Üyelik tarihi: Mar 2006
Mesajlar: 17.217
Tecrübe Puanı: 38   | 1. Erken Ortaçag Romalilarin dini çok tanrili, ilkel bir dindi ve Romalilar, bir kimsenin birkaç dine birden girmesinde hiçbir sakinca görmüyorlardi. En önemli tanrilari, bir savas tanrisi olan Mars'ti; bir savas kazandiklarinda bu Tanri için törenler düzenlenir ve bütün Roma halki bu törenlere katilirdi.
Hiristiyanlik Ortadogu'da ortaya çikti ve kisa bir süre içinde, yerel dinler için büyük bir tehlike olusturmaya basladi; çünkü Hiristiyanlarin baska bir dine girmeleri yasakti ve bu yasak, Roma Imparatorlugu'nun birlik ve bütünlügünü bozuyordu. Iste bu nedenle Hiristiyanlik'i kabul edenler, önceleri tutuklandilar; büyük iskencelere ugradilar; ancak Hiristiyanlik, yüzlerce yildan beri ihmal edilmis olan yoksul kitleler arasinda süratle benimsendigi için yayilmasini sürdürdü.
Diger taraftan, Roma Imparatorluk'u, bir çöküs süreci içine girmis ve Kuzey'den gelen kavimlerin saldirilari sonucunda siyasî gücünü yitirmeye baslamisti. Yöneticiler, devleti kurtarmak için, bir süre sonra Hiristiyanlarla anlasmak mecburiyetinde kaldilar ve Imparator Konstantin, 312 yilinda Hiristiyanlik'i Roma'nin resmi dini olarak kabul etti. 326'da, Imparatorluk'un baskentini, Roma'dan Byzantion'a tasidi ve sonradan Konstantinopolis (Istanbul) adiyla taninan bu sehirde yeni bir medeniyet merkezinin temellerini atti.
Bu tarihten sonra, Yunan ve diger Ortadogu dinlerinin direnmesine ragmen, Kilise gittikçe genisledi ve güçlendi; ancak birtakim hizipler birligini ve bütünlügünü tehlikeye sokuyordu. Tevhid ve teslis inançlariyla ilgili olarak farkli görüsler ortaya çikti.
Isa'nin dogasina iliskin tartismalar zaman içinde daha da gelismis ve sonuçta birbirlerine karsit görüsler ortaya çikmistir. Hiristiyanlik bölünmeye basladi.
Büyük bir gelisme göstermis olan Hellenistik bilimi ve felsefesi karsisinda, kendi inançlarini savunmanin güç oldugunu gören Hiristiyan din adamlari, Yunan uygarliginin kalintilarini silmeye çalistilar. Hosgörüden yoksun Kilise Babalari, kendi alanlarinin disina çikarak, Hiristiyanlik adina bilim ve felsefeye saldirdilar ve din, bilim ve felsefe çatismalarina yol açtilar. Dogaya yönelik arastirmalarinda, akil ve bilimin rehberligi yerine Kutsal Kitab'in rehberligine sigindilar; meselâ Yunan astronomlarinin yüzyillar boyunca olusturduklari bilimsel bilgi birikimini bir yana iterek, Yeryüzü'nün bir tepsi gibi düz olduguna ve yarimküre veya çadir biçimindeki Evren ile çevrelendigine inanmaya basladilar.
Tedavi amaciyla hastaneler açmislar; ancak bilimsel tedavi unutulmus ve bunun yerini dinî tedavi almistir. Din adamlari, kutsal bir güce sahip olduklarini ve dua yoluyla hastalari iyilestirebileceklerini savunmuslardir.
Yeterince güçlendikten sonra, Yunan bilimini temsil eden kisilere ve kurumlara yöneldiler. Hypatya adli bir kadin matematikçiyi, Iskenderiye Kilisesi'nde öldürdüler (415) ve Iskenderiye Kütüphanesi'ni yaktilar. Daha sonraki yüzyilda ise Yunan bilim ve felsefesinin son isigi olan Akademi'yi kapattilar (529).
Bu dönemin bilim tarihi açisindan en önemli gelismeleri, üniversitelerin ve bilim ve felsefe ile yakindan ilgilenen tarikatlarin kurulmus olmasidir.
* Üniversitelerin Kurulusu
Dokuzuncu ve on ikinci yüzyillar arasinda yüksek egitim ve ögretim, katedral okullarinda yapiliyor ve papazlar tarafindan yürütülüyordu; Skolastik Düsünce bu okullarda üretilmis; on ikinci yüzyil sonlarinda üniversiteler ortaya çikincaya kadar bu okullar Bati'daki en önemli kültür merkezleri konumunda olmuslardir. Bilimsel konulara karsi entelektüel ilgi buralarda olusmus ve çeviri etkinligine bagli olarak gitgide gelismistir.
Eski bilgelige karsi duyulan saygi büyük bir sekilde artmistir; ancak, zamanla bu dinî egitim ve ögretim kurumlari eski önemlerini yitirdiler ve bunlarin yerine baska bir kurum ortaya çikti.
1000 yilinda, Italya'nin Bologna sehrinde, hukuk ögrenmek isteyen ögrenciler, kendilerine bir çesit ögrenci loncasi kurdular ve bu loncaya da Universitas adini verdiler; bir yüzyil sonra, Bologna Üniversitesi'ne tip ve felsefe fakülteleri de eklendi.
Bu üniversiteyi, Oxford, Cambridge, ve Paris Üniversiteleri izledi. Her üniversite, ilâhiyât, kilise hukuku, tip ve genel meslekler olmak üzere dört bölümden olusmus ve ögretim üyeleri yine din adamlari olmustur. Hemen tüm programlarda dersler iki ana guruba ayrilmistir: birinci grup Trivium (Üçlü) olarak adlandirilir ve gramer, retorik ve diyalektikten olusur; ikinci grup ise Quadrivium (Dörtlü) olarak isimlendirilir ve aritmetik, geometri, müzik ve astronomiden olusur. Daha sonra, bu bölümlere, felsefe ve mantigin yüksek kisimlari da ilave edilmistir.
* Fransisken ve Dominiken Tarikatlari
Bu dönemde, üniversitelerin yanisira, bilimin gelisimini büyük ölçüde etkilemis olan iki manastir düzeninin, yani tarikatin da ortaya çiktigi gözlenmektedir. 1209'da Fransisken Tarikati (Gri Kardesler), 1215'de ise Dominiken Tarikati (Siyah Kardesler) kurulmustur. Baslangiçta her iki tarikat da dinsel amaçlara sahiptir; ancak giderek birincisi bilime, ikincisi ise felsefeye yönelmistir.
Bilimin gelismesinde özellikle Fransiskenlerin büyük bir rolü olmustur. Bunlardan Robert Grosseteste ve John Peckham daha çok fizikle ilgilenmisler ve büyük Müslüman optikçisi Ibnü'l-Heysem'i izleyerek optik üzerine çesitli yazilar yazmislardir.
* On Ikinci Yüzyil Rönesans'inin Dogusu ve Etkileri
Sekizinci ve dokuzuncu yüzyillarda Müslümanlar, Yunanlilarin bilimsel bilgi birikimlerinin büyük bir bölümünü Arapça'ya aktarmislar ve yapmis olduklari çalismalarla bu birikime önemli katkilarda bulunmuslardir. Hiristiyanlar ise, uzun bir süreden beri içlerine kapanmislar ve Dünyevî sorunlarin çözümünde gelismemis ansiklopedik bilgilerle yetinmeyi yeterli görmüslerdir. Bu arada bazi çeviriler yapmislar, ama bunlar nicelik ve nitelik itibâriyle bir Hiristiyan Uyanisi'ni gerçeklestirebilecek düzeye ulasmamistir. Bilime ve dogaya yönelmeleri için uyarilmalari gerekmis ve bu uyarilma süreci ise çeviriler yoluyla baslamistir.
On birinci ve on ikinci yüzyil baslarinda özellikle bilim ve felsefeye olan ilgi yogunlastikça, geleneksel ögretinin yetersiz oldugu görüsü hâkim olmus ve bilim adamlari geçmisin mirasina ulasmak için harekete geçmislerdir. On ikinci yüzyil boyunca Arapça'dan Latince'ye yogun bir sekilde çeviriler yapmislar ve on üçüncü yüzyilda Islâm biliminin ve felsefesinin önemli bir bölümünü Latince'ye kazandirmislardir.
On ikinci ve on üçüncü yüzyillarda yapilmis olan bu çeviriler olmasaydi, Ortaçag zihniyeti asilamaz ve on yedinci yüzyildaki Bilim Devrimi gerçeklestirilemezdi. Ancak, bu çeviriler sonucunda aktarilan bilimsel bilgi birikimi o denli büyük olmustur ki ilkin özümsenmesi gerekmis ve bu özümseme islemi bütün on üçüncü ve on dördüncü yüzyillar boyunca sürmüstür.
Öyleyse, Müslümanlar yalnizca bilimsel düsünce gelenegini korumakla ve sürdürmekle kalmamislar, bu düsüncenin Avrupa'da yeniden canlanmasinda da etkin bir rol oynamislardir.
On ikinci yüzyil aslinda bir geçis çagidir ve bu çagda Akdeniz'i çevreleyen Islâm, Hiristiyan ve Yahudi Dünyalari önceki yüzyillara oranla çok daha siki bir bag kurmuslar ve birbirlerini karsilikli olarak etkilemislerdir; ancak bu dünyalar arasinda en belirleyici ve en etkin olani kuskusuz ki Islâm Dünyasi'dir; digerleri sürekli olarak onu sömürmeye ve ondaki bilgileri ve becerileri kendi bünyeleri içine alarak sindirmeye çalismislardir. Bu ugras o kadar canlidir ki bu nedenle bilim tarihçileri bir 12. Yüzyil Rönesans'indan söz ederler.
Öyleyse, bu dönemde büyük bir yeginlik ve yogunluk kazanan Bati Ortaçag Dünyasi'ndaki düsünsel ugrasinin en temel özelligi bilime katki degil, çeviriler yolu ile eski ve yeni kültürlerin aktarilmasidir. Bati kültürünü olusturan ilmî ve felsefî bilgiler, Batililarin yapmis olduklari arastirmalarin bir sonucu degil, Arapça'dan yapilan çevirilerin bir sonucudur.
__________________
Besiktas JK . |