|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
16-02-2007, 09:19 | #1 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
|
MEDENİ KANUNU Türk hukuk devriminin temel taşlarının en büyüğü olarak nitelendirilebilecek olan ‘Türk Kanunu Medenisi’, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 17 Şubat 1926 tarihinde kabul edilmiş, 4 Nisan 1926 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmış ve Borçlar Kanunu ile birlikte 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türk Kanunu Meclisinin ve onun yerini alacak olan Yeni Türk Medeni Kanununun amacını ve işlevini iyice kavrayabilmek, özellikle Türk Ulusu için arz ettiği önemi belirtmek üzere, dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt imzasını taşıyan ve günün diliyle ve mükemmel bir üslupla kaleme alınmış olan gerekçenin yeni kuşakların anlayabileceği şekilde sadeleştirilmiş halinden özetle aşağıya alınmıştır. ‘Günümüzde Türkiye Cumhuriyetinin tedvin edilmiş bir Medeni Kanunu yoktur. Yalnız, sözleşmelerin küçük bir kısmına değinilebilen Mecelle vardır. 1851 maddedir.20 Nisan 1869 tarihinde yazılmaya başlanmış ve 16 Ağustos 1876 tarihinde tamamlanarak yürürlüğe konulmuştur. Denilebilir ki: bu kanunun günümüz ihtiyaçlarına uyan ancak 300 maddesidir. Geriye kalanı Ülkemizin ihtiyaçlarını ifade edemeyecek kadar ilkel bir takım kurallardan oluştuğundan uygulanamamaktadır. | ||
|
16-02-2007, 09:20 | #2 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Ulusal toplum yaşamının düzenleyicisi olan ve yalnız ondan esinlenmesi gereken tedvin edilmiş bir medeni kanundan Türkiye Cumhuriyeti’nin yoksun kalması ne yüzyılımızın uygarlığının gerekleriyle ne de Türk devriminin hedefliğini anlam ve kavramla bağdaştırabilir. Yüzyılımızın devletini ilkel siyasal kuruluşlardan ayıran niteliklerin birisi de, toplumun kaderine uygulanan kanunların akılcı bir zihniyetle hazırlanıp tedvin edilerek konulmasıdır. Göçebe dönemlerde hükümler tedvin edilmiş değildir. Hakim gelenek ve göreneklere dayanarak hüküm verir. Mecelle’nin anılan 300 maddesi bir yana bırakılmak koşulu ile Medeni Kanun içine giren sorunları çözmek için Türkiye Cumhuriyeti Hakimleri derme çatma eski hukuk kitaplarından ve din esaslarından çıkartılan bilgilerle yargı işini görmektedirler. Türk Hakimi hükümlerinde belli bir içtihat, bir söz ve bir esasla bağlı değillerdir. Bundan dolayı herhangi bir sorunu çözmek için Ülkemizin bir yerinde verilen bir hüküm ile birbirinden farklı ve çelişkili bulunmamaktadır. Sonuç olarak Türkiye halkı, adaletin yerleşmiş bir adalet esasına değil, rastlantı ve talihe bağlı, birbiriyle çelişkili ortaçağ fıkıh kurallarına bağlı bulunmamaktadır. Cumhuriyet, Türk adaletinin bu karışıklıktan, yokluktan ve pek ilkel durumdan kurtarılmasını devrimin ve yüzyılımız uygarlığının gereklerine uyan yeni bir Türk Medeni Kanununun hızla vücuda getirilmesini ve uygulamaya konulmasını zorunlu kılmıştır. Bu amaçla hazırlanan Türk Medeni Kanunu, medeni kanunlar içinde en yeni, en eksiksiz ve halkçı olan İsviçre Medeni Kanunundan alınmıştır. Bu görevi Adalet Bakanlığı tarafından verilen direktifler içinde Ülkemizin seçkin uzman hukukçularından oluşan özel bir komisyon yerine getirmiştir. | ||
16-02-2007, 09:20 | #3 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Yüzyılımızın uygarlık ailesine mensup olan ulusların ihtiyaçları arasında esaslı bir fark yoktur. Toplumsal ve ekonomik sürekli ilişkiler insanlığın büyük bir uygar bölümünü bir aile durumuna getirmiştir ve getirmektedir. İlkeleri yabancı bir ülkeden alınmış olan Türk Medeni Kanunu Tasarısının yürürlüğe konulmasından sonra yurdumuzun ihtiyaçları ile bağdaşmayacağı savı geçerli görülmemiştir. Özellikle İsviçre Devleti’nin çeşitli tarih ve geleneklere mensup Alman, Fransız ve İtalyan ırklarını içerdiği bilinmektedir. Bu kadar, hatta kültür bakımından bile birbirinden farklı bir ortamda uygulanma esnekliğini gösteren bir kanunun Türkiye Cumhuriyeti gibi yüzde doksanı bakımından ayrı ırka sahip bir devlette uygulanma yeteneğini bulabilmesi için kuşkusuz görülmüştür. Bundan başka, uygar bir ulusun gelişmiş, ileri bir kanunun Türkiye Cumhuriyetinde uygulanma ortamı bulunamayacağı düşüncesi sakat görülmüştür. Bu tez, Türk ulusunun uygarlık yeteneğine sahip bulunmadığını belirten bir mantık dizisine varılmasıyla sonuçlanabilir. Hâlbuki olayların gerçeği, durum ve tarih bu savın tamamen tersidir. Türk yenileşme tarihi tanık tutularak denilebilir ki: Türk ulusu yüzyılımızın gereklerine uygun olarak vücuda getirilen kabul edilebilir ve sağlam ve akıl ve zekâ ile yoğrulmuş yeniliklerden hiçbirine karşı çıkmamıştır. Bütün bir yenileşme tarihimiz sürecinde kamunun yararı düşüncesiyle vücuda getirilen yeniliklerle yalnız çıkarları bozulmuş olan gruplar mücadele etmek durumunda kalmışlar ve halkı din adına, yanlış ve geçersiz inançlar adına kandırıp düzensizliğe sürüklemişlerdir. Unutmamak gerekir ki Türk ulusunun kararı çağdaş uygarlığı kayıtsız ve koşulsuz bütün ilkeleri ile kabul etmektir. Bunun en açık ve canlı kanıtı devrimimizin kendisidir. Çağdaş uygarlığın Türk toplumu ile bağdaşmayan noktaları görülüyorsa bu, Türk ulusunun beceri ve yeteneğindeki eksiklikten değil, onu gereksiz bir biçimde sarıp sarmalamış ortaçağ örgütü ve dinsel bazı düzenlemeler ve kurumlarındandır. | ||
16-02-2007, 09:20 | #4 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Gerçekten çağdaş uygarlıkla Mecelle hükümleri kuşkusuz bağdaşamaz. Fakat Mecelle ve buna benzer diğer düzenlemeler ile Türk yaşamının uyuşmadığı da açıktır. Adalet Bakanlığı en yeni ve en gelişmiş olan İsviçre Medeni Kanununa ulusumuzun şimdiye kadar bağlı kalan geniş zekâ ve yeteneğini doyuracak ve ona gerçek bir yarış yeri olan olabilecek bir uygarlık yapıtı olarak görmektedir. Bu kanunda ulusumuzun duygularına ters düşecek hiçbir nokta düşünmemektedir. Şu yanı da belirtmek gerekir ki: çağdaş uygarlığı anmak ve benimsemek kararıyla yürüyen Türk ulusu, çağdaş uygarlığın kendisine değil kendisi çağdaş uygarlığın gereklerine her neye mal olursa olsun ayak uydurmak zorundadır. Yaşamak kararında olan bir ulus için bu şarttır. Hazırlanan tasarı bu gereklerin önemli bölümlerini içermektedir. Gelenek ve Göreneklere kesin olarak bağlı kalması, en ilkel durumundan bir adım dahi ileri götürmeyecek kadar tehlikeli bir kuramdır. Hiçbir uygar ulus böyle bir inanç çevresinde kalmamış ve yaşamın gereklerine uygun hareketler zaman zaman kendini bağlayan Gelenek ve Görenekleri yıkmakta duraklamamıştır. (Gerçekler karşısında babalar ve atalardan gelen inançlara her ne olursa olsun bağlı kalmak akıl ve zekâ gereklerinden değildir). Aslında devrimler bu konuda en etkili bir araç olarak kullanılmamışlardır… | ||
16-02-2007, 09:20 | #5 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Yüzyılımızın uygar uluslara tanıdığı bütün hukuki uygarlık dünyasından kayıtsız koşulsuz isterken, bu Hukukun yerine getirilmesi gerek uygarlık görevlerini ve Türk ulusu kendi eliyle kendisine yüklemiş bulunuyor. Bu kanunun tasarısının anlamlarından biriside budur. Türk ulusunun yüksek temsilcisi olan büyük meclis’in uygun bulunmasına ve onayına sunulan Türk Medeni Kanunu tasarısı yürürlüğe konulduğu gün ulusumuz on üç yüzyılın kendisini çeviren hastalıklı inançlarından ve kargaşadan kurtulmuş eski uygarlığın kapılarını kapayarak yaşam ve verimlilik getiren çağdaş uygarlığın içine girmiş bulunacaktır. İşte bu gerekçe ile kabul edilmiş olan ve Türk hukuk hayatında fevkalade önemli yeri ve işlevi olan Türk kanunu Medenisi-kısaca Medeni Kanun-yürürlükte bulunduğu 74 yıllık uygulama sürecinde, ilki 1938 yılında olmak üzere çeşitli tarihlerde pek çok değişiklikler geçilmiştir. Canlı varlıkların, organizmaların zamanla yaşlanması ve beklenen performansı göstermekten yavaş yavaş uzaklaşması gibi, sosyal varlıklar olan kanunlar da zamanla yaşanmakta ve günün ihtiyaçlarına gereği gibi cevap vermekte zorlanmamaktadırlar. Bu sebeptir ki kanunların, özellikle Medeni Kanun, Ceza Kanunu, Ticaret Kanunu ve Usul Kanunları gibi temel kanunların belli bir süre geçtikten sonra baştan aşağıya yeniden gözden geçirilmesi ve yaşanan çağın ve gelişen teknolojinin ihtiyaçlarına cevap verebilir hale getirilmesi kaçınılmazdır. Nitekim son yıllarda Almanya ve İsviçre’de bu yola gidilmiş, Alman Medeni Kanununda (ZGB) yapılan köklü değişikliklerle bazı kurumlar geliştirilerek yeni sosyal görüşlere ve ihtiyaçlara cevap verilebilir duruma getirilmişlerdir. | ||
16-02-2007, 09:20 | #6 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Türk Medeni Kanununun bu gelişmelerden uzak kalması düşünülemeyeceğinden, Adalet Bakanlığı, yürürlükteki kanunu baştan sona gözden geçirmek ve günümüzün ihtiyaçlarına cevap verecek yeni bir tasarı hazırlamak üzere bilim adamları ve uygulayıcılarından oluşan bir “Medeni Kanun Komisyonu’nun” kurulmasına oy birliğiyle karar vermiştir. Oluşturulan Medeni Kanun Komisyonu, 4 yıl gibi oldukça uzun sayılabilecek bir sürede hazırladığı “Türk Medeni Kanunu Tasarısı’nda yürürlükteki Türk Kanunu Medenisinin genel yapısı sistematiğinin bozulmasına gayret göstermiş ve böylece, bazı küçük değişikler dışında mevcut yapı ve sistematik aynen korunmuştur. Gerçekten Tasarı, aynen yürürlükteki kanunda olduğu üzere, “Başlangıç” ile “Kişiler Hukuku” başlığını taşıyan Birinci kitap, “Aile Hukuku” başlığını taşıyan İkinci kitap, “Miras hukuku” başlığını taşıyan Üçüncü kitap ve “Eşya Hukuku” başlığını taşıyan Dördüncü kitap olmak üzere dört kitaptan oluşmaktadır. Kitaplar “kısımlara”, kısımlar “bölümlere”, bölümlerde “ayırımlara” ayrılmıştır. Kitapların olduğu gibi, bölümlerin ve ayrımların da başlıkları vardır. Ancak, bölümlere numara verilirken yürürlükteki kanundan farklı bir yol izlenmiştir. Yürüklükteki kanun bölümleri numaralarını her kısım içinde ayrı ayrı vermemiş, sonuna kadar devam ettirmiş böylece de “Yirmi beş” bölümden (Bap’tan) oluşmuştur. Oysa tasarıda her kısma ait bölümlere yeni baştan numara verilmiş, Böylece o kısmın kaç bölümden oluştuğu belirtmek istenmiştir. Örneğin; Aile Hukuku Kitabının birinci kısmı olan “Evlilik Hukuku” Dört bölümden oluşmuş, onu izleyen ve “Hısımlık” başlığını taşıyan İkinci Kısmın ilk bölümü “Beşinci bölüm” şeklinde değil fakat “Birinci bölüm” olarak isimlendirilmiştir. Oysa aynı bölüm yürürlükteki kanunda “Yedinci Bab (Bölüm) olarak numaralandırılmıştır. Her kısmın ilk bölümünün baştan beri gelen numarayı izleyeceği yerde, tekrar birden başlayarak numaralandırılması sistematiğe daha uygun görülmüştür. Böylece her kısma ait bölümler bir bütün olarak ele alınmış olmaktadır. | ||
16-02-2007, 09:20 | #7 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Alışılmış olması bakımından yürürlükteki kanunun madde numaralarının aynen korunması yeni maddelere a,b,c gibi harfler verilmesi düşünülmüş ise de, zorunlu karşısında bu düşüncenin gerçekleştirilmesi maalesef mümkün olmamıştır. Böylece madde numaralarında da yürürlükteki kanundan ayrılmak zorunda kalınmıştır. Çünkü yürürlükteki kanun 937 maddeden oluştuğu halde, tasarı 1027 esas maddeyle yürürlüğe ait 3 maddeden oluşmaktadır. Tasarıya eklenen yeni maddeler o kadar çoktur ki, neredeyse alfabenin harfleri bunları belirtmeye yetmeyecektir. Kaldı ki yürürlükteki kanunun pek çok maddesi tasarıya alınmayarak yürürlükten kaldırıldığı için, metinde bir hayli boş madde kalmaktadır. Bu sakıncalar dikkate alınarak madde numaralarının yeni baştan birbirini izler biçimde düzenlenmesi yoluna gitmek zorunlu olmuştur. Komisyonu bu yolu seçmeye yönelten bir diğer sebepte de, tasarının Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmesindeki yöntemle ilgilidir. Tasarı yürürlükteki kanunun bazı maddelerinin değiştirilmesi, kanuna bazı yeni maddeler eklenmesi şeklinde düzenlenecek olursa, tasarının tamamının görüşülerek oylanması mümkün olmayacak, her madde tek tek görüşülerek oya sunulacaktır. Bu ise yapılacak çeşitli değişiklik önerileriyle tasarının bütünlüğünü ve sistematiğini bozabilecektir. Maddelerin konu ve kenar başlıkları yürürlükteki kanunda olduğu gibi aynen korunmuştur. Ancak madde metinleri kaynak İsviçre Medeni Kanununa uydurulmak ve ifadeler günümüzde geçerli Türkçeye uygun şekilde araştırılmak suretiyle maddelerin daha kolay anlaşılır hale gelmesi sağlanmıştır. | ||
16-02-2007, 09:21 | #8 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Tasarı hazırlanırken Adalet Bakanlığının daha önce oluşturduğu komisyonlar tarafından hazırlanarak Bakanlıkça 1971 ve 1984 tarihlerinde yayımlanmış bulunan iki ön tasarı ile kaynak İsviçre Medeni Kanunu, Alman Medeni Kanunu, Fransız Medeni Kanunu ve kısmen de İtalyan Medeni Kanunundan yararlanılmıştır. Ayrıca gerek İsviçre gerek Türk doktrin ve yargı içtihatlarında ileri sürülen görüşler ile sayılan ülkelerdeki gelişmeler de gözden geçirilmiş ve bunlar olanak bulunduğu ölçüde maddelere yansıtılmıştır. Böylece yürürlükteki kanundan farklı pek çok yeni hükümleri içeren, özellikle kadın-erkek eşitliğine her oranda yer veren çağdaş bir tasarım ortaya çıkarılmıştır. | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |