|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
12-02-2007, 11:44 | #1 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
|
Ermenistan İle Savaş 1920 yılı başlarında, Sevr Anlaşmasına göre kendilerine verilen ve Van, Erzurum, Bitlis ve Trabzon’u da içine alan geniş bölgeyi ele geçirmek isteyen Ermeniler, arkalarına aldıkları Batı desteği ile, işgalleri altında bulunan bölgede Müslüman ve Türk varlığını sona erdirmek maksadıyla baskılarını daha artırdı ve katliamlara başladı. Bu katliamlar üzerine 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa, 22 Mart 1920’de Erivan Cumhuriyeti’ne ihtarda bulunarak, Ermenilerin katliamlara son vermelerini ve zarara uğrayan Müslümanların zararlarının tazmin edilmesini istedi. Ayrıca Mustafa Kemal Paşa da Ermeni mezalimini İ’tilaf devletleri nezdinde protesto etmişti[i]. Buna karşılık Ermeniler, 1920 yılının Mayıs ayında Türk sınır köylerinde saldırılarını artırdılar. Bunun üzerine 15 Haziran 1920’de yeni kurulan Doğu Cephesi komutanlığına getirilen Kazım Karabekir Paşa, hazırlıklarını tamamladı ve Ermeni saldırılarını püskürtmek için harekete geçmek üzere BMM’nden izin istedi. Aynı tarihlerden devam eden Yunan saldırılarını dikkate alan Meclis, bir süre beklemeyi uygun buldu. 22 Haziran 1920’de başlayan Yunan saldırıları savuşturulduktan sonra Meclis, gerekli onayı verdi Doğu Cephesi Komutanlığına getirilen Kazım Karabekir Paşa’nın, doğu bölgelerinde ilan ettiği kısmî seferberlik ve yaptığı hazırlıklardan sonra, Ermeniler, 24 Eylül 1920’de Türk birliklerine karşı taarruza geçtiler. Buna karşılık 28 Eylül’de harekete geçen Türk ordusu, 29 Eylül’de Sarıkamış’ı ve 30 Eylül’de de Merdenek’i aldı. Fakat bazı sebepler yüzünden bir ay Sarıkamış-Lâloğlu hattında kaldı. 28 Ekim’de tekrar harekete geçen ordumuz, Ermeni kuvvetlerini dağıttı ve fazla zorlanmadan 30 Ekim’de Kars’ı aldı | ||
|
12-02-2007, 11:44 | #2 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| 1 Kasım 1920’de BMM hükümeti Ermelilere barış teklif etti. Fakat onlar, şimdiye kadar kedilerini korumuş olan emperyalist devletlere müracaat edip yardım umduklarından, Türk teklifini dikkate almadılar. Ancak bu tarihlerde büyük devletler, planlarının bir hayal olduğunu anlamışlar ve bunun gerçekleşmesinin mümkün olmadığını kabul ettiklerinden, Ermenilere olan desteklerini azaltmışlardı. Bunun üzerine Türk askerî harekâtı devam etti. 6 Kasım 1920’de kuvvetlerimiz Gümrü önlerine kadar ilerledi. Rusya’dan ve Amerika’dan yardım alamayacaklarını anlayan Ermeniler, mütareke isteğinde bulundular. Ancak Ermenilerin, Türk hükümetinin mütareke şartlarını kabul etmemesi üzerine savaş bir süre daha devam etti. Neticede Ermeniler, savaş güçlerinin tükenmesi üzerine mütareke şartlarını kabul ettiler(18 Kasım 1920). Mütarekeyi müteakip hemen barış görüşmeleri başlatıldı. Müzakereler 2 Aralık’ta sona erdi ve 2/3 Aralık 1920’de Gümrü Anlaşması imzalandı[i]. Bundan sonra Ermenistan Sovyetler Birliği tarafından işgal edildi. Türkiye de yeni komşusu Sovyetler Birliği ile 16 Mart 1921 tarihinde yeni bir anlaşma yaptı. Bu anlaşma esas alınarak 13 Ekim 1921’de Ermenistan Sovyet Cumhuriyeti ile yeni bir anlaşma yapıldı ve bugünkü sınırlar tespit edildi. Savaşlar sırasında Ermeniler, 2.000.000 kişinin öldüğünü söyleyerek soykırım iddialarında bulunmuşlardır. Ancak 1914’teki resmi Osmanlı nüfus kayıtlarına göre toplam Ermeni nüfusu 1 294 831’dir[ii]. Bunların, savaş süresince bir kısmının Kafkasya’ya, bir kısmının Avrupa ve Amerika’ya ve bir kısmının da Suriye’ye gittikleri düşünülecek olursa, savaş süresince ölen Ermeni sayısı toplam 300.000 kişiyi geçmemektedir[iii]. Tabii bu da az bir rakam değildir ve insanların yaşadıkları ülkeleri terk etmek zorunda kalmaları ve bunun da ötesinde hayatlarını kaybetmeleri üzüntü vericidir. Ancak burada bir suç varsa en son suçlanması gerekenler Türkler olmalıdır. Çünkü, Milli Mücadele sırasında Erzurum’da kurulan Vilayet-i Şarkıyye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti’nin de dediği gibi “Doğu vilayetleri bir Müslüman memleketidir. Bu bölgede Ermeniler küçük bir azınlıktır. Elli yıldan beri Ermeniler bu bölgede çeşitli siyasi öldürmeler ve komitecilikle Müslümanları müdafaa zorunda bırakmışlardır. Teşebbüs ve takaddüm onlardan gelmiştir”[iv]. Demek ki, Türkler, Ermenilerin bölücü isyanları ve katliamları sonucu kendilerini