Tekil Mesaj gösterimi
Alt 09-12-2006, 01:58   #34
zibidikartal
 
zibidikartal - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Toslaşma

Vakti zamanında bir futbolcu yaşarmış... Boyu kısa, zaman-laması mükemmel. Topçuluğu da bayağı iyiymiş. Sessiz sedasız kişiliğinden dolayı basına da hiç malzeme vermezmiş. Lakin yedek kaldığında bilmem kaçıncı yeniçeri ayaklanamasının da başmimarı o olmuş... "Aheste çek kürekleri, mehtap uyanmasın" cümlesinin isim hakkı da, telif hakkı da ona aitmiş... Türlü entrikaların bir numaralı senaristi bu vatandaş, hala layık olduğu yerde değil maalesef! Neticesinde iki başkan ve onlarca yöneticinin ona diş geçirememesi hala konuşulmakta. Ve günümüz Beşiktaş'ında yukarıda bahsedilen nostaljinin bir benzeri yaşandığı söylenmekte. Gazeteler yazmakta. Dilden dile dolaşan rivayetler, dedikodular; çalkantılarla başımızı ağrıtmakta... Soru işaretlerinin bolluğundan hiçbir cümleye nokta koyamıyoruz. O yüzdendir ki, Beşiktaş yönetimi ivedilikle radikal kararlar almalıdır. Ve Başkan, yanındaki hiç kimsenin tesiri altında kalmadan salt düşüncesini uygulamaya koymalıdır. Hele hele sevdanın çamaşır iplerine asıldığı bir Ankara maçı sonrası. Kim, neyi ve nereyi karıştırıyorsa ve benim sevdamı çamaşır ipine asıyorsa, onun da asılacağı yer herhalde bizim evin duvarı olmamalıdır. Başımızdaki sorunların çokluğundan ulu orta toslaşmaları kaçırmışız... Biz kaçırıyoruz tamam... Çünkü yoldaydık... Peki, çok sevgili yorumcularımız da mı yoldaydı? Hayır... Onlar sırçasaraylarında üç maymunu oynamaktalar. Diyarbakır maçından 15 dakika sonra Okan'a kırmızı kart gösteren zihniyet, Samsun-G.Saray maçının devre arasında nerdeydi? Neden bu hiç irdelenmedi? Neden ceza söz konusu olmuyor? Aynı toslaşma Beşiktaş'ta olsa "her iki topçuya kaç maç ceza verelim" tartışması yaratılmamış mıydı? Efendim, bu toslaşmayı görmüyorsanız önünüzdeki adalet duvarına toslamaktan kaçamazsınız. Onun için hız yapmayın!
---------------------------------------------------------------
Boşuna!

Gerçek demokrasi hakkını alabilme gücünü göstermekle sağlanabilir. Alın terinin boşa akan kısmı, toplumlarda kaos yaratır. Ben şahsen federasyondan, özellikle de sayın Şekip Mosturoğlu'ndan; MHK'yi ve PFDK'yı kınama ve çekidüzen yazısı yazmasını beklerdim. Ve bu yüzden insanlar helal alın terine hasret kalıyor. Ara ki bulasın... Özgüç Türkalp'in cesaret edemediği ya da çalmadığı o biçare düdük, insanları infiale sürükleyecek kadar fütursuz bir alet... Ama Anelka'nın Maradona tandanslı "Tanrı'nın eli" ufak bir ayrıntıda gizli. Maradona, "Tanrı'nın eli" diyebilme cesaretini gösterdi... Ama Anelka "Şeytanın eliydi" diyebilme nezaketini bile maalesef gösteremedi.
Yazık!.. O zaman insanlar, hatta bütün dünya yönetimleri; milyonlarca doları genel müdürlüklere, yönetimlere, futbolculara ne diye veriyorlar? Ben Malmö'yü eledim diye niye seviniyorum? Tribündeki adam gırtlağı patlayana kadar niye bağırıyor? Neden ha, neden!.. İnsanlar, analarının ak sütü gibi helal alın terlerini çalma hakkını nasıl buluyorlar. Yok mu bu gidişe dur diyecek birisi. Benim içerlediğim en hüzünlü bölüm, 10 kişi kalmalarına rağmen 11 kişilik Brezilyayı ellerinden kaçıran 17 yaş altı delikanlıları... Maçtan sonra nasıl çökmüşlerdi... Emekleri, alın terleri, o çatal yürekleri bir anda tükenivermişti. Ve hüngür hüngür ağladılar... Ey, o çakmak çakmak gözlerden süzülen yaşlar... Ey, o açık alınlardan dökülen terler... Akmayın boşuna... Sizi kimse görmüyor ki!
-----------------------------------------------
Perşembenin gelişi çarşambadan belli olur mantığının en önemli kanıtı bugündür. Çarşamba Arnavutluk'u yen, perşembe Almanya kapılarını ardına kadar aç. Arnavutlar'ın Türkiye'de bir zarı meşhurdur bir de kaldırımı. Bir de kuşbaşı şeklinde kesilmiş ve kayık tabaklarda servis edilen meşhur Arnavut ciğeri. Anlayacağınız, iç içe geçmişizdir Arnavutlarla. Tavuklarımız birbirine karışmıştır yüzyıllar boyu. Ama bugün ciğer de istemiyoruz, tavuk da. Canımız ille de gol çekiyor. Türkiye gol gol gol. Tümer'in milli takım performansını Beşiktaş'ta attığı golün "nasıl sevinmez" iyle kıyaslayanlar bir noktayı gözden kaçırmaktalar. Tümer, yapmacık gol sevinçleri yapamaz. Karekteri buna müsait değildir. 3-1'de bile tur atlanmış bir Malmö'ye dördüncüyü atmak onun için yalnızca tabela değiştirmektir. Ama Danimarka ve Ukrayna'ya gol atmak istikbalini de, futbol kaderini de değiştirecektir. Öyle değil mi? Nuri Şahin diye bir delikanlı keşfettiler. 17'sinde bir gurbetçi. Almanlardan önce davranıp Türk Milli Takımı'na almaları helalliklerini de ikiye katladı. Kimin emeği geçtiyse sağolsun, varolsun. Lakin, çocuğu bu kadar pohpohlamaları ve janjanlı manşetlere taşımaları o yaşta insana büyük zararlar verebilir. Çocuk bu kadar övgüyü kaldıramazsa, bir anda kaybolur gider. Ve siz abiler, bir cevher buldunuz.. İyi, güzel... Kaybetme hakkınız var mı? Teşekkürler!
------------------------------------------------------------
3-5-8

Başım yastığa düştüğünde geceyi azad eden yüreğime bir acı saplandı. Gözlerimdeki sancı düşlerime engel oluyordu. Ve ruhumu İnönü'de bırakmıştım. Sahadaki basiretsizliği ve vurdumduymazlığı anlatmak bir tribün adamı ve toplum insanı olarak bana düşmez. Teknik analizleri, abuk sabuk tandemleri, 4-4-2'leri, 3-5-2'leri kan değirmenlerine bırakıyorum. Siz sistemlerinizle bol bol sevişin. Ama "Ben sistem mistem anlamam. Bu Beşiktaş, bu Kayseri'yi yenmeli. Yenemiyorsa da bu diyardan gitmeli'' mantığında olanlara ne diyeceksiniz. 3-5-8 oynasınlar mı? Beşiktaş tribünleri neden kılıçları çekti? Agresif ve depresif olma hali neden hep Beşiktaş'la anılır oldu? Arz edeyim efendim. Bizanslar'dan bu yana hakemlere olan güvensizlik, taraftarı dipsiz kuyulara itti. