Beşiktaş Forum  ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi

Beşiktaş Forum ( 1903 - 2013 ) Taraftarın Sesi (http://besiktasforum.net/forum/)
-   Tiyatro - Edebiyat (http://besiktasforum.net/forum/tiyatro-edebiyat/)
-   -   Mr. valdemar olayındaki gerçekler--allan poe (http://besiktasforum.net/forum/tiyatro-edebiyat/102363-mr-valdemar-olayindaki-gercekler-allan-poe/)

mezarkabuL 01-10-2009 11:43

Mr. valdemar olayındaki gerçekler--allan poe
 
M. Valdemar olayındaki olağanüstülüğün ateşli tartışmalara yol açmasında tartışılacak bir yan gördüğümü söyleyecek değilim.Zaten açmaması bir mucize olurdu -hele koşullar düşünüldüğünde.Gerek söz konusu tarafların tümünün olayı kamuoyundan gizlemek isteğine uymak, gerek soruşturmanın -bizim çabalarımız sonucunda- daha aydınlatıcı bilgilerle beslenmesini sağlamak amacıyla şimdilik bir açıklama yapılmaması yüzünden bir takım uyduruk ya da abartılı haberler sızdı ortalığa ve bir sürü yalan-yanlış yorumla kuşkuya yol açtı doğallıkla.
Artık gerçekleri kendi anladığım kadarıyla aktarmak düşüyor bana.Tam olarak şöyle:
Son üç yıldır, kafam sık sık manyetizma konusuna takılıyordu; dokuz ay falan önce birdenbire, bu alanda şimdiye kadar girişilmiş bir dizi deneyde umulmadık, nedeni asla açıklanamayacak bir savsaklama gördüm ansızın; şimdiye kadar hiç kimse articulo mortis -ölüm anında- durumunda manyetize edilmemişti.Böylelikle; bir, o durumdaki bir hastanın manyetizmanın etkisine kapılıp kapılmadığı; iki, bu tür bir etkilenme varsa o durumda etkinin azaldığı mı arttığı mı; üç, ölümün sokuluş hızının bu süreçle ne ölçüde ya da ne süreyle engellenebildiği saptanamıyordu.Açıklık getirilmesi gereken baka noktalar da vardı ama benim merakımı asıl uyandıran bunlar -özellikle doğuracağı sonuçların tartışılmaz önemi yüzünden sonuncuydu.
Bu ince ayrıntıları sınamamı sağlayacak birşeyler aranırken aklıma dostum Ernest Valdemar geldi; kendisi 'Bibliotheca Forensica'nın ünlü derlemecisi ve 'Wallenstein' ile 'gargantua'nın Lehçe uyarlamalarının (Issachar Marx takma adıyla) yazarıdır.1839'dan bu yana çoğu zaman Harlem, New York'ta oturan M. Valdemar, beden yapısının rastlanmadıklığı yüzünden çok dikkat çekicidir (ya da çekiciydi); dizlerinden aşağısı, John Randolph'u andırıyordu bir kere, sonra saçlarının siyahlığıyla taban tabana zıt düşen ak bıyıklarıyla peruk takmış izlenimi uyandırıyordu bakanların çoğunda.Aşırı sinirli olması, onu manyetizma deneylerine elverişli kılıyordu.Bir iki girişimimde kendisini pek güçlük çekmeden uyutabilmiştim ama garip yapısından beklediğim başka sonuçlarda düş kırıklığına uğramıştım.İstenci, hiçbir zaman bütün bütüne denetimimin altına girmiyordu; uzgörü açısından ondan güvenilir bir bilgi elde edemedim. Bu alanlardaki başarısızlığımı, onun sağlığının bozukluğuna yordum hep.Kendisiyle tanışmamdan bir kaç ay önce doktorları ona verem tanısı koymuştu.Yaklaşan yıkımından kaçınılmaz, üzülmeye değmez bir olay gibi söz ederdi.
Demin aktardığım düşünceler kafama takılınca M. Valdemar'ı anımsamam doğaldı tabii.Sağlam felsefesini o kadar iyi biliyordum ki ondan işkillenmem söz konusu değildi; ayrıca, Amerika'da işimize burnunu sokacak akrabası yoktu.Ona bütün içtenliğimle açtım konuyu;bunca derinden ilgilenmesine doğrusu şaşırdım.Şaşırdım diyorum; çünkü her ne kadar şimdiye kadarki deneylerimde kendini isteğiyle ellrime bıraksa da yaptıklarıma ilgi gösterdiğini belirtecek hiçbir ipucu vermemişti.Hastalığı, ölümle son bulacak dönemin ne zaman çatacağının kılıkılına hesaplanabildiği türdendi, sonunda aramızda kararlaştırdık, doktorunun öleceğini bildirdiği süre başlamadan yirmi-dört saat önce beni çağıracaktı.M. Valdemar'dan kendi yazdığı şu ilişikteki notu alalı yedi ayı çoktan geçti:

`Sevgili P.
Şimdi gelsen iyi olur bence.D. ile F., yarın geceyarısından sonra işimin biteceğinde birleşiyorlar; galiba zamanda hiç de yanılmıyorlar.
Valdemar´
Bu not, yazıldığından yarım saat sonra elime geçti, ve on beş dakikaya kalmadan ölümcül hastanın odasındaydım.Onu on gündür görmemiştim, bu kısa sürede uğradığı korkunç değişimden düpedüz ürktüm.Yüzü kurşunumsu bir renk almıştı;gözlerinde fer kalmamıştı ve bedeni öylesine erimişti ki bir deri bir kemikti.Ağzından boyuna salya geliyordu.Nabız atışları pek seçilmiyordu.Yine de her nasılsa hem bilinci yerindeydi hem de fiziksel gücünün bir bölümü.Konuşması düzgündü -birtakım yatıştırıcı ilaçları kendi başına içebiliyordu- ve odaya girdiğimde bir not defterine kurşun kalemiyle bazı notlar düşüyordu.Yatağında sırtı yastıklarla desteklenmişti. Doktor D. ve F. başındaydılar.
Valdemar'ın elini sıktıktan sonra bu centilmenleri bir kenara çektim ve onlardan hastanın durumu hakkında ayrıntılı bilgi aldım. Sol akciğer on sekiz aydır yarı-kemikleşme ya da kıkırdaklaşma sürecindeydi ve elbette yaşam için gerekli bütün işlevlerden yoksundu. Sağ akciğerin üst kısmı tam değilse bile yer yer kemikleşmişti, alt kısımsa iç içe geçmiş bir irinli urlar yumağıydı, bir noktada kaburgalara sımsıkı bir yapışma gözlemleniyordu. Sağ lobdaki bu belirtiler, yakınlarda ortaya çıkmıştı.Kemikleşme, alışılmadık bir hızla ilerlemişti; daha bir ay önce bunların hiçbirine rastlanmamıştı, yapışmaysa üç gün önce başlamıştı.Verem dışında, hastada atardamar anevrizması olmasından kuşkulanılıyordu; gelgelelim bu noktada kemikleşme belirtileri, kesin bir tanıyı engelliyordu.İki doktor da M. Valdemar'ın ertesi gün (Pazar) geceyarısı sularında öleceği görüşünde birleşiyorlardı.O sırada Cumartesi akşamıydı, saat yediydi.
Tek başıma yüksek sesle düşünebilmek için hastanın başucundan ayrıldım, doktor D. ve F. onunla son kere vedalaşıp gitmişlerdi.Bir daha uğramayı düşünmüyorlardı ama benim ricam üstüne ertesi gece on dolaylarında hastaya bir daha uğramayı kabul ettiler.
Onlar gittikten sonra M. Valdemar il yaklaşan ölümü ve özellikle de girişeceğim deney konusunda rahatça konuştum.Hazır olduğunu, hatta can attığını belirterek beni hemen harekete geçmeye zorladı.Yanımızda bir erkek ve bir kadın hastabakıcı vardı; gelgelelim ben, onlardan daha güvenilir birilerinin tanıklığı olmaksızın bu tür bir işe iç rahatlığıyla girişemezdim, ani bir kaza durumunda benim suçsuzluğumu kanıtlayamazlardı.O yüzden girişimlerimi ertesi gece saat sekize, tanıdığım bir tıp öğrencisinin ( Bay Theodore L-----I' nin) gelip beni kuşkularımdan kurtaracağı saate kadar erteledimBaşlangıçta doktorları beklemeyi tasarlamıştım; ne var ki gerek M. Valdemar'ın üstlemeleri gerek hastanın ölüme hızla yaklaşması, yitirecek bir anım bile kalmadığı inancı, beni tez davranmaya zorladı.
Bay L-----I, bütün bu olup biteni not etmesi konusundaki ricamı kabul etme nazikliğini gösterdi; dolayısıyla şimdi anlatmak zorunluluğunu duyduğum şeylerin çoğu, onun bu notlarının ya kısaltılmışı ya da sözcüğü sözcüğüne aktarılmışıdır.
Hastanın elini tutup ondan olabildiğince açık seçik bir biçimde, Bay L-----I'ye kendisini o durumda manyetize etme deneyime isteğiyle izin veri vermediğini söylemesini rice ettiğimde saat sekize beş falan vardı.
Bitkin, zar zor duyulabilir bir sesle, "Evet, manyetize edilmek istiyorum," dedikten sonra hemen ekledi, "korkarım bu işi fazla geciktirdiniz."
Hasta bunları söylerken ben onu yatıştırmakta en etkili gördüğüm adımları atmaya başlamıştım, alnını yataylamasına ilk sıvazladığımda etkilendiği besbelliydi;ne var ki bütün gücümü kullanmama karşın saat biri birkaç dakika geçene kadar daha belirgin bir tepki elde edemedim, Doktor D. ve F.'nin kararlaştırdığımız uğrama saatine kadar.Birkaç sözcükle onlara tasarımdan söz ettim ve onların hastanın zaten can çekiştiğini göz önünde tutarak karşı çıkmamaları üzerine daha fazla bocalamadan işlerimi sürdürdüm -bu kere yatay sıvazlamalara aşağı doğru dikey sıvazlamaları yeğleyerek ve bakışımı doğrudan hastanın sağ gözünde odaklaştırarak.
Bu arada hastanın nabzı çok yavaşlamıştı, soluğu hırıltılıydı ve yarım dakika arayla duyuluyordu.Bu durum bir çeyrek saat kadar değişmeden sürdü.Sürenin bitiminde ölen adamın göğsünden her nasılsa derin ama doğal bir iç çekiş yükseldi ve hırıltılı soluma son buldu - yani hırıltı duyulmazlaştı, soluma araları da uzamadı.Hastanın elleriyle ayakları buz gibiydi.
On bire beş kala, yaptığım manyetizmanın belirgin etkilerini gördüm.Gözün camsı yuvarı, ancak uyku sonrası durumlarda görülebilen ve kendini hemen ele veren o tedirgin içsel gözlem anlatımına bürünmüştü.Birkaç hızlı yatay sıvazlamayla gözkapaklarını titrettim, sonra biraz daha uğraşarak iyice örttüm.Ama bunlarla yetinmedim, çabalarımı sürdürerek, bütün istencimi kullanarak uyuyanın elleriyle ayakları kaskatı kesilene kadar uğraştım, tabii önce onu rahat görünen bir konuma soktuktan sonra.Bacakları dümdüzdü; kolları da nerdeyse düzdü, baldırlarımın iki yanına yakın duruyordu.Baş, hafifçe yükselmişti.
Bütün bunları başardığımda tam geceyarısıydı, odadaki beylerden M. Valdemar'ın durumunu incelemelerini istedim.Birkaç denemeden sonra onun alışılmadık kusursuzlukta bir manyetizma uyuşmasına girdiğini belirttiler.İki doktorun da merakı kızışmıştı. Dr. D., bütün gece hastanın yanında kalmaya karar verdi hemen, Dr. F. ise tan ağarırken dönmeye söz vererek gitti.Bay L-----I ile hastabakıcılar kaldılar.
Sabah üç sularına kadar M. Valdemar'a ilişmedik, yatağa yaklaştığımda onu tıpatıp Dr. F.'nin bıraktığı durumda buldum -yani aynı konumda yatıyordu; nabız belirsizdi; soluğu hafifti (dudaklarına bir ayna tutlmazsa, seçilemeyecek kadar); gözler, doğal biçimde kapalıydı; ayaklarla eller, mermer soğukluğundaydı.Yine de genel görünümünden ölüymüş izlenimi asla uyanmıyordu.
Ona yaklaşınca, sağ kolumu tepesinde usulca sağa sola sallayarak onun sağ kolunda benimkini izleme dürtüsü uyandırmaya çalıştım biraz umutsuzca.Hastayla giriştiğim benzer denemelerde daha önce tam anlamıyla becerememiştim bunu, şimdi becerebileceğimi tabii ki sanmıyordum;ama güçlüklede olsa kolu, benimkinin gösterdiği her yöne hevesle kıvrılınca şaşıp kaldım.Birkaç sözcüklük bir konuşma göze alınmaya değerdi.
"M. Valdemar," dedim, "uykuda mısınız?" Yanıt vermedi, gelgelelim dudaklarındaki kıpırtıyı görünce aynı soruyu üst üste yineledim.Üçüncü yinelememde, bütün bedenini hafif bir titreme aldı; gözkapakları, gözbebeğinin alt bir dilimini gösterecek kadar aralandı; dudaklar, ağır ağır kıpırdadı ve aralarından güçlükle duyulabilen bir fısıltıyla şu sözcükler döküldü:
"Evet... uykudayım şimdi.Beni uyandırmayın!Bırakın böyle öleyim!"
O anda kollarla bacakları yokladım, eskisi gibi kaskatıydılar.Sağ kol, yine elimin komutunu izliyordu.Yarı-uyur adama bir daha sordum:
"Göğsünüz hala sancıyor mu, M. Valdemar?"
Şimdiki yanıt hemen gelmişti ama ses eskisinden de cılızdı:
"Sancım yok...Ölüyorum."
Bu noktada onu daha çok zorlamanın doğru olmayacağını düşünüyordum, Dr. F.'nin gelişine kadar daha fazla birşey ne konuşuldu ne de yapıldı.Gün ağarmadan az önce gelen Doktor, hastayı hala sağ bulmasına çok şaşırdığını belirtti.Nabzı yokladıktan ve dudaklara bir ayna tuttuktan sonra benden yarı-uyur hastaya yine seslenmemi istedi.İsteğine uydum:
M. Valdemar, hala uykuda mısınız?"
Önceki gibi, aynıt gelmeden birkaç dakika geçti; bu süre içinde ölen adam, konuşmaya çaba gösteriyordu sanki.Soruyu dördüncü kere yinelediğimde cılız, nerdeyse duyulmayacak bir sesle:
"Evet, hala uyuyorum - ölüyorum," dedi.
Artık doktorların ortak görüşü ya da dileği, M. Valdemar'ın ölene kadar -onlara göre birkaç dakikalık bir süre- bu sakin durumda kalması, tedirgin edilmemesiydi.Ben yine de onunla bir kere daha konuşmayı gerekli gördüm, yalnızca eski sorumu yineledim.
Ben konuşurken, uykudaki adamın yüzü, belirgin bir değişime uğradı.Gözler, usulca açıldı, gözbebekleri yukarı kaydı; ten, parşömenden çok,beyaz bir kağıdı andıran ölü bir beyazlığa büründü ve o ana kadar iki yanağın tam ortalarında görülen yuvarlak kı- zartılar,birdenbire söndü.Bu deyişi kullanmamın nedeni, kızartıların ansızın yok oluşunun aklıma bir solukta söndürülen bir mumu getirmesi.Aynı anda üst dudak, az önceye kadar sımsıkı örttüğü dişlerden sıyrıldı; alt çene pat diye bir sesle çöktü, ağzı boydan boya açık bırakıp şişmiş, kararmış dili gözler önüne serdi.Sanırım, o anda odada bulunanlar arasında ölüm döşeği ürküntülerine alışmamış tek kişi yoktu ama M. Valdemar'ın o andaki görünümü öylesine tiksinçti ki yatağın çevresi boşaldı.
Artık bu hikayenin, okurun düpedüz inanmayacağı bir irkiticilikteki bölümüne gelmiş bulunuyorum.Bana düşen, her şeye karşın anlatamayı sürdürmek.
M. Valdemar'da en ufak bir yaşam belirtisi yoktu artık; biz tam öldüğü sonucuna varıp onu hastabakıcılara devredecekken, dilde güçlü bir kıvrılma görüldü.Bir dakika kadar sürdü.Sonunda, gerilmiş, kıpırtısız çene kemiklerden bir ses yükseldi - onu tanımlamaya kalkışmak delilik olur doğrusu.Kimi özelliklerini karşılayabilecek iki üç sıfat var; sözgelimi sert, kırık dökük ve kof bir tını diyebilirim ama bütünüyle alındığında tanıma gelmiyor; nedeni de basit, buna benzer bir tını daha insan kulağına değmedi.O zaman da, şimdi de, bence tınının özelliği denebilecek -onun doğaüstü yanını biraz olsun iletmeye yakın- iki öge söz konusuydu.Bir kere, ses bizim kulaklarımıza -en azından benimkilere- çok uzaklardan ya da toprağın derinliklerindeki bir yerden erişiyor gibiydi.İkincisi, beni (korkarım ne demek istediğimi anlatmak olanaksız) peltemsi ya da cıvık nesnelerin, dokunma duyusunu etkilediği gibi etkiliyordu.
Hem 'tını'dan hem 'ses'ten söz ettim.Demek istediğim, tınının hecelere dökülüşündeki açık-seçiklik -hatta olağanüstü, şaşılası duruluktu.M. Valdemar, birkaç dakika önce sorduğum soruyu yanıtlamak üzere konuşuyordu besbelli.Ona hala uyuyup uyumadığını sormuştum anımsarsanız.Şimdi şöyle diyordu:
"Evet; -hayır; bir ara uyuyordum ama artık- şimdi -şimdi -ölüyüm."
Odadakilerden hiçbiri, böylesine kesin dile getirlmiş, taşıdıkları anlamı böylesine ustalıkla ileten birkaç sözcüğün yarattığı o anlatılmaz, tüyler ürpertici dehşeti yadsımaya ya da bastırmaya kalkışmadı.Bay L-----I (öğrenci) bayıldı.Hastabakıcılar hemen odayı terk ettiler, bir daha dönmeye de razı olmadılar.Kendi izlenimlerimi okura açıklanabilir göstermeye çalışmayacağım.Bir saat kadar sessizce -tek söz söylemeden- Bay L-----I'yi aıyltmaya çalıştık.Kendine geldiğinde M. Valdemar'ın durumunu araştırmaya giriştik yine.
Son tanımladığım durumunu tıpatıp koruyordu; tek fark, aynada soluk aldığında ilşkin bir iz bulumamasıydı.Damardan kan alma çabamız boşa gitti.Ayrıca sağ kola artık söz geçiremediğimi de belirtmeliyim.Kolun benim komutumu izlemesi için boşu boşuna didindim.Manyetizma etkisinin tek gerçek göstergesi, M. Valdemar'a her seslenişimde dilindeki kıvrılmaydı.Yanıt vermeye çaba gösteriyordu anlaşılan, ama gücü yetmiyordu.Benden başka birinin kendisine yönelttiği sorulara karşı duyarsızdı -oysa ben aramızdaki herkesin sırayla onunla aynı manyetizma uyumunu sağlamasına çabalamıştım.Galiba yarı-uyur hastanın bu aşamadaki durumunu kavramanız için gereken herşeyi anlattım.Başka hastabakıcılar ayarlandı; saat onda ben de iki doktor ve Bay L-----I ile birlikte evden ayrıldım.
Öğleden sonra hepimiz hastayı yoklamak amacıyla yine uğradık.Hala aynı durumdaydı.Şimdi, hastayı uyandırmanın doğru ya da uygun olup olmadığını tartışıyorduk; ama onu uyandırmakla saygın bir amaca hizmet etmeyeceğimiz inancında birleşmemiz uzun sürmedi.Belli ki ölüm (ya da genellikle ölüm denilen şey), manyetizma süreciyle engellenmişti şimdiye kadar.M. Valdemar'ı uyandırmak, yalnızca onu ani ya da hızlı çözülüşünü güvenceye alacaktı.
O günlerden geçen haftanın bitimine kadar -nerdeyse yedi aylık bir ara- M. Valdemar'ın evine hergün uğramayı aksatmadık, arasıra doktorlar ve dostlar eşliğinde.Bu süre boyunca yarı uykudaki hasta, son tanımladığım durumunu tıpatıp korudu.Hastabakıcıların ilgileri hiç tavsamadı.Geçtiğimiz Cuma, sonunda onu uyandırmaya ya da uyandırmaya çalışmaya karar verdik; olayın özel birtakım çevrelerde onca tartışmaya yol açması -ister istemez haksız diyeceğim nefret duyguları uyandırması- bu son, (belki) talihsiz deneyin sonucudur.
M. Valdemar'ı manyetizma uyuşukluğundan kurtarma amacıyla bildik yollara başvurdum.Bunlar, önceleri başarısızlığa uğradı. Ayılmanın tek belirtisi, göz bebeğinin bira aşağı kaymasıydı.Gözbebeğindeki bu kaymanın, gözkapaklarının altından boşalan sarımsı,
keskin ve leş kokulu bir irin akıntısı eşliğinde ortaya çıkması özellikle dikkat çekiciydi.
Hemen, eskisi gibi hastanın kolunu etkim altına almam istendi.Çabaladım ama başaramadım.O zaman Dr. F., benden ona bir soru yöneltmemi istedi.Şöyle sordum:
"M. Valdemar, şu andaki duygularınızı ya da dileklerinizi bize iletebilir misiniz?"
Yanaklardaki yuvarlak kızartılar birden geri döndü; dil titredi, daha doğrusu ağızda sertçe çevrildi (oysa çene kemikleri ve dudaklar eskisi kadar kıpırtısızdı) ve sonunda daha önce sözünü ettiğim o iğrenç ses yükseldi:
"Tanrı aşkına! -çabuk olun! çabuk! -uyutun beni -ya da uyandırın -uyandırın beni! -çabuk -Ölüyüm diyorum size!"
Sinirlerim altüst olmuştu, bir an ne yapacağimi kestiremeden kalakaldım.Önce hastayı rahata kavuşturmayı denedim; gelgelelim istencinin hepten işlememesi üstüne cayıp aynı ciddilikle onu uyandırmaya giriştim.Bu çabada başarılı olacağımı kısa sürede kavradım -ya da en azından kısa sürede tam anlamıyla başarıya ulaşacağıma inandım- ayrıca odadakilerin hepsi hastanın uyanmasını görmeye hazırdılar, bundan emindim.Ama olup biten karşısında, herhangi bir insanın buna hazırlıklı olması olanaksızdı diyebiliriz.
Ben, acı çeken hastanın dudaklarından değil de dilinden çatlarcasına çıkan "Ölüyüm! Ölüyüm!" çığlıkları arasında hızla manyetizma yöntemlerimi sürdürürken bir anda bütün gövde -bir dakika, hatta kısa bir süre içinde, büzüştü -kırıştı- ellerimin altında çözülüp çürüdü.Odadakilerin gözlerinin önünde, yatağın üstünde leş kokusu salan, nerdeyse sıvılaşmış iğrenç bir birkinti kaldı.




Türkiye`de Saat: 11:01 .

Powered by: vBulletin Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
SEO by vBSEO 3.3.2


1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 158 159 160 161 162 163 164 165 166 167 168 169 170 171 172 173 174 175 176 177 178 179 180 181 182 183 184 185 186 187 188 189 190 191 192 193 194 195 196 197 198 199 200 201 202 203 204 205 206 207 208 209 210 211 212 213 214 215 216 217 218 219 220 221 222 223 224 225 226 227 228 229 230 231 232 233 234 235 236 237 238 239 240 241 242 243 244 245 246 247 248 249 250 251 252 253 254 255 256 257 258 259 260 261 262 263 264 265 266 267 268 269 270 271 272 273 274 275 276 277 278 279 280 281 282 283 284 285 286 287 288 289 290 291 292 293 294 295 296 297 298 299 300 301 302 303 304 305 306 307 308 309 310 311 312 313 314 315 316 317 318 319 320 321 322 323 324 325 326 327 328 329 330 331 332 333 334 335 336 337 338 339 340 341 342 343 344 345 346 347 348 349 350 351 352 353 354 355 356 357 358 359 360 361 362 363 364 365 366 367 368 369 370 371 372 373 374 375 376 377 378 379 380 381 382 383 384 385 386 387 388 389 390 391 392 393 394 395 396 397 398 399 400 401 402 403 404 405 406 407 408 409 410 411 412 413 414 415 416 417 418 419 420 421 422 423 424 425 426 427 428 429 430 431 432 433 434 435 436 437 438 439 440 441 442 443 444 445 446 447 448 449 450 451 452 453 454 455 456 457 458 459 460 461 462 463 464 465 466 467 468 469 470 471 472 473 474 475 476 477 478 479 480 481 482 483 484 485 486 487 488 489 490 491 492 493 494 495 496 497 498 499 500 501 502 503 504 505 506 507 508 509 510 511 512 513 514 515 516 517 518 519 520 521 522 523 524 525 526 527 528 529 530 531 532 533 534 535 536 537 538 539 540 541 542 543 544 545 546 547 548 549 550 551 552 553 554 555 556 557 558 559 560 561 562 563 564 565 566 567 568 569 570 571 572 573 574 575 576 577 578 579 580