|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
19-02-2007, 13:46 | #1 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
|
ORTA ASYA TÜRK CUMHURİYETLERİ VE TÜRKİYENİN İLİŞKİLERİ İspanya'da Kastilya (Castile) ve Leon'un kralı Don Henry III dünyanın o zamanki tek büyük imparatoru Emir Timur'a o henüz Anadolu'dayken 1402 ve 1403 yıllarında iki kez özel elçi heyetleri gönderir. İspanyol elçi heyetlerinden 3.üncüsü ise, Ruy Gonzâles Clavijo (okunuşu Klaviho) başkanlığında 15 aylık uzun bir yolculuktan sonra Timur imparatorluğunun başkenti Semerkand'a varır. Emir Timur'un huzuruna ilk olarak 8 Eylül 1403 tarihinde çıkan Clavijo imparatorluk çadırı içinde gördüklerini ünlü hatırat kitabında büyük bir hayranlıkla anlatır. Clavijo'dan öğrendiğimize göre, Emir Timur'un emriyle, İspanya'dan gelen elçi heyeti Çin elçisinden daha yukarı bir yere oturturulur. Bu konuda Clavijo şöyle yazıyor: Böylece, Yüce (Timur), davet ettigi bütün ziyafet ve merâsimlerde bizim en yukarı yerde oturtulmamıza buyruk verdi. Bundan başka, şu andaki yerlerimizi degiştirme emri verdikten sonra, tercümanımıza bizim lehimize verilen bu kararı bize izah etmesini bildirdi. Bize anlatıldığına göre, Kıtay Han (ya'ni 9 imparatorluk hanı) olarak adlanan Çin İmparatoru'na Türkler TONGUZ HAN (ya'ni Domuz Han) derlermiş. Çok büyük toprakların hakimi olan bu Çin imparatoruna bizim Emir Timur eskiden haraç vermek zorundaymış. Ancak, şimdi öğrendiğimize göre, Timur artık (Çin) İmparatoruna haraç vermek niyetinde degildi ve vermeyecekti. Ünlü seyyah Marko Polo'dan bir asır sonra Orta Asya'ya varmış olan Clavijo'nun bu bölge hakkındaki çok degerli bilgi ve görüşlerle dolu seyahatnâmesini bugün tekrar okurken, Orta Asya'da son altı yıl içinde meydana gelen büyük politik değişmeyi daha iyi anlayabiliriz. l5.inci asır başlarında, doğuda Çin, batıda İspanya ile diplomatik ilişkiler kurmuş büyük bir merkezî devlete sahip olan Türkistan Türkleri, l7.nci asırdan itibaren dünya politika sahnesinden uzaklaşmışlar, 5 milyon kilometre karelik Türkistan toprakları l8.inci asır ortalarından itibaren Rusya ve Çin tarafından işgal edilerek, iki ayrı sömürge bölgesine ayrılmıştır. | ||
|
19-02-2007, 13:46 | #2 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| II. Batı Türkistan'ın Son Üç Dönemi: Bu açıdan baktığımızda, Batı Türkistan'ın 20.nci yüzyıl içindeki politik tarihi üç döneme ayırılır: l. Sovyet Öncesi Dönem (1900-1924), 2. Sovyet Dönemi (1925-1991 ), 3. Sovyet Sonrası Dönem (1992'den sonra). l. Sovyet Öncesi Dönem (1900-1924): 1900 ile 1924 yılları arası, Batı Türkistan'ın Çar Rusyasının sömürgeciliğinden kurtulma yolundaki bağımsızlık dönemi sayılır. Çünkü, Çar Rusyasının idaresi altındaki Batı Türkistan'da Ceditçilik (Yenilikçilik) ve bağımsızlık hareketleri 1905 den itibaren güçlenmiş, Ceditçilik güçlü teşkilat ve liderlere sahip olmuştur. Çar Rusyasının sömürgeciliğine karşı 1916 yılında Orta Asyada topyekün halk isyanı oldu. Bugünkü Kazakistan topraklarında Alaş-Orda hükümeti (1917-1920) ve bugünkü Özbekistan toprakları içindeki Kokand şehrinde Türkistan Muhtar hükümeti (1917-1918) teşebbüsleri, Rus Kızıl ordusu tarafından kanlı bir şekilde yok edildikten sonra, Batı Türkistan'ın bir çok yöresinde (özellikle güney bölgelerinde) yerli halk arasında Sovyet idaresine karşı Basmaçılık (Baskıncılık) diye adlanan silahlı mücadele başladı. Yine bu devirde, Batı Türkistan'daki ilk demokratik devletler olan Buhara ve Harezm Halk Cumhuriyetleri kuruldu (1920-1924). Bu dönemde bir yandan hem millî bağımsızlık yolunda ilk adımlar atıldı, hem de modern ve demokratik cemiyetin sağlam temelleri kurma yolunda ciddi adımlar atıldı. Bu yıllarda çok sayıda bağımsız gazete ve dergi yayınlanıyor, çok sayıda siyasi parti faaliyet gösteriyordu. Yine bu dönem içinde düşünce özgürlüğü, insan hakları ve demokrasiye saygılı bir cemiyet yaratılmaya çalışılıyordu. Kısacası, bu 24 yıllık Sovyet öncesi devir, kendisinden sonraki 67 yıllık Sovyet devrinden modern devletçilik, millî şuur, bağımsızlık ruhu, milli eğitim, demokratik hak ve hukuklar bakımından çok ileri ve üstündü. 21 Eylül 1921'de kabul edilen Buhara Cumhuriyeti'nin Anayasa (Kanûn-i Esâsi)'sının 3. maddesi şöyledi: Madde 3: Buhara Halk Şuralar Cumhuriyeti özining bugüngi serhadleri (Çegereleri) içinde birleşgen, bölünmeyturgan erkli (mustakil) devlet deb tanıladır. (Türkiye Türkçesine çevirisi): Buhara Halk Şuralar Cumhuriyeti kendisinin bugünkü sınırları içinde birleşmiş, bölünmez bağımsız devlet olarak tanılır. 2. Sovyet Dönemi (1925-1991 ): Bu dönemde ise, Türkistanlılar bir önceki dönemde elde etmiş oldukları bütün hak ve hukukları kaybettiler. Türkiye ve lngiltere ile diplomatik ilişkiler bağlamış olan Buhara Cumhuriyeti ve Harezm Cumhuriyeti yok edilerek, Moskova'nın "parçala ve hükmet" politikasına uygun olarak Sovyet millet anlayışına göre, Batı Türkistan 1925-1936 yılları arasında beş etnik cumhuriyete bölündü. Bu yıllar arasında, Batı Türkistan'da tek bir Türk veya Türkistanlı millet oluşumu önlenerek, onun yerine ayrı ayrı Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen, Karakalpak ve Tacik milletleri yaratma ve bunlar arasındaki ayrılıkları daha da artırma politikası güdüldü. 67 yıllık zaman zarfında bu alanda tam manasiyle başarıya erişildi. Sovyet döneminin en büyük başarısı ve aynı zamanda Türkistan'ın bütünlügü ile Türklük dünyasındaki birliğe vurulan en büyük darbe ise, iste bu Sovyet milletler Politikası'dır. | ||
19-02-2007, 13:46 | #3 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Yine bu dönem içinde, Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen, Karakalpak Türkleri ve Tacikler'in millî şuur, dinî inançları ve insanî duygulari körelterek, onların başka milletlerle beraber Rusça konuşan, hür irâde ve düşüncesi olmayan bir Sovyet Milleti meydana getirmelerine çalışıldı. Ancak, bu politika 67 yillik bir tecrübeden sonra iflâs etmiş ise de, Sovyetler Birligi'nin başka cumhuriyetlerinde oldugu gibi Orta Asya'daki beş sabik sovyet cumhuriyetinde de