|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
13-02-2007, 12:40 | #1 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
|
IV. MURAD’IN HAYATI VE KARAKTERİ IV. MURAD’IN TAHTA GEÇMESİ Göstermiş olduğu yiğitlik yeteneklerinden dolayı Gazi lakabını elde etmiş olan Murad, H. 1018 yılında dünyaya gelir ve Mustafa’nın tahttan indirilişinden sonra H. 1032 yılının Zilka’de ayının dördünde Osmanlı İmparatorluğu’nun tahtına oturur (H. 1032 / M. 1622).[1] 1634 yılından sonra devlet işlerine bizzat el koyan IV. Murad, Sinan Paşa köşkünde ayak divanı topladı. Yeniçeri ve Bölük Ağaları’nın kendisine itaat edeceklerine dair onlara yemin ettirdi. Genç Padişahların ilk yıllarında büyük karışıklıklar ve isyanlar çıkmıştı. Veziriazamı Hafız Ahmet Paşa böyle bir isyanda öldürülmüştü. Kışkırtıcı olarak bildiği Sadrazam Topal Recep Paşa’yı idam ettirdi. Bu arada bir çok kışkırtıcıyı ortadan kaldırdı. 1635’de büyük bir ordu ile Revan seferine çıktı. Ardından Tebriz’i yakıp yıkan ordu geri dönünce İranlılar Revan’ı geri aldılar. IV. Murad 1638’de Bağdat seferine çıktı. Ele geçirilen Bağdat’a yeniçeri Ağası Hüseyin Ağa vali olarak tayin edilerek; IV. Murad İstanbul’a döndü. Böylece 17 yıldır devam eden Osmanlı-İran Savaşı sona erdi. 1639’da Kasr-ı Şirin Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmaya göre Bağdat ve çevresi Osmanlı ülkesine kalırken, Revan ve Azerbaycan İran’a bırakıldı. IV. Murad’ın babası I. Ahmed, annesi Kösem Sultan’dır. Amcası I. Mustafa’nın yerine padişah olarak tahta çıktığında on dört yaşındaydı. Devlet işlerini yirmi üç yaşında ele almıştır. Şair padişah içkiyi yasaklamıştır. Her alanda ıslahat yaparak devleti güçlendirmeye çalıştı. Bu konuda devletin ileri gelenlerinden raporlar istedi. Bu arada yapılan raporların en meşhuru Koçi Beğ’in raporudur. (Koçi Beğ Risâlesi). Revan ve Bağdat seferlerinden sonra Topkapı sarayında bu isimlerle birer köşk yaptırdı. Türbesi I. Ahmet’in türbesinin yanındadır.[2] | ||
|
13-02-2007, 12:40 | #2 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Henüz on iki yaşında bulunan genç Sultan Murad, yaşına göre uzunca boylu idi (15 Zilkade 1032/10 Eylül 1623). Beyzi çehreli, kara saçlı, soluk renkli, büyük ve tehdit edici gözlü bir çocuktu. Çok genç padişah –halk arasında “Kösem” adı verilen- annesi Mahpeyker sultanın vasiliği altında taht’a çıkmıştı. Mahpeyker henüz genç sayılabilirdi. Kuvvetli ve enerjik bir karaktere sahipti. Sultan Murad, gelenek üzere, taht’ta çıkışının ertesi günü kılıç kuşanmak üzere Hz. Peygamber’in mihmandarı Eyüp Sultan Türbesi’ne gitti. Yeniçeri ve sipahiler önce, culûs bahşişinden vazgeçmişlerdi. Fakat, çok kısa bir süre sonra bunun verilmesini gürüldü ile istemeğe başladılar. Nihayet, iç hazine açılarak bu para dağıtıldı.[1] SULTAN MURAD'IN KARAKTERİ HAKKINDA AÇIKLAMALAR Sultan Murad'ın bu birinci sultanlık devresinde -ki Abaza'nın itaati ve Zitvatorok antlaşmasının yenilenmesi belli başlı olaylarındandır- şimdi onyedi yaşma basmış olan genç hükümdara bir göz atmak faydasız olmayacaktır. Sultan Murad uzun boylu idi. Çehresi esmerleşmişti. Gözleri kara, görünüşü sertti. Kabul zamanlan düzenliydi. Her şeyi öğrenmeğe merakı vardı. Kendisi için yeni olan her şeye önem verirdi. Etrafında olup biten her türlü durumu kavramak isterdi. Kardeşi Osman gibi, kıyafet değiştirerek başkent sokaklarını dolanmayı severdi. O zamana kadar en çok uğraştığı şeylerin başında gelen timar ve zeamet dağıtımında yaptığı İslahattır ki: bu konuda ilân olunan emirler, Sadrazam Husrev Paşa'nın yahut Defterdar'ın himmet eserleri olmakla beraber, Sultan Dördüncü Murad kanunu unvanım taşır. | ||
13-02-2007, 12:41 | #3 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Artık genç hükümdar, o zamana kadar -mahmisi olan Kızlar Ağanı Mustafa ile birlikte- kendi adına sultanlık eden annesinin vasiliğinden bıkmağa başlamıştı. Bunların iltifatlarına kavuşmuş olup Sultan Murad'ın hemşireleri den biriyle evlendirilmiş bulunan Kaplan Hasan Pasa'yı dedikodulara yol açacak kadar fazla korumaları, Padişah'ı kızdırıyordu. Memnuniyetsizliğini açığa vurmak ve onun taraftarlarını korkutmak için Sulfan Murad, Kaptan Hasan Pasa'nm elinden genç karısını aldı. Bu olayı Padişah'ın -Anadolu'da haksızlıklarından dolayı idam olunan- ikinci eniştesi Kara Mustafa'nın yok edilişinden az önce vukua gelmiştir. Padişah'ın kızgınlığını yatıştırmak için Valide Sultan oğluna, harcamaları on bin altın tutan, bir şenlik yaptı. Valide, mükellef şekilde donatılmış atlar da hediye eyledi. Yine bu sıralarda genç Padişah'ın hayatını tehlikeli bir hastalık tehdit eyledi. Sultan Murad düzensiz yaşamak ve kendi hevesine göre ömür sürmek yüzünden hastalanmış olduğu halde doktorların tavsiye ettiği ilâçları kullanmayı da istemiyordu. Gençliği sayesinde hastalığı atlatmış ve iyileşmiştir. | ||
13-02-2007, 12:41 | #4 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| İSTANBUL'DA YANGIN 1633 Eylülünün başlarında İstanbul'u tahrip eden yangınların en korkunçlarında biri, Cibali Kapısı dışında teçhiz edilmekte olan bir gemi kalafatçısının dikkatsizliği yüzünden etrafı sardı (27 Safer 1043/2 Eylül 1633). Yangın oradaki gemilere süratle yayılmış ve Aya Kapısına kadar sahili izleyerek Mustafapaşa çarşısını, Hamza Paşa sarayını, ona bitişik Yahya Paşa sarayını, Çeşmi Efendinin muhteşem sarayım yaktı. Oradan üç dehşetli kola bölündü. Biri Sultan Selim camiine doğru gitti, öteki sahil boyunca genişleyerek Fatih yakınındaki Haydar Paşa sarayına, Üsküplü camiine, Unkapanı’na, Zeyrek camiine yöneldi. Üçüncü kol da Sultan Fatih Mehmed Camii’nin yolunu tutarak caminin sağında ve solundaki caddeyi, sarayları, Büyük ve Küçük Karaman’ı, Saraçhane’yi yaktı ve Sarıgüzel’i yürüdü. Padişah, bostancılar ve vezirler maiyetinde oldukları halde, Sultan Selim Camii çevresinden yangını söndürmeğe çalışırken, ateş onların arkasındaki yeniçerilerin eski ve yeni kışlalarını (odalarını) ve ihtilâl askerinin sürekli merkezi olan orta camii kaplıyordu. Ateş hattı oradan da uzunluğuna limandan Molla Gürani’ye –ki hemen hemen tüm İstanbul’un genişliği demektir- ve yaygınlığına da Fener kapısından Bali paşa ve Lütfi paşa camilerine, Unkapanı yakınlarından At Pazarı’na kadar uzandı. Bu geniş ve tehlikeli yangında iki mahallede sadeci iki ev kurtuldu. Yanan ev sayısının yirmi bin kadar olduğu tahmin olunmuştur. | ||
13-02-2007, 12:41 | #5 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| KAHVEHANELERİN KAPATILMASI Bu büyük felâket halk arasında memnuniyetsizlikleri arttırdı. Kahvehanelerde açıkça duygular belirtilmeğe başlandı. Bu görüş ve eğilimlerin yeni bir fesada bahane olabilmesi endişesi üzerine hükümet bütün kahvehanelerin derhal kapatılması hakkında bir emir yayınladı (Rebiü'l-evvel 1043/Eylül 1633). Alınan karar hemen ve hızla uygulandı. Daha önceleri Sultan üçüncü Murad ve Sultan Birinci Ahmed samanlarında da bu türlü buyruklar yayınlanmış, ancak bunlar kısa bir süre için uygulanmış idi. Bu defa ise, aksine başkent ve imparatorluğun diğer şehirlerinde kahvehaneler; Sultan Murad'ın ve halefi Sultan İbrahim'in sultanlıkları süresince kapalı kalmışlardır. Ancak Sultan Dördüncü Mehmed çağında açılmalarına izin verilmiştir. TÜTÜN KULLANMANIN YASAKLANMASI Kahvehanelerin kapatılmasından sonra tütünün kullanılmasını yasaklayan bir emir de yayınlandı ki, aksine hareket edenler idam cezasına uğrayacaklardı. Bunun görünüş sebeplerinden biri bu yüzden yeni bir yangının çıkabilmesi ihtimali olmuştur. Fakat gerçekte işsizlerin toplanmalarına engel olmak, genel memleket işlerinden bîr arada konuşabilecek toplantı yerlerini kapatmak üzere bu, yüksek zabıtaya ait, bir tedbirden ibaret idi. | ||
13-02-2007, 12:41 | #6 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Kesinlikle konulan bu inzibatî tedbir, bunu alanlar ve uygulayanlar hakkında kötü sözlere, hicviyelere sebep olmuştur. Halk; «zararsız bir duman hakkında bunca tedbire ne lüzum vardır; hüner: mazlumların ahının dumanım ortadan kaldırabilmektir.» diyordu. Bu yasaklamalara uymayanlar hakkında hayatlarına mâl olacak cezalar uygulanıyordu. Bizzat Padişah kola çıkıyordu. Sokakta fenersiz tutulan bir çubuk, yahut bir fincan kahve ile ele geçirilen kimse cellâda teslim ediliyordu. Her sabah sokak ortasında bırakılan zavallıların cesetleri, gecenin merhametsiz siyasetine tanıklık ediyorlardı. Edirne'de hâlâ kahvehane bulunduğuna dair alınan bir haber üzerine, bunları kapatmak ve sahiplerini astırmak için Bostancıbaşı acele ile Edirne'ye gitti. Her gün bu yasak ve keyif verici maddecikleri kullananlardan bir kaçı sadece bu eğilimleri dolayısıyla başlarını veriyorlardı. Sultan Murad gece gündüz kıyafet değiştirip şehri ve yakın köyleri dolaşırdı. Bir yerde toplanmış kimseler bulunsalar, Padişahı görür görmez dağılırlardı. Sadece Padişah, kitaplarıyla gezintiye çıkan ulema, yahut teşbih ve seccadesiyle bir yerde toplanan dervişler, ya da divitleri, kalemleri ve yazı yazmak için gerekli eşyalarıyla bir araya gelmiş olan katiplere sözü olmadığını -Kâğıthane'de bir köşkte bir araya gelmiş olan ve meşhur mutasavvıf Sivasîzâde ile sohbette bulunan topluluk dolayısıyla- ifâde etmiştir.[1] [1] Joseph von HAMMER, a.g.e. | ||
13-02-2007, 12:41 | #7 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| ABAZA PAŞA’NIN AYAKLANMASI Bu padişahın hükümdarlığının başlamasıyla birlikte Osmanlıların, tembel ve uyuduk birisinden çok, genç ve faal bir hükümdara boyun eğmeyi yeğledikleri anlaşılır. Erzurum'daki Abaza Paşa, ta Mustafa zamanında Anadolu eyaletlerini vurmaya ve açıkça hükümdarına karşı gelmeye başlar. Fakat şimdi yine devlet yönetiminin genç Sultan Murad'ın elinde kaldığı sürece, yağmalan ve yakıp yıkmayı cezalanmadan sürdürebileceğini sanıyordu. Ama padişah bu adamın küstahlığını frenlemek ve ortaya koyduğu kayıpları engellemek amacıyla taht'a geçişinin ikinci yılında (H.1033-M.1G23) Sadrazam Çerkez Mehmet Paşa'yı büyük bir orduyla Anadolu'daki ayaklanmalara karşı gönderir. Sadrazam, Abaza Paşa'ya (2) Kayseri yakınlarında şiddetli bir saldırıda bulunur ve kanlı ve inatçı bir savaştan sonra yenilgiye uğratır ve Erzurum'a kaçmaya zorlar. Buna karşın Çerkez Paşa, bu zaferden hemen sonra, Tokat'ta ölmemiş olsaydı, bu ay aklanmalara bir son verdirebilirdi. | ||
13-02-2007, 12:42 | #8 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| ALİ PAŞA'NIN BAĞDAT'A SALDIRMASI Sultan Murad, Abaza'nın kuvvetlerinin tamamen yok edildiğini sanarak, kendisini küçümser ve daha büyük işlere girişir. Bu amaçla Anadolu kuvvetleriyle birleşmesi ve gecikmeden Bağdat üzerine saldırması için Diyarbakır Valisi Hafız Ali Paşa komutasında büyük bir orduyu Anadolu'ya gönderir. Ali Paşa hiç oyalanmadan derhal padişahın buyruğunu yerine getirir. Ve beş ay süreli bir kuşatmadan sonra kahraman garnizon tarafından büyük kayıplara uğratılarak püskürtülür ve yaklaşmakta olan şiddetli kışa yakalanmadan geri çekilmek zorunda kalır. HALİL PAŞA'NIN ERZURUM'U KUŞATMASI Bu sebepten dolayı Hafız Ali Paşa mevkiinden alınır ve yerine Sadrazam Halil Paşa getirilir. Fakat bu da, padişahın beklediklerine yanıt veremez. Zira İranlılara karşı gitmesi için emir aldığı halde, Abaza Paşa'yı ele geçirmek ümidiyle Erzurum doğrultusunu tutar. Asi Paşa, sadrazamın kente yaklaştığını görünce, İran'a gidiyor gibi yaparak, kendisini gafil avlamak emri aldığını sanır. Bu nedenle bir zamandan beri askeri birliklerinin saklanmasına yarayan Erzurum'a çekilir ve gerekli erzak ve savaş gereçleriyle doldurduktan sonra kente kapanır. Halil Paşa, Abaza'nın bu çekilme olayını, korkup kaçtığına yorar ve yılmak bilmeyen düşmanı tümüyle yok edebileceğine inanarak, İran seferinden vazgeçer ve Erzurum üzerine yürüyerek kuşatır. | ||
13-02-2007, 12:42 | #9 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| TÜRKLERİN YENİLGİSİ Halil Paşa, fazla yorulmadan üne erişeceğini umarken, son derece gözden düşer ve ayıplanır. Zira Abaza, kenti u kadar yiğitçe savunur ki, herkes tarafından dünyanın en iyi ve akıllı paşası olarak kabul edilir. Bu, düşmanını püskürtmekle kalmaz, fakat küçük ve seçkin kuvvetlerle Osmanlı karargâhına ansızın girer ve hiçbir direnmeyle karşılaşmadan muhafızları kılıçtan geçirterek, tüm orduya Öyle hır dehşet salar ki, bunun arkasından hemen imha edilmesi gelir. Bu suretle bir avuç insan, çok kalabalık bir ordunun bir kısmını öldürerek, daha büyük bir kısmını ise tutsak ederek yenmeyi başarır. Halta sadrazam bile silahını bırakarak, birkaç adamıyla birlikte güçlükle kurtulur. BAĞDAT'IN İŞGALİ Bu kentin önlerine geldiğimle Murad, yiğitlik duygusundan çok öç alma duygusuna kapılarak, oluz gün içinde kente öylesine bir hiddet ve şiddetle saldırır ki, bu bir savaştan çok bir katliamı andırıyordu. Bu süre içinde her iki tarafın askerlerini imha etmek için her çareye başvurulur. Ateş kılıç ve topa ara verilmez. Her gün saldırılar yenileniyor ve padişah kılıç elinde olduğu halde, dövüşten çekilmeye girişenleri zorla savaşa sokuyordu. Bunun da ötesinde çok gevşek hareket ettiğini sandığı sadrazamını bile kendi eliyle öldürmesi şaşılacak şeydir. Sonunda Osmanlı kuvvetlerinin yiğitliği ve padişahın sebatı sayesinde Bağdat kenti işgal edilir. Bunun üzerine sultan kendiliğinden (eslim olan otuz binden çok İranlının kendi gözleri önünde basını vurdurur. Iran şahının, savunması uğruna tüm ordusunun kremasını ve aşağı yukarı en seçkin soylularını kullandığı ve ele geçirilmesi için de Sultan Murad'ın tüm Osmanlı kuvvetlerini kullandığı bu pek tanınmış kent, sonunda bu biçimde ele geçirilir. Bu son yenilgiden sonra İranlılar, Osmanlı kuvvetlerine karşı kafa tutmaya bir daha cüret edemezler. | ||
13-02-2007, 12:42 | #10 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| SULTAN MURAD'IN ÖLÜMÜ Bağdat'ın fethinden sonra Sultan Murad, yıkılmış olan surların onarılması ve Irak eyaletinin işlerini yoluna koymak için bir süre dala kalır burda. Fakat başlattığı yeni işlerin tamamlanması için yeni vezir Mustafa Paşa'yı bırakarak, kendisi kışı geçirmek üzere Diyarbakır'daki karargahına gider ve ilkbaharda da maiyetinin eşliğinde İstanbul'a döner (H. 1048-M. 1638). Ve burada Hıristiyanlara karşı yeni sefere girişmeyi tasarladığı bir sırada, on beş. gün gibi çok kısa bir sürede öldüren bir hastalığa tutulur ve otuz bir yıl yaşadıktan ve on yedi yıl hükümdarlık ettikten sonra H.1049 yılının şevval ayının on beşin-de öbür dünyaya göçer (M. 1639). SULTAN MURAD'IN ÖZELLİKLERİ Bu padişahın ahlakı ve Özel yaşamı hakkında Türkler ciltler dolusu kitap yazmışlardır, takat bazılarının kuşku uyandıran öyküler oldukları sanılmaktadır. Bu itibarla, ben size ancak en güvenilir vakanüvislerin teyid ettikleri baz) şeyleri aktaracağım. Bunların gözlemleri-ne göre en önemli şey budur: Murad'ın imparatorluğun şerefine yakışmayan ve doğa yasalarına uymayan söyler yaptığı, yani kendisinin bazı dostlarıyla başkentin dışındaki bahçe ve eğlence yerlerine gitmek alışkanlığında olduğunu ve buralarda bir padişaha yakışmayacak bir biçimde eğlendiğini. Yani ateş yaktığını, yemek pişirdiğini, masaya şarap getirdiğini ve arkadaşlarıyla çok samimi bir şekilde içtiğini ve bundan başka seksenlik kadınları, henüz on beşinde olan gençlerle ve yine genç kızları da çok ihtiyar adamlarla evlendirmekten hoşlandığını ve bunlara benzer sayısız acayip şeyler yaptığını aktarırlar. | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |