıl, aga nagi lugatlarına besteyi yapıştırıp "Anlayan anlar" dediğimizde komserin kahkahası hala kulaklarımdadır. Yalnııız! Birkaç yerde ufak bir yerde de büyük hata yapmış Sayın Forutan. Başlık tam anlamıyla sınıfta kalmış. Beşiktaş'ın ve Beşiktaş taraftarının olduğu bir ortamda kapalıdan bizim diye bahsetmek biraz garip kaçmıyor mu ? Garibime gitti de...
-------------------------------------------------------------
05-05-2005

BESİKTASLI BABA

Beşiktaşlı 'Baba'

Girilmez yazılı tabelanın tam altındaydı. Ameliyathane-nin o çirkin yüzlü kapısı o ana kadar ona hiç bu kadar soysuz gelmemişti. Başını iki küçük elinin arasına almış, oracığa çömelivermişti. Gözlerinden akan yaşlar Kızılırmak'ın deli suları gibiydi. Varsın aksındı. Hatta hiç durmasındı. Ama doktor amca müjdeli haberi bir an evvel versindi. "Baban kurtuldu" desindi. 11 yaşındaki o gencecik yüreği şimdi bir ayrı çarpıyordu. Çaresizlik durağında beklemek onu bir hayli yıpratmıştı. Şöyle bir ayağa kalkar oldu. Acıktığını hissetmişti. Ellerine baktı... Kan içindeydi. Üzerinde babasının ona 100. yılda aldığı nostalji formalarından vardı. O günü hiç unutamıyordu. Babası iş çıkışı "store"a uğramış, akşam yemeğinde ona sürpriz yapmıştı. Heyecandan sabaha kadar formayla dolaşmış, hiç uyumamıştı. Ya şimdi! Babası azraille çatışıyordu. Üstündeki formanın armasını öptü, gözlerini kapadı, ağzından iki üç kelime döküldü: "Seninle ağladık, senle güldük biz..." Sonra bir duygu sağanağı patladı. Bir türlü gözlerine dolan yaşlara hakim olamıyordu. Formasının alt kısmıyla gözlerini sildi. "Ne vardı sanki balkona çıkacak" diye kendi kendine hayıflandı. Fenerbahçe maçının atmosferinden etkilenmişti babası... Konya maçından sonra eve geldiğinde şampiyon oldukları sene diktirdiği bayrağı sandıktan çıkarmış, bir güzel ütülemişti. Bayrağı caddeye asacaktı. Ama ip eksikti. Onu da ertesi gün işten gelirken alacaktı. Bu işleri iyi biliyordu. 1982 şampiyonluğunda İstanbul'u bayrak delisi yapmışlardı. Antrenmanlıydı. İpi alıp geldiğinde bir yandan çocuğu ile konuşuyor, maaşını aldığında 1 numaralı Pancu formasını alacağını taahhüt ediyordu. İşte o anda balkonun en bakımsız ve çürük yeri çökmüştü. Babası gözü önünde Beşiktaş bayrağıyla aşağı düşüyordu. Bayrağın balkon demirlerine takılması düşüş hızını kesmişti. Hastaneye nasıl gelmişlerdi hatırlamıyordu. Birden irkildi. Babası hâlâ çatışıyor muydu azraille? Doktor hâlâ neden "müjde" dememişti? Babası da annesi gibi onu terk mi edecekti? Hüzünler hiç bitmez miydi? Ve kapı açıldı... Doktor karşısında dimdik duran çocuğa ağlamaklı bir sesle ancak "Kimin kimsen yok mu?" diyebildi. "Kurtaramadık" diyememişti bile. Avucunda doktorluğuna lanet edercesine sıktığı bir kağıt parçası vardı. Sessizce uzatıverdi çocuğa... Ufacık elleriyle buruşuk kağıdı düzeltti. Kağıtta; "Sevdamız uğruna canlar verdik biz Siyahın zindan olsun beyaz aydınlık Herkese nasip olmaz Beşiktaşlılık" yazıyordu...
--------------------------------------------------------------
Emek hırsızları!

12.05.2005

Gerçeklerin üzerine gidebilmek, ihanet rüzgarlarını başlamadan dindirmek demektir. Bu yazıyı kağıda dökmem de, o gerçeklere sırtımı dönemememdendir. Zaten güleç yüzlü maske takmış bu dünyaya hiçbir sempatim kalmadı ya, neyse! Oturmuşum, ağır ağır yazmaktayım. Aslında herkese gönül koymaktayım. Bir türlü içimden atamadığım o basket maçıyla depreşmekteyim. Ve hep o an gözümün önüne gelmekte. Salondaki 4 bin kişi, iki dakika sonra gelecek şampiyonluğu beklemekte. Laf aramızda, şampiyonluk da bir ağır, bir nazlı ki sormayın. O iki dakika bir türlü geçmemekte.. Biz de ağır işçiyiz hani.. Yürek işçisi.. Terlemekteyiz buram buram.. Emek vermekteyiz yani.. Bir yandan da elinde mikrofonuyla ne bağırdığını bilmeyen adama 'sus' demekteyim. Bu tribünlerde asla olmayacak bir işe soyunmakta. "Ya sabır" çekiyorum, bir an evvel diyorum ama; ı-ıhhh.. Ve gözlerim yedek basketçilerin oturduğu, antrenör ve koç Aziz Akkaya'nın olduğu bölüme takılıyor. Oraya da bench diyorlar. İyi güzel de, ben orada kimseyi göremiyorum ki!! Çünküüüüü! Kravatlı bir sürü adam, takım elbiseleriyle bench'in önüne adeta baraj kurmuşlar. (Sergen gelip ince ayar çekse bile nafile) Nedeni, iki dakika sonra gelecek şampiyonlukta güzel bir fotoğraf karesinde poz verebilmek. Kızlar, 20 sene sonra şampiyon olmuş kimin umurunda! Ona buna öpücük dağıtmaktalar. Sanki şampiyonluk onların basketleriyle, emekleriyle geliyor. Yedek kızlar adeta sinmiş. Sahadakiler şaşkın. O tabloyu dışarıdan gören herkes, basketbol şubemizde 70 tane yönetici var zanneder. Aslında her şeyi protokolün arkasında kalan kafeteryaya girdiğimde anlamalıydım. Yerler vıcık vıcık yağ içindeydi! Zemin bir kaygandı ki, sormayın.. Düzgün adımlarla yürümek, özel bir yetenek istiyordu sanki.. Ve elinde yağdanlıkla dolaşanları gördüm. Başkanın görüş alanına girebilmek için birbirlerini eziyorlardı. Sonra.. Binbir cefa, binbir eza, binbir gayretle gelen şampiyonluğun kupa törenini, o kupayı öncelikle hak etmiş kız basketçilerle kutlamak isterdim. Nerdeeee! Sermayeci kuruluş, yine sahanın göbeğindeydi. Ve kupa basketçiler yerine onların elindeydi. Tıpkı pazar günü, Samsun maçının devre arasındaki ödül törenlerinde olduğu gibi.. Yazık!
-------------------------------------------------------------------
Hacivat ve Karagöz

18.05.2005

Gönlüm bir sual arzu eder, cevapsız kalacağını bilerekten.. Yaram derine inmiştir, düşüncelerime düşerekten. İstanbul şehrinin taraftar kısmı hep sorgulanmış, yargılanmış, hatta acımasızca infaz edilmiştir. Bir darağacı kalmıştır kurmadıkları. Ve bir türlü sevememişlerdir bizi. Oysa Anadolu insanının o sıcacık duygularını çalabilmek için popülizmin kucağına düşen, onların gözünde kahraman olmak adına ayrımcılık yapan kalemşör bazı yazarlar; haftalardır stat dışından tribün içine, Beşiktaşlısına Fenerlisine atılan taşlara kalkan olabilecekler midir? Zevk alacaklar mıdır, başı kanayan insanları gördükçe.. Ve unutmayın timsah kısmı yavrusunu yer, akarsu çekildikçe.. Neden Dolmabahçe'de, Sami Yen'de ve Kadıköy'de Anadolu'dan gelen taraftarlarla ihtilaf olmaz da ve hatta bazı bazı alkışlanırlar da, Anadolu'ya deplasmana çıkıldığında futbolcuların kaldığı otelden tutun da tribünlerde kin kusan insanlara kadar tam tersi olur! Cevapsız kalacağını zaten söyledim.. Bari bundan sonra yapmayın ve soyunduğunuz kabinde giyinin lütfen! Gönlüm Beşiktaş'ın durup dururken deplasmana çıkmasından mütevellit bir sual daha arzu eder.. Karagöz, iki dudak öpecek diye Hacivat neden cereme çeksin ki? Neden adamın teki hakeme tekme attı diye Beşiktaş, Kocaeli'ne gitsin ki? Siz federasyon olarak İstanbulspor'a değil, Beşiktaş'a ceza veriyorsunuz. Öyle ya, İstanbulspor kafilesi 25 kişi civarı.. Bir otobüsle işi çözüyorlar. Ya Beşiktaş! Yüzlerce taraftarıyla yollara düşüyor, kazası belası da cabası.. Takım İstanbul'da oynama avantajını kaybediyor ve bütün pazarımız İstanbulspor'un cezası nedeniyle zehir oluyor. Ama neymiş? Federasyon, İstanbulspor'a ceza vermiş! Oysa basketbol federasyonu adaleti ve mantığı bir salıncağa kurmuş. Bir şehrin takımı aldığı cezayı aynı şehrin başka bir takımına karşı kullanamaz. Ceza, şehir dışından başka bir takımla oynanacağı zaman devreye girer. İlgililere duyurulur..
-----------------------------------------------------------
zibidikartal Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-12-2006, 01:14   #32
 
zibidikartal - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Siyah-beyaz bir aşk hikayesi

24-05-2005

Ağustos ayıydı.. Güneş bütün sobalarını yakmış, mavi gökyüzünde keyif çatıyordu.. Rıhtımda ağır abi gibi duran gemi, uzun bir yolculuğa göz kırparken, çımacılar halatları çözmüş, aheste aheste kalkmakta olan gemiye el sallıyorlardı. Şampiyonluk gemisi, bacasından tüten siyahbeyaz dumanıyla, kaşlarını kışkançlık bulvarına çatmış, bulutlara nazire yapıyordu. Dolmabahçe sahillerine kamp kurmuş yüzbinler, 6 hafta sürecek bir bekleyişin tatlı heyecanı içindeydiler. Yabancı sularda hatalı dümen kullanan gemi kaptanı, bütün iyi niyetiyle engin denizlere savaş ilan etmişti. İlk 5 limandaki bilanço akıllara zarardı.. Gemi, her yerinden yara almıştı. Ayakta durmasının yegane bir sebebi vardı: Manevi iç huruzu. Marmara kıyılarından Dolmabahçe sahillerine kulaç atan rotası bozuk bu gemi, iskeleye yüzbinlerin haykırışları arasında yanaştı. Herkesin kalbinde aynı flama vardı. Sevinmek için sevmedik.. Lakin Trabzon limanında, Kuddusi denen vatandaşın gemiyi ele geçirmeye çalışması yanlış tesadüflerin akıllı hamleleriydi. Bu arada gemi kaptanını, Dolmabahçe açıklarına demirlediklerinde zorla Yeniköy'e götürmüşlerdi. Semtin kasaplarına!.. Yolculuk sırasında tayfa Carew'in rüştünü (!) ispat ederek nefis çalımlarla direğe tırmanışı, miço Mustafa'nın karanlık sulardan intikam alışı; kaptanın seyir defterine altın harflerle yazılıyordu. Tersane yönetiminin hiç istenmeyen talihsiz bir olay sonucunda gemiyi üç haftalığına kızağa alması, deniz bilimlerini alt üst ediyordu. "Şefaatinden vazgeçtim, bari mezarımdan taş çalma" mantığının en kuvvetli ayrılık rüzgarı, geminin Konya ovasında kaybolduğunda esiyordu. İspanyol kaptan, sessiz terkediş filminin başrol oyuncusuydu. Zorunlu ayrılık, sorunlu birlikteliğin "The End" çizgisindeydi. Ve geriye o geminin 20 sene tayfalığını yapmış yeni bir kaptan geldi. Ekmeğiyle sütüyle, saçlara düşmüş akıyla, ciddi yüz hatlarıyla yeni bir kaptan.. O ki, tüm liman muharebelerinde bir yenilgiyle adeta güven tazelemiş, Pancu denen tayfadan Panter icad ederek gönüllere taht kurmuş, yara almış geminin tüm onarım masraflarını üstlenmiş bir Kartal yürekli... Ve son limandaydık geçenlerde... Kürek çekmiş tayfaların yorgunluğu, dut yemiş bülbülerin suskunluğu çökmüştü cümlemize. Belki de yeni bir yolculuğun şişkin hayallerini kuruyorduk. Siyah-beyaz düşlerimiz, sevda ambarlarında fink atıyordu. Ve hiç bir denizin susturamayacağı martılar, geminin güvertesinden haykırıyorlardı: Gelecekse tüm acılar senden gelsin, Bu sevdadan vazgeçersek, Allah cezamızı versin!..
-----------------------------------------------------------------
Muradım

30/05/2005


Öyle açar ki Murad... Şavkı bulut küllerinden daha bir suna. Daha bir burcu burcudur. İçim öyle bir kıpraşmaktadır ki yüreğim yetmez tansiyonuma. Acı vermektedir tüm yaşadıklarım. Sevgi sellerinin en alıp götürenidir sanki. Heyecan duraklarının en nefes alınmayası "onur" denilen mühimmatın en alkışlanasıdır. "Üç onluk" diye tabir ettiğimiz hayat tablolarının şapka çıkartılası ilk günüdür bugün. Gün Beşiktaş armasının olduğu her yere yürüyenlerin günüdür. Hatta yürümenin yalnızca güneşe karşı olamayacağını, son zamanlarda sözünü sıkça telaffuz ettiğimiz bu adımlama eylemenin, ölüm yollarına uzanan siyah-beyaz bir aşkın arşınlandığını da hatırlatmak halidir. Çünkü biz yürümeyi Liverpool'lulardan öğrenmedik. Güneşe karşı asla yalnız yürümeyecek olanlara inat biz yıllardır arkamızdan çelme takanları bilerekten ölümüne yürüyoruz. Hem de tek başımıza... Neyse bugün pazartesidir. Haftanın en zahmetli, en rahmetli, en çekilmez günlerinden bir tanesidir. Ama bugün özeldir. Akşamı iple çekilecek saatlerin başlangıcıdır. Zeytinburnu yollarının en aşındırılası zamanların yeganesidir belki de. Ve Murad... Öyle açar ki içinde 30 yıllık özlemin son durağındayımdır belkide. Ne Efes'in 4 uzunu korkutur gözümü, ne de biracıların müessese olma hali. Ne de seçimlerde desteklenmemiş basketbol federasyonu. "Korkutmaz bizleri musalla taşı" deriz ya aynen öyledir işte haleti ruhiyem. Hem neden korkacakmışım ki! "2.16'lık Varda" denen bir dev dururken parkenin göbeğinde; Kanserin o sinsi ve kalleş yüzünü darmadağın etmiş "Haluk" denen bir şovalye varken intikam kulvarında... Sarı saçları güleç yüzüyle en olmaz dakikaların uçuş sahasındaysa Ellies, Neden korkacakmışım ki!.. Yarangüme ve Veyseloğlu ailelerinin çaylak çocuklarıysa iki genç Kartal pençesi; İcraatın içinden filminin sessiz kahramanıysa Maher, ve 'sayı olmadı' diye reklam panolarını yumruklayan bir Beşiktaş delisi varsa Nedim diye... Neden korkacakmışım ki!.. Boyu kısa yüreği dev biri daha vardır ailenin içinde. Kara derili, çatal yürekli ve gözü kara. Ustalığı yüreğinden, bileğinden. Gücünü taraftarından almakta. Bilirim. Her faul sayısı göklere açılan ellerin dua halidir. Amiiiiin...
-------------------------------------------------------------
Çıldırtınız..!!

02/06/05


Bıktım. Senaryoların hep aynı suda yüzmesinden. Defalarca oynatılan sinema jenerikleri gibi basit ama tuzak dolu düşünce karelerinden. Usandım. Hep aynı pencerelerden bakanlardan. İnsanlara şirin gözüken maskeleri takıp, esasında kendilerini kandıranlardan. 12 bin kişilik Abdi İpekçi'de final oynama zevkini siyah-beyaz işkenceye dönüştürenlerden. Çoğu işyerinin 19.00'da paydos olduğu bir ülkede 18.30'da final maçı başlatmanın anlamı nedir? Buna rağmen ikinci ve üçüncü periyotlara kadar dışarıda upuzun kuyruklar oluşmasını görmezden gelmek ne demektir? Beşiktaş taraftarına ayrılan yer hariç muhtemelen salonun diğer yerleri boş olduğu halde dışarıda bırakılan binlerce insanı bu finalden mahrum etmek etik midir? Uzatılan mikrofonlara "Türk basketbolu için bir şeyler yapmaya çalışıyoruz" söylemlerinin mealleri, yukarıdaki sorularda mı gizlidir? Nedir istedikleriniz? Fütursuzca çaldığınız düdükleri katmerlemek midir heyecanınız? İlle de müessese diyen felsefenizi pekiştirmek midir hesaplarınız? Ne istemektesinizdir? Çekinmeyin LÜTFEN! Beşiktaş taraftarı maça gelmesin mi? Ülker ve Efes hep mi final oynasın? Acaba yanlarına Tofaş'ı da alsalar mı! Beşiktaş sahaya çıkmasın mı? Nedir bütün bunlar?.. Hakemlere kulüp takımlarının maçları ağır mı geliyor? Hakemler stresli ve agresif taraftarı kaldıramıyorlar mı? Final demek; kameraya takılan 7-8 manken, 3-5 şarkıcı mıdır? Hakem demek, Nikolic'ten çıkan topu görmemek midir? Ya da yanına yanaşan takım antrenörünü elinin tersiyle azarlamak mıdır? Yoksa bunlar Orta Çağ Baronu mudurlar? Prkacin denen tiyatro sanatçısı neden yerde yatma gereğini duymuştur? Kafasına şişe mi gelmiştir, yoksa 'Alice Harikalar Diyarı'nda mıdır? Ya da beyninde Akatlar'a gelmemek gibi hinlikler mi dolaşmaktadır? Eşinin sahanın ortasında ne işi vardır? Sonra o orta parmak deklarasyonu ortopedik bir vaka mıdır? Acaba ben de El Amin yerde yatarken sahaya girebilir miyim? Liverpool taraftarı çok mu güzel şarkı söylermiş? Peki Beşiktaş taraftarı 90 dakika ne yaparmış? Göze ve kulağa gelmek için İngilizce şarkı mı söylemek gerekiyormuş! Kimin bacağını sıkmışım tramvayda? Soluğu nerede almışım? Ne bacağı? Ben tramvaya mı binmişim? Ben neredeyim? Çıldırttınıııııııııııızzz!..
---------------------------------------------------------
Aya gidiyorum!

Sponsorların ve çekirdekçilerin istila ettiği İnönü tribünleri, karnaval alanında donma tehlikesi geçiren insanlarla doluydu. Uzaktan bakıldığında kıpkırmızı giydirilmiş cehennem girişini andıran İnönü Stadı, görselliğin ve şovun doruk noktasında iken Eskimo evlerinin dış kapısını çalıyordu. Akdeniz ikliminin o sıcacık ve ateşli kimliği acaba hangi G.B.T.'ye takılmıştı. Çekirdek firmalarının Biletix'ten daha fazla hasılat yaptığını anlatmaya çalışsak, olayın vehametini ve hazin sonunu kare içinde işaretleyebilir miyiz? Manchester ve Milano'dan verilen örnekler ne kadar subjektif ise, Milli Takım oyuncularının tribünler konusundaki isyanı o kadar objektiftir. İlle de Manchester tribünleri, ille de İngiltere maç kültürü diye tutturan zihniyet sonun başlangıcına gelindiğini bu milli maçtan sonra artık anlamalıdır. İtalya'nın yalnızca Milano'dan var olmadığını; Palermo'nun, Lazio'nun, Bari'nin de birer İtalya şehri olduğunu artık bilmelidir. Ve bilinmelidir ki, gerilimi ve stratejisi yüksek G.Saray-F.Bahçe Türkiye Kupası finali ve Türkiye-Yunanistan milli maçı, uygulanan yanlış bilet politikası nedeniyle sükutu hayal ile sonuçlanmıştır. (Ya da bilerek yanlışlık yapılmıştır.) 90 dakika bağırmak ve takımı ateşlemek bir eylemdir. Bu eylemi de gerçekleştirmek kuşkusuz genç işidir. Motive etmesi beklenen kapalı tribün kaç paradır? - 110 milyon lira. Kapalı kaç koltuktan ibarettir? - 5840 (Bir de 5149 var, ama onun konumuzla alakası yok!) Şu andaki ülke ekonomisinde bırakın 5 bin küsur kişiyi, tezahürat etmek için maça gelip de 110 milyon lira ödeyecek 2 bin adet genç delikanlı bulun, ben de aya çıkıp Yuri Gagarin'e nazire yapacağım. Ama deseydiler ki; "Beşiktaş kapalısında kombine sahibi 1000 kişiyi milli maça davet ediyoruz. Bu milli görevdir. Bunun da organizasyonunu tribün liderlerine bırakıyoruz.'' İşte o zaman bütün Türkiye'ye gümbür gümbür bir tribün, canlı canlı bir milli takım ve gıcır gıcır bir 3 puan hediye ederdik. Futbol kamuoyuna hürmetlerimle...
-----------------------------------------------------------------
13'üncü Olmayız

15/06/2005

Serseri parmakları hoyrat dolaşıyordu piyanonun üzerinde. La minor tuşunun cazibesine takılmıştı. Dilinde bir melodinin şaşkın nağmeleri belirmişti. O anda bir korsanın ganimetleriyle çektirdiği resim karelerine çok benziyordu. Hani sağ dudak aralığından gözüken iki diş görüntüsü ve onun gülüşü andıran muziplik hali. Nağmeyi oracıkta kayda geçmişti. Güfte kısmı iyi gidiyordu da, melodiye sözleri bir türlü oturtamıyordu. Bir süre beste ve notaları karıştırıp durdu. İlham almak için sağa sola saldırıyordu. Sanki, Tchaykovski koltukta oturuyor, televizyonun hemen karşısındaki kanepede de Beethoven uyukluyordu. O anda elinde bir şişe şarapla kapıdan içeri giren arkadaşına da 'Tatyos efendi' diye hitap etmekten kendini alamamıştı. Şaka bir yana, iki haftalık süresi kalmıştı. Kutsal görev ona verilmişti. Ve o bir türlü rahat olamıyordu. Anıyla, şanıyla, yedi düvele destan olan Beşiktaş kapalısının bir neferiydi. Güneş görmemiş sözler yazar, bunları arkadaşlarıyla paylaşırdı. Son dönemlerde gazete sayfalarında sıkça bahsedilen 'müthiş taraftar' övgülerini, her Beşiktaşlı gibi içinde hissediyordu. Mutlaka bunu da başarmalıydı. Eş dost herkes seferber olmuştu. Camianın bürokratlarından bile, tribünde söylenen bestelere destek gelmiş, hepsine patent alınması için başvuruda bulunulması istenmişti. Hatta bazı şarkıcılar da, çıkarttıkları kasetlerde bu bestelerden bir kaç söz kullanıyor hissi vermişlerdi. İşte bu bütün gurur verici gelişmeler, magazin ve spor kamuoyunda hareketlenmelere yol açtı. Müzik piyasası karıştı.. Neydi bu kutsal görev? Chopin'i bile mezarından çıkartacak bu çatlatası görev neydi? Merak ediyorsunuz değil mi? Öyleyse sıkı durun.. 'Müzik ruhun gıdasıdır' derneğiyle, 'anlamam cazdan müzikten' oluşumunun ortaklaşa düzenledikleri anketten şu sonuç çıkmıştır: Gelecek sene düzenlenecek olan Eurovision şarkı yarışmasında Türkiye'yi, Beşiktaş kapalı tribünün temsil etmesi uygundur!
-----------------------------------------------------------------------
BABA

19/06/2005

İçki sofralarının en neşeli adamıydı. Kır düşmüş saçlarını kıpkırmızı yanakları süslerdi. Sofrasından rakı, dudaklarından tebessüm hiç eksik olmazdı. Yıllar ondan çok şey alıp götürmüştü. Saltanat kayığından inip sefalet salına binmek, onarılmaz yaralar açmıştı benliğinde. Ama yine de rakıya olan tutkunluğunu, Beşiktaş'a karşı bitmek bilmeyen sevdasını hep iç cebinde taşıdı. Yüreğinin hemen üstünde... 60'lı yıllara ait bir İstanbulspor maçı anlatırdı hep. Salkım saçak, tıklım tıklım tribünler önünde oynanan. Aşırı izdihamdan dengesini koruyamayıp yeni açığın ikinci katından aşağıya düştüğü. Ve bileğini iki yerinden kırdığı. Sonra bir Fenerbahçe maçı anlatırdı. Çengel Hüseyinlere, Doktor Vediilere dair... Bu sefer yer, kapalı tribün. Ve karman çorman bir seyirci topluluğu. Aşırı heyecandan yerinde duramadığı, kelimelerin ağzından jet hızıyla çıktığı, inceden de küfür edebiyatının bulunduğu bir maç. Keyifli olup da bu maçı anlatmadığı olmazdı. Bir yudum rakı alır, bir parça peynirden ısırır ve muhabbete devam ederdi. Sonra 6-7 Fenerlinin kendisini ablukaya aldığını "Akıllı ol'' gibilerinden gözdağı verildiğini, suskun ve şaşkın bakışlar arasında anlatırdı. Anlattığına göre şaşırdığını hatta biraz korktuğunu, "Hastayım, bir soranım yok'' misali de içerlediğini hep işitirdim. Lakin oturduğu sandalyeye yayılıp da o kara, o yağız, o iri yarı adamın yanına geldiği sahneyi anlatması yok mu?! Vallahi zevkten dört köşe olurdum. Hem de defalarca dinlememe rağmen. O iri yarı adamın eski mahalle kabadayılarını andıran namus bekçisi edasında, o 6-7 kişinin içine kıvrılıp sanki hiç kimse yokmuşcasına bizimkine "Buraları bizden sorulur, bu pazar boydan boya'' diye bağırması ve o 6-7 kişinin buhar olup uçması hâlâ beynimin naklen yayın alanındadır. Yaaa işte böyle sayın büyüğüm, sevgili babacığım. Her sofra kurulduğunda hep hoş muhabbetin çınlar rakı kadehlerinde. Hep ocak başı istemişsindir de bir türlü götürememişimdir seni. Kah yokluktan, kah boşluktan! İçimde bir uktedir. İnan baba. Hele seni hastaneye kaldırdığımız günün sabahı keşke tavlada yenmeseydim. Keşke kızdırmasaydım be seni baba. Keşke o pulları çalmasaymışım be baba. Demek son kelimelerimizmiş onlar. İçim cız ediyor be baba. Son nefesini verirken "Alen" diye bağırmışsın. Yetişemedim. Affet beni be baba. Oğlun şimdi yürümekte. Dimdik ve yıkılmadan. Çelme takanlara aldırmadan. Ve bir torunun oldu baba. Saçları kıvır kıvır, karnı süt beyaz. Dededen Beşiktaşlı. Tüm insanlığın Babalar Günü kutlu olsun.
-------------------------------------------------------------------
ÇUKUR

22/06/2005

Tramplenin en ucuna gelip de denize atlamanın en heyecanlana-sı dakikalarını Küçük Su Plajı'nda yaşamıştık. Boğaziçi'nin bu nadide sahili gençliğimizin adrenalin üretme merkeziydi adeta. Boğaz suyunun akıntı halinde olması, tramplenin bir hayli yüksekte durması, adrenalin denen salgının med-cezir vakasıyla eş anlamda boyutlar içermesi anlamına geliyordu. Beynindeki en güzel figürleri parmak uçlarına aktarıp deniz kızı Eftelya misali suya dalışın yok mu?! Offf diyorum size! Sonra dünyanın kirlenmesinden denizler de nasibini aldı. Plajlar boşaldı. O güzelim sahiller terkedildi. Karşı cinsle tanışmanın birinci adresi Süreyya Plajı, Yeşilçam filmlerinin en güzel figüranı Moda Plajı, siyah beyaz fotoğraf kareleriyle antik müzelerdeki yerlerini aldılar.


Havuz yüzmek içindir
Bütün meyvelerin hormonlusu, rakıların sahtesi çıktı. İnternet ağı ortamlarında sanal ve suni muhabbetler peydahlandı. Ve bilumum atıkların kirlettiği denizlere alternatifler üretildi. Havuzlar! Boş bir çukura doldurulan su anlamına gelen bu deniz sahtesini son zamanlarda ne kadar da duymaya başladık. Federasyonun ilgi alanından, bütün kulüplerin bilgi alanına kadar hektar hektar ne yer kaplıyormuş meğer. Oysa adı üstünde. Havuz. Boş bir çukur yani. Boyu uzun olanın yüzmeyi bilmese de yüzer gibi yapacağı alan hani. Halbuki okyanuslarda harbi dalgalara kulaç atıp, havuzda sadece güneşlenmeye gelen yiğit yürekli adamlar da var. Canı sıkılır duş alır, isterse süt alır banyo yapar. Kleopatra bile kıskanır. Lakin Çilekli Tesisleri'nde de boş bir çukur vardı. İçini suyla doldurdukları. Üç beş dost görmeye, iki de kelam etmeye giderdik. Ama galiba; Havuzun parayla dolanıyla uğraşmaktan, suyla dolu olanını tramplende unuttuk!
-----------------------------------------------------
27/06/2005

Yaz aylarının gelmesiyle tüm aleme rehavet çöker. Bilimum bütün düşler, Akdeniz'e yoğrulur. Öğrencinin pasosu, mavinin hasosu ve kızların cabası; birinci adres Akdeniz'dendir. Topyekün spor alemi saatlerini denizin tuzuna, tatilin ateşine göre ayarlar. Gazete sütunlarının muz kabuğu üzerinde yürüyeni, bu ayarların farklılığındandır. Gezegenin en meşhur topçuları ligimize gelecektir de, hep nazlanırlar. En azından gazeteler öyle söyler. Her gün bir futbolcu transfer edilir. Havuzda yüzerken attığı kulacı yarım bırakıp duş bile almadan Türkiye'ye gelen topçular vardır! Hesapta topçu gelir de, bizimkiler naz eder! Yöneticinin teki Figo'nun baş parmağını, başkanın birisi Morientes'in dişlerini beğenmez. Koltuğu sağlam herhangi bir gazeteci de "Shevchenko'nun bacakları çarpık, bundan oyuncu olmaz" der. Gören de babasından kız istiyoruz sanacak! Velhasıl bir rüya alemidir gider. Bütün uykular hayımdır da, ne hikmetse bütün düşler kardeş çıkar. Kulüpler her sene transfere zorlanırlar. Bankalara paralar bloke edilir. Ona buna borçlanılır. Bu para çeşmesinin vanası nerededir bilinmez. Futbolun, böyle yapılarak da üstesinden gelinmez. Böyle de biline. Futbolcular, genç çağların hem en şanslısı, hem de dolar milyoneridir. Allah daha çok versin, ceplerinde balyalarla dolaşırlar. Ama aralarına akrep koymayı da ihmal etmezler. Kumar masalarına, kadınlara ve kızlara, çuvalla para akıtırlar da; bir düşmüşe, bir yetime, bir el uzatmayı hiç düşünümezler. Futbolu, zevkten, tutkudan, temaşadan ve forma aşkından çıkartıp da, endüstrinin ve sanayileşmenin bir numaralı sektörü haline getirenler; yarın şeytanın yavrularını emzirmesine de seyirci kalacaklardır. İşte biz de o zaman onları, statların en pahalı localarından seyredeceğiz. Hem de bacak üstüne bacak atarak!
------------------------------------------------------------
Neredesiniz!

29/06/2005

yılının ortalarıydı.. Camianın delikanlıları, köyiçinde toplanmışlardı. Amaçları ve hedefleri tekdi. Yürek yüreğe vermek... Beşiktaş geleneklerinin hep baş üstünde olduğu bir ortama şahitlik ediyorlardı. Tribünleri şaha kaldırması planlanan bu oluşumun ilk resmi adımını orada atıp, ismini koyuverdiler: Genç Beşiktaşlılar Derneği... Acıkmış bir Kartal iştahında saldırıyorlardı. Tribünlerin varolan coşkusunu, görsel şovla süsleyip, insanlara ayrı bir temaşa zevki veriyorlardı. Hele bir derbi maçta 3 adet davuluyla bize karizma yapan deplasman taraftarına, zulalardan çıkan 150 davulun gürültüsü, fiyakası ve gülüşü yok mu.. Zamana mağlup olmanın kaçınılmazlığı ve ekonomik zayıflamalar sonucu derneğin yönetimi el değiştirdi. Değişim rüzgarlarının ilk hevesi ve nefesi, Ajax maçına rastladı. Bir hafta boyunca sabah akşam demeden tam 30 bin bayrağa sopa taktılar. Ve bize unutulmaz bir 8'e 10 kala yaşattılar. Sonra bu yönetim de çatırdadı. 1994 kasımında ise sıra bize gelmişti. Tüm zamanlarda, tüm yönetimlere zaten destek veriyorduk. Resmileştik. Ve sıfat kazandık... Herkesin bir görevi vardı. Hizmet sınırsızdı. Öyle ki Forza Beşiktaş dergisi, Türkiye'de "hit" olmuştu. Dernek üye sayısı 10'binlerde tavan yapmıştı. Lakin 8 sene süren bu serüven, tribünlerin tüm sorumluluğunu taşıyamamaktan resmi suçlamalar nedeniyle tarihteki yerini şanıyla aldı. Bunları anlatmamın sebebi, arka arkaya açılan 100'e yakın derneğin ne iş yaptığını bilmediğimdendir... Bu derneklerin kriz anında ortaya çıkıp, düşüncelerini ifade edemediğinden, var olduğuna asla kuşku duymadığımız Beşiktaş aşklarını taraftara yansıtamadığındandır. Ve özetle dernekçilik, camiaların ve kulüplerin resmi sesidir. Duyamıyorum da...
-------------------------------------------------------------
Sadece yaşamak

04/07/2005

Alevi'si, Sünni'si, Kürd'ü, Ermeni'si, Türk'ü, Laz'ı. Her inançtan, her etnik kökenden insan, hem kendinden hem toplumdaki kardeşinden bir parçayı onların müziğinde buluyor." Yukardaki paragraf Sabah Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Sayın Ergun Babahan'a ait. "Siyasetin ve şiddetin ve sözün dile getiremediğini müzik en iyi şekilde ortaya koyuyordu. Anadolu insanı tarihten gelen kardeşliğini bu müzikte buluyordu" diyerek "Kardeş Türküler" adlı grubun icra ettiği müziği Türkiye'deki yansımalarıyla mükemmel anlatmış. İmza. Lakin hislerimin yoğunlaştığı, aynı duyguları yaşadığım çok özel bir mekan daha mevcut. İstanbul'un yüzyıllar evveline dayanan o kozası hala orada nefes almakta. Sevginin ve kardeşliğin bütün omuzdaşlığını orada görebilirsiniz. Farklı siyasi görüşlere, farklı dinlere, kültürlere ve geleneklere kucak açan tarihi bir mekan. Ülkemizin o sıcacık iç içe geçmişliğini 150 metrekare içinde toplayabilen kadirşinas, sevecen, bir o kadar agresif ve dimdik bir ortam. Söylediklerim bir moda dergisinin tanıtım programı değil. Bir gurmenin "Aman yarabbi, o ne lezzet" diyeceği yer hiç değil. Bahsettiğim bu mekan; bir aşığın bütün aşklarını orada yaşadığı, aşkı uğruna ölümleri göze aldığı ve aşkını da, yaşanmışlarını da, kendini de, ruhunu da ebediyen kilitlediği bir yer. Beşiktaş kapalı tribünü. Laz'ın, Çerkez'in, Ermeni'nin, Sünni'nin, Alevi'nin, Kürd'ün, Yahudi'nin, sağcısının, solcusunun, zenginin, fakirin ve gayrısız 72 milletin kellesini aynı yumruk içine sokup kardeşçe ve delikanlıca tek vücut ve tek ses halinde biricik aşkına yırtındığı o yüce mekan. Ve iyiler hep yaşamak zorundalar. Sadece yaşamak.
zibidikartal Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-12-2006, 01:26   #33
 
zibidikartal - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

İSYANIM ŞAFAKLARA

14/07/2005

Sevgiyi yudumlamak zor zanaattır. Tıpkı sevdayı yorumlamak gibi. Yudum yudum gırtlağından ciğerlerine dolan aşkın ağababasıdır oysa. Solumak için hep peşinden koştuğun.. Halbuki hep siyahını üstlenmişsindir, beyazını sevdiklerine veresin diye. Sevdan, taa derindedir. Sevgilin yaban ellere gitmiştir. Viyana kapılarını zorlarcasına gittikleri Avusturya'dan saz semaisi dinlenmekteydik nicedir. Özledim, göresim geldi.. Düştü aklıma, geçen senenin bu günleri. Ne de hummalı koşuşuyorlardı Fulya önünde.. Ne çok koşturup da, ne acele ediyorsunuz diye Akaretler'e asıvermişlerdi hemencecik.. Şimdilerde ise ağırdan alıyorsunuz, biraz acele edin demekteydiler otoriteler. Ahh, ahhh.. Şu bab-ı ali çapkınları işin ortasını bir türlü bulamadılar ya! Kampın, gazete sayfalarına yansıyan Sergen'in meşhur kilolarıydı. Lakin, camianın kafasındaki en büyük soru işareti ise Turca'nın Cola'larıydı. "Kalkıyor gemi" derdi rahmetli peder... Gözleri dalardı... Aynı şu andaki ben gibi.. Yürümekteyim ufuklara ve düşünmekteyim. 20 gün sonrasını, ligi yani... Halim nicedir. İsyanım şafaklaradır, hem de çırılçıplaklarına. Nedir bu pamuk tarlasındaki kola kırmızısı? Nerededir bu orta saha ve hanidir bu çerçeveci? Nasıl ki McDonalds'ın salt rengini siyah- beyaza çevirebildiler, formanın asil rengine hürmeten de ..... McDonalds zordu; hem kırmızı değişti, hem sarı... Bu daha kolay. Yap kırmızıyı siyah, hep beraber rahatlayalım. Dostlar, kalemim yettiğince bir şeyler anlatmaya çalışıyorum. Duymakta mısınızdır beni ve hissetmekte misinizdir ki beni? İyileri bir araya toplamaya çalışırken, bir iyi adam daha çarptı kapıyı, arkasına bakmadan.. Arkasında kalmadan arkaların, en önde giderekten... Durağan nehirlerin temiz yüzlü abidesi... Hoşçakal be 90 dakika...
--------------------------------------------------------------
Talihsiz çocuklar

Evvel zaman olurlarında Spor Yazarları Kupası'nın telaşı yaşanırdı. Lig öncesi lig maratonuna terazi konurdu. Kefelerden hangisi ağır basardı? O tartışılırdı. Lige hangi takım daha hazır onun analizi yapılır adeta takımlar birbirine güç gösterisinde bulunurdu. Lakin çok sert geçen maçlar, dolayısıyla sakatlanan futbolcular nedeniyle bu maçlar angarya gelmeye başladı. Kulüpler riske girmemek adına sahaya yedek oyuncularla iner olunca da ipler iyice gerildi. Bunun üzerine TSYD bilet fiyatlarını da yüksek tutunca o gerilen ipler koptu. Ligin başlamasına bir hafta kala yapılan bu maçlar nedeniyle takımlar kamp yerlerinden vakitlice gelir, açılışlar izdihama dönüşürdü. Tıklım tıklım tribünler önünde oynanan o maç ve açılışların camları bardak oldu. Bu düşüncelerin ve mazinin depreşmesi Ostrava maçının boş tribünlerinden mütevellit. Gözlerimin önünden şerit gibi geçiverdi de mazim. Lig öncesi Spor Yazarları, lig ortasında Donanma Kupası, Deliler Kupası, lig sonunda Cumhurbaşkanlığı ve Türkiye Kupası. Baksanıza ne çok karşılaşırmışız bizim ezelilerle. Hepsinin maneviyatı aynı, hepsi ayrı ayrı değerleri ayrıcalıklı ne günler yaşadık. Zamanımızın talihsiz çocukları ve gençleri ise neredeyse derbi maçlarını göremeyecekler bile. Nerelerden nerelere!!! Aslında sahadaki hırsı, futbolcunun arzusunu, gurbetçinin boşvermişliğini yazacaktım. Futbolcu ayrımına girmeyecektim de "Youla çok iş yapar" diyecektim. "Takım gaza bastığında 5. vitese adam lazım. Görmüyor musunuz" diye seslenecektim. Ve "ille de bir golcü" diye yırtınacaktım.
----------------------------------------------------------
Uykudan Önce

22/07/2005

Göz kıyılarının kenarları büzüşmüştü. Elindeki kahve fincanını zor zaptediyordu. Belli ki sinir yapmıştı... Medeniyet çağının ukala camı karşısında okudukları gastritini azdırmıştı. Dünyanın dört bir yanından yazılan garip, belki doğru, belki saçma ama hep muhalefet bir sürü kelime yığınına kafası acaip takılmıştı. Oysa ne güzel, ne keyifli oturmuştu bilgisayarının karşısına. Güne Beşiktaş''ının haberleri ve yorumlarıyla başlayacaktı. Başladı da... Başlamaz olaydı. Bir tanesi Ailton''un 32 yaşında olduğunu, 2 sene sonra bunu satamayıp para kazanamayacaklarını irdeliyordu. Ötekisi sakat olduğunu, diğeri şişman olduğunu yazıyordu.. Başka bir forum kaptırmıştı kendini Fulya projesiyle. Doğru yazanlar da vardı ama "yıkıcı terminatör" edasında çekiştirenler de çoğunluktaydı. Aklına son mali kongrenin bazı kareleri düştü. Bu projeye ilişkin bir büyüğün sözleri hâlâ kulaklarındaydı. "60 milyon doları biz aramızda 5-6 kişiyle toplarız. 10 milyon dolar benden." Hatta bazı zenginler de başını olur gibisinden sallamış, salondan da alkış almışlardı. Bu haberleri yan masada şaşkınlık içinde oturan sekreterine print ettirmişti. Bir yanda çaresizlik içinde ödeme yapılmasını bekleyen çekler, öte yanda elindeki A4''ten pis pis sırıtan sanal alemin korkusuz silahşörleri... Elindeki kahve fincanını masaya koydu. Sekretere dışarıda beklemesini rica ederek klavyenin tuşlarına doğru taarrruza geçti. Koca okyanusta bir kibrit çöpü, gökde bir yıldız burcu da olsa, alsa da gençliğimi ben Beşiktaş''ımı seviyorum. Kimler gelmedi ki. Tüm gelenler bırakıp da gitmedi mi bizi. Çıplak ayaklarımızla yürümedik mi peşlerinden. Yöneticisi de, başkanı da, topçusu da çalmadı mı sevdalarımızı. Sizin elinizdeki internet bir oyuncak. Oyalanıyorsunuz. Oysa dışarda gürül gürül akan bir dünya var. Maalesef uyuyorsunuz...
-----------------------------------------------------------
İyot kokularında oturmuştum. Akıntıya karşı kuşanmanın anlamsızlığını düşünüyordum Yeniköy sahillerinde. İstinye'ye doğru koşuşan denizin dinginliği hayret alanımdaydı. Fırtına öncesi sessizlik bu demekti galiba. Bin yıllar öncesine ait bu düzenek her nüansı ayrı ayrı düşünülmüş, bin yıllar sonrasına ait bir makineydi sanki. Tabiat ana dedikleri bu kurgunun sert ve katı tek bir kuralı vardı. Bana asla karşı gelemezsiniz. Oysa yıkılmış devletlerin, yakılmış imparatorlukların tek suçu vardı. Kendilerini tabiat ana gibi zannetmek. Meçhul anaforların, dipsiz girdapların içinde kaybolan nice insanın tek handikapı kendini karşı konulmaz sanmasıydı. Tek başına hayata dikilmiş bir ağaç gibi tek ve hür yaşamaktı sevdalarımız ormanların kardeşliğinde. Kimseye ait olmadan. Tek başına göklerde uçan Kartal'ı kıskanmaktı hasretlerimiz, özgürlüklerin pençesinde. Kimseyi, bir kıl ucunu dahi incitmeden. Sevmenin, delice sevmenin hesabı gelmişti. Avucumda ne varsa ödemiştim hayata dair. Hem de üstü kalsın diyerek. Bahşişleri biriktirip zengin olanlar bile vardı. Cabalarını yazmıyorum. Her defasında çıplak gövdemizi siper ettik. Tek kullandığımız "Beşiktaş alın yazım" yazılı kalkanlarımızdı. Kahrettiğim, kahrolduğum gecelerin siyahındayım. Hüzün, makas almış yanağımdan. Ve o yanaktan iki damla da yaş süzülmekte. Üzülmekteyim yani. Radyoda bir sevda türküsü... Ve bitirirken ilk defa nasıl bitireceğim diye düşünmüyorum. Hatta önemsemiyorum bile. Neyse! Açmayalım okyanusun kapağını. Sadece... Beşiktaş'ı Beşiktaşlı gibi düşünün ve Beşiktaşlı gibi de yaşayın. Çünkü Beşiktaş, sadece Beşiktaşlılarındır
-----------------------------------------------------
Aydınlıktayız

Yakamoz düşer ya suya gecenin bir vakti, hani ay hünerlerini gösterir... Sen keyif yaparsın karşısında, rakın ufak ufak içilir kadehinden... Hani tozlu topraklı yollardan geçersin de çalı çırpı batar ya ayaklarına. Düze çıkmaktır amacın da son tepeyi aşmak istersin her türlü. Bitmişsindir yorgunluktan ama son tepe de aradan çekildiğinde masmavi rengiyle denizle baş başa kalırsın ya.. Serin serin atarsın kollarına kendini... Hani İstanbul'a şöyle bir tepeden bakarsın ya.. Altınboynuz Haliç'i, Beykoz'dan tut da Üsküdar'a en rengarenk boğaz kıyılarını, ışıl ışıl o canım adaları görürsün. Çamlıca'nın tepesine kurulmuşsundur da, bir ince çayını yudumlarsın. Ve piyerloti sana karşı tepelerden yalnızca el sallar. Ve ben Pazar gecesi sırılsıklam gömleğim, yapış yapış pantalonumla bu zevklerin hepsini bir arada yaşadım. Hatta localarda oturanların bir fazlası bile vardı. Dünyanın en büyük korosunu dinleme hakkına sahiptiler çünkü. Yemyeşil sahada bir yakamoz gibi duran o pırıl pırıl, o çakmak çakmak ve boydan boya endamıyla parmak ısırtan şanlı Beşiktaş'ım. Kahrolası karanlıklar bitti.. Aydınlıktayız... Çatlamakta kıskançlıklar ve biz bütün hasretlerin kahrına yedi iklim hazır kıtayız... Artık keder yok kaderde... Hazin sonları Dolmabahçe'nin çöplüğüne fırlattık... Ve bugün Ankara gözükmekte ufukta. El sallayanları görüyorum piyerloti gibi, ellerinde mendil... Bir şey anlatmaktalar... Yolunuz açık olsun, uzak ara der gibi...
--------------------------------------------------------------
Sağlı sollu ataklar, şutlar, rakibe nefes aldırmadan ilk topa basmalar ve inanılmaz bir tempo. Amansız bir baskı kurulmuştu. Gökhan'ın sakatlanması Beşiktaş'ın iyice yükselttiği bu temponun düşmesine neden oldu. Diyarbakır kalecisi Murat'ın tek başına direnişi bana 1974 Dünya Kupası Almanya- Hollanda finalini hatırlattı. O maçta top kaleci Sepp Maier'in sırtına çarpmıştı, pazar günü de Murat'ın omuzuna.. Maier'in o günkü şanslı kurtarışları Almanlar'a kupa getirmişti.. Murat'ınkiler de Diyarbakır'a puan.. Ailton'un şutunda top "Kornere mi çıksam, gol mü olsam" diye 10 saniye düşündü.. Biz de tribünde 10 sene ihtiyarladık. Kleberson, öyle bir kafa attı ki topa, insan (!) yüzü suyu hürmetine içeri girer.. Ama yok.. Top gitti direğe kafa attı.. Bütün gazeteler Alex'in volesini rövaşata yapıp adeta fotoromanlamışlar.. Toroman'ın göğüs stopu ve volesinden bahseden yok. Sahaya şiş atılmış!!! Davulun sıkma çubuğu ne zamandan beri şiş sayılıyor? Bir yorumcu ahkam kesmiş. "Bu saha kapatılmalı ama F.Bahçe maçı var, kapatamazlar!" Kapatamazlar derken de gaz pedalını iyice körüklemiş. Aklı sıra federasyona yol gösterecek ya.. Biz de onlara ceza yönetmeliğinin 31'inci maddesini gösterelim. Beşiktaş taraftarına sataşmayı huy edinenler, maç kasetlerini lütfen bir daha seyretsinler. 95 dakika boyunca küfür edilmiş mi? Maçın bitişiyle birlikte Beşiktaşlı futbolcular tribünlere çağırılmış mı? Çağırınca da çılgınca alkışlamış mı? Ve alkışlayarak da soyunma odasına yollamış mı? Tribün terörü diye, olmayan bir şeyi canlandırmaya çalışanlar bir gün kendi kazdıkları kuyuya düşeceklerdir. Bizim iyi niyetimizin onda birini sizden rica ediyoruz. Lütfen elinizi vicdanınıza koyunuz.. Biz yoksa başka maçta mıydık!..
-------------------------------------------------------------
Yeter artık

Danimarka maçının ülke genelinde tansiyon yükseltmesi ve heyecan yaratması, aynı bağlamda gittikçe kızışan ligin yavaşlatma ibresi oldu. Lig maratoncuları mola alıp soluklandı. Gözler usta kramponların milli portrelerindeydi. Oynadığı ikinci yarı boyunca bulunduğu mevkiide adeta şahlanan ve inanılmaz orjinde bir gol atan Okan, Diyarbakır maçından sonraki olaylar nedeniyle ne yazık ki ceza kuruluyla karşı karşıya.. Performansının zirvesindeki bu adamdan Beşiktaş belli bir süre yararlanamayacak. Allah'tan kan değirmenlerinin gücü İNÖNÜ'ye yetmedi. Yoksa Beşiktaş camiası ondan da yararlanamayacaktı. Tümer'in oyuna hükmedişi ve attığı gol, önemi nedeniyle de yılın golüne aday.

Yoruma bak yoruma
Lakin spikerin gol tanımı ve methiyesi enteresan. Böylesine kritik maçta umutlar tükenmişken atılan gole yakıştırmaya bakın! Alex'vari.. Vay vay vay.. Popülizm kusursuz ama.. Yiyen var mı! Bir TV programında Mehmet Demirkol arkadaş kavlince eğlenirken Beşiktaş taraftarının kombine almamasını, nasıl olsa sahanın devamlı kapandığını söylemekte. Sırça saraylardan yapılan bu ve benzeri hükümlere dur deme zamanı gelmiştir. Yönetim, acilen medya takip ünitesi kurmalıdır. Asılsız sataşmalara, bilinçsiz önyargılara ivedilikle cevap vermelidir. Hatta Beşiktaş'ı maddi manevi zarara uğratacak her kelimeye dava açmalıdır. Şimdi kolay şöhret olmanın seranatını yapanlara bir soru soracağım; İyi düşünün, hatta taşının da! Ve bir kerede cevap verin.. Beşiktaş taraftarı geçen sene saha kapattıracak ne eylem yapmıştır? Biliyorsanız cevaplayın.. LÜFTEN!

------------------------------------------------------------
Ölü toprağı

21/09/2005

Kum gibi tane tane acıların ortasına düştüm. Hüzün acı acı bakmakta. Ve gözümü her kapatışta maçın bir karesi canlanıyor.. İblisin nöbet tuttuğu dakikalarda, Kleberson'un golüne melekler bile şapka çıkartıyordu. Lakin ölü toprağı serpilmişcesine bir havaya bürünen İnönü Stadı, bilmem kaçıncı maçında bize "game over" yapıyordu. Youla, yeni bir trendin öncülüğünü yaptı. Kırık burun modası.. Velhasıl bende uyandırdığı izlenim ise kırık hayal dünyası. Pancu'dan beklediğimiz rakibin belini kırmasıydı.. O gitti kendi belini sakatladı.. Ve.. Maçın tek otoritesi Fırat Bey'in ön plana çıkan Beşiktaşlılığı ve buna dayanan kampanyaları kaldıramaması, gene de onun iyi bir hakem olacağını gerçeğini değişteremez. Öyle değil mi F.Bahçe medyası! Ama Ailton'un bir serzenişine çıkan sarı kart, Anelka'nın düdükten sonraki vuruşlarına neden çıkmaz. Beşiktaş'ın verilmeyen, F.Bahçe'nin verilen penaltısı arasındaki fark, yalnızca renk ayrımı mıdır? Yoksa göremediğimiz 5 tane gizli nokta mı vardır.. Gizli noktaları bulanlara, F.Bahçe yönetimi ve PFDK şilt mi verecektir? Ya da bu olanlar kurulu bir düzeneğin altın kaplı dişlileri midir? Her zaman söylediğimiz gibi kazananın elini sıkmak isterdik.. Racondandır.. Lakin, golü atan Tuncay efendi sevinmek yerine saatlerce aynanın karşısında çalışılmış "sus" işareti yaptı ve yerlerde kıvrandı. Vizyondaki "fair-play!" filminin en iyi yardımcı oyuncu rolüne adayım, Tuncay Şanlı'dır.. Ve "7 dalda oynayan", pardon Oscar'a aday bu filmin yönetmeni ve başrol oyuncusu kim biliyor musunuz? Çoook tanıdık bir isim..
---------------------------------------------------------------
zibidikartal Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-12-2006, 01:58   #34
 
zibidikartal - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Toslaşma

Vakti zamanında bir futbolcu yaşarmış... Boyu kısa, zaman-laması mükemmel. Topçuluğu da bayağı iyiymiş. Sessiz sedasız kişiliğinden dolayı basına da hiç malzeme vermezmiş. Lakin yedek kaldığında bilmem kaçıncı yeniçeri ayaklanamasının da başmimarı o olmuş... "Aheste çek kürekleri, mehtap uyanmasın" cümlesinin isim hakkı da, telif hakkı da ona aitmiş... Türlü entrikaların bir numaralı senaristi bu vatandaş, hala layık olduğu yerde değil maalesef! Neticesinde iki başkan ve onlarca yöneticinin ona diş geçirememesi hala konuşulmakta. Ve günümüz Beşiktaş'ında yukarıda bahsedilen nostaljinin bir benzeri yaşandığı söylenmekte. Gazeteler yazmakta. Dilden dile dolaşan rivayetler, dedikodular; çalkantılarla başımızı ağrıtmakta... Soru işaretlerinin bolluğundan hiçbir cümleye nokta koyamıyoruz. O yüzdendir ki, Beşiktaş yönetimi ivedilikle radikal kararlar almalıdır. Ve Başkan, yanındaki hiç kimsenin tesiri altında kalmadan salt düşüncesini uygulamaya koymalıdır. Hele hele sevdanın çamaşır iplerine asıldığı bir Ankara maçı sonrası. Kim, neyi ve nereyi karıştırıyorsa ve benim sevdamı çamaşır ipine asıyorsa, onun da asılacağı yer herhalde bizim evin duvarı olmamalıdır. Başımızdaki sorunların çokluğundan ulu orta toslaşmaları kaçırmışız... Biz kaçırıyoruz tamam... Çünkü yoldaydık... Peki, çok sevgili yorumcularımız da mı yoldaydı? Hayır... Onlar sırçasaraylarında üç maymunu oynamaktalar. Diyarbakır maçından 15 dakika sonra Okan'a kırmızı kart gösteren zihniyet, Samsun-G.Saray maçının devre arasında nerdeydi? Neden bu hiç irdelenmedi? Neden ceza söz konusu olmuyor? Aynı toslaşma Beşiktaş'ta olsa "her iki topçuya kaç maç ceza verelim" tartışması yaratılmamış mıydı? Efendim, bu toslaşmayı görmüyorsanız önünüzdeki adalet duvarına toslamaktan kaçamazsınız. Onun için hız yapmayın!
---------------------------------------------------------------
Boşuna!

Gerçek demokrasi hakkını alabilme gücünü göstermekle sağlanabilir. Alın terinin boşa akan kısmı, toplumlarda kaos yaratır. Ben şahsen federasyondan, özellikle de sayın Şekip Mosturoğlu'ndan; MHK'yi ve PFDK'yı kınama ve çekidüzen yazısı yazmasını beklerdim. Ve bu yüzden insanlar helal alın terine hasret kalıyor. Ara ki bulasın... Özgüç Türkalp'in cesaret edemediği ya da çalmadığı o biçare düdük, insanları infiale sürükleyecek kadar fütursuz bir alet... Ama Anelka'nın Maradona tandanslı "Tanrı'nın eli" ufak bir ayrıntıda gizli. Maradona, "Tanrı'nın eli" diyebilme cesaretini gösterdi... Ama Anelka "Şeytanın eliydi" diyebilme nezaketini bile maalesef gösteremedi.
Yazık!.. O zaman insanlar, hatta bütün dünya yönetimleri; milyonlarca doları genel müdürlüklere, yönetimlere, futbolculara ne diye veriyorlar? Ben Malmö'yü eledim diye niye seviniyorum? Tribündeki adam gırtlağı patlayana kadar niye bağırıyor? Neden ha, neden!.. İnsanlar, analarının ak sütü gibi helal alın terlerini çalma hakkını nasıl buluyorlar. Yok mu bu gidişe dur diyecek birisi. Benim içerlediğim en hüzünlü bölüm, 10 kişi kalmalarına rağmen 11 kişilik Brezilyayı ellerinden kaçıran 17 yaş altı delikanlıları... Maçtan sonra nasıl çökmüşlerdi... Emekleri, alın terleri, o çatal yürekleri bir anda tükenivermişti. Ve hüngür hüngür ağladılar... Ey, o çakmak çakmak gözlerden süzülen yaşlar... Ey, o açık alınlardan dökülen terler... Akmayın boşuna... Sizi kimse görmüyor ki!
-----------------------------------------------
Perşembenin gelişi çarşambadan belli olur mantığının en önemli kanıtı bugündür. Çarşamba Arnavutluk'u yen, perşembe Almanya kapılarını ardına kadar aç. Arnavutlar'ın Türkiye'de bir zarı meşhurdur bir de kaldırımı. Bir de kuşbaşı şeklinde kesilmiş ve kayık tabaklarda servis edilen meşhur Arnavut ciğeri. Anlayacağınız, iç içe geçmişizdir Arnavutlarla. Tavuklarımız birbirine karışmıştır yüzyıllar boyu. Ama bugün ciğer de istemiyoruz, tavuk da. Canımız ille de gol çekiyor. Türkiye gol gol gol. Tümer'in milli takım performansını Beşiktaş'ta attığı golün "nasıl sevinmez" iyle kıyaslayanlar bir noktayı gözden kaçırmaktalar. Tümer, yapmacık gol sevinçleri yapamaz. Karekteri buna müsait değildir. 3-1'de bile tur atlanmış bir Malmö'ye dördüncüyü atmak onun için yalnızca tabela değiştirmektir. Ama Danimarka ve Ukrayna'ya gol atmak istikbalini de, futbol kaderini de değiştirecektir. Öyle değil mi? Nuri Şahin diye bir delikanlı keşfettiler. 17'sinde bir gurbetçi. Almanlardan önce davranıp Türk Milli Takımı'na almaları helalliklerini de ikiye katladı. Kimin emeği geçtiyse sağolsun, varolsun. Lakin, çocuğu bu kadar pohpohlamaları ve janjanlı manşetlere taşımaları o yaşta insana büyük zararlar verebilir. Çocuk bu kadar övgüyü kaldıramazsa, bir anda kaybolur gider. Ve siz abiler, bir cevher buldunuz.. İyi, güzel... Kaybetme hakkınız var mı? Teşekkürler!
------------------------------------------------------------
3-5-8

Başım yastığa düştüğünde geceyi azad eden yüreğime bir acı saplandı. Gözlerimdeki sancı düşlerime engel oluyordu. Ve ruhumu İnönü'de bırakmıştım. Sahadaki basiretsizliği ve vurdumduymazlığı anlatmak bir tribün adamı ve toplum insanı olarak bana düşmez. Teknik analizleri, abuk sabuk tandemleri, 4-4-2'leri, 3-5-2'leri kan değirmenlerine bırakıyorum. Siz sistemlerinizle bol bol sevişin. Ama "Ben sistem mistem anlamam. Bu Beşiktaş, bu Kayseri'yi yenmeli. Yenemiyorsa da bu diyardan gitmeli'' mantığında olanlara ne diyeceksiniz. 3-5-8 oynasınlar mı? Beşiktaş tribünleri neden kılıçları çekti? Agresif ve depresif olma hali neden hep Beşiktaş'la anılır oldu? Arz edeyim efendim. Bizanslar'dan bu yana hakemlere olan güvensizlik, taraftarı dipsiz kuyulara itti. Paranoya gezme hali, federasyona karşı bir travma yarattı. Kapitalizm patronlarıyla kol kola yürünmesi, halkın ta kendisi olan Beşiktaş tribünlerini de bu kurumdan soğuttu. Hemen her dakika dış mihraplarla uğraşan taraftar, futbolcusuna da aynı duyguları taşımaya başladı. Aşırı güvensizlik! Forma aşkına bu kadar önem veren Beşiktaş tribünlerini anlayamadılar. Zannettiler ki dünya paranın etrafından dönüyor. Oysa ter ile ıslatılmış Beşiktaş forması, en değerli mücevherattır. Bunu bilemediler. Beşiktaş taraftarı, pazar gecesi futbolcusunu öldürdü mü, öldürmeye teşebbüs mü etti, bilmem. Ama birçoğunu yaşarken ölü olma halinden kurtardığı kesin. Ve Rıza hoca. Geldiğinde bugünleri yaşayacağını sana söylemiştim. Bu düzene bizim gibi sen de yenik düştün. Gözünü kan bürümüş canavarlara karşı seni koruyamadık. Sistem bir kurban daha istedi. Direnemedik... Rıza efendi flamasının yapmacık sevda tepkilerine kanmış mıydın yoksa? Rastgele Rıza kaptan!
---------------------------------------------------------------
Xibalba

Darağacındaki delikanlı göz kırpıyordu çapkınca. Boynunda ilmik, dudağında tebessüm. Ve yüreğinde binlerce coşkuyla... Çekemeyenler bizi astığında biz şarkılar söyleriz. Çünkü çocuklarımıza sözümüz var, doğacak güneşi bekleriz. Beşiktaş taraftarının kalıtsal özelliklerindendir güçlü ötede dururken haklının koluna girmek. Kayseri ve Bolton maçlarının derin analizlerinde hoca ve futbolcu girdapları gözümüze ilişti. Karnı ağrıyan çocuklardan tutun da raftan ayağına sünger düşmüşlerine kadar. Hatta kıl dönmesinden ameliyat olanlar bile çıkabilir!!! Kalın bağırsakta bir gaz birikmişti ki sormayın. Yanlış stratejilerin çıkmaz sokağındaydık. Ve Beşiktaş taraftarı bir duruş sergiledi. Takımını çılgınca desteklerken futbolcusunu da azarladı. Bu azarlamadan da 8 futbolcu sakatlandı!!! Türlü kültürlerden, çeşitli yörelerden bir sürü insan bilene bilmeyene futbolcuları da etkileyerekten kapalı tribün pozitif baskısını darağacağına astılar. O tribünü nefret ve kin dolu topluluk ilan ettiler. (Bkz. Atilla Gökçe'nin yazısı) Sokak dediler, cadde dediler. Futbolcular negatif etkileniyormuş, maç boyunca protesto etmişiz. Öyle buyurdular. Senelerce Beşiktaş'ı yıkmak için taraftarıyla uğraşıp durdular. Sonunda camianın şah damarını buldular. 'Kesin, kurtulalım' dediler. Mayalar'ın kutsal kitabı Popol Vuh'ta anlatılır. Yeraltı tanrıları, kahraman ikizleri yine yeraltına Xibalba'ya maça davet eder. Bu defa ikizler maçı kazanır. Daha önceki maçı kaybetmiş olan baba ve amcaların bedeni de biri ay, diğeri güneş olarak gökyüzünde yerlerini alır. İşte tüm Mezoamerika'da hayat bu maçın kazanılmasıyla başlar. Ölümün krallığı yani yer altı dünyası yenilmiş, hayat ve ışık kazanmıştı. Yani ölüme meydan okumanın tebessümüdür darağacındaki delikanlının dudakları.
------------------------------------------------------------------
Mübarek Kadir Gecesi yağan yağmurun gazabı mıdır, tribünde ıslanan insanın cefa dolu azabı mıdır bilmem. Lakin bildiğim şudur ki, Şahsım, Sayın Demirören'in yerinde olsa Cem Papila'ya dava açardı!.. Cumartesi gecesi verdiği eyyam penaltısı, pazar günü Beşiktaş maçına gelecek en az 5 bin kişiyi küstürdü. 5 bin çarpı ortalama 25 milyonu siz hesaplayın. Ve o hesabı Cem Papila'dan isteyin. "Papilizmin'' mimarı bu vatandaşın vermesi gereken onca hesap varken "Store''daki hesaplarla uğraşmak biraz komik kaçmıyor mu Atıf abi?


Platonik olduğuna inanılan bir aşkın ürkek basamaklarıydı pazar gecesi yaşananlar. Futbolcuya taviz vermeden yalnızca takımı destekleyen bir koro vardı tribünde. Ne yaptığını bilen, aklıselim. Çılgın gibi yağan yağmurla çılgınlar gibi seviştik. O ne muhteşem düetti öyle... Beşiktaş taraftarı kimseden "İcazet'' almadan karşılıksız aşk yaşadığını ima etmeye çalışmıştır o kadar. Siz yoksa tribünde "İstifa'' sesleri mi bekliyordunuz sayın Tükenmez?

D.Bakırlı futbolcular, Beşiktaş'la oynadıkları maçta hatalı taç kararından 2 pozisyon sonra gol yediler diye maçtan sonra hakemi dövmedikleri kalmıştı. Hatta Okan'a yumruk bile attılar. O da 2 maç ceza aldı, o ayrı! Benim takıldığım, cumartesi gecesi çalınan o eyyam penaltısına hiçbir Antepli'nin itiraz dahi etmemesiydi. (Lazarov hariç) Utanmasalar, formaları maç bitmeden değiştireceklerdi. Öyle değil mi sayın spor kamuoyu?

Bakın ne çok şey varmış konuşacak! Öyle değil mi sayın CAMİAM...
------------------------------------------------------------
Yüksek gerilim

Sona kalmanın vehametini, sona korumasız gelmenin esaretini ama sonu ülkemizde yapabilmenin cesaretini yaşıyoruz. Halkımıza son yıllarda hediye edilebilecek en güzel finalin ev sahibi konumundayız. Yürekle, bilekle, cesaretle ama hepsinden öte beynimizi çalıştıraraktan sonuca gidilecek bir 90 dakikanın sabahındayız. Gerek ekonomik, gerek politik alanlarda gitar teri gibi gerilmiş halkımızı bu sefer de milli maç vesilesiyle germek, akşam oynanacak maçın göbek adını oluşturdu. Yüksek gerilim! Maçlardan önce ısınmak amaçlı gerilmek iyidir de, psikolojik amaçlı olan gerilmek ise biraz üç boyutludur gibime geliyor. Bilinçsiz ve kontrolsuz güçlerin güçsüzlüğünü reklam filmlerinden bile beynimize kazıdık. Kontrolsüz güç, güç değildir!! Öyleyse; galeyana, gerilmeye, nasihate değil, Sabıra, rahatlamaya, yüreğe ihtiyacımız var! Sevgiye, kol kola girip dostça yürümeye ve sadece iki gol atmaya mecburuz. (Maç uzasın yeter) Avuçlarımız çatlayıncaya kadar alkışlayacağımız bir kadro umut etmek, bir Türk insanı olarak en birinci hakkımız! O yüzden, Adam ayırt etmeden, 70 milyonun beklentilerini bilerekten, kor ateşler üzerinde, hem de ayaklarınız yanaraktan yürümelisiniz. Yürüyelim arkadaşlar!
----------------------------------------------------------------
İnsaf Be!

Basketbol maçının hırslı, büyülü, bir o kadar zevkli atmosferinden çıkıp İnönü'nün ne yaptığını bilmez topçu kalabalığının ortasına düştük. Elindeki çayla sevgilisine sarılanlar vardı. Salonun bir köşesinde mayışmışlardı sanki. Onlar bile çıktı ribaunt aldı, yeri geldi tam saha pres yaptı. Sırf sahadaki hırsa, Sırf formanın kutsallığına, Sırf oyuncunun taraftarına gösterdiği saygıya, Sevgilisinin elini bırakıp Beşiktaşının elinden tuttu. Saygıya sevgiyle cevap verdi. Aynı taraftar, salondan terle ıslanmış kazaklarla çıkarak binbir trafik işkencesi çekerek stada koştu. Zor günler geçiren Beşiktaşının yanında olabilmekti amacı. Ama malesef karşılıksız aşk yaşıyordu. Gol gol gol diye sesleniyordu biricik aşkına, aşkı evde kimse yok yok yok diye omuz silkiyordu. Yokların içerisinde varolabilmenin haklı gururunu yaşarken böyle aşka da, onun ızdırabına da isyan etti. Ve tam 2 senedir seyrettiği bu kahır filminin kasedini kırdı, attı. Bir gece evvel de Real Madrid-Barcelona maçını seyretmiştik. Her iki yarının başında sahaya girenleri, çırılçıplak protestoscuları, şefer tribününde yumruklaşmaları seyrettik. Barcelona'nın üçüncü golünden sonra Madrid seyircisinin alkış karelerini gördük televizyonda. Neyi alkışlıyorlardı kimbilir? Ronaldinho'nun sambasını mı, kendi takımının kötü oyununu mu, yoksa o kadar lig bir o kadar Avrupa şampiyonusun, bir kere de yenil canım (!) lüksünü mü? Allah'tan o maçı seyretmişim. Yoksa Şansal beyin Beşiktaş taraftarını itham ederek, Antep maçına ithafen 80 bin kişinin alkış sahnelerini göstererek "Onlar da yenildi. Ama bakın nasıl alkışlıyorlar" cümlelerine inanacaktım. Duyan da zannedecek ki Beşiktaş taraftarı, her yenilgiden sonra protesto yapıyor. (Son 15 senede iki yönetime, iki topçulara) İnsaf be! Bağrımıza basa basa bağrımız kanıyor.
-------------------------------------------------------------------
Kıskanmayın

Kafalarında kimbilir ne düşüncelerle gitmişlerdi Sivas'a. Terketmek mi kolaydı, kalıp savaşmak mı zordu? Taraftar mı haklıydı, yoksa kendileri hatalı mıydı! Yoksa Konfüçyüs'ün dediği gibi kuyu derin değildi de ip mi kısaydı? Ve her şey Ailton atılıncaya kadar devam etti. Biri boşluk, biri kuyu, biri derin, biri kısa. Fetişist hareket lideri Ailton, önce Fevzi'nin ayağına, sonra da Cem Karaca'nınkine basarak ben "ayak" muhabbetinden hoşlanıyorum mesajı verdi. Ailton atılmayı hak etmişti ve atıldı. Futbolcular 10 kişi kalmanın hazin sonunu düşünerek ve geçen seneki 10 kişilik maçları hatırlayarak Sivas'ı yendi. Demek ki isteyince oluyormuş! Ne ilk dakikada yenen o şanssız gol, ne Ailton'un kırmızı kart görmesi, ne Sivas'ın (askerliği orada yapanlar iyi bilir) bıçak gibi kesen soğuğu, ne Koray'ın boşa atılması, ne de geçen haftanın demoralize hali futbolcuları yıldırmamıştı. Neydi bu özel olma hali? Tigana'nın özel harekatı mı, yoksa biz böyle iyiyiz (!) psikolojisi mi? Ağlayan simsiyah gecelerin rakı kadehine vuran bembeyaz yakamozlarıydık. Her kulaç atışta uzaklaşan sevgilinin dudaklarını özledik. Her seferinde çok sevmenin ağır bedelini de ayrıca ödedik. Ama bırakın da bari hayallerimiz bize kalsın. Sırça saraylarda oturup, kamera karşısında reyting kurnazlıkları yapan televizyoncu abilerimiz; Bari hayallerimizi kıskanmayın
--------------------------------------------------------------------
İftira kavşağı!

Derisi kara bir adam geçti İstanbul'dan... Yüreği yaralı, ayakları yalın ve Beşiktaşlı. Attığı goller için değil, verdigi felsefe için teşekkürü hak etti. Sen, yaşattıklarınla hafızamızda kal, ondan kötüsünü zaten hazmedemeyiz. Onun için hep kalbimizdesin be gözü kara adam. Bir Metin Tokat geçti Kadıköy'den... Futbolun adaleti durağın sonuna geldi dediğimizde, üfleyemediğini düdükle. Sahanın en belirgin "sabit ayak" kuralını ihlal eden Appiah'ı yalnızca seyrettiği, gözlerle. O Metin Tokat, Sergen'in kırmızı topa vurduğu frikikte de "Van"dan geçmemiş miydi! Bir eyyam kokusu geçti burnumun hemen İzmir'inden... Her atılan kibrit çöpünü, her raftan düşen süngeri; ikiz kulelerin bombalanmasıyla eş tutan ve bunları Beşiktaş tribünlerine mal eden ama Karşıyaka basket maçında bombalanan yürekleri görmezden gelen bir medya eyyamı. Herkesin canı sağolsun. Bir Mali'li geçiyor yüreğimin orta yerinden... Geçidi Zigana olanı, hocanın Tigana olanı dedirten. Her hafta 9 eksik yetmiyormuş gibi bir de sahada eksilenlerle uğraşan. Manisa maçının devre arasında kendisine yapılan sevgi tezahüratını, "Ben daha bunları hak etmedim" diyerek duymazdan gelen. "Bienvenue" be ezgin adam! Ve önümden gülyüzlü bahtiyar geçiyor... Dar edilmiş mavi gökyüzüne inat, çatlamış saza, uzamış sakala ve ölüm ilanlarına inat bir yakışıklı. Ezgin adımların iftira kavşağındaydık. Her kesilen koyunun kasabını, biz bildiler. Mezbahaya adım bile atmadılar. Ve gözümün önünden geçen gençliğim el sallıyor. Kah gülerek, kah yanarak... Millet, bırakın beyaz peyniri, lahanayı; ithirasını bile "Çarşı"ya çıkıp alıyor...
zibidikartal Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-12-2006, 02:01   #35
 
zibidikartal - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Her yer karanlık

Mavzer gibi atan yüreğim nicedir kıpraşmıyor. Sevmelerim anlaşılamamakta. Ve yüreksizlik denizinin içine düşmüşüm. Ne yana baksam karanlık, tutarsızlık ve öfke. Kan bulutları dolaşıyor sanki gökyüzünde. Bilirsiniz, güreş sporunda el ensenin ayrı bir kuralı vardır. Kurala göre atılmalıdır el ense, yoksa ihtar yersin... Ümit'in el semaisine geçiştirme kart gösteren Cüneyt Çakır, Toraman'ın "Duymuyor musun, küfür ediyor" veryansınına "Yürrü, anca gidersin" dedi! Oysa aynı küfür muhabbetinden Koray, iki maç ceza almamış mıydı? 2-1 Beşiktaş öndeyken gösterilemeyen bu kırmızı kart, maçın en önemli dakikasıydı bence... Üçüncü golden sonra Ayhan Akman'ın Beşiktaş tribünlerine yaptığı orta parmak senfonisi, iğrenç el kol hareketleri, nasıl olduysa televizyonlarda gösterildi. Hayret!.. Geçen sene de aynı hareketleri yapan bu terbiye yoksunu kişiye, bakalım kim, ne kadar ceza verecek? Yine de iki kere öne geçtiğin halde kaybettiğin bu maçı hiçbir mazeret kılıfının içine sokamayacağımızı, futbolcu arkadaşlara bildiririz. Kulaklarımıza küpedir; ufak çocuklara huysuzluk yaptığında ağzına "biber" sürerim dendiği. Lakin zaman değişti, teknoloji gelişti. Şimdi o biberin sıkılanını gaz haline getirmişler... Sıkıldıkça sıkıyorlar! Tiyatrocular bence sanat dallarının en zorunu icra ediyorlar. Hep takdir etmişimdir. Düşünün; yakını rahmetli olan bir tiyatrocuyu. Akşam da rolü var, hem de komedi. Nasıl da çıkıp güldürüyor milleti, hep şaşardım. Bende çok sık bir hal gözlenmekte. Komedi göletlerindeyim. Her yanım komik. Güneş gülmekte, ağaçlar gülmekte ve toprak ana kahkaha tufanlarında. Peki ben niye ağlamaktayım, Allah aşkına!
--------------------------------------------------------------
Geri çekilin

Elimi üstüne koyasım geliyor, belki diner diye. Yumruğumu üstüne çakasım geliyor, belki biter diye. Yumasım geliyor gözlerimi, belki kaçar diye. Ama nafile dostlar. Sol yanım çok acıyor. Bildiklerime susasım, gördüklerimi örtesim, duyduklarıma gülesim geliyor. Kan kırmızı yediverenler bile isyan ediyor yağan kara. Zozan çıldırmış, Nemrut kükremekte. Ve sol yanım çok acıyor be dostlar... Dişteki sancıyı beklettiğim gibi öfkemi ayrı, sabrımı ayrı sakladım. Güneşi yakalamanın tatlı hayallerini yeşerttim umutlarımda. Ama son maçta deniz bitti. Meğer yüreğim de ayrı bekletmiş acısını, aylarca belki de yıllarca. Acısıyla savaşmanın bitkin hallerini gördüm göz pınarlarında. Ve o da dayanamadı, seslendi: "Sol yanım çok acıyor..." Yağan karın heybetine burun kıvıranlar vardı. Yüreği alev alev yanarken bıyığı, sakalı buz tutan... Donuna kadar sırılsıklam ve avaz avaz... Ve kahrın binbir çeşidi. Lakin kahrın ve sabrın selametine inananlara 90 dakika boyunca bir pozisyonu çok gören kifayetsiz ve vurdumduymaz futbol. Sol yanım kanamaya başladı! Ayhan Akman'ı kıskanan Adem Dursun'un orta parmak rezaleti, Youla'nın silüeti, Ailton'un ille de gideceğim düeti... Şimdi dinleyin beni. Konfüçyüs, halkın arasında tüm ezginliği ile yürürken çok dar bir sokağa gelir. İki kişinin aynı anda geçmesi mümkün değildir o sokaktan. Yolun yarısına geldiğinde karşıdan şehrin en zengin adamının bütün haşmeti ile geldiğini görür. İkisinden biri geri geri gelip yol vermek zorundadır. Zengin adam ukala bir tavırla "Ben bir serserinin karşısında geri çekilmem" der. Konfüçyüs hemen tüm bilgeliği ile cevap verir: "Ben çekilirim!"
--------------------------------------------------------------------------
Kuşlar!

Kuşun gribinden korkmam, garibinden korktuğum kadar. Yalanlar, yılanlar misali. Kuşun gribine inat, garibi (!) ülkeye korku salmıştı. Firari güvercinler su başlarındaydı ve voltadakiler dağ doruklarına süzülmüştü. Garibi de, gribi de neticede kuştu ama garibine (!) akıllara zarar önlem alınıyorken, gribine nice bebeler kefen giyiyordu. Kuşun garibi her Akatlar'a geldiğinde grip aşısı oluyordu ama nafile. Aşı tutmaz bedenlerin, çöl susuzluğundaydılar.

Aslında bütün kuşlar grip olmuştu. Ve grip dedikleri aslında bir vebaydı. Zavallı kuşların garip halleri, hızla kirlenen dünyanın, belki de futbolun garip yüzüydü. Ve bütün kuşlar tanık sandalyesine oturdu. Akıl almaz senaryoların şahitliğini yapacaklardı. Sürüden ayrılan yalnızca bizim garip vardı. Ve bir tek onu suçladılar.

Mitolojik çağların babası, depresif doğuşların anası Anka Kuşu, grip, garip ve muzdarip dinlemeden Antalya'ya geldi. Avucunda bir tutam kül, dudaklarında bir tek kırmızı gülle. Külü, yeniden doğması için; gülü, doğduktan sonra koklaması için serpiştirip gitti Antalya semalarından. Gribi götürdü, garibi (!) bıraktı. Yeniden doğmanın ağır sancılarını, aya benzeyen yüzüyle apaçık alnının akıyla karşıladı Beşiktaş. Dimdik turan taraftarına bir tebessüm hediye etti. Bir ışık verdi tünelin ucunda. Ve bir zeytin dalı uzattı, mücadeleye hasret gözlerimize.
--------------------------------------------------------
KÜFÜR

Küfür küfür esen rüzgârların tam da kalbindeydik.

Yolsuzluk, kaçakçılık ve insan ticaretlerinin bolluğunda küfür edebiyatına saplanmıştık. Buram buram nezaket kokan bu yerkürenin düzeni tek bozuk kütlesi ve kitlesi taraftarlar idi. Cümle alem o kadar nazik ve edepli konuşuyordu ki, bir tek ağzı bozukluk ve kültürsüzlük tribünlerdeydi.

Tabii ki küfürbaz sistemin önüne radikal birikimlerle ve derinine mücadeledeyiz. Tabii ki tasvip edilemez boyutların en yiğit silahşorüyüz. Ve inanın bu ortamdan biz de rahatsızız. Lakin bu fatura hep abalıya mı kesilir? Kürk paltolarla dolaşanlara hiç mi reçete verilmez? Unutmayın ki, eylemciler araçtır, amaç ise beyin takımlarında gizlidir.

Statlardaki yaş ortalamasının düşmesi, futbol yorumcularının argovari üsluplarının yoğunlaşması, hakemlere güvensizlik, gerek ülke gerek kulüpler bazında devamlı başarısızlık, inanılmaz eyyamcılıklar, adaletsizlik, tartışılan bu önemli konuya davetiye değil midir? Küfür bütün bu olumsuz tablonun, "Grizu patlaması" değil midir?

Küfür senelerce deşarj savsatası altında insanları amaçladıkları hedeflere sürüklemenin ağır motifleri değil midir? Derdin nedir diye neden sorulmaz, neden hep belli kesimlere küfür edilir, insanlar küfür etmekten zevk mi alırlar, kişiler robot mudur da küfüre ayarlanmıştır, küfür kötü müdür? Kötüyse komedyenlerimiz sahnelerinde neden hep belden aşağı espri yaparlar? Ve bu esprilere insanlar katıla katıla neden gülerler? Niye televole reyting yapar da tiyatrolarımız boş koltuklara sahne yapar? Yetkililer neden bunları araştırmaz da hep küfürün şikayetini yaparlar?

İnanın küfürsüz resitallerin hayallerini kurmaktayız. Ve Beşiktaş tribünleri bunun öncülüğünü yapacaktır. Size söz. Lakin yukarıda saydığım soru ve yorumları ancak pişti yaparsanız etrafınızdakileri sağlıklı bilgilendirebilirsiniz.

Yarınki F.Bahçe maçıyla ilgili tek kelamım taraftar olarak alınmadığım yeri yazmaya da tenezzül etmememdir. Unutmayın ki cadı, yalan hamurunu dağ dağ yoğurur.
---------------------------------------------------------
Daha dün...

Daha dün... Ranza dibinde volta atan yüreği cehennem, zulası asi bir delikanlıyı andırıyorduk. Daha dün... Avaz avaz sesimizle, raydan çıkmış futbol takımına methiyeler düzüyorduk! Daha dün... Mali kongrenin sancılarında, ibra kelimesinin imarsızlığında kavak yelleriyle dans ediyorduk. Daha dün... Mali kongrenin mali kangren haline dönüşmesinde, ihanet senaryolarının hülyamsı ve fulyamsı kuklacıklarını konuşuyorduk. Daha dün... Küfürleri, yönetimleri, hakemleri, federasyonu, onu, bunu bir çuvalın içine atıp irdelemiyor muyduk? Daha dün... Hatta demincek; yılar da geçse demincek, Metinler'i, Aliler'i, Feyyazlar'ı yadetmiyor muyduk? Sahi ne oldu? Sihirli değnek mi değdi kanayan yaralara! Yoksa, güneşin adeta batıdan doğmasını nasıl açıklayabiliriz. Bir "Ruhunuz Yeter" pankartının tüm yaralara pansuman olmasını mesela!

Tribünler gerçeği yansıtır
Kadıköy'de başlayan özgüven sürecinde pabucun pahalı olduğunun ortaya çıkması, basketbolcuların takdire şayan mücadelesinin futbolculara örnek gösterilmesi, bu gizli rekabetin kimselerin haberi olmadan camiaya "tarafımızca" enjekte edilmesi, gençlere önem verilmesi, Samsun'da 10 yıllık "güleç" yüzlü bir golcü kazanılmasını ya da... Nasıl açıklayabiliriz? Tigana'ya derisi kara diye sevinmedik mi, ezgin büyümüş gibi güvenmedik mi? Madida'ya, Amokachi'ye baksanıza... Nouma'yı saymıyorum bile. Bize, "Ohen" bile ihanet etmedi. Bu gözler bir kere bile faka basmadı. Taraftarın mücadeleyi maksimumda isteriz yırtınması akılları başa getirdi. Açıklıkta olan açıklanacaklar, taraftarın civan duruşunda gizlidir. Tribünler bir aynadır, sadece gerçekler yansır. Gece yarısı sokağa çıkıp güneş doğmadan eve dönenlerin esamesi bile okunmaz. Ve daha dün... Küfürü bahane edip küfür kusanlara, tertemiz ve küfürsüz tribünler hediye ettik. Yalnızca insanlığın menfaati için. Lakin; biz güzelden yana ne varsa yelken açmışken, bataklık ağzıyla yorum yapanlar hâlâ televizyonda kan emiyorlar. Hem de salya salya. RTÜK beye sormak geliyor içimden; sizin evin TV'si bozuk mu?
-------------------------------------------------------
Alın Teri

Yedikule zindanlarının tarihsel boyutlarına nazire yaparcasına medeniyete göz kırpan büyük bir yapı yükselir Zeytinburnu'nda... Adını da canpazarlarına teslim olmamış bir yiğitten alır; Abdi İpekçi... İşte biz bu büyüğümüzü rahmetle anarken, o salona doğru da hareketlendik. Yol boyunca Beşiktaşlılar vardı bizimle aynı yöne giden; keyiflendik. Anlaşılan arz da vardı, talep de... Trafik babanın müsadesiyle salona geldik. Biletliler, biletsizler, kuyruktakiler, şikayetler, fetvalar, diz boyu sorunlarla kol kola girdik. Her şeye tamam, boynumuz da kıldan ince de; bu salon görevlilerinin görevi, görevsizlik ilkesi içinde kapıları açmamak mıdır? Başlamış olan maçın ortasında yöneticilerimizi bu kapıların açılmasını için uğraştırmak mıdır? Taraftarın elinde bilet olmasına rağmen, bu insanları maça ancak ikinci yarı mı ittirmektir? Nedir bu eza, nedir bu işkence? Bu salonun yetkililerini ve bu zihniyeti taşıyanları kınıyoruz.

Futbol ve girdaplar
Lakin alkışladıklarımız da var. Murat Didin ve talebelerine, sisteme karşı savaştıkları, düzene karşı boğuştukları ve de bunları alt edişlerini bize yaşattıkları için siyahbeyaz teşekkürler. Kerem Tunçeri'yi yemek için kapıda bekleyen piranha zihniyetli psikologlar, utanmışlar mıdır acaba? Onlar önce kendi potasyum sülfatlarına baksınlar! Ffrend'in takdire şayan mücadelesine ne demeli? Ya maçtan sonra tüm takımın tribünlerin karşısına geçip, herkesin tüylerini amuda kaldırırcasına "Helal olsun size" diye tempo tutmasına. Hele binlerce kişinin içine girip de bir sevinç yumağı oluşturan basketbolcuların mütevazılığı... Kusura bakmayın ama bütün bunlar yaşanırken kalkıp da futbolu ve girdaplarını yazamazdım... Unutmayın, alın teri teşekkürle ödenmez. Lütfen şapka çıkaralım!
--------------------------------------------------
Evren'sel çizgilerin topa vuruş beyanlarında muhteşem falso fetvası verenlerin futbol acizliğine düşmelerine acıyorum. Olsa olsa komiklik tanrısının emridir, gol olan o vuruş... Yoksa ne falsosu! Falsoymuş!.. O zaman Toraman'ın Konya maçında kendi kalesine attığı gole ne fırtınalar kopartırsınız. Futbol cambazı diye! Adem Dursun'un Trabzon maçındaki muhteşem vuruşuna nedersiniz kimbilir? Bazuka falan mı! 20'nci saniyede Denizli'den yenilen gol, Rize'deki 2'nci dakika şoku, Erciyes'te Cenk imzalı anlaşmazlık tuhaflığı, Mustafa Doğan'ın Samsun şekerlemesi (Ayrıca geçmiş olsun)... Baksanıza bu kadar tuhaf ve komik gol, yalnızca filmlere konu olabilir. Komiklik tanrısı ve gazabı! 6 yabancı sınırlamasının dondurulması ve bu sınırların birileri istiyor diye açılmaması Türk futbolu için bir kazançtır. Ama bu işe, biz ve bizim gibi düşünenlerden öte bir kişi daha çok sevinmiştir. Kazım abi (Kanat). Düşünsenize, 11 hakkını da yabancıdan (hele ki bunlar Brezilyalı olursa) kullanan bir takımı eleştirdiğini. Yazısının ve zamanının yarısını soyadı kanunu ile uğraşarak geçirecekti. Son zamanlarda Beşiktaş taraftarını eleştirmek moda oldu. Bilen bilmeyen herkes ferman yazıyor. Bir zamanlar küfürden sorguluyorlardı, o bitti şimdi de baskıdan yargılıyorlar. Yahu bir tane Allah korkusu olan yok mu! Stadı bu boş hale ben mi getirdim? Liderle 20 puan farkı ben mi yarattım? Rize ve Erciyes'e 10 puan veren kim? Sonra utanmadan çıkıp baskıdan söz ediyorlar. Bence de baskı var ama çiçek desenli?! Çağdaş zamanların ve medeni duyguların en hasosunu bu arkadaşımız yaptı, Beşiktaş formasını giymek istemiyorum diye. Saygı duyarız!.. Başka takımla anlaşma yapmadan bu açıklamayı yapsaydı, daha makbule geçirdi. Yapabilir miydi, kuşku duyarız. Lakin, dün akşam konuştuğumda "Ben de onu istemiyorum" diye bir çıkış yaptı. Kim mi? Beşiktaş forması!..
-----------------------------------------------------------
Tahrik meselesi

Cımbızlama harekatının en büyük hamlelerinden birini yaptı Kadıköy yakasındakiler. Hit olacak cümleyi bulup, vitrine taşıdılar. G.Saray şampiyon olsun. Kim şampiyon olur ikileminin en yağız sorusuna bu cevabı vermişti Beşiktaş Kulübü Başkanı. Samimi, dürüst ve mertçe verilen bu yanıt; herkesi rahatsız etti. Dürüstlük ilkeleri, ahlaki değerler ve hukuki takip talepleriyle, akılları sıra 33'üncü haftadaki maça pranga vurmaya çalıştılar. Uzaklara gitmeden, Kuyu, girdap, tahvil ve düdük kelimelerine 32 dişimizle gülerekten cevabımız yalnızca ve sadece; Beşiktaşlı duruşudur. Öğrenile! Denmektedir ki; Adem'i, Youla'yı, Çağdaş'ı Beşiktaş tribünleri yolladı. Teveccüh göstermişler! En azından hiç oynamayanları saptayarak Türk futboluna katkıda bulunuyoruz. Lakin; Lucescu, Del Bosque, Nouma ve Zago gibi futbolumuzun kalkınmasında % 100 etkili olabilecek insanları Beşiktaş'tan adeta koparırcasına ayıran, yanlı medya kalemşörlerine ne demeli. Sizi gidi atık varil dostları... Manisa-Fener maçının ardından anonscuya ağır tahrikten tutuklama gelmiş. Sami Yen'de yenildiğimiz bir G.Saray maçı sonrası hoparlörlerden ölüm marşı (!) çalmışlardı. Ayhan Akman'ın orta parmağı, Tuncay Şanlı'nın 'Hindi Baba'sı ve sahamızın bir maç kapanmasına neden olan kaleci Şenol'un yaptıklarının akibeti ne olmalıdır? Beykoz basket maçında çıkan olaylarda, bir hafta boyunca Beşiktaş taraftarı suçlandı. Sorgusuz, sualsiz... Gühanımızı çala çala, günahımız da kalmadı gayrı. Beşiktaş TV'de gösterilen görüntülerden sonra sevaplarımız prim yapmaya başladı. Gözünüzün sadakası olsun!
--------------------------------------------------------------
Kocaman olmak!

Ne okuldaki kırık not ne ayağındaki çamurlu bot ne de üstündeki yamalı kot umurlarındaydı. 'Gool' diye ayağa kalkmak isterdiler, çümbüşün bir kenarından tutup eğlenceye katılmaktı arzuları. Ertesi gün okula gittiklerinde arkadaşlarına hava atacaklardı. Bize her gün bayramdı (!) ama onların tek özeli o gündü. Adı üstünde çocuk bayramı. Beşiktaş kulübünün jesti üzerine tribüne davetliydiler. Tam bine yakın bebe. Minicik bedenleriyle, kocaman ayaklı futbolculara ruh vermeye çalışıyorlardı. O kocaman ayaklılar, bir tek golü çok gördü çocuklara. Sevindirmediler. Yazık! Birileri bu arkadaşlara "kocaman" olmanın yürek işi olduğunu öğretmeli. Ya da "B Planı" nı devreye soksunlar. Aykut'a akraba olsunlar. 23 Nisan dedik ya devam edelim. Malumunuz bu özel günde çocuklar sembolik olarak makamlara oturtulurlar. Başbakanlık, Meclis Başkanlığı v.s. Federasyon da bu geleneksel adetimizi boş geçmedi. Beşiktaş-Sivas maçına bir çocuk yolladı! Sembolik hakem olarak. Tüm zamanların en büyük derbisinin (!) yenileni suçu ne taktikte arasın ne de teknikte. Ne Gerets'e bulsunlar kabahati ne de Mondi'ye. Bütün suç takımı bu kadar rahatlatan, gevşeten ve etkisiz kılan bir tek kişidedir.. Ata Demirer! Seni maçtan bir gece evvel 'psikolojik olarak rahatlat' diye çağıracaklar, sen de kırıp geçeceksin... Kim dedi sana kopart diye. Hayvanseverler nankör kedileri korumayı, sokak köpeklerini kollamayı, zengin sırtındaki postları şikayet etmeyi iyi biliyor. İzafidir. Lakin Saracoğlu'ndaki öleceğini zannettiğinden tir tir titreyen o zavallı hindiyi neden görmezsiniz. Yoksa siz de işin içinde Fenerbahçe olunca tüm medya gibi görmeyenlerden misiniz?
--------------------------------------------------------------
Onurlu duruş

Bugün, sessiz bir haykırışın çığlıklarını duyacaksınız. Üç senedir devamlı kanayan bir yaranın, anestezi sonuçlarını alacaksınız. Lokal mi olmalıydı, genel mi yapılmalıydı sorusunun; en ağır cevaplarını işleyeceksiniz. "Bu takım istediği zaman iş yapar" cümlelerinin, hakikatli ve göreceli işlevlerine şahit olacaksınız.
Belki bugün, İlk yarıda Diyarbakır maçında 2-0 ile gelebilecek liderliğin yangınlarına tutuşacaksınız.
İnönü'de kaybedilen 26 puanın mevcut puan ile birleştirildiğinde trajikomik bir hikayenin ilk satırlarına gülümseyeceksiniz. Belki de ağlayacaksınız. Belki lanet gelecek dudaklarınızın arasına, belki dişlerinizi gıcırdatacak, yumruklarınızı sıkacaksınız. "Şimdiye kadar nerelerdeydiniz" cümlesini, "23" ayrı ses tonuyla dillendireceksiniz.

Üç yıllık pozitif enerji
Belki yarın, Lideri yenmenin tatlı huzuruyla uyanacaksınız. Gazetenizi, çayınızı yudumlarken okumanın ayrıcalıklı keyfine erişeceksiniz.
Güneşin geç de olsa doğduğunu görecek, delikanlı bahara selam duracaksınız. Belki de, kahır gecelerine inat çırılçıplak şafakların haklı galibiyetlerine şapka çıkaracaksınız.
Üç senedir içinizde biriken pozitif enerjiyi, bir hamlede dışarı atacak; Eğlenecek, eğlenecek, eğleneceksiniz... Ve bütün zamanlarda, Bütün galibiyetlerden daha galip olma hali, onurlu bir duruştan geçer. Dimdik duran bir Beşiktaşlının kazancı, bu gece yalnızca bir kupa olabilir.
Lakin; her daim galip olma halimiz, onurlu Beşiktaşlı duruşunda gizlidir.
zibidikartal Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-12-2006, 02:07   #36
 
zibidikartal - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Yeter

Kaz dağlarının virajlı hallerindeydik. Ağır ağır dönen yılanımsı kıvrımlar uykumuzu getirmişti. Tepemize çöken güneşin gözkapaklarımıza uyguladığı zülum, tartışmasız bir işkenceydi. Bu baskıya dayanamadık. Ve uyuduk.. Lakin hayallerimiz başkaydı bizim. Yarı yarıya bölünmüş statların, eşit parçalanmış hasretlerin ve yürek yüreğe çarpışmaların yangınlarıydaydık... Kora kor kramponların öksük evlat gibi dolaşmayacağı özlemlerdeydik.. Fair-Play'i, beyinlerinde tilki, dudaklarında güvercinle ortaya koyanların çiyan dolu tuzaklarına tok karınlarındaydık. 50 bin kişinin birbirine girmesini bekleyip, bundan çıkacak çuval çuval malzemenin el oğuşturmasını yapanlar, sadece avuçlarını yalayabildiler. İstanbul'dan İzmir'e göç ederek, uzatmalarda stadı adeta esir alarak, ciğerleri patlayana dek bağırarak, futbolculara adeta ruh veren Beşiktaş taraftarına, Konfüçyüs'ün bir borcu olduğunu düşünüyorum. Felsefesi, test edilip onaylanmıştır. Daha demincek, 1 hafta da geçse demincek kazandığımız kupanın sevincini doyasıya yaşamanın şeref turlarını atıyorduk. Ama ne yazık ki, şaşalı dönemlerimizde kazanılan şampiyonluklar sonrası atılmayan turlar için feryat figan edenler, "Bir turu bile bize çok görüyorlar" diyenler, şimdi tam aksine; "Bir kupa alındı diye tur mu atılır" buyuruyorlar.

Federasyona başvurun
Efendiler... Siz ille de muhalefet yapacağım diyorsanız, seyircisiz oynanan Fenerbahçe- Erciyes maçının stat etrafına doluşan kalabalık hakkında federasyona başvuruda bulununuz. Çünkü, 4 sezon önce seyircisiz oynanan Beşiktaş-Bursa maçında biz de aynı duygularla stat etrafında toplanmıştık. Hani kapalıya "Ruhumuz Yeter" flaması açılmıştı ya, işte o maç. Beleştepe'ye süzülüp, kapalıyı karşımıza almıştık. Gözlerimiz dolu dolu "Siyaaah" demiştik. Demez olaydık!!!
------------------------------------------------------------
Beşiktaşlı 'Baba'

Girilmez yazılı tabelanın tam altındaydı. Ameliyathane-nin o çirkin yüzlü kapısı o ana kadar ona hiç bu kadar soysuz gelmemişti. Başını iki küçük elinin arasına almış, oracığa çömelivermişti. Gözlerinden akan yaşlar Kızılırmak'ın deli suları gibiydi. Varsın aksındı. Hatta hiç durmasındı. Ama doktor amca müjdeli haberi bir an evvel versindi. "Baban kurtuldu" desindi. 11 yaşındaki o gencecik yüreği şimdi bir ayrı çarpıyordu. Çaresizlik durağında beklemek onu bir hayli yıpratmıştı. Şöyle bir ayağa kalkar oldu. Acıktığını hissetmişti. Ellerine baktı... Kan içindeydi. Üzerinde babasının ona 100. yılda aldığı nostalji formalarından vardı. O günü hiç unutamıyordu. Babası iş çıkışı "store"a uğramış, akşam yemeğinde ona sürpriz yapmıştı. Heyecandan sabaha kadar formayla dolaşmış, hiç uyumamıştı. Ya şimdi! Babası azraille çatışıyordu. Üstündeki formanın armasını öptü, gözlerini kapadı, ağzından iki üç kelime döküldü: "Seninle ağladık, senle güldük biz..." Sonra bir duygu sağanağı patladı. Bir türlü gözlerine dolan yaşlara hakim olamıyordu. Formasının alt kısmıyla gözlerini sildi. "Ne vardı sanki balkona çıkacak" diye kendi kendine hayıflandı. Fenerbahçe maçının atmosferinden etkilenmişti babası... Konya maçından sonra eve geldiğinde şampiyon oldukları sene diktirdiği bayrağı sandıktan çıkarmış, bir güzel ütülemişti. Bayrağı caddeye asacaktı. Ama ip eksikti. Onu da ertesi gün işten gelirken alacaktı. Bu işleri iyi biliyordu. 1982 şampiyonluğunda İstanbul'u bayrak delisi yapmışlardı. Antrenmanlıydı. İpi alıp geldiğinde bir yandan çocuğu ile konuşuyor, maaşını aldığında 1 numaralı Pancu formasını alacağını taahhüt ediyordu. İşte o anda balkonun en bakımsız ve çürük yeri çökmüştü. Babası gözü önünde Beşiktaş bayrağıyla aşağı düşüyordu. Bayrağın balkon demirlerine takılması düşüş hızını kesmişti. Hastaneye nasıl gelmişlerdi hatırlamıyordu. Birden irkildi. Babası hâlâ çatışıyor muydu azraille? Doktor hâlâ neden "müjde" dememişti? Babası da annesi gibi onu terk mi edecekti? Hüzünler hiç bitmez miydi? Ve kapı açıldı... Doktor karşısında dimdik duran çocuğa ağlamaklı bir sesle ancak "Kimin kimsen yok mu?" diyebildi. "Kurtaramadık" diyememişti bile. Avucunda doktorluğuna lanet edercesine sıktığı bir kağıt parçası vardı. Sessizce uzatıverdi çocuğa... Ufacık elleriyle buruşuk kağıdı düzeltti. Kağıtta; "Sevdamız uğruna canlar verdik biz Siyahın zindan olsun beyaz aydınlık Herkese nasip olmaz Beşiktaşlılık" yazıyordu...
-------------------------------------------------------------
Biranın Kapağı

Döndükçe kirlenen bu yerküre kapitalizme olan aşkını bir kere daha ilan etmiştir. Bu sermaye düşkünlüğü ve onun borazancıları bir kere daha toplumlara ve manevi değerlere sırtını dönmüştür. Pazar günü oynanan maçın üç kere saatinin, üç kere de hakemlerinin değişmesi, oyuncakçı dükkanına kepenk indirtmiştir. Sırf Efes istiyor diye... Sırf düzen böyle emrediyor diye... Sezon içinde oynanacak yine bir Efes maçında beyzadelerinin Avrupa Ligi'nden dönüşü 48 saati doldurmadığından ve de yönetmelik böyle diyor olduğundan bir ertesi güne kaydırıldı. Oysa geçtiğimiz cuma günü 20.00'de oynanan maçla, pazar günkü 16.00'daki maçın saat farkı 44. Yani yönetmeliğe aykırı. Sırf Efes istiyor diye... Sırf seçimlerde desteklenmedin diye? Bu camia seni unutmayacak sayın Turgay Demirel. Şehr-i İstanbul'un bütün köşelerine otobüs yolladılar senelerce. Kendilerini desteklesinler diye Türk halkından yardım istediler... Renk fark etmeksizin... Ama pazar günü sırf rengi siyah-beyaz diye aynı halkı içeri almadılar. 8 bin biletin parasını ödeyip biletleri çöpe attılar. O 40 milyarı bir hayır kurumuna bağışlasaydınız Beşiktaş taraftarı sizi anlardı. Bira, bu kapağın altında mıymış!? Elalemin camiaları basketbol maçlarına 100 kişiyi yan yana koyamazken, her maçını mubalağasız 4 bin kişiye oynayan Beşiktaş Basketbol Takımı ve yönetimi; taraftarına sadakat plaketi vermelidir. Önümüzdeki sezon bu branşa daha çok zaman ve para ayırmalı. Pozitif baskının kaç ribaunt ve kaç sayı aldığını futbolculara öğretmelidir. Neden lobimiz yok diye sızlanan genç arkadaş ve taraftarlarımız bugünden tezi yok kolları sıvamalı, çok okuyup çok çalışarak yarının gözlemcileri, hakemleri, editörleri, yazarları nasıl olunursa kilitlenmelidir. Ve bilinmelidir ki bundan böyle Beşiktaş taraftarını final ve yarı final kesmeyecektir. İyi ve temiz niyetli mücadeleye gösterilen sabrın altın alkışlarını bence son defa duydunuz. Elindeki geniş kadroya rağmen sadece playoff serisi için Efes neden 640 bin dolara Smith'i getirdi?! Basketbol camiasına hürmetlerimle...
---------------------------------------------------------------
Para=Tanrı mı?

Aşkların patavatsız, sevgilerin yozlaşmış, kelimelerin kifayetsiz biçimleri moda olmuş nicedir. Sevda ambarları bomboş. Maalesef dansözlerin işşiz kalacağı mesailerdeyiz. Herkes kıvırmakta... "Söz" denen altın külçesinin değerini araştırmaktayım. Bende para etmiyor... Çünkü, bana göre maneviyatı yüksek bir mücevher. Konuştukça ağırlaşan, hatta derinleşen, belki de çok derin... Lakin bazılarında yargılaması esas alınmış 'Tanrı'lar gibi. Düşüncenin söze, sözün dövme mürekkebine emrettiği ve kola yafta gibi yapıştırttığı "Beni ancak Tanrı yargılar" cümlesindeki Tanrı (!), parayla yer mi değiştirmeli. Kavlince edilen bir söz, parayla mı orantılanmalı? Para=Tanrı mı? Bir cümlede işlenen ihanet sayısına bakar mısınız? Dilindeki söze, kendi bedenine, düşüncelerine, taptığına ve onu öyle kabul edip sevenlerine... İhanete bulaşmış bu düşüncelerin doğru paraleli şudur: Beni ancak dolar yargılar, euro sorgular! Beş yıllık bir yemek sofrasından, "Kesenize bereket" demeden kalkıp gitmek ne kadar etiktir. Daha seni Tanrı'nın yargılamadığı dönemlerde, Samsun'dan gelen icazetle, Samsunspor'a para kazandırmak için Beşiktaş idmanına İlhan Mansız ile beraber çıkmaman, Beşiktaş'a borcunu ödemeden yürümen doğru mudur? Serhat Ulueren ile yaptığın röportajda "Çok net ve kesindir. Türkiye'de Beşiktaş'tan başka takımda oynamam" cümlesinin ağır boşluğu altında ezilmiyor musun? Şanlı Beşiktaş camiasından, "o kulüp" diye bahsetme cesaretini ve cüretini, hangi akıl hocalarından alıyorsun? Sevgili (!) Tümer Metin, Ölçündün, biçildin ve tartıldın. Maalesef yetersiz bulundun...
------------------------------------------------------------
Çınlıyorum

Kulak çınlamasının dayanılmaz ıstırap-larındayım. Bitmek ve durmak bilmeyen bir "çınnnn" sesinin gazabına uğramışım. Nasılsın diye gelen hatır sorularına, iyi niyet gösterisi yapıyorum. İyi diyelim, iyi olalım.. Kırk yılda bir hastaneye işim düştü, o da naz yapmakta. Serumlar, ilaçlar, basınç odaları, oksijen tüpleri, ne yapsak nafile... Meğer kulak çınlamasının belirgin bir tedavisi yokmuş. Sadece güldüm! "Tedavisi olmayan bütün hastalıklar da beni buluyor" dedim. Doktor, "Başka ne hastalığınız var ki?" diye sorduğunda, "Beşiktaşlılık" iyi cevaptı sanırım... Her gün doğan yeni güneşe umutla bakabilmenen antrenmanını yaparken, gelen ziyaretçiler ve dostlarla elbet Beşiktaş'ı da konuşuyoruz. Ameliyat masalarının bolluğunda! Defanstan oyun kurabilecek bir adamın eksikliğinden söz etmekte insanlar. Orta sahayı rahatlatma amaçlı. Popescu, Ronaldo tarzı... 10 numaranın bir an evvel bulunması ve o şahsın çürük elma olmaması herkesin birinci duası. Savaşan kaliteli adamların çoğalması, herkesin taktiri. Yaşlı bir tribün emekçisinin "sağ çizgiye çok hızlı, kaleye çabuk inebilecek birini acilen bulmaları lazım" dediğinde, hemşirenin odaya girişi milleti kendine getiriyor. Burası hastane odası! Sağ kulağımdaki bu "çınnnn" sesli dostumu duymamak için televizyonun sesini açıyorum. Dünya Kupası karşımda! Bu sefer kalbimdeki "cızzzz" sesi ön plana çıkıyor. Hayıflanıyorum! İran, Trinidad&Tobago, Togo, Angola var... Altın dişi, süt dişi, Fildişi var.. Ama biz yokuz! Allah bana acil şifalar, Türk halkına da büyük sabır versin.
-------------------------------------------------
Hepinize!

Buruk ve sancılıydı. Adalet isteyen bir adamın gururu vardı sesinde. Belliydi ki, isminin başka bir camia ile anılması geldigi Beşiktaş'ta hem de ilk günden rahatsızlık yaratmıştı. Anlaşılan başbelası dedikodu tacirleri yine işbaşındaydı. İlk maçta "yuh"lanacağı söylenmişti kendisine.. Rahatsızlığı bundandı.. Telefonun öte ucundaki bu haykırış, ciğerime oturdu. Şaşkınlığımdan ne diyeceğimi düşünürken, o devam etti: "G.Saraylıyım ama vereceğim mücadele ile Beşiktaş taraftarına layık olacağıma söz veriyorum." Yüreğiyle, bileğiyle, korkmadan ve delikanlıca girdiği bu büyük yükün sorumluluğuna bakar mısınız? Vereceği mücadele! Yani onuruyla, yani kıvırmadan, dimdik ve asil. Etraf soytarılardan geçilmezken, ben doğuştan şu ya da bu takımlıyım meramlarına takılmayan güzel insan Kerem Tunçeri'den bahsediyorum. Hele beraber katıldığımız bir panelde sorulan bir soru üzerine Beşiktaşlılığı anlatışı, onu daha çok sevmeme neden olmuştu. Hatta Yıldız Üniversitesi onu ayakta alkışlamıştı. Ve gitti.. Nihat'ın gittiği yere.. Türlü entrikaların (!) kurbanı olarak İspanya'ya giden Nihat, bağrımızdan koparılmıştı ama Sociedad'ta hem ülkemizin hem de Beşiktaş'ın gururu olmuştu. Lakin Kerem'in gidişine bir Beşiktaşlı olarak üzüldüm ama hak, hukuk, insanlık kumaşı ve Türk halkı adına sevindim. Mücadelemiz sonsuza kadar iyilerin hep iyi yere ve yanyana gelmesinden yana olacaktır. Elimizden geldiğince ve kavlimizce. Kerem, Madrid'e imzayı atmış ve İstanbul'a gelmiş. Dostlarıyla veda hazırlıkları yapıyormuş. Tam bu yoğunlukta Beşiktaş taraftarları adına teşekkür ve başarı dileklerimi sunmak için telefon ettim. Telefonu açtığında Akatlar'da bir senedir ter döktüğü bench'in üzerinde oturuyormuş. Hangi duyguları yaşıyordu bilmiyorum. Ama ağlıyordu.. Bu yazının hayata geçmesinde sebep de o gözyaşlarıdır. İmza törenlerinde "Doğuştan Beşiktaşlıyım" diyenlere saygılarımla!
---------------------------------------------------------
Menfaatler!

İkibinaltının ya da üstünün umutlarla dolu öteki yarısıyla yeni yeni merhabalaşmaktayız. İçimiz ince ince kıpraşmakta. Bu sefer olur mu sorusunun mantıklı doğruları, üç senedir gerginleşen yüz hatlarımızı gevşetmiş. Yani mutluluğun resmini çizmeye çalışıyoruz. Fırçalar, Delgado'yu çiziyor bütün şehre. Ve tualler ağlamakta. Artık konuşarak değil, çıkıp sahada savaşarak gündeme gelecek bir takımın hayallerini kurarken, arınmışken (!) ve kurtulmuşken (!) mutlu oluyoruz. Beşiktaş tribünlerinin yegane isteği olan yalnızca ve daima mücadele; Tigana'nın ağzında şekilleniyor. "Öyle bir kondisyonumuz olacak ki, rakiplerimizi adeta ezeceğiz!" Lakin aklımızın bir köşesinde, alınacak yabancının hangi mevkide olacağı mevzuu var. Gönlümüz ve tecrübelerimiz, defansı toparlayabilecek, açıkları kapatabilecek, bu işin ehli bir vatandaştan yana. Biliyoruz ve gördük ki defası iyi takımlar, başarıya daha yakın. Ama bütün bunlar Tigana'nın işine karışılıyor anlamına gelmemeli. Işık tut, yak ve yol ayrımlarını tercih sebeplerine bırakmak ilkelerimiz Beşiktaş menfaatleri uğrunadır. Velhasıl son kelamım ise bir kavram kargaşasıyla ilgili. Daum'un Beşiktaş'a ikinci gelişinde, 'ben olsaydım'la başlayan, 'içeri sokmazdım'la biten kahramanlık hikayeleri dinlemiştik. O Daum, F.Bahçe'ye gittiğinde herkes köşesine çekilmiş, bu sefer Daum kahraman ilan edilmişti. Es geçtik! Peki İbrahim Kutluay'ın dönüş sinyallerinde, F.Bahçeli olduğuna kesin gözüyle bakanlar şu sözü hatırlıyorlar mı? "Bu adam ben varken bu kulüpten içeri asla giremez!"
---------------------------------------------------------------
Üşüyorum!

Kadife bir kılıfın içinde oynaşan onca yazıcı, "sıcakları" maçların birer oyuncusu gibi lanse ederken; Tigana'nın bence akılcı taktiğini atlamış... İkinci yarı, savunmaya yönelik oyunu beğenmeyenler şunu da düşünmelidir ki; maç tam saha oynanacağına yarım saha oynanıp enerjiyi kontrollü kullanmak, hele bu sıcaklarda daha dahiyanedir. Ortadoğu'da işlenen insanlık ayıbını irdelerken, bunun bir başka versiyonu olan "Delgado'ya linç girişimi" adlı filmi eleştirmeden geçemeyeceğiz. Hakemlerimiz yıldız oyuncuları UEFA'nın öngürdüğü ölçüde korumak zorundadır. Oysa daha üçüncü haftada, Adnan Polat tarafından yargılanan bu hakemlerimiz ne hikmetse İsrail birliklerinin, pardon rakip oyuncuların tekmelerine seyirci kalmakta. Nerede bu Birleşmiş Milletler!.. Ortadoğu'da süren can pazarı, iğdiş edilen bebeler, hunharca katledilen karnı burnunda gebeler ve sobecilik oynamakta ısrarcı Birleşmiş Milletler! Ve her taraf cayır cayır cehennem... Ve psikolojik sıcaklık 50 derece... Ve futbolumuzun son üç haftalık bilançosunda ağızlara sakız bir 40 derece evhamı. Tabii ki sıcakların gazabından aramızdan ayrılanlara Tanrı'dan rahmet, kurtulanlara geçmiş olsun diyoruz. Lakin ligler, ilk defa ağustosta başlamıyor ki... Senelerdir bu devran böyle dönüyor. Sonuçta bu işin adaleti sağlık kontrolleridir. Cooper testleri, efor testleridir... Üzülerek söylüyorum, gerisi hikayedir... Lafın belini kırarsak; kışın oynanan maçları akşam vaktinden öğlene kaydırın; millet gecenin ayazında tir tir titriyor ve bir sürü insan zatürre oluyor dersek, haksız mı sayılırız? Yoksa yayıncı kuruluşun gazabına mı uğrarız?
--------------------------------------------------------------
Gül ve Dikeni

Küresel ısınmanın dünyamıza verdiği sakıncalı işaretler, İnönü Stadı'nın tribünlerinde kendine koltuk bile bulamıyordu. Cümle alem ve bilimum yazıcılar, futbolcuların o sıcakta çektiği eziyetten bahsederken; taraftar, Beşiktaş için çekilen bu eziyetten adeta zevk alıyordu. Çünkü bu takım, bu eziyete değerdi... Son üç sezondur ilk defa taraftarın takımı değil de, takımın taraftarı galeyana getirip bağırttığına şahit oldum. O ne hırstı öyle... Yeni aşık olduğun birini sokakta görmenin heyecanını nasıl yaşıyorsan, Delgado'nun topla buluşmasında da aynı yürek çarpıntılarını hissedebiliyordum. Burak Yılmaz denen vatandaşın, Avrupa kalitesindeki fiziği, tekniği, hatta fuleleri; gözlerimizin pasıyla ilgili sorunları bir çırpıda çözebiliyordu. Lakin, bir sürü tansiyon hastasının maça geldiğini düşünerekten "acil önlem kampanyası" adı altında Runje'ye bir chack-up şart. Lalezar içinde dolaşmanın keyfini çıkartacaklarına, ellerine batan bir gül dikeni için hastaneyi ayağa kaldıranlar, elbet bir gün şükür etmeyi öğreneceklerdir. Şarap ve esrar kelimelerinin hakim olduğu bestenin söylenmemesi gerektiğini, biz de insanlara defalarca vurguladık. İki senedir de söylenmiyordu. Bu kadar güzelliğin içerisinde bir tek onun göze batması, bizim de gözümüze battı... Doğaçlama ve spontane gelişen ve enteresandır bütün stada birden yayılan bu duruma engel olunamadı... Lakin bu olayı, popülizm duvarlarını zorlarcasına, hatta kırarcasına "oradaki çocuklar bu kelimelerden kötü etkileniyor" diye olayı başka yerlere çekmeye çalışanlar; hiç de iyi şeyler yapmadıklarını, kötüyü afişe ederek kötüye prim verdiklerini bilmelidirler.

Ve... Pekala bilinmektedir ki, at yarışı da bir tür kumardır ve bahsettiğiniz çocuklar için hiç de iyi değildir. Şimdi biz de kalkıp, o reklamlarda niye oynuyorsunuz diye size ahkam mı keselim. Öyle değil mi sayın hocam!
----------------------------------------------------------------
Kelimeler Kifayetsiz

Sevebilmek olgusunun nimetlerinden yararlanmayan insanların en güçlü silahlarındandır karamsarlık. Yenilmek kavramının hep karamsarlıkla anılması eski bir modanın değişilmezlerindendir. Madem ki yenildin kötüsündür. Bir hafta evvel kendi imzalarıyla yazılanların hiç de önemi yoktur onlar için. Skor yazarlığı hortlamıştır da kimse hâlâ önlem almamaktadır. - Maç kaç kaç bitti koçum? - 1-0 üstadım. Telefon görüşmesi olup da öylece maç yazısı yazan var desem kaçınız güler bana? İşte o an ağlanası halimizin komedi karesindesinizdir haberiniz olsun. İstatistiki bilgiler 35'ten fazla yan ortadan bahsediyorsa, Manisa ikinci yarıda ilk atağını 88'de yapabiliyorsa ve buna karşı aynı Manisa 46 faulle oynamışsa burada şanssızlıktan hiç mi bahsedilmez? Bu gencecik takıma hiç mi destek olunmaz? İlle de birilerini asmak mıdır ilkeleriniz? Hiç mi yapıcı davranmazsınız? Bu kadar mı kifayetsizlik aşikârdır hayret! Ya da ben çok mu Polyanacılık oynuyorum? Elalemin yazarları toprakçılık oynarken, siz hâlâ Brütüs'e özeniyorsunuz. Lakin özgüvenini yakalamış bir Beşiktaş'ın şampiyonluğun en güçlü adayı olması benim en kuvvetli ihtimallerim arasındadır. Sonuna kadar mücadele eden pırıl pırıl bir takımın sofrasında baş köşede oturuyoruz. Masada bir özgüven eksik, bir de lobi.
zibidikartal Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-12-2006, 02:10   #37
 
zibidikartal - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

İzafidir

İzafiyet Teorisi'nin çıkışından mesul Einstein, bu kuramın ne hallere düştüğünü görseydi kesinlikle utanırdı. Bakış açılarının çok farklı olabileceğini anlatmaya çalışan bu duayenimiz bazı köşe yazarlarına gücenmiş. Bazı insanlar doğrularla, bazıları da doğrularıyla yaşar cümlesini de mi bilmezler diye kulağıma fısıldadı. Gaipten!! On gün boyunca Beşiktaş'tan hiçbir şey olmaz diyenler Süper Kupa finalinden sonra nasıl ağız değiştirir, her yazı yazan yazı yazmak için mi yazı yazar diye söylendi. Vallahi ben onun yalancısıyım!! Lakin 20 Temmuz tarihli yazımda "Safkan Latin bariyerlerin kenarından geliyor, dikkatle izleyin" dediğimde ortalığı karıştırmaktan başka hiçbir işe yaramayanlar, Delgado'nun Sergen olamayacağı geyiğini ortaya atıp, mikserliğe soyundular. En azından bu kulağıma fısıldanmadı! F.Bahçe'nin B 36 ile oynadığı maçta, Tümer'in futboluna kalemşörlük yapıp şapka çıkartanlar (Biz de seyrettik o maçı) Delgado'nun adamı kepaze eden çalımlarına ve asistlerine hâlâ burun kıvırmakta. Etrafıma ve elimdeki notlara baktığımda bu takıma en büyük zarar kendi camiasından gelmiş. Ranta soyunmuş bir sürü insanın umuru Beşiktaş değil ki. Onlar oy simsarlarının direktiflerine göre dua ediyorlar. İnşallah kaybederiz maçı da!.. Sezonu F.Bahçe galibiyetiyle kapatan, bir sonrakine de G.Saray'ı yenerek merhaba diyen Beşiktaş futbol takımının önünde yalnızca yanlı köşe yazarları var. Baksanıza, Nobre'nin takımda liderliğe soyunacak kadar Beşiktaşlı olmaya çalıştığına değinen hiç kimse yok. Golden sonra takımın balık istifi olana kadar kümelenerek gol sevinci yaşamasını sorgulayan yok. Runje'nin klası ortada olmasına rağmen, kaleciliğini acaba mı sorusuyla gündeme getirip ona buna peşkeş çekenlere "Ne diyorsun?" diye soran da yok. Einstein'ın İzafiyet Teorisi, Beşiktaş'a hep kötü ve yanlı bakanlar tarafından çürütülmek üzere. Baltalamak ve kemirmek maksadıyla kurulmuş bu bataklık, Beşiktaş'ı sonsuza kadar yaşatacaklar tarafından kurutulacaktır. Einstein'a saygısızlık yapamayız. İzafidir de...
----------------------------------------------------------
Sahana Geçsene!

Sözlük anlamı danışıklı dövüş olan bu kelimenin son günlerde ne çok bahsini duyduk değil mi... Dünya tarihinin belki de en eski çirkinliğinin, en eski onursuzluğunun bize kare kare fotoğrafını gösteriyorlar. Makyavelist kırıntıların laylıksızlık ibresindeler. Herkesin üstünde ama az ama çok çamur lekesi varken, "Ben ak kaşığım" tripleri de neyin nesi... Telefon dinlemelere tam alışmışken, bu mektup muhabbeti de nereden çıktı. Bu mektuplar okununca insanlar "ligin son 6 ayı incelensin mi" der. Medya, olaylara neden hep seviyeli davranır. Yoksa, seviyeli muhataplıklarda genelleme yapmazlar mı! Biz de şimdi çıkıp da "liglerin son 20 senesi incelensin" mi diyelim.. Şahin marka arabaların dumanı, hangi ateşten çıkıyor; onu mu soralım. Zalad denen vatandaş ülkeye neden gelmez, onu mu irdeleyelim. "Şerefli ikincilikler" ana temasının çıkış sebepleri üniversitelerde ana ders konusu yapılacakken, neden hiç gazetelerde makale bile bulamaz... Sabaha kadar bu sorulara devam etsem yorulur musunuz; ben yorulmam.. Yorulmam gayrı da, tüm dünyayı bahis çılgınlığı sarmışken, debelenmelerim boşuna sanırım. "Gözümden kaçtı, gözüm karardı, kilitlendim sanki" cümleleri, bir çok maçın sonucuna 32 dişiyle gülüyorsa fazla bir şey gelmez elden. O yüzden ruh halleri, karakterleri, insanlıkları ve futbolculukları 10 numara bir takım denk getireceksin; hakemi de rakibi de şikeyi de ancak öyle dize getireceksin. Bir futbolcu, yedikleri golden sonra santra yaparken, kendi yarı sahalarında olan hakeme, "Sahana geç de maça başlayalım" nasıl der! Nedir o sözlerin altındaki psikoloji.

Cevap Verin !

Veremiyorsanız susun... Çizme denen ülkenin skandallarıyla prim yapmayın. O ülkede Milan da var, Palermo da var.. Siz hep örnekleri Milano'dan verirsiniz de!
----------------------------------------------------------
Yürü be

Ortadoğu'da günlerdir süren insanlık dramı ve ayıbı, bazı sadist ve çıkarcı ilişkilerin yüzündeki "İlle de barış" maskesinin suratlarından düşmesine neden oldu. Önceden hazırladıkları bombaları, avuç kadar bebelerin üzerine yollayan mantık, bundan sonra hangi kösele yüzle insanlara çıkıp da "Biz hep barıştan yanayız" diyebilecek. La Bomb (!) filmiyle sinema piyasasına giriş yapan bomba edebiyatı, F.Bahçeli eski yönetici Erol Usel'le de transfer borsasına çentik atmıştı. Bombayı patlatacağım! Her alacağı oyuncuyu bomba gören zihniyet, onu patlatmaktan da zevk alıyordu. Birçoğu elinde patlasa bile! Bu modaya medyamız da ayak uydurdu. Her yaz döneminde bomba patlatacak parolasıyla kulüplerin üzerine yürüyenler, bombaların zamanla balona dönüşmesine seyirci kaldılar. Aslında ben esas bombayı önceki gece Tayfur'dan beklemiştim. Amokachi heyecanlandırmış, Pascal sevindirmişti. Ama, bir o yoktu ortalıkta... Les Ferdinand! Gordon Milne'in öğrencisi olması gelme ihtimalini kuvvetlendirmişti ama olmadı. Lakin, böyle bir jübile ortamını düşündüğümden, herkesin gözünü anılarla dolu şanlı maziye çevirdiğimden, orayı burayı kullanıp fazla reklama soyunmadığından, belki de sırf bu yüzden sağolasın kaptan! Sade futbolun, sade yaşantın ve sadece göründüğün gibi olduğundan dolayı belki yine sırf bu yüzden sağolasın kaptan! Bombayla başladık, bombayla bitirelim. Malumuzun at yarışları bombalardan geçilmiyor. Her gün bir at, bomba diye lanse ediliyor yarışçılara. Ahır bakımı iyi, tımarı güzel, hayatta geçilmez diye... Ben, bir evvelki gece at değil ama harbi safkan bir futbolcu gördüm. Bombanın "A babası", safkan Latin... Şöyle, bariyerlerin kenarından ufak ufak gelmekte... Lütfen takip ediniz.
---------------------------------------------------------------
Yılın Filmi

Dünya ekonomisini 3-5 madrabazın birkaç da manipülasyoncunun eline bırakan zihniyet, dünya futbolsuzluğunun çöküşünü de puro ve viskilerini içerek kutlamışlar mıdır? Bütün dünyayı sistem ve taktik yaygaralarıyla uyutmaya çalışan bu mantığın görünmez efendileri, Dünya Kupası'ndaki futbolsuzlu, topu bilen insanların maça gelmeyişlerini ve kendi yarattıkları yıldızların sönüş ve çöküşlerini izlemişler midir? Bu mudur büyülü ayak Ronaldinho? Figo nerededir? Zidane, kafayı nereye atmıştır? Yoksa bize futbol diye başka bir şey mi seyrettiriyorlar? Yazdıkları ve söyledikleriyle, gördüklerimiz neden hiç uyuşmaz? 3-5-8'i, pardon 3-5-2'yi sistem diye gözümüzün içine sokanlar, gözümüzün görmesi gerekenlerini de perde arkasına süpürüyor. Çünkü ellerinde "faraş"la bekleyenler, perdenin öte tarafında. Tuttuğu takımın yenilgisinden sonra gülen ve alkışlayan taraftar profilini, "medeni insan şeması" olarak algılayan ve bunu devamlı gündemde tutarak övebilen mantık; Acaba?

Sistem kurbanları

Dünya insanının mücadeleci yapısını, onuruyla savaşmasını ve asla boyun eğmek istemeyen gururunu törpülemek mi istiyor?Acaba? Vefanın, cefanın hatta gözyaşlarının ambar ambar olduğu ülkemiz taraftar profilini, viskici amcalar ve kapitalist sistemle değiştirmek mi istiyor? Her hafta deplasmancıya ayrılan bölümün koltukları kırılır da, o bölümün koltukları neden atılamaz ve kırılamaz maddelerden yapılmaz? Çünkü sistemsizlik, sistem teşkil etmektedir. Çünkü genç nesil sistem kurbanıdır! Sen adama şöhret verirsin, para verirsin, sonra da top oynamasını beklersin. Oooldu! Bence siz bir film çevirin, adı da "Sistem Kurbanları" olsun.
-------------------------------------------------------
Düşündürücü!

Kopma noktasının 'cuma' gecesine rastlayan bölümünde haz, hız ve his kelimelerinin yoğunluğunda yastığıma gömüldüm. Uyandığımda binbir keyif içeren sabah şeriflerine 'merhaba' dedim. Akşamdan kalan mutluluğumun devamı için bir sürü gazete siparişi verdim. Spor sayfalarını tatlı dokunuşlarla bir gece evvel yaşadıklarımı bir de okuyarak yaşamak için araladım. Birden suratım düştü. 3-1 kazanmış bir takımın ardından yazılanlar komik ve düşündürücüydü. Burak'ın elle düzeltip attığını yalnızca üç Konyalı'nın gördüğü golü, geçen sene Anelka'nın elle attığı ama bütün dünyanın gözü önünde işlenen cinayetle denk tutan, üstüne de özür bekleyen bir zihniyetle karşılaştım. Siz özür dilemiş miydiniz sayın Özdemir? Beşiktaş camiasının isyan sesi belki o elle atılan gole rastlamıştı ama haykırışlarımızın tek nedeni; 3 sezondur devamlı bize rastlayan adaletsizliklerdi.

Düşünün sayın Özdemir!
"El değmemiş temiz bir lig istiyoruz" flamasının ana temasını bize soracağınıza bütün kulüplerin o flamayı size karşı niye açtığını oturup düşünmenizi rica ederiz sayın Nihat Özdemir. Bab-ı Ali duayeni olarak gördüğüm bir gazeteci büyüğüm, 30 bini aşkın kişinin yüreğini ve sesini hiçe sayarak hala geçen senenin kırıntılarıyla uğraşmakta. "Gol gol gol" tezahüratına burun kıvırıp, futbolculara olası bir yağmurda şemsiye hazırlamakta. O ses 'Beşiktaşlıyım' diyen herkesin tüylerini diken diken etmekte. O yüzden bu görüşünüze katılamıyoruz sevgili Attila (Gökçe) ağabey... Başka bir yazıyı okuduğumda az evvel düşen suratımı aramaya başladım. "Korkutmaz bizleri musalla taşı'' diye başlayan tezahüratın "Ne biçim'' olduğunu, "bununla futbolcular asla motive olamaz'' yorumlarını okudum. Futbolcular ölümden korkarmış, ters etkilenirlermiş ve daha niceleri. Türkiye Kupası finalinin uzatmalarında 2-2 giden maçta bu tezahürat tam 25 dakika söylenmiş, bütün Türkiye televizyonda ibretle izlerken Beşiktaş o motivasyonla üçüncü golünü atmıştı. Beşiktaş'ı "iyi'' takip etmenizi rica ederiz sevgili Faik (Gürses) ağabey... Mamafih her insan gibi bana da devamlı mutluluk düşmedi ve ben hala düşen suratımı arıyorum...
-------------------------------------------------------------
3F

Vakti zamanında bir toplantıda Portekiz Devlet Başkanı Salazar'a sormuşlar: "Sayın Başkan, Siz Maliye Bakanıydınız, bir baktık Devlet Başkanı olmuşsunuz. Nedir bunun hikayesi?" Biraz düşündükten az da tebessüm ettikten sonra, "3F" demiş Salazar... Biraz açar mısınız, pek anlamadık da diye bastırmış gazeteciler. Herkesin şaşırtacak bir cevap gelmiş başkandan; Fado, Fiesta, Futbol... Şaşıran yüzleri aydınlatırcasına, felsefe profesörü edasında devam etmiş eski maliye bakanı... Gelişmekte olan ülkelerde, pek yaygın olan kitle psikolojisinden faydalandık. Herkes (günümüze çeviriyorum) Televole kültürüyle o ne yapmış, bu tostunu yemiş mi, o yalnızca arkadaşıymışlarla ilgilenirken, Müslüm Gürses dinleyenlerinin kendilerini jiletlemesiyle meşgulken Fadoizmi ve Fiesta'yı... Olmayan tribün terörünü sulandırıp ağzını açmayan yöneticiye "şunu dedi" suçlamasıyla ortalığı bulandırıp, "o kaleci iyi, bu defans iş yapmaz, o santrfor yaşlı" nakaratlarıyla futbolu ön planda tuttuk. Millet bunlarla ilgilenirken, ben kendi işlerimle uğraştım. Ve sonuç malumunuz... İşte bu kıssadan hisse, günümüz futboluna bazı sorular sormakta.. Örneğin; Basketbolcularımızın şapka çıkartılacak başarısı günlerdir alkışlanırken, yanlış stratejilerle Dünya Kupası'na gidemeyen Milli Takımımızın gün be gün yaklaşan ve bugün oynanacak Malta milli maçı niye gerektiği kadar irdelenmez. Fenerbahçe camiası; sarı-lacivertli yönetimin parmağını kapıya sıkıştırırcasına sadece iki gün içinde dört futbolcu almasını veya takım içindeki huzursuzlukları tartışacaklarına, dediği ya da demediği belirsiz Tahir Kıran ve Haluk Ulusoy polemiklerini neden ön plana çıkarır. Beşiktaş futbol takımı, alışma sürecini en az kayıpla ve keyifle sonlandırırken, neden düşman kalemler tarafından adı üstünde "hazırlık maçında" yerden yere vurulmaya çalışılır? Affedersiniz, sesim geliyor değil mi!
---------------------------------------------------------------
Harakiri

Hazan ve hüzün kelimelerinin yan yana gelmesi, eylül ayının azizliğinden midir bilmem.. Lakin, 11 ve 12 Eylül dramlarına bir yenisinin eklendiği kesin ve aşikâr olduğu bilgi dahilidir. 10 Eylül Trabzonspor magibi... Üzülmez'i, Tandoı ve Nobre'yi uzun bir şişe dizmesi, aralarına da defne (!) yapraı koyması, sonra diz çöküp o şişi kendi karnına saplaması bize bir tek şeyi hatırlattı: harakiri! Mali'li hocamızın takımı mali yönden düşünüp ekenomik kullanması bir bakış açısıdır ama Beşiktaş taraftarının kendisini sevmesi, kendisinin bile anlayamayacağı maneviyat içermektedir. Dikkatine sunulur! Gecenin 02.00'sinde yüzlerce taraftarı otobüs ve minibus duraklarında kuyrukta gördüğümde, federasyonun vatanda .ları hiç umursamadıını, tamamen yayıncı kuruluşa teslim olduğunu ve paranın yine başrole soyunduğunu lanetle selam ettim. 21.45'te maç oynatmak demek, insanlara "içki için, maça öyle gelin" demek değil midir? Kapıdaki polis memurunun, şaşırmış bir vaziyette "daha kapıdan alkolsüz bir adam geçmedi" demesi, federasyonun "tav.ana kaç, tazıya tut" felsefesi değil midir? Ondan sonra küfürsüzlük politikası çizip fetva vermek ne kadar inandırıcıdır? Bu işler, orta yere çıkıp da "küfür etmeyin" demekle olmuyor. Çıplak ayaklarınızı, kor ate.ler üzerinde görmeden samimiyetinize inanmayacağız. Oysa rahmani bir eda ve samimi bir seda, Trabzon maçının 90 dakikasında gizlidir. Lütfen takdir ediniz! Ve kan tarlaları içinde umuda soyunduk. Bugün oynanacak CSKA maçı için sevda ambarlarından taştık. Kahır gecelerini unutamasak da, kırmızı gelincikleri aramaktayız beyaz kar bahçelerinde...
------------------------------------------------------------
250 Milyara Profiterol!

Tigana, taşları bir türlü yerli yerine koyamıyordu ama kapalı tribünün çatısındaki taş(!)lar maçtan önce sıra sıra nasıl da dizilmişlerdi!. Tigana'nın maçı kaybetmesi halinde koltuğu sallanabilin diyenler çoktu ama Sami Yen'deki koltukların bırakın sallamayı, parça parça edilip Beşiktaş taraftarının önüne konmasını kimseler neden sorgulamamıştı? Tigana, merdivenleri birer birer çıkmayı planlıyordu ama kusursuz maç yönettiği (!) söylenen Cüneyt Çakır'a Sami Yen'de "Merdiven boşluğu gördün mü?" diye sorma nezaketini niçin hiç kimse göstermiyordu? Cüneyt Çakır çok iyi maç yönetmişti de; İnamoto, Burak Yılmaz'ı Çırağan Sarayı'nın havuzuna mı itmişti? Ya da Song, Karadeniz Halk Oyunları'nda horon mu tepiyordu da attığı tekmeler görmezden gelindi? Dikilen yüreklerin cesareti, yanlış tercihlerin esareti nişanlanmıştı pazar gecesine. Beşiktaş-Konya maçında adamın yemek için aldığı profiterolü, kızıp ani bir refleksle sahaya atmasını 250 milyar cezayla ödedi Beşiktaş. Bir de yarım şeftali var sahaya atılan.. Pazar gecesi çatıdan atılan taşlara, pırlanta demeyeceksiniz herhalde! İnönü'de her maçtan önce gıcır gıcır silinmiş ve tertemiz koltuklar görürsünüz. Gözlemciler bunu bildiği halde tek tek gözlerler. Adı gözlemci ya!.. Peki o gözlemcilerden Sami Yen'de yok mu? Oradakiler ne iş yapar? Bütün koltuklar paramparçaydı stada girdiğimizde. İnsanın aklına çocuksu şeyler gelmiyor değil. Acaba diyorum Seyrantepe'yi... İnönü'de her maçtan 5 dakika önce, aralıklarla 3 görevli memur, 2 polis ve bir de stat müdürümüz Turgut bey gelir merdivenlere boşluk yaratılması için. Yoksa hakem maçı başlatmayacakmış derler. Binlerce kişi yetmiyormuş gibi bir de merdiven boşluklarıyla ilgileniriz. Pazar günkü maçta sonra bir etkili ile konuştum da, o dedi bana... Federasyonun aldığı tüm kararlar İnönü'yü kapsıyormuş! Ve futbolun yalnızca sahada oynanmadığını anlatmak istedim. Simon Cuper gibi, Aziz Yıldırım gibi...
--------------------------------------------------------------
Dedenin bastonu

Elinden alınmış bir oyuncağın yıllar süren travması vardı çocuğun yüzünde.. Yıllar geçse de, "demincek" diyebilecek bir ruh haliydi, delikanlının çehresine yansıyan... Başka bir köşede, bastonu havada yaşlı bir amca gördüm... Ağzında kalan tek tük dişleriyle "unutmadığını" bağırıyordu.. Belliydi ki, yediden yetmişe herkesin belleğinde yara açmıştı. Her A.Gücü maçı, her sonbahar dökülen güz yapraklarıydı sanki. Sararan sayfaların canlı anılarını yaşatıyordu bize. 93 yılı olmasına rağmen, "demin"di.. 8-0'lık tiyatronun suflelerindeyim. Senaryosunu herkesin bilmesine rağmen, kimsenin çıt çıkarmamasına isyandı belki de; dedenin elindeki baston, çocuğun travmalı yüzü ve delikanlının sinir dolu çehresi... Burak'ın golü, iftarını açıp tribüne gelmiş adamın yediklerini hazmettiriyordu sanki. Gökhan Güleç'in ki ise, kaymaklı ekmek kadayıfı kıvamındaydı oruç tutanlar için. Maçın başından beri çalışkanlığı, her yere koşması, hırsı ve azmi; onun penaltı noktasıyla kesişmesini sağladı. Taraftar bu ödülü Nobre'ye layık görmüştü. Olmadı.. Canın sağolsun Mert adam... Ricardinho oyuna girdikten sonda 4-5-1'e dönen oyun şablonunu da gördük. Demek ki göremediğimiz çok şey varmış!!! Değil mi sevgili skor camiası.
--------------------------------------------------------
İnadına

Yorgun olmasına rağmen Erciyes'e pozisyon dahi vermeyen, her hattıyla sonuna kadar mücadele eden Beşiktaş, Kayseri'den üç puanla dönmesini bildi.. Son günlerin çalışkan futbolcusu Nobre, attığı golle Sofya yorgunu Beşiktaş'a rahat bir nefes ve üç puan aldırırken, sakatlanması tüm camiayı üzdü.. Delgado, Kleberson ve Koray gibi yıldızlarının sakat olmasından dolayı kadro kurmakta zorlanan Tigana, genç yıldızlarına forma şansı tanı"KELİME EDİTLENMİŞTİR" İstanbul'a cebinde üç puanla döndü... Kleberson'un yokluğunda formasına kavuşan Fahri, bu şansını iyi kullanarak kazanılan üç puanda söz sahibi oldu.. Belli ki 120 dakikalık kupa maçı onlara vız gelmişti. Sofya neresi, Kayseri neresi? Bir de arada İstanbul var. İki günde bu üç şehirde mekik dokuyan bu yürekler, Erciyes dağının yanaklarında üç puanlık bir makas aldılar... Size, muhtemel 5 ana başlık yazısı verdim... Ama Lazarov'un golü, bütün bu başlıkları dipsiz bir kuyuya bıraktı. Keyfe keder tüm yazıların inadına, istikrara doğru yapılan tüm hamlelere destek çıkıyoruz. Tigana ile oyuncular arasında taktiksel anlamda büyük ve kalın bir bağ olabilir. Lakin, işin en önemli yanı dinleme ve anlama bölümüdür.. Hocaların sistemleri, oyuncuların pistonlarıyla eşgüdümlüdür. Yani, ne kadar ekmek, o kadar köfte.. Babıali'nin eski muhabirleri haber kapmak için kapı kapı dolaşıp, telsizsiz ve internetsiz ortamda başarı yakalarlarmış. Muhabirlik mesleğini rafa kaldıran bazı cin fikirler, taraftar sitelerine dadanarak kimin ne yazdığını bilmediği her yazıyı, internetten gazetesine taşı"KELİME EDİTLENMİŞTİR" sözüm ona muhabirlik yapıyor.. İşin komiği; karısıyla kavga eden, ideolojisine uymayan, babasından harçlık koparamayan ve her sinirlenenin klavyeye koştuğu bu ortamda yazılanlar; kamuoyunu yanlış yönlendirip kendi kuyusuna maya yapıyor. Yoksa; tribünlerin sonuna kadar sahiplendiği, ama internet sanşölyelerinin dibine kadar ittirdiği bu karmaşa başka nasıl izah edilebilir... Yönlendirme varsa bu, yönetimle taraftar arasında değil, kapitalist sistemle bazı güçler arasındadır... O yüzden sayın Turgay Demir, önümüzdeki ilk maçta da "Je t'aime Tigana!"
zibidikartal Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-12-2006, 02:13   #38
 
zibidikartal - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Soramazlar

Ayrıntılara gebe olan detaylar, gözümüzden ırak olmaya çalıştıkça başarılı olacağını zannediyor. Sayfa aralarına sıkışmış pozu vermek, kelime oyunlarıyla kurnazlık senaryoları üretmek, hep bu kaçamakların sinyalleri... Çok konuşan, çok yazan ama çok üretemeyen bir toplumun alarm avlularındayız. Vergi borcumuzun "yok" denecek kadar az olduğu 2003 yılında GS ve FB'nin içinde bulunduğu bir af sistemi getirildi. Beşiktaş'ın borç hanesinde; atıyorum 1 lira yazıyordu, onlarınkinde ise 100... Onlarınki çok dolambaçlıydı, bizimki düz... Gayrı bizim, hiç kimsenin cebinde gözümüz yoktu ama... Lakin bu oynanan oyun, dünyanın en büyük kazanç sektörü ise ve başarı, kazanılan paraların bileşkesinde yatıyorsa... Futbol bu ayrıntılarla saklambaç oynuyordur... Diyelim ki bu olay da, her aşk gibi yaşandı ve bitti. Bilinmez sevdalara fora edildi yelkenler. Belki kılıçlar çekildi 40 yıllık dostlara. Selamlar-sabahlar kesildi. Ama dünya yine de dönmeye devam etti. Fazla değil, üç sene döndü... Baktık ki borç hanesi sıfırlanan GS, 200 milyon dolar barajını yine geçmiş... (Oh, ne ala memleket) "O da bir şey mi" diyerek ocakta sıfırlanacağız sinyalleri veren Adnan Polat'a merak edip de soran oldu mu?.. Gün, kimin hesabına tutar akşamı! İşte futbolun bu ayrıntıları vardır, gözlerden devamlı kaçırılan... Detaylara kimse tenezzül bile etmez. Fatih Terim'e kimse sormaz, Kahveci'yi niye oynatmadın diye? Herkesin aklı "çaycı"dadır çünkü... Hakan'a hep Şükür edilir de, Altıntop aranmaz bile... Ve sormazlar arkadaşlar... Rahmetinden kim demlenir bulutun!
--------------------------------------------------------------------
Kırım

Sarkozy ve yandaşlarının politik beslemeyle şekillendir-dikleri ve üzerine özellikle İstanbul'da yaşayan 50 bine yakın Ermeni'yi huzursuz ettikleri bir iddianın, yargısız infazlarını yaşadık; Daha geçen hafta, özgürlükler ülkesi Fransa'da!.. Kendi menfaatleri uğruna bu topraklarda Müslüman halkla omuz omuza yaşayan, birbirinden kız alıp veren binlerce Ermeni vatandaşını rencide etmeye çalışan bu zihniyetin mantığı soykırım değil, yaklaşan seçimler öncesi olması muhtemel; "Oy kırımı"dır... G.Birliği gibi boyuna oynayan, kora kor mücadele eden, oyunu çirkinleştirmeyen ve mücadelenin maksimumda olduğu bir maçta Beşiktaş'ın 7'den fazla girdiği net gol pozisyonlarını beğenmeyip, hâlâ pirincin içinden taş ayıklamaya çalışmak; "Düşünce kırımı"dır... Cılkı çıkarcasına Rico ve Delgado yarımadasının ikiye bölünmek istenmesi, Burak'ın her maçta bir penaltısının es geçilmesinin gündeme taşınmaması, düne kadar Mercimek'i fırına veren skor yazarlarının bu vatandaş iyi oynadıkça 'tribünler öyle diyordu' uydurmasına sığınması; "Bel kırımı"dır... Herkes Tigana'nın ekibine konuştukça, benim de 2007'nin ocağına iki kelam edesim geliyor... 2006 yuvarlandıkça sona doğru; kulisler dile, özel mektuplar ele gelmeye başladı... 50-60 kişiyi fotoğraf karesinde bile yan yana getiremeyenler, uyduruk toplantılar sonrası "Biz şu kadarız" fetvaları, "Seçimlerde biz ne dersek o olur" üçkağıtçıklarıyla; ranta doğru ellerini oğuşturuyor... Camiada gelişen bütün olumsuzlukları kongreye yorarak sinekten yağ çıkarmaya, karıncanın da belini incitmemeye çalışıyorlar... Yazıktır ki, futbolcular sahada, taraftar tribünde ölümünü savaştıkça; kulisçiler ve kongreciler insan ayırımı tezgâhında nakış işlemekteler... Lafın belini kırarsak; Seçimler öncesi yapılan bütün bu işveler, gerçek Beşiktaşlıyı soğutma adına oy kırım edasında bir; "Soykırım"dır!
--------------------------------------------------------------
Ruhumuz Yeter

Bazen hüzün denizlerinde, bazen sevgi kumsallarında ama hep umut dağlarında yaşanası bir bayramın ortasındayız. Bayram muhabbetlerinde aklıma ilk gelen sevgili üstad Soner Olgun'dur. Her söylediği şarkı, her çaldığı sazdan sonar saat ve gün farketmeksizin, benim şimdi size yazacağımı söyler. İyi bayramlar... Anlaşılmakta zorluk çekildiğinde, anlatamamanın ıstırabını yaşarım. Sanki suç bendeymiş gibi. Ya tartışmaya girmeyeceksin derim, ya da girdiysen... Çarşı her şeye karşı ya, herkes de Çarşı'ya karşı. Lakin bilmiyorlar ki, Çarşı kendine de karşı! İnadına Tigana desteği çoğu insanı rahatsız ediyor. Biliyorum. Hatta bu desteğin Del Bosque'ye, Rıza'ya, Daum'a neden yapılmadığı iğneli şekilde sorgulanıyor. Nasıl bu yargıya varıyorlarsa? Daum, ikinci gelişinde "Lösemili çocuklar seni özledi" diye flama açan Beşiktaş tribünleri tüm ülkenin Daum'a karşı başlattığı linç girişiminde tek başına Daum'un koluna girmiştir. Rıza'ya açılan "Hepimiz kapıcıyız" flaması, bu tribünlerin asla adam satmayacağı işareti olmakla beraber, Rıza'nın "İstifa edebilirim" açıklamalarına "Büyük kaptan" tezahüratıyla destek vermiştir. Kötü gidişte "Yeniköy Kasabı" diye sıfatlandırılan hocamıza tribünler "Vicente del Bosque" diye yırtınası bir tempo tutmuştur. "Çarşı'ya ne oluyor" başlıklı yazısında Sayın Turgay Demir, "Her şeye karşı olan Çarşı, neden Tigana'ya değil" diye bol ünlemli bir soru soruyor. Cevap verelim; Çarşı, Tigana'ya karşı olanlara da karşı. Runje'ye de saldırılar bitmiyor. Neden ıslıklamamışız da destek vermişiz. Kumaşına inandığımız bu vatandaşı, teknik ekip inanılmaz tutuyor. Özellikle Büyük Ali... Medyanın da bu adamı devamlı kamuoyunun önüne atması bittiğinde kara bulutlar da gitmiş olacaktır. Beşiktaş tribünlerinin bir ruhu vardır. Kalp ve akıl durmalarında bile yaşar. Zapdedilememiş 3-5 kaleden biri olan bu ruh hali, yalnızca Beşiktaşlılara hayat verir. Ben anlatamamış, bazıları anlamamış olsa da!
-------------------------------------------------------------------
DİRAYET

Yokoluş ya da varoluş kavramlarının insanoğlu üzerindeki baskısı, kişinin yerküredeki duruşuyla alakalıdır. Her koşulda dimdik durabilme yetisine sahip olanlar, yokoluşlarda bile tekrardan doğma şansına sahiptirler. Oysa varoluşların yamuk temsilcileri, başarılı olma hallerinde bile etraflarına düzgün bir çizgi çizemezler. Dirayet, kararlı olma halinin tavana vurmasıdır. Yönetimin de, Tigana'nın da yapması gereken en anlamlı, en mantıklı iş hali budur. Zira sabır etmek, dirayetli olmayı tetikler. Elbet, taşın da bir sabrı vardır. Çatlayabilir! Lakin bir türlü atılamayan golün azabı ve buna dayalı istifa gazabına kimsenin tek bir sesi olamaz. Çünkü taraftar haklıdır... Çünkü onun gönül hükmü, yüreğinde saklıdır. Ancaaaak! Kişi ya da kişilerin, kurum ya da kuruluşların kah günlük gazete, kah elektronik posta, kah da oy tacirliği yaparak taraftarların bilinç altlarına negatif virüs şırınga etmesi hiç hoş değildir. Delgado'nun kaçırdığı kafa golüyle, Tigana'nın istifasının ne alakası vardır? Vatandaş golü atsa, bütün stat ve cümbür cemaat, Cumhuriyet Bayramı yürüyüş töreninde olacaktı. Bu varoluştu! Bir dakika sonra hakem bitiş düdüğünü çaldı. Bu da yokoluştu! İşte size istifa polemiğinin bir dakikalık bilançosu... İşte size menfaat tüccarlarının yarattığı tablo... Elbet yönetimler geçip geçicidir; hatta insanlar bile. Herkes süresi bittiğinde köşeye çekilir. Lakin dirayetli davranmak, seneler sonra saygıyla anılmanın faturasıdır. Yönetim Tigana'dan, Tigana sisteminden, taraftar da desteğinden vazgeçmemelidir. Yokolurken varolmanın muhasebesi, bu denklemde yatmaktadır. Geçen sezon şampiyon olan GS'nin her maç öncesi istifaya çağırılan yönetimini göstererekten; İnegöl maçında yuhalanan futbolcuların Türkiye Kupası'nı kaldırdığını hatırlataraktan.
---------------------------------------------------------------
İl Güvenlik Spor Kurulu'nun hafta içinde adığı önlemler düşüncede doğruydu, uygulamada ise hatalar yapıldı. Bilet sayısının her derbide kitlesel bir krize yol açtığını düşünürsek, yaşananların çoğunun rahmani olduğu görüşündeyim. Açıkcası, doğru dürüst bir şey de yaşanmadı ya... Misafir tribünün girişinin olduğu kapı, strateji hatalarıyla doluydu. Kapı önü zannedip taksiden inenler, caddenin ortasındaki tel örgü duvarını delmek için bir kilometre yürüdüler. İki makas atacaksın tel örgüye, cadde kapıyla birleşecek. Sen de rahat edeceksin, trafik de, taraftar da... F.Bahçe cephesi kötü alışkanlıklarından vazgeçmemiş. 2 bin 500 kişi tek kapıdan girdi, tek kapıdan da çıktı. "No exit way" filminin galasındaydık sanki. Geçmiş senelerde yaşanılan ve kuvvetle muhtemel esir kamplarında uygulanan "su" mevzuu, pazar gecesi yerini düden şelalesine bıraktı. Hayretle tebrikler! Lakin FB'nin her konuya müdahil "satılık" bir sürü pankartı görev başındayken, Beşiktaşlının atkısına bile izin verilmeyecekti neredeyse... Neticede alınan önlemler mantıklı ve insaniydi. Ama şu da bir gerçek, her gebe kadın doğuracağı gün sıkıntı yaşar ve her doğum biraz sancılıdır... Sancının en ağırını A. Hassan'ı yere yapıştıran Luciano'nun volesinde yaşamıştık. Aynı filmi pazar gecesi Lugano'nun uçan tekmesini İbrahim'in sırtında izlerken yaşadık. Bence, Fenerli futbolcuları motive etmek için yurt dışından adam çağırıyorlar. Mesela, Jean Claude Van Damme. Son kelamım "inşallah yeniliriz" mantığında olup, onu bunu satılmışlıkla suçlayanlara... Sevgiliniz Erzurum'da oturuyor ve uçağa binme fobiniz var. Otobüsle gidip, otobüsle geleceksiniz... Ve üstüne, her gidişinizde size para verecekler. Ayda kaç kere Erzurum'a gidersiniz? Ve bir tavsiye... Biraz Kemalettin Tuğcu okuyun!
-------------------------------------------------------------------
MOLA

Barış, iki savaşın arasında verilen molanın adıdır. Ve bir saldırgan olduğu sürece, sonsuza dek sürecek rüyadır... Kimdir bu saldırgan? Küme düşüşünü Beşiktaş'a bağlayan ve bu süre içerisinde her maçta sorumlu tuttuğu bu takıma küfür eden Bursaspor seyircisi mi? Kimdir bu saldırgan? Maçtan sonra soyunma odası yollarında "Allah'ıma kitabıma, bunun Bursa'sı da var" naraları atan futbolcular mı? Ya da onlara bu düşünceyi şırınga eden yerel basın mı? Kimdir bu saldırgan? FB ve GS'yi iki büyük yapmak isteyen zihniyetle, şampiyonluğa oynayacak Beşiktaş'ı, ligin sonlarında Bursa'da taraftar desteğinden yoksun bırakma mantığının bir örtüşmesi mi? Ya da bu saldırgan; Beşiktaş, G.Saray ve F.Bahçe taraftarlarının eylemsel barışçılığından doğan malzeme yoksunluğunu başka bir teori ile birleştiren "İlahlar kurban istiyor" kampanyaları mıydı? Saldırgan, ister Veliefendi'de bir at, ister Marina'da bir yat, ister Florya'da 9 odalı kat olsun; bu mantık var olduğu sürece barış yalnızca tatlı bir rüyadır. Nihat Özdemir'in "Tezgah var" söylemi, Adnan Polat'ın ilerleyen zamanı durduran saati olduğu ve bütün bunlara verilecek ceza olmadığı sürece; 'barış', yalnızca Beşiktaş Basketbol Takımı'ndaki oyuncunun adıdır. Runje'nin kurtardıkları, Rico'nun attırdığı ve attığı bölüme kadar olan saldırılar, bir anda zeytin dallarıyla bezeniyorsa; bu zeytin dalı iki savaşın arasındaki moladan öteye geçemeyecektir. Yazının ilk satırlarındaki Orhan Pamukoğlu cümlesi, içinde bulunduğumuz bu kirli dünyanın iki yüzlü halidir. Akşam oynanacak Brugge maçı, "gülen maskelerin" ardındaki asık suratlı adamların alacakları molayla alakalıdır. Brugge maçı bir kahve molası mıdır, yoksa basketbolcuların aldığı gibi bir taktik mola mıdır? Göreceğiz!
zibidikartal Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-12-2006, 02:14   #39
 
zibidikartal - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

BAZI YERLERDE YAPTIĞIM YANLIŞ ALINTILARDAN VE HATALARDAN DOLAYI ŞİMDİDEN ÖZÜR DİLERİM
zibidikartal Ofline   Alıntı ile Cevapla
Alt 10-12-2006, 02:37   #40
Yardımcı Admin
 
Meric - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

teşekkürler
__________________


http://img81.imageshack.us/img81/9771/topmain8dd3mg5.jpg
Meric Ofline   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-KodlarıKapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık




Türkiye`de Saat: 19:21 .

Powered by vBulletin® Copyright ©2000 - 2008, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2

Sitemiz CSS Standartlarına uygundur. Sitemiz XHTML Standartlarına uygundur

Oracle DBA | Kadife | Oracle Danışmanlık



1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 437 438 439 440 441 442 443 444 445 446 447 448 449 450 451 452 453 454 455 456 457 458 459 460 461 462 463 464 465 466 467 468 469 470 471 472 473 474 475 476 477 478 479 480 481 482 483 484 485 486 487 488 489 490 491 492 493 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503 504 505 506 507 508 509 510 511 512 513 514 515 516 517 518 519 520 521 522 523 524 525 526 527 528 529 530 531 532 533 534 535 536 537 538 539 540 541 542 543 544 545 546 547 548 549 550 551 552 553 554 555 556 557 558 559 560 561 562 563 564 565 566 567 568 569 570 571 572 573 574 575 576 577 578 579 580