ünlü Kırgız yazarı Çingiz Aytmatov'un sözünü ettigi millî şuur ve hür düşüncesi olmayan MANKURT tipli insanlar sayisi da az degildir. İşte, 67 yillik Sovyet döneminin ikinci büyük başarısı da budur. Sovyet döneminin Moskova ve Rusya menfaatlerine hizmet eden üçüncü başarısı ise, Batı Türkistan'ın yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin görülmemiş bir ustalik ile sömürülüşü, Semey ovasinin radioaktivden zehirlenmesi ve Aral Denizinin üçden ikisinden daha fazla bölümünün tamamen kurutulmasidir. Orta Asyadaki büyük su ambarı Aral denizinin ölmekte olduğu, 67 yıllık Sovyet sömürge politikasının göze görünen en büyük fâciası sayılır. Ancak, Aral denizi ile birlikte onun yakın çevresindeki insanlar da ölmektedir. Aral denizini kurutan Sovyet pamuk monokültür (monoculture) ekonomik politikası son 30 yıl içinde bu bölgede öyle yerleşmiş, derin kök salmış ki, şimdi bağımsız olan Özbekistan ve başka Orta Asya cumhuriyetleri bile, bu ekonomik politikayı birden bırakarak, Amu ve Sırderya sularını pamuk tarlaları yerine Aral denizine akıtmaya çalışmıyorlar. Orta Asya cumhuriyetlerinde bugünkü ekonomik problemler de Sovyet dönemindeki merkezî yönetimden kaynaklanıyor. Meselâ, Özbekistan'da pamuk yetiştiği halde, bu ülkenin tekstil sanayisi yok. Veya, Kazakistan'da zengin petrol yatakları oldugu halde, bu ülke benzin sıkıntısı içinde, çünkü Kazakistan'da petrol refinerileri yok. 3. Sovyet Sonrası Dönem (1992'den sonra): Bu üçüncü dönemdeki Sovyet sonrası politik gelişmeleri daha iyi anlayabilmek için Batı Türkistan'ın hem 1900-1924 yılları arasındaki birinci dönemi, hem de 1925-1991 arasındaki ikinci dönemini ve bu iki devir içindeki olayları bilmek ve öğrenmek zorundayız. Çünkü, bu yeni dönemde önceki iki devrin felsefesi, dünya görüşü, milliyetçilik akımları, siyasi hareket ve partileri, politik yönelişleri yan-yana devam etmekte, bazen yüz-yüze çarpışmaktadırlar. Ancak, bu yerde göze çarpan ilk önemli nokta şudur: Orta Asya'daki beş devlet, aralarında bir çok ortak hususlar olmasına rağmen, hem iç hem de dış politikada birbirinden çok farklı yönlerde gelişmeler kaydetmektedirler. 67 yıllık "böl ve yönet" Sovyet politikasının tabii bir neticesi olarak, beş Orta Asya devleti gerek ekonomik, gerekse kültürel alanlarda aralarında henüz sağlam ve kalıcı ilişkiler geliştirebilmiş değiller. Sovyet döneminin son yıllarında (1989-1991 arası) beş Orta Asya cumhuriyeti cumhurbaşkanları arasında yapılan zirve toplantıları beklenen olumlu sonuçları vermedi. 1 Şubat 1994'te Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan arasında gümrüklerin kaldırılması ve iş gücünün serbest dolaşımını da içeren ekonomik işbirligi anlaşması yürürlüğe girdi. Ama, bunun hemen ardından Özbekistan 2 Martda Rusya ile çok sıkı askerî ve ekonomik bağları ihtiva eden anlaşmalar imzalamak zorunda kaldı. Moskova Türkmenistan'i ülkesindeki Ruslara çifte vatandaşlık hakkı veren anlaşmayı imzalamaya razı etti. Orta Asyadaki beş cumhuriyet ile eski askerî, ekonomik ve siyasi ilişkilerini degişik şekillerde olsa da, devam ettirme yanlısı olan Moskova, her bir cumhuriyete birbirinden oldukça farklı politik manevralar yapmaktadır. | ||
19-02-2007, 13:46 | #4 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bu sebepten, beş Orta Asya cumhuriyetindeki hem iç hem de dış politik gelişmelerde Rusya'nın ağırlığı ve etki dairesi daha uzun bir süre devam edecektir. Özellikle, Gürcistan'daki iç savaşta oldugu gibi, Tacikistan'daki iktidar ile muhalefet arasındaki çatışmaların bir iç savaşa dönüşmesinde de Moskova'nın aktif rolü oldugu gibi, Tacikistan'daki iç savaştan en kârlı çıkan yine Rusya olmuştur. Son iki yılda Batı Türkistan'dagi bağımsız devletlerin içindeki politik olayları mukayese ettigimizde, onlardan ikisinin (Kazakistan ile Kırgızistan) oldukça liberal, ikisinin (Özbekistan ile Türkmenistan) ise, oldukça katı ve baskıcı bir politika izlediğini görürüz. İç savaşın sürdüğü Tacikistan ise, başkalarından ayrı bir konumdadır. Sovyetler Birliği'nde Gorbaçov döneminde başlayan reform hareketlerinin bir sonucu olarak Orta Asya'daki beş cumhuriyetten Özbekistan'da demokratik millî hareket ve siyasî partiler daha çok güçlenmişti. Ancak,1992'den sonraki bagımsızlık devrinde, Özbekistan'da muhalefet ile iktidar arasındaki çekişme ve sürtüşme artmaya başladı. Özellikle, Tacikistan'da iç savaş başladıktan sonra, Özbekistan yönetimi siyasî muhalefete karşı daha acımasız sert hareketlere girişti. Birlik Halk Hareketi ve Erk Demokratik Partisi gibi muhalefet teşkilatlarının liderleri dövüldü, teşkilatları kapatıldı, gazete ve yayınları yasaklandı, tutuklamalar oldu, ba'zı liderler yurt dışına kaçmak zorunda bırakıldı. Özbekistan yönetimi muhalefete karşı sert davranışını "Özbekistan'ın millî bütünlügünü koruma ve ülkedeki politik istikrarı sağlama" mâzereti ile haklı çıkarmaya çalışırken, muhalefettekiler ise, iktidarın bu tutumunu Sovyet dönemi dikta rejimine dönüş" olarak yorumlamaktadırlar. Özbekistan'da cumhurbaşkanı İslam Kerimov ile muhalefet arasındaki açık çekişmenin tersine, Kazakistan'da cumhurbaskanı Nursultan Nazarbayev ile muhalefet partileri arasında daha yumuşak bir çekişme var. Türkmenistan cumhurbaşkanı Sepermurad Niyazov (Türkmenbaşı) da ülkedeki bütün muhalefetin sesini boğarak Stalin dönemini anımsatan tek kişilik diktatör kültü yaratmış durumdadır. Kırgızistan cumhurbaşkanı Askar Akayev ise, kendi cumhuriyeti içindeki aydınlar ve muhalefet ile oldukça dengeli bir ilişki kurabilmeyi başarmıştır. Kazakistan'ın asıl büyük problemi bu cumhuriyetteki Rusların sayısıdır (%38). | ||
19-02-2007, 13:46 | #5 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Biz Orta Asya'daki iç politik gelişmeleri izlerken, ya bir savcı gibi iktidardakileri suçlama, ya avukat gibi iktidarı savunma, veya hakim gibi bu işte kim haklı, kim haksız diye kesin bir hüküm çıkarmaya çalışmamamız lazım. Çünkü, bugün devam etmekte olan olayların yargıcı ancak gelecek kuşaklardır, ancak gelecek yıllar kimin haklı, kimin haksız olduğunu daha kesin ve âdil olarak belirler. Ama, bizim olayların tanıgı olan yaşayan tarihçi olarak dileğimiz, Orta Asya'daki cumhuriyetlerde iktidar başındakilerin kendi ülkelerinin iç bütünlüğü ve istikrarı konusunda, eski Sovyet döneminin politik felsefesi olan Demokrasisiz istikrar (Stability without democracy) yöntemi yerine, bugünkü hür dunyanın politik felsefesi olan Demokrasi içinde istikrar (Stability within democracy) yöntemini seçmeleridir. III. Politik-Kültürel Değişimler ve Küresel Dengeler: i) Kazakistan cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev'in Adilettin Ak Jolı (Adaletin Ak Yolu) adlı ve Özbekistan cumhurbaşkanı İslam Kerimov'un Özbekistan: Milli İsiklâl, İktisâd, Siyaset, Mefküre adlı eserlerinin tarihî önemi, bunların Türkistanlı devlet adamları tarafından yazılmış olmasıdır. Sovyet devrinde Orta Asyadaki Sovyet cumhuriyetlerinde yaşayan halkın eline Moskova'daki Sovyet liderleri, Lenin, Stalin, Brejnev Garbaçov'ların kitapları tutuşturulurdu. şimdi ise, Batı Türkistandaki bağımsız Türk cumhuriyetlerinde yaşayan halk kendi liderlerinin kitaplarını ellerine alarak, haklı bir gurur duyuyorlar. İşte, müstemleke (sömürge) durumundan bağımsızlığa ulaşmanın en belirgin politik önemi şu gördügünüz iki küçük kitabın yarattığı mânevi gururdadır. ii) Kazakistan'ın Almatı şehrinde 28 Ocak 1994 tarihinden beri Türkistan adlı haftalık gazete çıkıyor. Sovyet devrinde, özellikle 1930 ile 1970 yılları arasında, "Türkistan" adıyla gazete çıkarmak veya bir makalede Türkistan adını kullanmak mümkün değildi. Bu adı kullanan ve yayınlayan herkes geri kalan ömrünü ya bir hapishane veya bir çalışma kampında geçirmek zorunda kalırdı. Cografî bir terim olan Orta Asya'nın gerçek tarihi, milli ve politik adı olan Türkistan Moskova'daki Rus yoneticileri için korkulu bir kelime idi. Çünkü onlar, bu kelimenin içinde, Orta Asyadaki Türklerin belki bir gün Türkistan adı altında politik bir birlik ve hatta bir devlet kurma gayesi yattığından endişeleniyorlardı. Bu yüzden Moskova'daki yöneticiler ve onların Orta Asyadaki komiserleri bu "Türkistan" kelimesini uzun bir zaman yasaklamaya ve Kazak, Özbek Kırgız, Türkmen Türkleri ile Taciklerin millî şuurundan bu kavramı silmeye çalıştılar. | ||
19-02-2007, 13:47 | #6 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Şimdi, Özbekistan ve Kazakistan'da bu adla gazete ve dergilerin yayınlanmakta ve basında yazılan makele ve yazılarda Türkistan kelimesinin çekinmeden kullanılmakta oluşu, en az 60 yıllık Sovyet yasağının Türkistan denen millî gaye ve mefkûreyi yok edemediğinin en canlı örnegi sayılır. Özbekistan'da bugün Türkistan adıyla çıkan gazetenin 1925 ile 1991 yılları arasındaki asıl adı Yaş Leninçi (Genç Leninci) idi. Özbekistan Komsomolu ya'ni Komünist Partisi Gençlik Teşkilatı'nın yayın organı olan bu gazete 1991 yılı sonunda bir kampanya açarak okuyuculardan gazete için yeni bir ad teklif edilmesini istemişti. Üç ay devamında gazetede yayınlanan okuyucu mektuplarında çeşitli adlar teklif edildi. Ben de Münih şehrinden Yaş Leninçi gazetesinin Taşkent'teki merkezine 13 Kasım 1991 tarihinde bir telegraf çekerek, gazete adının Yaş Türkistan olarak değiştirilmesini teklif ettim. Benim bu telegrafım gazetenin 22 Kasım 1991 tarihli sayısında yayınlandı ve telegraf metnimin altına gazete yayın kurulu (tahrir hay'eti) tarafından şöyle bir not eklendi: "Yayın kurulumuza gelen mektuplardan aşağı-yukarı 200 tanesinde de bu ad teklif edilmiştir." Benim "Yaş Türkistan" (Genç Türkistan) teklifim yerine, gazetenin adı 1 Ocak 1992 tarihinden itibaren Türkistan olarak değiştirildi. Ancak, Kazak aydınları Mayıs 1998'de Jas Türkistan (Genç Türkistan) adlı bir dergi çıkarmaya başladılar. iii) Eskiden, Sovyet döneminde gazetelerin birinci sayfalarındaki gazete adının hemen sol veya sağ üst köşelerinde "Bütün Dünya Proleterleri Birleşiniz!" sloganı yazılırdı. Şimdi ise, böyle Sovyet sloganları yerine millî sloganlar yazılıyor. Meselâ, Kazakistan'da yayınlanan Türkistan gazetesinin sloganı şöyle: Türkistan ~ eki düniye esigi ğoy! [ Türkistan ~ iki dünyanın da kapısıdır! ] | ||
19-02-2007, 13:47 | #7 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| iv) Bu yerde şu önemli hususu da belirtmek de yarar var: Türkçülük akımının felsefesini yazmış olan Türkiyeli sosyolog Ziya Gökalp 1990 yılından beri Batı Türkistan'daki cumhuriyetlerde tanınmaya başladı ve onun eserleri Kazakça ve Özbekçeye çevrilerek yayınlandı. Ziya Gökalp dışında Nihal Atsız, Alparslan Türkeş, Mehmet Akif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek gibi Türkiyeli Türk yazar, şair, fikr adamı ve politikacılarının eserleri de Orta Asya Türk devletleri basınında tanıtılmaktadır. Türkiye'nin İstiklal Marşı bundan bir yıl kadar önce hem Kazak Türkçesine, hem de Özbek Türkçesine çevirilerek yayınlandı. Orta Asya devletleri bundan 70 yıl önce Anadolu ile kopan tarihi, kültürel ve politik köprülerini şimdi yeniden kurmaya çalışıyorlar. v) Ancak, Orta Asya ile Türkiye arasındaki ilişkilerde bir yandan Rusya, bir yandan Çin, başka yandan ise İran bugün olduğu gibi, gelecekte de iki önemli engel teşkil ediyorlar. Rusya'nın Orta Asya ile politik, ekonomik, askerî ve coğrafî yakınlığı, İran'ın Orta Asya ile coğrafî ve dini yakınlığı, Türkiye'nin ise Orta Asya ile tarihî, millî, dinî ve kültürel yakınlığı var. Orta Asya devletleri, özellikle Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan hem ekonomik hem de politik ve askeri sahalarda Rusya'nın dar çemberini yararak Türkiye ve başka devletlerle ekonomik, politik ve askerî bağ ve ilişkilerini artırdıkça, onların politik ve ekonomik bağımsızlıkları da o kadar sağlamlaşacaktır. Bu ise, bir yandan beş Orta Asya devleti başındaki liderlerin Rusya ile Çin ve başka dünya devletleri arasındaki ilişkilerde politik manevra kabiliyetlerine, başka yandan ise, bu cumhuriyetlerdeki yönetici ve muhalefetin (ya'ni aydınların) milli şuura ve günümüzün demokratik özgürlüklerine saygılı olarak birbirileriyle ahenkli ilişki içinde olmalarına bağlıdır. Bağımsızlık devrinden bugüne kadar beş Orta Asya cumhuriyetinden yalnız Kazakistan'da (7 Mart 1992) hür parlamento seçimleri yapıldı. Başka cumhuriyetlerin parlamentolarında hâlâ eski komünist partisi üyeleri salt çogunluğu teşkil ediyor. Kırgızistan cumhurbaşkanı Askar Akayev dışında, başka devletlerin cumhurbaşkanları eski komünist partisi birinci sekreterleridir. Ancak, bu durumu komünistler ve komünist o1mayanIar diye basite indirgemek, Orta Asyadaki politik dengeyi doğru olarak izah edemez. Bugün komünist felsefesi kesinlikle inkâr edilmiştir, ancak hem sosyal, hem de politik ve ekonomik alanlarda eski komünist alışkanlıklar ve ba'zı teşkilatlar devam ediyor. Sonuç olarak şunu söyliyebiliriz: Orta Asyadaki beş eski Sovyet cumhuriyetinde komünist politik idareden "çok partili" demokatik rejime, Marksist ekonomiden serbest piyasa ekonomisine geçiş dönemi oldukça sıkıntılar ve problemlerle doludur. | ||
19-02-2007, 13:47 | #8 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Bu yazının başında İspanyol elçisi Clavijo'nun Emir Timur hakkındaki sözlerinden örnek verilmişti. 67 yıllık Sovyet döneminde "despot ve kan dökücü" olarak karalanan Emir Timur bugün kendi anayurdunda büyük bir lider olarak hayranlıkla anılıyor ve Taşkent'teki Müstakillik Meydanı (Bağımsızlık Alanı)'nda 31 Agustos 1993'ten beri onun tunçtan muhteşem bir heykeli ayakta dimdik duruyor. Evet lspanyol elçisi Clavijo'nun Emir Timur'u 1403 yılında ziyaret etmesinden tam 589 yıl sonra 1992'de, Emir Timur'un bugünkü torunları dünya politika sahnesinde bir kere daha gururla boy göstermeye başladılar. Türkistan'ın Sovyet öncesi tarihini öğrendikçe, onun bugünü ve geleceğine daha büyük ümitlerle bakabiliyoruz. IV. Türkiye'nin Orta Asya Macerası: V. Anadolu ile Orta Orta Arasındaki Tarihî Bağlar: | ||
19-02-2007, 13:47 | #9 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| Mesela, Mevlana Celâleddin Rumî gibi çok sayıda alim, yazar ve düşünürün Orta Asya'dan Anadolu'ya gelmiş olduğu ve Türkiye İstiklal Marşı'nın şairi Mehmet Akif'in bir şiirinde annesinin Buharalı olduğunu söylemesi beni şaşırtmamış, bilakis Orta Asya ile Anadolu arasındaki ilişkilerin nasıl aralıksız süregeldigi hakkındaki kanaatimi daha da kuvvetlendirmişti. Orta Asya Türkleri arasında "İstanbul'u görmemiş isen, henüz dünyaya gelmemiş sayılırsın!" anlamında bir deyim vardır, bunun Özbekçesi şöyledir: İstanbulnı körmegen, âlemge kelmegen! (Ya'ni: İstanbul'u görmemiş, bu aleme gelmemiş!). Orta Asyalı hacılar Hac için Mekke'ye giderken, önce yollarını uzatarak İstanbul'a uğrar, sonra Mekke'ye giderlerdi. Bilhassa, 19. yüzyıl ortalarından 1920'lere kadar İstanbul'da cıkan gazete ve dergilerle, kitaplar Azerbaycan, Kırım, Kazan ve Orta Asya'nın Taşkent, Buhara ve Samarkand gibi büyük şehirlerine ulaşır ve aydınlar tarafından okunurdu. Orta Asya ve başka yerlerdeki Türkçe yayınlar da İstanbul'a ulaşırdı. Bilhassa Gaspiralı İsmail Bey'in "Tercüman" gazetesi İstanbul aydınları tarafından da merakla okunurdu. Orta Asya ile Türkiye arasındaki ekonomik ve kültürel ilişkiler 1925 yılında Sovyet rejiminin Orta Asya ve başka Türk yörelerinde tam anlamıyla egemen olmasından sonra birdenbire kesildi. Özellikle SSCB'nin kapılarını dış dünyaya kapaması ve Sovyetlerdeki Türklerin alfabelerinden tutarak kültür hayatının bütünüyle değiştirilmesindan sonra, Türkiye'de yaşayanların Sovyetlerdeki Türkler hakkındaki bilgileri de zamanla kaybolmaya başladı. Çok az sayıdaki bilginden başka, Türkiye'deki halk Orta Asya ile ilgilenemez oldu. | ||
19-02-2007, 13:47 | #10 | ||
Guest
Mesajlar: n/a
| VI. Türkiye'den Orta Asya'ya Bakış (1950-1991): Kendilerini "ilerici" diye tanımlayan sol görüşlü aydınlar ise, Orta Asya veya dış Türkler meselesini bir "tabu" olarak görüyor ve onunla hiç ilgilenmiyorlardı. 1960'lardan sonra dünyadaki çeşitli ülkeler, özellikle, ABD, İngiltere, Fransa, Almanya'daki universiteler ve bilim adamları, Sovyetler Birliği ve Orta Asya ile yakından ilgilenir ve bu alanda önemli çalışmalar yaparken, Türkiye üniversiteleri ve bilim adamları bir kaç kişi istisna bu konuya genel olarak ilgi duymadı. Türk kamuoyu ancak SSCB 1991 sonunda dağıldıktan ve bağımsız Türk cumhuriyetleri ortaya çıktıktan sonra Orta Asya gerçegini tanıdı. Azerbaycan ve Orta Asya'daki zengin petrol ve doğal gaz yatakları bu ilgiyi daha da artırdı. Eskiden, sadece "dış Türkler" diye genel bir adla tanımlanan Türklerin aslında, Azeriler, Türkmenler, Özbekler, Kazaklar, Kırgızlar, Tatarlar ve başka çok sayıda değişik Türk boyları olarak ayrı ayrı adlar ve ayrı ayrı kültürel kimliklere sahip halklar olduğunu Türk kamu oyu yavaş yavaş öğrenmeye başladı. Türk bilim adamları ve aydınlarından çok önce ise, atak davranan Türk iş adamları Orta Asya'yı ve oradaki iş imkanlarını kısa zamanda keşfederek oralarla iş ilişkileri geliştirdiler. Sonra sıra kültürel ilişkilere geldi. Türkiye hükümetinin 10 bin civarında Orta Asya ve başka yorelerdeki Türk genclerini yüksek öğrenim için Türkiye'ye getirmesi ve Türkiye'deki çeşitli sivil toplum kuruluşlarından vakıfların Orta Asya ve eski SSCB'den bağımsızlıgına kavuşan çeşitli cumhuriyetlerde "Türk kolejleri" açma girişimleri sayesinde Türkiye'deki Türkler ile oralar arasındaki kültürel köprüleri yeniden kurma yolunda sağlam adımlar atılmış oldu. Mesela, Fethullah Gülen Hoca'nın Orta Asya, Kafkasya, Rusya ve Sibirya'da 300'e yakın Türk koleji var. Başka bir kuruluş olan Türk Dünyası Arastırma Vakfı'nın da en az 30'a yakın lisesi ve yüksek okulu Orta Asya, Kafkasya ve İdil-Ural bölgesinde öğretim faaliyeti yapıyor. Eskiden Türkiye'nin yalnız Türkoloji bölümlerinde eski Türk lehçeleri öğretilir, ama yaşayan çağdaş Türk yazı dilleri, yani Özbekçe ve Kazakça ciddi olarak öğretilmezdi. Şimdi ise, Türk universitelerinde çağdaş Türk lehçelerine de önem verilmeye başlandı. Mesela, benim mensup olduğum Koç Universitesi'de ikinci yabanci dil olarak Almanca, Fransızca, İtalyanca, Rusça yanında Özbekçe de öğretiliyor. | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |