ยŦยк
Üyelik tarihi: Jan 2007
Mesajlar: 11.262
| SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ VE MÜTEAKİP GELİŞMELER SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ
Saygıdeğer Efendiler, olayları Sakaıya Meydan Muharebesi'ne getirmek istiyorum. Fakat, bunun içinmüsaade buyurursanız, ufak bir giriş yapacağım. İkinci İnönü Muharebesi'nden sonra, üç ay kadar bir zaman geçti. Ondan sonra 10 Tenzmuz 1921tarihinde, Yunan ordusu yeniden cephemize genel taarruza. girişti. Butarihten önceki günlerde tarafların durumu şöyleydi : Bîzim ordumuz, başlıca Eskişehir ve Eskişehir'in kuzeybatısındakiİnönü mevzileri ile Kütahya - Altıntaş dolaylarında yığınak yapmıştı. Afyonkarahisar dolaylarında iki tümenimiz vardı. Geyve ve Menderes dolaylarında da birer tümenimiz bulunuyordu.
Yunan ordusu da, Bursa'da bir, Uşak doğusunda iki kolordusunutoplu olarak bulunduruyordu. Menderes'te de bir tümeni vardı.
Yunanlılann bu taarruzu ile başlayan ve Kütahya - Eskişehir Muharebeleri adıyla anılan bir sıra muharebeler vardır. Bunlar on beş günsürmüştür. Ordumuz 25 Temmuz 1921 akşamı büyük kısmıyla Sakarya'nın doğusuna çekilmişti. Ordumuzun çekilmesini zarurî kılan sebeplerinbaşlıcasına işaret edeyim :
İkinci İnönü Muharebesi'nden sonra genel seferberlik yapmış olanYunan ordusu, insan, tüfek, makineli tüfek ve top sayısı bakımından ordumuzdan önemli derecede üstündü. Temmuzda, Yunan ordusu taarruzageçtiği zaman millî hükûmetin durumu ve Millî Mücadele'nin gelişmesi,bizim genel seferberlik ilân ederek, milletin bütün kaynak ve imkânlarını,başka bir şey düşünmeden düşman karşısında toplamaya daha elverişlive yeterli görülmemişti. İki ordu arasındaki kuvvet, vasıta ve şartlar bakımından kendini gösteren nispetsizliğin elle tutulur başlıca sebebi budur.Bunun sonucu olarak, biz, daha tümenlerimizin taşıt araçlarını bile tamamlayamadığımızdan, bunların hareket güçleri yoktu. Yunan milletinin bütün kuwetiyle yaptığı bu taarruz karşısında, bizim askerlik bakımından asıl görevimiz, Millî Mücadele'nin başından beri yürütegeldiğimizgörev idi ki, o da, her Yunan taarruzu karşısında kaldıkça, bu taarruzudirenerek ve uygun hareketler yaparak durdurup etkisiz bırakmak ve yeniorduyu kurmak için zaman kazanmak şeklinde özetlenebilir. Son düşmantaarruzu karşısında da, bu aslî görevi gözden uzak tutmamak şarttı. Budüşünceyle, 18 Temmuz 1921 tarihinde, İsmet Paşa'nın Eskişehir'ingünebatısında, Karacahisar'da bulunan karargâhına giderek, durumuyakından inceledikten sonra, İsmet Paşa'ya genel olarak şu direktifivermiştim :"Orduyu, Eskişehir'in kuzey ve güneyinde topladıktan sonra,düşman ordusuyla aramızda büyük bir açıklık bırakmak gerekir ki, orduyu derleyip toparlamak ve güçlendirmek mümkün olabilsin. Bunun içinSakarya'nın doğusuna kadar çekilmek yerindedir. Düşman hiç durmadantakip ederse, hareket üssünden uzaklaşacak ve yeniden menzil hatları kurmaya mecbur olacak; herhalde bekleınediği birçok güçlüklerle karşılaşacak; buna karşılık bizim ordumuz toplu bulunacak ve daha elverişli şartlara sahip olacaktır. Bu şekildeki çekilişimizin en büyük sakıncası, Eskişehir gibi önemli yerlerimizi ve birçok topraklarımızı düşmana bırakmaktan dolayı kamuoyunda doğabilecek manevî sarsıntıdır. Fakat kısazamanda elde edebileceğimiz başarılı sonuçlarla, bu sakıncalar kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Askerliğin gereğini kararsızlığa düşmedenuygulayalım. Başka türden sakıncalara karşı koyabiliriz. " ORDUNUN BAŞINA GEÇMEMİ İSTEYENLER
Efendiler, gerçekten de tahmin ettiğim manevi sakıncalar hemen kendini gösterdi. İlk duyarlık Meclis'te belirdi. Özellikle muhalifler, kötüm'ser nutuklarla feryada başladılar : En sonunda, Mersin Milletvekili Salâhattin Bey, kürsüden benim adımı söyleyerek : "Ordunun başına geçsin!" dedi. Bu teklifekatılanlar çoğaLdı. Buna karşı olanlar da vardı. Efendiler, bu görüş ayrılıklarının sebepleri üzerinde biraz açıklamada bulunmak uygun olur. Bir defa, benim doğrudan doğruya ordununbaşına geçmem teklifinde bulunanların düşünce ve maksatlarını ikiyeayırmak mümkündür. Benim ve benimle birlikte birçoklarının o zamananladığımıza göre, birtakım kimseler, artık ordunun büsbütün yenildiğine,durumun iadesine imkân kalmadığına, bundan dolayı da dâvânın, güttüğümüz millî dâvânın kaybedildiği yargısına varmışlardı. Bu sebeplerleduydukları öfke ve hıncın acısını benden almak istiyorlardı. İstiyorlardıki, kendi zanlarına göre bozguna uğramış ve bozgunu devam edecek olanordunun başında benim de şahsiyetim bozguna uğrasın! Diğer birtakımkimseler, diyebilirim ki çoğunluk, bana karşı duydukları güven dolayısıyla, samimî olarak ordunun başına geçmemi arzu ediyorlardı.
Şimdilik komutanlığı fiilî olarak üzerime almamı sakıncalı görenlerin de düşüncesi şuydu :
Ordunun bundan sonraki herhangi bir savaşta başarı kazanamayıpyeniden geri çekilmesi, uzak bir ihtimal değildir. Bu durumlarda ben,fiilen ordunun başında bulunursam, genel kanaate göre son ümidin deyitirilmiş olduğu gibi bir inanç doğabilir. Oysa, genel durum, daha sontedbir, son çare ve son kuvvetlerin feda edilmesini gerektirecek bir nitelikte değildir. Bundan dolayı, kamuoyunda son ümidin korunabilmesiiçin benim askerî harekâtı şahsen yürütme zamanım gelmemiştir. BAŞKOMUTANLIĞI KABUL EDİYORUM
Ben, görüşmeler ve tartışmalarla ortaya çıkan bu görüşleri, gerektiği kadar gözönünde tutuyor ve inceliyordum. Son görüşü savunanlar, mantığa dayanan kuvvetli sebepler ileri sürüyorlardı. Samimiyetsiz isteklerde bulunanların yaygaraları, başkomutanlığı üzerime almamı içtenlikle teklif edenlerde, derin ve kaygı verici etkiler yapmaya başladı. Benim fiilen başkomutanlığı üzerime almam, bütün Meclis'te son çare ve son tedbir olarak görüldü. Meclis'in bu görüşü çabucak Meclis dışında da yayıldı. Benim ses çıkarmayışım ve komutayı fiilen üzerime almaya yanaşmayışım, adeta felâketin kesin ve yakın olacağı düşünce ve inancını yaygın bir duruma getirdi. Bunu anlar anlamaz derhal kürsüye çıktım.
Efendiler, bu anlattığım durum, 4 Ağustos 1921 günü bir gizli oturumda geçiyordu. Üyelerin bana karşı gösterdikleri yakınlık ve güvene teşekkür ettikten sonra, Başkanlık makamına şöyle bir önerge verdim :
Türkiye Büyük Millet Meclisi Yüce Başkanlığına
Meclisin pek sayın üyelerinin genel olarak beliren istek ve talepleri üzerine, Başkomutanlığı kabul ediyorum. Bu görevi şahsen üzerime almaktan doğacak yararları azamÎ çabuklukla elde edebilmek, ordunun maddî ve manevî gücünü en kısa zamanda artırıp en yüksek seviyeye çıkarmak, sevk ve idaresini bir kat daha kuvvetlendirmek için, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin sahip olduğu yetkileri, fiilen kullanmak şartıyla üzerime alıyorum. Ömrüm boyunca, millî hâkimiyetin en sadık bir kulu olduğumu millete bir defa daha gösterebilmek için, bu yetkinin üç ay gibi kısa bir süreyle sınırlandırılmasını ayrıca rica ederim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal BAŞKOMUTANLIĞIMA YAPILAN İTİRAZLAR
Efendiler, bu önergem, doğruluktan yanaymış gibi görünerek tekliflerde bulunanların gizli düşüncelerini açığa vurnıalarına yol açtı. Derhal itirazlar başladı. dediler. 0, Büyük Millet Meclisi'ninmanevî şahsiyeti içindedir. Başkomutan Vekili denilmelidir. İkinci olarak, "Meclis'in yetkilerini kullanmak gibi bir imtiyazın verilmesi asla söz konusu olamaz" düşüncesini ileri sürdüler. Ben, padişah ve halifeler tarafından verilegelmiş eski bir ünvanı takınamayacağımı; yerine getireceğim görev, fiilen başkomutanlık olduğuna göre, bu ünvanı olduğu gibi vermekten kaçınmanın yersizliğini ilerisürerek görüşümde direndim. Durum, Meclis'in değerlendirdiği ve belirttiği gibi olağanüstü olduğuna göre, benim de alacağım kararların ve yapacağım işlerin olağanüstü olması gerekeceğine şüphe yoktu. Düşünceve kararlarımı çabuk ve sert bir şekilde yürütmek ve uygulamak zarureti vardı. Hükûmetten ve Meclis'ten izin istemekle doğacak gecikmeleredurum elverişli olmayabilirdi. Bütün memleketi ve memleketin bütünkaynaklarımı ilgilendiren emir ve tebliğlerim için, her işin ilgili bakanından veya Bakanlar Kurulu'ndan olur ve izin almak, benim yapacağımBaşkomutanlıktan beklenen yararları sağlayamazdı. Onun için kayıtsız veşartsız emir verebilmeliydim. Bunun için de Büyük Millet Meclisi'ninyetkisi benim kişiliğimde belirmeliydi. Bunu, başarı için zarurî görüyordum. Onun için bu noktada ısrar ettim.
Salâhattin Bey, Hulûsi Bey gibibirtakımmilletvekilleri, Meclis'in, kendi yetkisini bir başkasına vermekle işleyemez duruma geleceğinden, milletten aldığı vekâleti başkasına devretme hakkı bulunmadığını ve aslında orduya komuta edecek bir kimseye Meclis'e aityetkilerin verilmesinin söz konusu olamayacağını, buna gerek de olmadığını belirttiler. Meclis'in yetkisini kullanabilecek bir kimseye, milletvekillerinin şahsen güvenemeyecekleri ihtimalinden söz edenler de oldu.
Ben bu düşüncelerin iıiçbirine karşı çıkmadım. Hepsini doğru bulduğumu belirttim. Meclis'in bu noktayı çok dikkatle ve önemle düşünüpincelemesini söyledim. Yalnız, şahıslarından korkanların, telâşlarına yerolmadığını söyledim. 4 Ağustosta bu konu bir karara bağlanamadı. Görüşme, 5 Ağustos 1921 günü de devam etti. Bugün bazı milletvekillerindeki karar sızlığın iki noktada toplandığı anlaşıldı. Birincisi : Meclis'invarlığının herhangi bir şekilde iş göremez duruma getirilmesi; ikincisi deüyelerden herhangi biri için keyfî ve kanunsuz işlem yapılması...
Bu şüphe ve kararsızlıkları giderecek şekilde konuştuktan ve açıkIamalar yaptıktan sonra, yapılacak kanuna da bu hususlarla ilgili bağlayıcı hükümler konmasının yerinde olduğunu belirttim ve vermiş olduğum önergeyi buna göre bazı maddeler haline getirerek bir tasarı şeklinde Meclis'e sundum. İşte bu tasarı maddeleri üzerinde yapılan görüşmeler sonunda, bana Başkomutanlık ünvanının verilmesiyle ilgili, 5 Ağustos192l tarihli kanun çıktı. Bu kanunun ikinci maddesine göre bana verilmişolan yetki şuydu : "Başkomutan, ordunun maddî ve manevî gücünü büyük ölçüde artırmak, sevk ve idaresini bir kat daha sağlamlaştırmak için Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bununla ilgili yetkisini Meclis adına fiilen kullanabilir."
Bu maddeye göre benim vereceğim emirler kanun olacaktı. Efendiler, bu ünvanın verilişinden dolayı, "Meclis'in bana karşı gösterdigi güvene layık oldugumu az zamanda ispatlamayı başaracağım"dedikten sonra, Meclis'ten bazı ricalarda bulundum : Örnek olarak, MillîSavunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı görevlerini yapmakta olan
Fevzi Paşa Hazretleri'nin alnız Genelkurmay ın işleri ileugraşabilmesi için, İçişleri Bakanlığı görevinde bulunan Refet Paşa'nın Milli Savunma Bakanlığı'na getirilmesi ve onun yerine bir başkasının seçilmesi gibi...
Özellikle, Meclis'in ve Bakanlar Kurulu'nun içeriye ve dışarıya karşısükûnet içinde ve çok güçlü bir durum ve göri.inüşte kalmasının önemliolduğunu, ufak tefek sebeplerle Bakanlar Kurulu'nu sarsmanın doğru olmadığını arz ettim. Kanun teklifi, o gi.in açık oturumda okundu. Öncelikle görüşüldü ve ad okunarak oylandı. Oy birliğiyle kabul edildi.
Bu münasebetle yaptığım kısa bir konuşmanın bir iki cümlesini,tekrar etmeme müsaade buyurmanızı rica ederim. O cümleler şunlardı : "Efendiler, zavallı ınilletimizi esir etmek isteyen düşmanları mutlaka yeneceğimize olan güven ve inancım bir dakika olsun sarsılmamıştır. Şu dakikada, bu kesin iııancımı yüksek hey'etinize karşı, bütün millete karşı bütüın dünyaya karşı ilân ederim." BAŞKOMUTANLIĞI FİİLİ OLARAK ÜZERİME ALDIM
Saygıdeğer Efendiler, Başkomutanlığı fiilî olarak üzerime aldıktan sonra birkaç gün Ankara'da çalıştım. Genelkurmay Başkarılığı'nın ve Millî Savunma Bakanlığı'nın bütünkadrosu ile Başkomutanlık karargâhını kurdum. Bu iki makamın ortakçalışmalarını Başkomutanlıkta uyumlu bir şekilde birleştirmek; bundanbaşka orduyu ilgilendiren ve Başkomutanlık yoluyla çözümü gerekenöteki bakanlıklara ait işleri yürütebilmek için de yanımda küçük bir bürokurdum.
Ankara'daki çalışmalarım, yalnız, ordunun insan ve taşıt araçlarıbakımından gücünün artırılması, yiyecek ve giyeceğinin sağlanıp düzenekonmasıyla ilgili tedbirler almak ve hazırlıklar yapmakla geçti.
Bu sözünü ettiğim hususları gerçekleştirmek için ikigün içinde, 7, 8 Ağustos 1921 tarihlerinde, Tekâlif-i Milliye Emri adıaltında yaptığım genel tebliğlerden her biri için kısaca bilgi vereyim. Birsavaşın kazanılmasında en küçük şeylerin bile dikkate alınması gerektiğini gösterebilmek için bunları bilginize sunmayı yararlı bulurum :
1 sayılı emrimle heT ilçede bir Tekâlif-i Milliye Komisyonu kurdurdum. Bu komisyonlarca toplanan malzemenin, ordunun çeşitlibölümlerine dağıtımı şeklini düzenledim.
2 sayılıp emrime göre, vatanın her ailesi birer kat çamaşır, birerçift çorap ve çarık hazırlayıp Tekâlif-i Milliye Komisyonu'na teslim edecekti.
3 sayılı emrimle, tüccarın ve halkın elinde bulunan çamaşırlıkbez, amerikan, patiska, pamuk, yıkanmış ve yıkanmamış yün ve tiftik,erkek elbisesi dikmeye yarayan her türlü kışlık ve yazlık kumaş, kalınbez, kösele, vaketa, taban astarlığı sarı ve siyah meşin, sahtiyan,dikilmiş ve dikilmemiş çarık, potin, demir kundura çivisi, tel çivi, kundura ve saraç ipliği, nallık demir ve yapılmış nal, mıh, yem torbası, yular,belleme, kolan, kaşağı, gebre, semer ve urgan stoklarından yüzde kırkına, bedeli sonradan ödenmek üzere el koydum.
4 sayılı emrimle, eldeki buğday, saman, un, arpa, fasulye, bulgur,nohut, mercimek, kasaplık hayvan, şeker, gaz, pirinç, sabun, yağ, tuz, zeytinyağı, çay, mum stoklarından yine yüzde kırkına, bedeli sonradan ödenmek üzere el koydum.
5 sayılı emrimle, ordu ihtiyacı için alınan taşıt araçları dışında,halkın elinde kalan taşıt araçlarıyla, yüz kilometrelik bir uzaklığa kadar,ayda bir defa olmak üzere, parasız askerî ulaşım yapılmasını mecburtuttum.
6 Sayılı emrimle, ordunun giyimine ve beslenmesine yarayan bütün sahipsiz mallara el koydum.
7 sayılı emrimle, halkın elinde bulunan savaşta işe yarar bütünsilâh ve cephânenin üç gün içinde teslimini istedim.
8 sayılı emirle, benzin, vakum, gres, makine, don, saatçi ve tabanyağları, vazelin, otomobil ve kamyon lâstiği, solisyon, buji, soğuk tutkal,Fransız tutkalı, telefon makinesi, kablo, pil, çıplak tel, yalıtkan maddelerve bunlar türünden malzeme ve asit sülfi,irik stoklarının yüzde kırkınael koydum.
9 sayılı emirle demirci, marangoz, dökümcü, tesviyeci, saraç, ;arabacı esnafları ve imalâthaneleriyle, bu esnaf ve imalâthanelerin iş çıkarabilme güçleri ve kasatura, kılıç, mızrak ve eyer yapabilecek ustalarınadlarıyla birlikte sayılarını ve durumlarını tespit ettirdim.
10 sayılı emirle, halkın elinde bulunan dört tekerlekli yaylı araba,dört tekerlekli at ve öküz arabalarıyla, kağnı arabalarının bütün takımve hayvanlarıyla birIikte binek ve topçeker hayvanlarının, katır ve yükhayvanlarının, deve ve eşek sayısının yüzde yirmisine el koydurdum.
Efendiler, emirlerimin ve tebliğlerimin yerine getirilmesi için kurduğum İstiklâl Mahkemeleri'ni Kastamonu, Samsun, Konya, Eskisehirbölgelerine gönderdim. Ankara'da da bir mahkeme bulundurdum. MİLLİ VERGİLER EMRİ
Ondan sonra Efendiler, 12 Ağustos 1921 günü, Ge nelkurmay Başkanı Fevzi Paşa Hazretleriy'lebirlikte Polatlı'ya cephe karargâhına gittim. Düşman ordusunun cephemize yüklenerek sol kanadımızdan kuşatacağı yargısına varmıştık. Bu görüşe dayanarak tam bir cesaretle gerekliıtedbirleri aldırdım ve yapılacak hazırlıkları yaptırdım. Olaylar görüşümüzü doğruladı. Düşman ordusu, 23 Ağustos 1921'de ciddî olarak cephemizodoğru ilerlemeye başladı ve taaruza geçti. Birçok kanlı, bunalımlı safhalarve dalgalar oldu. Düşman ordusunun üstün grupları, savunma hattımızınbirçok parçalarını kırdılar. Bu ilerleyen düşman birliklerinin karşısınakuvvetlerimizi yetiştirdik.
Meydan muharebesi yüz kilometrelik eephe üzerinde oluyordu. Solkanadımız, Ankara'nın elli kilometre güneyine kadar çekilmişti. Ordumuzun yönü batıya iken güneye döndü. Arkası Ankara'ya iken kuzeye çevrildi. Cephenin yönü değiştirilmiş oldu. Bunda hiçbir sakınca görmedik.Savunma hatlarımız kısım kısım kırılıyordu. Fakat kırılan her kısmınyerine en yakın bir yerde hemen yeni bir savunma hattı kuruluyordu. Savunma hattına çok ümit bağlamak ve onun kırılmasıyla, ordunun büyüklüğii ölçüsünde çok gerilere çekilmek gerektiği teorisini çürütmek içinmemleket savunmasını başka türlü ifade etmeyi ve bu ifademde direnerek şiddet göstermeyi yararlı ve etkili buldum. Dedim ki : CEPHE KARARGAHINA HARAEKET
Düşman ordusunun cephemize yüklenerek sol kanadımızdan kuşatacağı yargısına varmıştık. Bu görüşe dayanarak tam bir cesaretle gereklitedbirleri aldırdım yapılacak hazırlıkları yaptırdım. Olaylar görüşümüzü doğruladı. Düşman ordusu, 23 Ağustos 1921'de ciddî olarak cephemizedoğru ilerlemeye başladı ve taaruza geçti. Birçok kanlı, bunalımlı safhalarve dalgalar oldu. Düşman ordusunun üstün grupları, savunma hattımızınbirçok parçalarını kırdılar. Bu ilerleyen düşman birliklerinin karşısınakuvvetlerimizi yetiştirdik. Meydan muharebesi yüz kilometrelik cephe üzerinde oluyordu. Solkanadımız, Ankara'nın elli kilometre güneyine kadar çekilmişti. Ordumuzun yönü batıya iken güneye döndü. Arkası Ankara'ya iken kuzeye çevrildi. Cephenin yönü değiştirilmiş oldu. Bunda hiçbir sakınca görmedik.Savunma hatlarımız kısım kısım kırılıyordu. Fakat kırılan her kısmınyerine en yakın bir yerde hemen yeni bir savunma hattı kuruluyordu. Savunma hattına çok ümit bağlamak ve onun kırılmasıyla, ordunun büyüklüğü ölçüsünde çok gerilere çekilmek gerektiği teorisini çürütmek içinmemleket savunmasını başka türlü ifade etmeyi ve bu ifademde direnerek şiddet göstermeyi yararlı ve etkili buldum. Dedim ki : |