Üyelik tarihi: Oct 2006
Mesajlar: 133
Tecrübe Puanı: 20  | İSYANIM ŞAFAKLARA
14/07/2005 Sevgiyi yudumlamak zor zanaattır. Tıpkı sevdayı yorumlamak gibi. Yudum yudum gırtlağından ciğerlerine dolan aşkın ağababasıdır oysa. Solumak için hep peşinden koştuğun.. Halbuki hep siyahını üstlenmişsindir, beyazını sevdiklerine veresin diye. Sevdan, taa derindedir. Sevgilin yaban ellere gitmiştir. Viyana kapılarını zorlarcasına gittikleri Avusturya'dan saz semaisi dinlenmekteydik nicedir. Özledim, göresim geldi.. Düştü aklıma, geçen senenin bu günleri. Ne de hummalı koşuşuyorlardı Fulya önünde.. Ne çok koşturup da, ne acele ediyorsunuz diye Akaretler'e asıvermişlerdi hemencecik.. Şimdilerde ise ağırdan alıyorsunuz, biraz acele edin demekteydiler otoriteler. Ahh, ahhh.. Şu bab-ı ali çapkınları işin ortasını bir türlü bulamadılar ya! Kampın, gazete sayfalarına yansıyan Sergen'in meşhur kilolarıydı. Lakin, camianın kafasındaki en büyük soru işareti ise Turca'nın Cola'larıydı. "Kalkıyor gemi" derdi rahmetli peder... Gözleri dalardı... Aynı şu andaki ben gibi.. Yürümekteyim ufuklara ve düşünmekteyim. 20 gün sonrasını, ligi yani... Halim nicedir. İsyanım şafaklaradır, hem de çırılçıplaklarına. Nedir bu pamuk tarlasındaki kola kırmızısı? Nerededir bu orta saha ve hanidir bu çerçeveci? Nasıl ki McDonalds'ın salt rengini siyah- beyaza çevirebildiler, formanın asil rengine hürmeten de ..... McDonalds zordu; hem kırmızı değişti, hem sarı... Bu daha kolay. Yap kırmızıyı siyah, hep beraber rahatlayalım. Dostlar, kalemim yettiğince bir şeyler anlatmaya çalışıyorum. Duymakta mısınızdır beni ve hissetmekte misinizdir ki beni? İyileri bir araya toplamaya çalışırken, bir iyi adam daha çarptı kapıyı, arkasına bakmadan.. Arkasında kalmadan arkaların, en önde giderekten... Durağan nehirlerin temiz yüzlü abidesi... Hoşçakal be 90 dakika...
-------------------------------------------------------------- Talihsiz çocuklar Evvel zaman olurlarında Spor Yazarları Kupası'nın telaşı yaşanırdı. Lig öncesi lig maratonuna terazi konurdu. Kefelerden hangisi ağır basardı? O tartışılırdı. Lige hangi takım daha hazır onun analizi yapılır adeta takımlar birbirine güç gösterisinde bulunurdu. Lakin çok sert geçen maçlar, dolayısıyla sakatlanan futbolcular nedeniyle bu maçlar angarya gelmeye başladı. Kulüpler riske girmemek adına sahaya yedek oyuncularla iner olunca da ipler iyice gerildi. Bunun üzerine TSYD bilet fiyatlarını da yüksek tutunca o gerilen ipler koptu. Ligin başlamasına bir hafta kala yapılan bu maçlar nedeniyle takımlar kamp yerlerinden vakitlice gelir, açılışlar izdihama dönüşürdü. Tıklım tıklım tribünler önünde oynanan o maç ve açılışların camları bardak oldu. Bu düşüncelerin ve mazinin depreşmesi Ostrava maçının boş tribünlerinden mütevellit. Gözlerimin önünden şerit gibi geçiverdi de mazim. Lig öncesi Spor Yazarları, lig ortasında Donanma Kupası, Deliler Kupası, lig sonunda Cumhurbaşkanlığı ve Türkiye Kupası. Baksanıza ne çok karşılaşırmışız bizim ezelilerle. Hepsinin maneviyatı aynı, hepsi ayrı ayrı değerleri ayrıcalıklı ne günler yaşadık. Zamanımızın talihsiz çocukları ve gençleri ise neredeyse derbi maçlarını göremeyecekler bile. Nerelerden nerelere!!! Aslında sahadaki hırsı, futbolcunun arzusunu, gurbetçinin boşvermişliğini yazacaktım. Futbolcu ayrımına girmeyecektim de "Youla çok iş yapar" diyecektim. "Takım gaza bastığında 5. vitese adam lazım. Görmüyor musunuz" diye seslenecektim. Ve "ille de bir golcü" diye yırtınacaktım.
---------------------------------------------------------- Uykudan Önce
22/07/2005 Göz kıyılarının kenarları büzüşmüştü. Elindeki kahve fincanını zor zaptediyordu. Belli ki sinir yapmıştı... Medeniyet çağının ukala camı karşısında okudukları gastritini azdırmıştı. Dünyanın dört bir yanından yazılan garip, belki doğru, belki saçma ama hep muhalefet bir sürü kelime yığınına kafası acaip takılmıştı. Oysa ne güzel, ne keyifli oturmuştu bilgisayarının karşısına. Güne Beşiktaş''ının haberleri ve yorumlarıyla başlayacaktı. Başladı da... Başlamaz olaydı. Bir tanesi Ailton''un 32 yaşında olduğunu, 2 sene sonra bunu satamayıp para kazanamayacaklarını irdeliyordu. Ötekisi sakat olduğunu, diğeri şişman olduğunu yazıyordu.. Başka bir forum kaptırmıştı kendini Fulya projesiyle. Doğru yazanlar da vardı ama "yıkıcı terminatör" edasında çekiştirenler de çoğunluktaydı. Aklına son mali kongrenin bazı kareleri düştü. Bu projeye ilişkin bir büyüğün sözleri hâlâ kulaklarındaydı. "60 milyon doları biz aramızda 5-6 kişiyle toplarız. 10 milyon dolar benden." Hatta bazı zenginler de başını olur gibisinden sallamış, salondan da alkış almışlardı. Bu haberleri yan masada şaşkınlık içinde oturan sekreterine print ettirmişti. Bir yanda çaresizlik içinde ödeme yapılmasını bekleyen çekler, öte yanda elindeki A4''ten pis pis sırıtan sanal alemin korkusuz silahşörleri... Elindeki kahve fincanını masaya koydu. Sekretere dışarıda beklemesini rica ederek klavyenin tuşlarına doğru taarrruza geçti. Koca okyanusta bir kibrit çöpü, gökde bir yıldız burcu da olsa, alsa da gençliğimi ben Beşiktaş''ımı seviyorum. Kimler gelmedi ki. Tüm gelenler bırakıp da gitmedi mi bizi. Çıplak ayaklarımızla yürümedik mi peşlerinden. Yöneticisi de, başkanı da, topçusu da çalmadı mı sevdalarımızı. Sizin elinizdeki internet bir oyuncak. Oyalanıyorsunuz. Oysa dışarda gürül gürül akan bir dünya var. Maalesef uyuyorsunuz...
-----------------------------------------------------------
İyot kokularında oturmuştum. Akıntıya karşı kuşanmanın anlamsızlığını düşünüyordum Yeniköy sahillerinde. İstinye'ye doğru koşuşan denizin dinginliği hayret alanımdaydı. Fırtına öncesi sessizlik bu demekti galiba. Bin yıllar öncesine ait bu düzenek her nüansı ayrı ayrı düşünülmüş, bin yıllar sonrasına ait bir makineydi sanki. Tabiat ana dedikleri bu kurgunun sert ve katı tek bir kuralı vardı. Bana asla karşı gelemezsiniz. Oysa yıkılmış devletlerin, yakılmış imparatorlukların tek suçu vardı. Kendilerini tabiat ana gibi zannetmek. Meçhul anaforların, dipsiz girdapların içinde kaybolan nice insanın tek handikapı kendini karşı konulmaz sanmasıydı. Tek başına hayata dikilmiş bir ağaç gibi tek ve hür yaşamaktı sevdalarımız ormanların kardeşliğinde. Kimseye ait olmadan. Tek başına göklerde uçan Kartal'ı kıskanmaktı hasretlerimiz, özgürlüklerin pençesinde. Kimseyi, bir kıl ucunu dahi incitmeden. Sevmenin, delice sevmenin hesabı gelmişti. Avucumda ne varsa ödemiştim hayata dair. Hem de üstü kalsın diyerek. Bahşişleri biriktirip zengin olanlar bile vardı. Cabalarını yazmıyorum. Her defasında çıplak gövdemizi siper ettik. Tek kullandığımız "Beşiktaş alın yazım" yazılı kalkanlarımızdı. Kahrettiğim, kahrolduğum gecelerin siyahındayım. Hüzün, makas almış yanağımdan. Ve o yanaktan iki damla da yaş süzülmekte. Üzülmekteyim yani. Radyoda bir sevda türküsü... Ve bitirirken ilk defa nasıl bitireceğim diye düşünmüyorum. Hatta önemsemiyorum bile. Neyse! Açmayalım okyanusun kapağını. Sadece... Beşiktaş'ı Beşiktaşlı gibi düşünün ve Beşiktaşlı gibi de yaşayın. Çünkü Beşiktaş, sadece Beşiktaşlılarındır
----------------------------------------------------- Aydınlıktayız
Yakamoz düşer ya suya gecenin bir vakti, hani ay hünerlerini gösterir... Sen keyif yaparsın karşısında, rakın ufak ufak içilir kadehinden... Hani tozlu topraklı yollardan geçersin de çalı çırpı batar ya ayaklarına. Düze çıkmaktır amacın da son tepeyi aşmak istersin her türlü. Bitmişsindir yorgunluktan ama son tepe de aradan çekildiğinde masmavi rengiyle denizle baş başa kalırsın ya.. Serin serin atarsın kollarına kendini... Hani İstanbul'a şöyle bir tepeden bakarsın ya.. Altınboynuz Haliç'i, Beykoz'dan tut da Üsküdar'a en rengarenk boğaz kıyılarını, ışıl ışıl o canım adaları görürsün. Çamlıca'nın tepesine kurulmuşsundur da, bir ince çayını yudumlarsın. Ve piyerloti sana karşı tepelerden yalnızca el sallar. Ve ben Pazar gecesi sırılsıklam gömleğim, yapış yapış pantalonumla bu zevklerin hepsini bir arada yaşadım. Hatta localarda oturanların bir fazlası bile vardı. Dünyanın en büyük korosunu dinleme hakkına sahiptiler çünkü. Yemyeşil sahada bir yakamoz gibi duran o pırıl pırıl, o çakmak çakmak ve boydan boya endamıyla parmak ısırtan şanlı Beşiktaş'ım. Kahrolası karanlıklar bitti.. Aydınlıktayız... Çatlamakta kıskançlıklar ve biz bütün hasretlerin kahrına yedi iklim hazır kıtayız... Artık keder yok kaderde... Hazin sonları Dolmabahçe'nin çöplüğüne fırlattık... Ve bugün Ankara gözükmekte ufukta. El sallayanları görüyorum piyerloti gibi, ellerinde mendil... Bir şey anlatmaktalar... Yolunuz açık olsun, uzak ara der gibi...
--------------------------------------------------------------
Sağlı sollu ataklar, şutlar, rakibe nefes aldırmadan ilk topa basmalar ve inanılmaz bir tempo. Amansız bir baskı kurulmuştu. Gökhan'ın sakatlanması Beşiktaş'ın iyice yükselttiği bu temponun düşmesine neden oldu. Diyarbakır kalecisi Murat'ın tek başına direnişi bana 1974 Dünya Kupası Almanya- Hollanda finalini hatırlattı. O maçta top kaleci Sepp Maier'in sırtına çarpmıştı, pazar günü de Murat'ın omuzuna.. Maier'in o günkü şanslı kurtarışları Almanlar'a kupa getirmişti.. Murat'ınkiler de Diyarbakır'a puan.. Ailton'un şutunda top "Kornere mi çıksam, gol mü olsam" diye 10 saniye düşündü.. Biz de tribünde 10 sene ihtiyarladık. Kleberson, öyle bir kafa attı ki topa, insan (!) yüzü suyu hürmetine içeri girer.. Ama yok.. Top gitti direğe kafa attı.. Bütün gazeteler Alex'in volesini rövaşata yapıp adeta fotoromanlamışlar.. Toroman'ın göğüs stopu ve volesinden bahseden yok. Sahaya şiş atılmış!!! Davulun sıkma çubuğu ne zamandan beri şiş sayılıyor? Bir yorumcu ahkam kesmiş. "Bu saha kapatılmalı ama F.Bahçe maçı var, kapatamazlar!" Kapatamazlar derken de gaz pedalını iyice körüklemiş. Aklı sıra federasyona yol gösterecek ya.. Biz de onlara ceza yönetmeliğinin 31'inci maddesini gösterelim. Beşiktaş taraftarına sataşmayı huy edinenler, maç kasetlerini lütfen bir daha seyretsinler. 95 dakika boyunca küfür edilmiş mi? Maçın bitişiyle birlikte Beşiktaşlı futbolcular tribünlere çağırılmış mı? Çağırınca da çılgınca alkışlamış mı? Ve alkışlayarak da soyunma odasına yollamış mı? Tribün terörü diye, olmayan bir şeyi canlandırmaya çalışanlar bir gün kendi kazdıkları kuyuya düşeceklerdir. Bizim iyi niyetimizin onda birini sizden rica ediyoruz. Lütfen elinizi vicdanınıza koyunuz.. Biz yoksa başka maçta mıydık!..
------------------------------------------------------------- Yeter artık Danimarka maçının ülke genelinde tansiyon yükseltmesi ve heyecan yaratması, aynı bağlamda gittikçe kızışan ligin yavaşlatma ibresi oldu. Lig maratoncuları mola alıp soluklandı. Gözler usta kramponların milli portrelerindeydi. Oynadığı ikinci yarı boyunca bulunduğu mevkiide adeta şahlanan ve inanılmaz orjinde bir gol atan Okan, Diyarbakır maçından sonraki olaylar nedeniyle ne yazık ki ceza kuruluyla karşı karşıya.. Performansının zirvesindeki bu adamdan Beşiktaş belli bir süre yararlanamayacak. Allah'tan kan değirmenlerinin gücü İNÖNÜ'ye yetmedi. Yoksa Beşiktaş camiası ondan da yararlanamayacaktı. Tümer'in oyuna hükmedişi ve attığı gol, önemi nedeniyle de yılın golüne aday.
Yoruma bak yoruma
Lakin spikerin gol tanımı ve methiyesi enteresan. Böylesine kritik maçta umutlar tükenmişken atılan gole yakıştırmaya bakın! Alex'vari.. Vay vay vay.. Popülizm kusursuz ama.. Yiyen var mı! Bir TV programında Mehmet Demirkol arkadaş kavlince eğlenirken Beşiktaş taraftarının kombine almamasını, nasıl olsa sahanın devamlı kapandığını söylemekte. Sırça saraylardan yapılan bu ve benzeri hükümlere dur deme zamanı gelmiştir. Yönetim, acilen medya takip ünitesi kurmalıdır. Asılsız sataşmalara, bilinçsiz önyargılara ivedilikle cevap vermelidir. Hatta Beşiktaş'ı maddi manevi zarara uğratacak her kelimeye dava açmalıdır. Şimdi kolay şöhret olmanın seranatını yapanlara bir soru soracağım; İyi düşünün, hatta taşının da! Ve bir kerede cevap verin.. Beşiktaş taraftarı geçen sene saha kapattıracak ne eylem yapmıştır? Biliyorsanız cevaplayın.. LÜFTEN! ------------------------------------------------------------ Ölü toprağı
21/09/2005 Kum gibi tane tane acıların ortasına düştüm. Hüzün acı acı bakmakta. Ve gözümü her kapatışta maçın bir karesi canlanıyor.. İblisin nöbet tuttuğu dakikalarda, Kleberson'un golüne melekler bile şapka çıkartıyordu. Lakin ölü toprağı serpilmişcesine bir havaya bürünen İnönü Stadı, bilmem kaçıncı maçında bize "game over" yapıyordu. Youla, yeni bir trendin öncülüğünü yaptı. Kırık burun modası.. Velhasıl bende uyandırdığı izlenim ise kırık hayal dünyası. Pancu'dan beklediğimiz rakibin belini kırmasıydı.. O gitti kendi belini sakatladı.. Ve.. Maçın tek otoritesi Fırat Bey'in ön plana çıkan Beşiktaşlılığı ve buna dayanan kampanyaları kaldıramaması, gene de onun iyi bir hakem olacağını gerçeğini değişteremez. Öyle değil mi F.Bahçe medyası! Ama Ailton'un bir serzenişine çıkan sarı kart, Anelka'nın düdükten sonraki vuruşlarına neden çıkmaz. Beşiktaş'ın verilmeyen, F.Bahçe'nin verilen penaltısı arasındaki fark, yalnızca renk ayrımı mıdır? Yoksa göremediğimiz 5 tane gizli nokta mı vardır.. Gizli noktaları bulanlara, F.Bahçe yönetimi ve PFDK şilt mi verecektir? Ya da bu olanlar kurulu bir düzeneğin altın kaplı dişlileri midir? Her zaman söylediğimiz gibi kazananın elini sıkmak isterdik.. Racondandır.. Lakin, golü atan Tuncay efendi sevinmek yerine saatlerce aynanın karşısında çalışılmış "sus" işareti yaptı ve yerlerde kıvrandı. Vizyondaki "fair-play!" filminin en iyi yardımcı oyuncu rolüne adayım, Tuncay Şanlı'dır.. Ve "7 dalda oynayan", pardon Oscar'a aday bu filmin yönetmeni ve başrol oyuncusu kim biliyor musunuz? Çoook tanıdık bir isim..
--------------------------------------------------------------- |