|
Ana Sayfa | Kayıt ol | Yardım | Ortak Alan | Ajanda | Bugünkü Mesajlar | XML | RSS | |
08-08-2009, 17:48 | #1 | ||
Üyelik tarihi: Mar 2006 Yaş: 42
Mesajlar: 2.393
Tecrübe Puanı: 26 |
Çekoslovakya Türkleri Yugoslavya'da, Bulgaristan'da ufak fincan ve cezve ile kahve önüme geldiği zaman hiç yadırgamadım ama, Prag'da bir hayli sürpriz tesiri yaptı bu bana... Bütün kahvehanelerde, lokantalarda ufak sarı tepsi içinde, sarı cezve ve sapsız "tiryaki" fincanıyla veriliyordu bizim Türk kahvesi... Ve Çekoslovakya halkı o kadar çok kahve içiyordu ki, bu kadarını, İtalya ve Macaristan'da görmüştüm ancak!... "Altın Prag"ın yıllardır tamir edilmeyen, o güzelim tarihi binaları arasından geçerek bir opera sahnesini andıran küçük köprünün başına geldiğim zaman:
Dışarda kalabalık bir heykel vardı... Yalvaran, dua eden insanlar. Demir parmaklıklı bir zindan ve kapısında nöbet bekliyen, sarıklı, pos bıyıklı belinde palası ile iri yarı bir yeniçeri. Kahvehane 15 metre ötedeydi, köprünün başında... Anlattıklarına göre; bu kahvehaneyi asırlarca önce ilk defa Mustafa isminde bir yeniçeri açmıştı. Budin muhasarası sırasında esir düşen Türk, Prag'da fevkalade güzel bir kadına aşık olmuş, memleketine geri dönmek istememişti. Kadın da onu seviyordu ama, erkek ne kadar çalışkan ve becerikli ise, ötekisi o nisbette tembeldi ve elinden hiçbir iş gelmiyordu... Bir yandan ev işi sevmeyip diğer yandan sosyal hayata bayılması kadının kocası yeniçeriye birtakım ilhamlar verdi... Zaten evlerine gelip gidenlere Türk usulü kahve pişirip duruyor ve pek beğenildiğini görüyordu!... Mustafa karar verdi, Prag'da İstanbul'daki gibi bir kahvehane açacaktı... Bu hususta kadın da ona yardım edince kısa zamanda işe girişti... Ve muvaffak da oldu... Türk Yeniçerinin kahvehanesi ve kahve pişirme usulü dillere destan olmuş, bütün Çekoslovakya'ya yayılmaya başlamıştı... Bu sayede, karı koca da zengin olup, rahata kavuşmuşlardı... İşte şimdi hala aynı usul, Yeniçeri Mustafa'nın usulü ile kahve pişiriliyordu. Prag müzelerinde bizde bulunamıyan, Osmanlı Türklerine ait pek çok eser vardı. El yazması "Kur'an"lar, yağlıboya resimler, o devrin yazılı emirleri, mektupları hepsi gayet itina ile muhafaza edilmişti. Bütün bu vesikalardan anlaşılıyordu ki: Türkler Avrupa'da yağmacı olmamışlardır. Oraya İstanbul'dan Anadolu'dan medeniyet götürmüşler, hatta, beylerin, ağaların elinde inim inim inleyen, malları, canları emniyet altında bulunmayan masum insanların hunhar tecavüzlere karşı korumuşlardır. Daha önce Vlovenya'da yani bugünkü Çekoslovakya'nın güney bölgesinde Peçenekler, hakimmiş... Sonra, din ve mezhep kavgaları, Tatarların, Almanların, Avusturyalıların hücumları, derebeylerinin sömürmesiyle Sloven köylüleri, yaşayacak halden çıkmışlar, çeteler kurup hayatlarını, varlıklarını muhafazaya çalışmışlardır. Prag'da tanıdığım, meşhur Profesör Yusuf Blaşkoviç bakınız neler anlatıyor: "Yerli halk Türk hakimiyetinden korkmamış, çok defa kolayca ve kendi rızasıyla kabul ederdi. Çünkü Türk hakimiyeti, Nemçe hakimiyetinden daha adaletli, daha muntazam idi. Türk toprak ağaları, Türk beyleri eski feodallerden daha yumuşak, daha adaletli idiler. Karol Medvecky isminde bir tarihçi 1905'de çıkan Detva adlı eserinde şunları yazıyor: "1614 yılında Telegedy isminde bir yüksek feodal bey, feodallerin meclisinde demiş ki: "Halkımız Türk hakimiyeti altında yaşıyan halkı kıskanıyor. Onlar bizden daha iyi yaşama şartları içindeler." Güney Slovakya'nın bazı bölgeleri 1543 yılından 1686'ya kadar Türk hakimiyeti altında kalmış... Hakiki bir Türk dostu olan Prof. Blaşkoviç: "143 yıl harp etmedik ya diyordu... Olsa olsa bunun 10-15 yılı kavgayla geçsin... Ya 130 yıl? 130 yıl beraber yaşamış, dost olmuşuz, birbirimizin adetlerini kapmışız, sizin yeniçeriler kızlarımıza aşık olmuş, burada kalmış... Bizim kızlar posbıyıklı, siyah saçlı Anadolu çocuklarını sevmiş , onların peşinden İstanbul'a kadar gitmişler!" Çekoslovakların musiki hazineleri de yer altıservetleri kadar zengindi... Ve bunun için de, eski Türk halk şarkılarından motifler bulunuyordu. Osmanlı ordularıyla beraber Budin'e ve Rumeli'ne pek çok şair, yazar, bestekar ve diğer kolda sanatkarlar geçmişti... Ve görülüyordu ki, bazı Avrupalı tarihçiler Türkleri barbarlıkla, yağmacılıkla itham ederlerken insafsız davranmakta, yalan yazmaktadırlar! Kaynak: Gazeteci Yılmaz Çetiner'in Yazısı
__________________ Etikete Gerek Yok EskiLer Bizi Tanır .! | ||
|
10-08-2009, 03:27 | #2 | ||
Üyelik tarihi: Jun 2009 Yaş: 43
Mesajlar: 751
Tecrübe Puanı: 17 | Paylaşım için çok teşekkürler. Avrupalı tarihçiler hatta Dünya üzerinde ki bütün tarihçiler bizi barbar olarak görüyor fakat tanıştıktan sonra Türk kimdir anlıyorlar. Hayatlarında göremedikleri misafirperverlik, sıcakkanlılık ile karşılaşıyorlar. Tabi Bulgarlar için denecek birşey yok... Türkiye sınırına gelene kadar Bosfor ekspresinde yabancı dahi olsa 20 dakikada bir arama oluyor ve el fenerlerini gözünüze sokuyorlar. Tren sınırımıza girince Türk polisi mesela siz uyuyorsanız nazikçe uyandırıyor, Pasaportunuza bakıyor ve işlem bitiyor. Bu diğer ülkeler ile olan farkımızı göstermek için ufak bir örnekti. Hayırlı günler..
__________________ Türk gibi yaşar, gerekirse Türk gibi ölmesini bilirim. Ne bebek katilleri, ne yobazlar Ülkemi bölemeyecek. Kan kırmızısı gökler, beni yakın sona doğru çekiyor. Kanımın son damlasına kadar savaşmaya hazırım. Savaşarak batacağım. | ||
Bu konuyu arkadaşlarınızla paylaşın |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
| |