müdafaa zorunda kalmışlardır ki, bu meşru bir müdafaadır. Dolayısıyla kendi emperyalist ideallerini gerçekleştirmek adına kışkırttıkları ve kendi emellerine alet ettikleri Ermenilerin bu hareketinden sonra Türklere neden vatanınızı korudunuz, neden ülkenizi terk etmediniz dercesine onları suçlamak, her halde kendi suçlarını gizlemek için yapılmış bir politik atak olsa gerektir. Tabii burada şunu da sormak gerekir: Emperyalist idealleri uğruna Batılı devletlerin saldırısı sonucu ölen milyonlarca Türk evladının hesabını kim verecektir[v]? [i] Turan, s. 179. Tansel, III, s. 244. [ii] Shaw, II, s. 295. [iii] Shaw, II, s. 378, 379. [iv] Tansel, ; I, s. 142, 143. [v] I. dünya savaşı sırasında Osmanlı ordusunda hizmet etmek üzere dört milyon kişi silah altına alınmıştı. Bunlardan 550 000’i cephelerde şehit düşmüş, 2 167 841 kişi yaralanmış, 891 364’ü sakat kalmış, 103 731’i kayıp ve 129 644’ü esir olmuştu. Esirlikte ölenlerle birlikte şehitlerin sayısı 600 000’e yaklaşıyordu. (Tansel, I, s. 2). Bu sayılara sivil halktan ölenlerle Kurtuluş Savaşındaki kayıplarımız da eklenirse, millet olarak kaybımızın ne kadar büyük olduğu anlaşılır. | ||
12-02-2007, 11:45 | #3 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Yukarıda yapılan açıklamalar göstermektedir ki, tarihte Ermeni katliamı diye nitelendirilebilecek bir olay gerçekte mevcut değildir. Bununla birlikte millet ve devlet olarak aleyhimizdeki bu propagandaları çürütecek bir çok tarihi malzemeye ve gerçeklere rağmen, kendi tezlerimizi dünyaya anlatabilmiş olduğumuzu söylemek mümkün değildir. Ermenilerin kendi tezlerini kabul ettirebilmek için 26 000 kitap yayınlamış olmalarına karşılık, bizim bu alanda yaptığımız çalışmaların sayısı 100’ü bulmamaktadır. Basın ve yayının kamuoyunu etkilemede bu kadar etkin olduğu böyle bir dönemde bu durum, elbette bizim aleyhimizde olacaktır. Zaten Batı kamuoyu bizim aleyhimizdeki tezleri kabul etmeye her zaman meyilli olmuştur. Bu durumun aşılabilmesi ve kendimizi doğru olarak Batı kamuoyuna anlatabilmek için ciddi, bilimsel çalışmalara ihtiyaç vardır. Sadece tarihi doğruların bizim yanımızda olması yeterli gelmemektedir. Bu doğruların kabul edilebilir bilimsel metotlarla ortaya konulması gerekmektedir. 1980’li yıllarda Osmanlı arşivlerinin Ermenilerle ilgili bölümlerinin incelenmeye açılması üzerine başlatılan çalışmalar, maalesef istenilen nitelikte geliştirilememiştir. Bununla birlikte tarih anlayışımızda da ciddi sakatlıklar vardır. Tarih kitapları incelendiğinde karşımıza hep savaşlar çıkmaktadır. Sanki ecdadımız savaştan başka hiçbir şey yapmamıştır. Kabul etmek gerekir ki, savaş demek bir anlamda yok etmek demektir. Halbuki bu durum tarihi gerçeklere uygun olmadığı gibi neticede savaştan ve yok etmekten başka bir şey bilmeyen bir millet olarak tanınmamıza da sebep olmaktadır. Öğretici olmak bakımından son derece etkili bulunan sinema alanında da bu sakat anlayışın izlerini görmemek mümkün değildir. Türk tarihi ile ilgili filmlerin birçoğu işi gücü insan öldürmek olan (güya) kahraman (!) ları anlatmaktadır. Tarih incelendiği zaman görülecektir ki, kaba kuvvet üzerine kurulan hakimiyetlerin ömrü çok kısa sürmektedir. (Geçmişte Cengiz ve Timur’un kurduğu hakimiyetler ve yakınçağlarda Napolyon ve Hitler’in yayılması gibi.) Uzun asırlar boyu devam eden Türk hakimiyeti, askeri zaferlerin ötesinde geleneksel Türk hoşgörüsü ve adalet prensipleri üzerine bina edilmiştir. Ne tarih kitapları ne de Türk tarihini yansıtan öteki çalışmalar, Türk medeniyetinin dayandığı temel prensiplerin özelliklerini ve ayrıntılarını ortaya koymak için yeterli değildir. O halde bugün aleyhimizde oldukları için sadece Batılılara kızıp bağırmak ve tepki göstermek yeterli gelmemektedir. Bununla birlikte kendi tarihimizi ciddi ve bilimsel metotlarla ortaya koymak ve Batılılarla asıl bu alanda mücadele etmek gerekmektedir. Dünyanın büyük bir köy haline geldiği günümüzde, Anadolu gibi dünyanın göz bebeği olan bir coğrafya üzerinde; tarih boyunca büyük misyonlar üstlenmiş bir milletin evlatları olarak; bütün dünyaya kapılarımızı kapatıp yaşayamayacağımıza göre; bize utanılacak hiçbir miras bırakmamış olan tarihimizle bütünleşerek; dünyanın kabul ettiği çağdaş bilimsel değerlerle kendimizi öteki milletlere anlatmak ve kabul ettirmek durumundayız. | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |