Tekil Mesaj gösterimi
Alt 11-10-2009, 20:17   #6
Strike EagLe
 
Strike EagLe - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

İZZET ALLAH
KATINDAN VERİLİR

Ahirete inanmayan ve tek hayatının dünya hayatı olduğunu zanneden insanların büyük bir kısmı, dünyada güç, kudret ve üstünlük bulmaya çalışırlar. Hayatları boyunca bunun hırsı ile çabalarlar. Kendileri için gücün, üstünlüğün ve onurlu olmanın ölçüleri ve değerleri vardır. Buna göre zengin olmak, yönetici olmak, sözü geçen olmak, ün sahibi olmak gerekir. Bunlardan birini kaybettiklerinde ise tüm itibarlarının, onur ve izzetlerinin yerle bir olduğunu düşünürler. Oysa bu çok büyük bir yanılgıdır ve Allah onların bu yanılgılarını Kuran'da şöyle açıklar:

Kendilerine güç (izzet) sağlasınlar diye, Allah'tan başka ilahlar edindiler. Hayır; (o yalancı ilahlar) onların tapınışlarını inkar edecekler ve onlara karşı çelişkiye düşecekler." (Meryem Suresi, 81-82)

Tek güç ve izzet sahibi olan Allah'tır ve Allah gücü ve izzeti dilediğine verir. Dolayısıyla, güç ve üstünlük sağlamak için Allah'tan istemek dışında sebepler ve aracılar arayanlar, bunları Allah'a ortak koşmuş olurlar. Çünkü ne malın, ne itibarın, ne de mevkinin insana güç sağlamaya yetecek bir iradesi yoktur. Ayrıca, Allah her insandan tüm bunları bir anda çekip alabilir. Örneğin en üst mevkideki bir insan bir anda mevkisiz, malsız ve itibarsız kalabilir. Çünkü herşeyin tek ve gerçek sahibi olan Allah'tır.
Allah, izzet ve onuru, Kendisi'ne dost olan, gönülden bağlı, Kuran'a uyan kullarına verir. Kuran'a uyan bir insan, hiçbir zaman kendisini ahirette Allah'ın karşısında küçük düşürecek, onu utandırıp, pişmanlığa sevk edecek bir ahlaka ve tavra yaklaşmaz. Hiçbir insandan korkup çekinmez, kimseye yaranmaz, kimsenin güç ya da zalimliğinden korkup çekinmez. Sadece Allah'ı razı etmek ister ve sadece Allah'tan korkup sakınır. Bu nedenle hiçbir zayıflığı, insanlar karşısında ezikliği yoktur. Mala, zenginliğe, makam ve mevkiye sahip olmasa dahi Allah onu Kendi Katından yardımıyla güç ve şeref sahibi yapar. Böyle bir insan aynı zamanda Kuran ahlakını yaşamanın ve imanın getirdiği üstünlüğü ve şerefi üzerinde taşır. Allah bunu bir ayetinde şöyle bildirir:

... Oysa izzet (güç, onur ve üstünlük) Allah'ın, O'nun Resûlü'nün ve mü'minlerindir... (Münafikun Suresi, 8)


DOĞRU YOLU BULMANIN
SIRLARI

Yeryüzündeki hemen her insanın kendisine göre doğru ve yanlışları bulunur. Her birinin doğrularını tespit etmedeki kaynağı ise farklıdır. Kimi okuduğu bir kitabı, kimi çevresinde gördüğü bir insanı, kimi bir politikacıyı, kimi ise bir felsefeciyi kendisine rehber edinir. Oysa en doğru ve insanı kurtuluşa kavuşturacak tek yol Allah'ın insanlar için belirlediği dindir. Ve bu yolda insanın tek hedefi Allah'ın hoşnutluğunu, rahmetini ve cennetini kazanmaktır. Diğer yollar, insanlara ne kadar süslü, çekici gibi görünse de, bu aldatıcıdır. Hepsi insanları dünyada ve ahirette sonsuza kadar devam edecek bir yıkıma, ümitsizliğe, mutsuzluğa ve acı bir azaba sürükler.
Kimlerin doğru yola iletildikleri ise Kuran'da bildirilen sırlardır. Bunlara uyanlar, Allah'ın doğru yoluna ileterek, cennetinde ağırladığı kullardır.

Kesin bilgi ile iman etmek
Herşeyden önce kişinin doğru yola iletilmesi için iman etmesi gerekir. Eğer bir insan göklerin yerin ve ikisi arasındakilerin tek sahibi ve yaratıcısının Allah olduğuna ve dünyada var olma amacının Allah'a kulluk etmek olduğuna iman edip, hayatı boyunca Allah'ın rızasını ararsa, Allah onu doğru yola iletir. Allah'a, ahirete ve Kuran'a imanın ise kesin bir iman olması gerekir. Bazı insanlar, her ne kadar iman ettiklerini söyleseler de, imanlarında şüphe veya zayıflık olabilmektedir. Böyle insanlar, inkarcılarla birlikte olduklarında onların etkisine girip din ahlakını yaşamakta kolaylıkla zayıflık gösterebilmekte, Allah'a ve dine karşı bir tutum sergileyebilmektedirler. Oysa, Allah'ın doğru yola ilettiği kullarının imanı kesin ve şüphesizdir:

(Bir de) Kendilerine ilim verilenlerin, bunun (Kur'an'ın) hiç tartışmasız Rablerinden olan bir gerçek olduğunu bilmeleri için; böylelikle ona iman etsinler ve kalpleri ona tatmin bulmuş olarak bağlansın. Şüphesiz Allah, iman edenleri dosdoğru yola yöneltir. (Hac Suresi, 54)

Tam bir teslimiyetle Allah'a yönelmek
İman edenlerin tam bir teslimiyetle Allah'a yönelmeleri, Allah'a kalpleri tatmin bulmuş olarak bağlanmaları da doğru yola iletilmenin sırrıdır. Allah'a iman eden ve ahiretten korkan bir müminin dünyaya yönelik bir hırsı yoktur. Tek amacı Allah'ı razı etmektir. Bu sebeple, bir mümin her tutum ve davranışında Allah'a yönelir, Allah'ın kendisini denediğini bilerek, her olayda Allah'ın kendisi için yazdığı kadere tabi olur. Allah Kendisi'ne teslim olanların doğru yola iletileceğini şu şekilde bildirmiştir:

Allah'ın ayetleri size okunuyorken ve O'nun elçisi içinizdeyken nasıl oluyor da inkar ediyorsunuz? Kim Allah'a sımsıkı tutunursa, artık elbette o, dosdoğru olan bir yola iletilmiştir. (Al-i İmran Suresi, 101)

O: "Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye dinden Nuh'a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya vasiyet ettiğimizi sizin için de teşri' etti (bir şeriat kıldı). Senin kendilerini çağırdığın şey, müşriklere ağır geldi. Allah, dilediğini buna seçer ve içten Kendisi'ne yöneleni hidayete erdirir. (Şura Suresi, 13)

Verilen öğütleri yerine getirmek
Allah'ın doğru yola iletilmek isteyen kullarına bir diğer emri ise şu şekildedir:

... Onlar, kendilerine verilen öğüdü yerine getirselerdi, bu şüphesiz onlar için hayırlı ve daha sağlam olurdu. Biz de onlara, o zaman yanımızdan büyük bir ecir verirdik. Ve onları mutlaka dosdoğru yola yöneltip-iletirdik. (Nisa Suresi, 66-68)

Allah'tan korkan müminler sürekli olarak hatalarından arınmak ve Allah'ın en çok razı olacağı ahlaka ulaşmak için çalışırlar. Ancak, elbette hatalardan hızla arınmak ve doğru yola iletilmek için kişinin tevazulu olması gerekir. Tevazulu ve arınmayı isteyen bir insan başta Allah'ın emirlerini tam olarak yerine getirir. Ayrıca salih müminler birbirlerinin velileridir. Birbirlerine iyiliği emreder, kötülükten men ederler. Bu sebeple, müminlerin birbirlerinin verdiği öğütlere karşı da tevazulu olması, bir hatayı mümin bir kardeşinin kendisine söylemesinin ahireti için büyük bir nimet olduğunu bilerek söz dinlemesi gerekir. Kendisine verilen öğütleri tutan bir insan hızla hatalarından arınacak ve Allah'ın ayette bildirdiği gibi, doğru yola ulaşacaktır. Allah, şeytana uymaktan kaçınan, kendisini Kuran'a ve güzel ahlaka çağıran kişilere tabi olan kullarına şöyle müjde vermektedir:

Tağuta kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a içten yönelenler ise; onlar için bir müjde vardır, öyleyse kullarıma müjde ver. Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar, temiz akıl sahipleridir. (Zümer Suresi, 17-18)


NEFİS İNSANA VARGÜCÜYLE
KÖTÜLÜĞÜ EMREDER

Hem her türlü kötülüğü hem de ondan sakınmayı bilen nefs insanın içindeki emredici güçtür. Yani bir insana bir eylemi yaptıran, bir kararı verdiren manevi güç nefistir. Allah, Kuran'da nefsin bu iki özelliğini şöyle bildirmiştir.

Nefse ve ona bir düzen içinde biçim verene; sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). Onu arındırıp temizleyen gerçekten felah bulmuştur." (Şems Suresi, 7-9)

Ayetlerde insanların ahlaksızlıklarından, yaptıkları kötülüklerden söz edilirken bu tavırlarının kaynağı olarak nefisleri gösterilmektedir. Nefs bu yönü ile insanın en büyük düşmanlarından birisidir. Nefs kibirli, cimri ve bencildir, sürekli olarak kendi heva ve hevesini, kendi gururunu tatmin etmek ister, kendi rahatını, kendi menfaatini, kendi hoşnutluğunu düşünür. İsteklerine her zaman meşru yollardan kavuşamayacağı için de insana vargücüyle kötülüğü emreder. Bu gerçek Kuran'da Hz. Yusuf'un sözleri ile şöyle açıklanır:

(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir. (Yusuf Suresi, 53)

Nefsin insana vargücüyle kötülüğü emrediyor olması Allah'tan korkan müminler için çok önemli bir sırdır. Bu, nefsin oyunlarının bir an bile bitmeyeceğini, sürekli olarak insana kötülüğü emrederek bütün gücüyle onu Allah'ın yolundan alıkoymaya çalışacağını gösterir. Bu sırra göre nefs hiçbir zaman susmayacak, her konuda kendini haklı görecek, bütün insanlardan daha çok sevecek, büyüklenecek kendini her türlü nimetin kendisinin olmasını isteyecek, rahatına düşkün olacak, kısaca Allah'ın beğendiği ahlakın tam tersini insana yaşatabilmek için her yolu uygulayacaktır.
Nitekim, inkar edenlerin, Kuran ahlakına uymayanların tavırları ve ahlakları tamamen nefisleri tarafından şekillenir. Onlar Allah'tan korkmadıkları için vicdanlarının emrettiğine uyacak iradeyi gösteremez, sadece nefislerinin emrettiklerine uyarlar. Din ahlakından uzak yaşayan toplumlarda yaşanan kavgaların, menfaat çatışmalarının, mutsuzlukların kökeninde herkesin nefsine uyarak sadece kendi menfaatini düşünmesi, gerçek sevgi, saygı, fedakarlık gibi insani özelliklerini tamamen kaybetmesi vardır.
Bu nedenle, Allah'ın bildirdiği bu sır çok önemlidir. Eğer insan bu sırrı unutmazsa nefsine karşı önlem alabilir. Ona göre bir ahlak ve tavır gösterebilir. Nefs tembelliği emrederse onu kat kat çalıştırarak, nefs bencilliği emrederse daha fedakar olarak, nefs cimriliği emrederse daha cömert olarak, nefsin emrettiği her türlü kötülükte aksi olan en iyi tavrı yerine getirerek onu eğitebilir. Allah, Şems Suresi'deki ayetlerde, nefse kötülüklerin yanı sıra bu kötülüklerden sakınmanın da ilham edildiği bildirilmiştir. Yani insanın nefsinde kötülükleri ve ahlaksızlıkları emreden, bunları kolay ve güzel gösteren bir sesin yanında, iyi ve güzel olanı seçmesini de emreden vicdanı vardır. Her insan içindeki bu sesleri bilir ve hangisinin iyi, hangisinin kötü olduğunu tanır. Ancak, sadece Allah'tan korkup sakınınlar vicdanlarına uyarlar.


İNSANLARA BOLLUK VE ZENGİNLİK
VERİLMESİNİN SIRLARI

Tüm evren, içindeki canlı ve cansız varlıkların tamamı ile birlikte Allah'a aittir. Ve Allah, sahip olduklarından dilediklerini dilediği insanların emrine verir. İnsanlara rızık veren, onları zenginleştiren, bol bol ürünler veren, nimetlendiren Allah'tır. Allah'ın ayetlerinde bildirdiği gibi, Allah dileği insana rızkını genişletip yayar, dilediğinin ise rızkını kısıp daraltır ve bunların hepsini hayırla ve bir hikmet üzerine diler. Rızkı bollaşan da, azalan da bunlarla denenmektedir. Allah'ın verdiği nimetlerle azıp şımarmayan, hepsi için Allah'a şükredici olanlar, ellerindeki nimetler alındığında ise, Allah'a tevekkül ederek, sabır gösterenler Allah'ın hoşnut olduğu kullardır. Kuran'da bildirilen Hz. Süleyman'ın sözleri, Allah'ın nimetlerinin insanlar için bir deneme olduğunu açıklamaktadır:

Kendi yanında kitaptan ilmi olan biri dedi ki: "Ben, (gözünü açıp kapamadan) onu sana getirebilirim." Derken (Süleyman) onu kendi yanında durur vaziyette görünce dedi ki: "Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti). Kim şükrederse, artık o kendisi için şükretmiştir, kim nankörlük ederse, gerçekten benim Rabbim Gani (hiçbir şeye ve kimseye ihtiyacı olmayan)dır, Kerim olandır." (Neml Suresi, 40)

Hz. Süleyman'ın Kuran'da haber verilen, "Bu Rabbimin fazlındandır, O'na şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti)" şeklindeki sözleri, nimetlerin insanlara veriliş nedenlerinden birini açıklamaktadır.
Allah, Kuran'da dünya hayatının süsü olarak tanımladığı malları, oğulları, eşleri, akrabaları, makamı, itibarı, zekayı, güzelliği, sağlığı, kar getiren ticareti, başarıyı kısacası her türlü nimeti insanı denemek için verir.

İnkarcılara bolluk verilmesinin sırları
Dünya üzerinde, Allah'a inanmadığı halde bolluk ve nimet içinde yaşayan, bereketli topraklar, sağlıklı çocuklar sahibi olan, uzun ömür sürmüş ve halen de sürmekte bulunan birçok insan vardır. Bu insanlar sahip olduklarıyla Allah'ı razı etmek yerine şımarmakta, bunlarla Rabbimiz'in rızasını aramak yerine, Allah'tan uzaklaşmaktadırlar. Her geçen gün küfürleri artan ve durmadan günah toplayan bu insanlar, sahip olduklarının kendileri için hayır olduğunu zannederler. Oysa Allah Kuran'da bu insanlara verdiği nimetlerin ve tanıdığı sürenin hikmetini ve sırlarını şu ayetlerle açıklamaktadır:

Onların malları ve evlatları seni imrendirmesin; Allah bunlarla, ancak onları dünyada azablandırmak ve canlarının onlar inkar içindeyken zorluk içinde çıkmasını istiyor. (Tevbe Suresi, 85)

O küfre sapanlar, kendilerine tanıdığımız süreyi sakın kendileri için hayırlı sanmasınlar, Biz onlara, ancak günahları daha da artsın diye süre vermekteyiz. Onlar için aşağılatıcı bir azab vardır. (Al-i İmran Suresi, 178)

Artık sen onları, belli bir süreye kadar kendi gafletleri içinde bırak. Onlar sanıyorlar mı ki, kendilerine verdiğimiz mal ve çocuklarla Biz onların hayırlarına koşuyoruz (veya yardım ediyoruz)? Hayır, onlar şuurunda değiller. (Mü'minun Suresi, 54-56)

Ayetlerde açıklandığı gibi söz konusu insanların sahip oldukları nimetler onlar için hayır değildir. Onlara tanınan süre günahlarının daha da artması içindir. Vakitleri dolduğunda ise ne malları, ne çocukları, ne makamları onları acı bir azaptan kurtaramaz. Nitekim, Allah Meryem Suresi'nde daha önceki insan nesillerinde de varlık ve bolluk içinde yaşayan, ancak bu nimetlerin kendilerini azaptan kurtaramadığı kavimlerin durumunu bildirmiştir:

Onlardan önce nice insan- nesillerini yıkıma uğrattık, onlar mal (giyim, kuşam ve tefriş) bakımından da, gösteriş bakımından da daha güzeldiler. (Meryem Suresi, 74)

Aynı ayetin devamında ise, bu insanlara süre tanınmasının sırrı şöyle açıklanmıştır:

De ki: "Kim sapıklık içindeyse, Rahman (olan Allah), ona süre tanıdıkça tanır; kendilerine va'dedileni -ya azabı veya kıyamet saatini- gördükleri zaman artık kimin yeri (makam, mevki) daha kötü, kimin askeri- gücü daha zayıfmış, öğreneceklerdir. (Meryem Suresi, 75)

Allah, sonsuz adaletli ve merhametlidir. Herşeyi bir hikmet ve hayır ile yaratır ve her insan yaptığının karşılığını eksiksiz olarak alır. Bunu bilen müminler, çevrelerinde gerçekleşen her olaya Allah'ın yarattığı hikmet ve hayrı görmek niyetiyle bakarlar. Aksi takdirde, insanlar gerçeklerden uzak, aldatıcı bir dünya yaşarlar.

ALLAH'IN İNKAR
EDENLERE HEMEN AZAP
VERMEMESİNİN SIRRI

İnsanların yaptıkları kötülüklerin karşılığını hemen almadıkları, her karşılığın belli bir vakte kadar ertelenmesi Kuran'da bildirilen sırlardan biridir. Allah bunu ayetlerinde şöyle bildirir:

Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azab ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir. (Fatır Suresi, 45)

Senin Rabbin rahmet sahibi (ve) bağışlayıcıdır. Eğer, kazandıklarından dolayı onları (azabla) yakalasaydı, şüphesiz onlara azabı (bir an önce) çabuklaştırırdı. Hayır, onlar için bir buluşma zamanı vardır, onun dışında asla başka bir sığınak bulamayacaklardır. (Kehf Suresi, 58)

Birçok insan yaptığı kötülüğün karşılığını hemen almayınca, kötülüklerin karşılıksız kalabileceğini zanneder. Hatta bu nedenden dolayı tevbe etmez, pişmanlık duymaz ve tavrını düzeltmez, karşılıksız kalacağını sandığı için azgınlığını daha da artırır. Akılsız olduğu için, bunun gelecek olan azabını daha da dayanılmaz yapacağını hesap edemez. Allah, bu konuda şöyle hükmetmektedir:

O küfre sapanlar, kendilerine tanıdığımız süreyi sakın kendileri için hayırlı sanmasınlar, Biz onlara, ancak günahları daha da artsın, diye süre vermekteyiz. Onlar için aşağılatıcı bir azab vardır. (Al-i İmran Suresi, 178)

Bu, Allah'ın insanları denemek için yarattığı bir ertelemedir. Oysa, her insanın yaptıklarının karşılığını alması için Allah Katında belirlenmiş bir süre vardır. O süre geldiğinde ne bir an öne alınır, ne bir an ertelenir. Allah, herkesin karşılığını mutlaka alacağını ayetlerinde şöyle açıklar:

Eğer Rabbinden geçmiş bir söz ve adı konulmuş (belirlenmiş) bir süre (ecel) olmasaydı, muhakkak (yıkım azabı) kaçınılmaz olurdu. (Taha Suresi, 129)

Onlara bir süre tanıyorum. Hiç şüphesiz Benim düzenim (cezalandırmam) sapasağlamdır. (Araf Suresi, 183)



SONUÇ


S amimi bir niyetle Kuran'ı okuyan, tüm yaşantısına, çevresinde meydana gelen olaylara Allah'a dost bir iman gözüyle bakan her insan, Kuran'da bildirilen sırları kendi hayatında görebilir. En küçüğünden en büyüğüne kadar hiçbir olay rastgele insanın karşısına çıkmaz; hiçbiri bir tesadüf eseri değildir. Her birinde Allah'ın yarattığı bir sır, bir hayır ve hikmet gizlidir. İnsan eğer samimi davranır ve hep Allah'a yönelirse bu sır ve hikmetleri görebilir.
Kuran'ın sırlarını kavrayan insanın Allah'a olan yakınlığı ve dostluğu daha da artar. Göklerin ve yerin yaratıcısı olan Allah'ı daha iyi tanıyabilir, O'nun gücünü, aklını ve ilmini daha iyi takdir edebilir. Allah'tan başka bir dost ve vekil olmadığını görür. Her an Allah'ın yarattığı bir hikmeti ve sırrı görmenin ve anlamanın heyecan ve neşesini yaşar. Allah böyle insanlara yaratışındaki sırları daha da açar. O insanın hayatı belki sıradan görünse bile, Allah aslında her an o kişi için bir olağanüstülük yaratır. Allah'ın hikmetlerini ve yaratışındaki sırları görmek isteyen, bu isteğinde samimi olan herkese Allah bunları gösterecektir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

Gerçek şu ki kulluk eden bir topluluk için bunda (Kur'an'da) 'açık bir mesaj' (veya gerçek bir çıkış yolu) vardır. (Enbiya Suresi, 106)
__________________

Türk gibi yaşar, gerekirse Türk gibi ölmesini bilirim
.

Ne bebek katilleri, ne yobazlar Ülkemi bölemeyecek.

Kan kırmızısı gökler, beni yakın sona doğru çekiyor.
Kanımın son damlasına kadar savaşmaya hazırım. Savaşarak batacağım.
Strike EagLe Ofline   Alıntı ile Cevapla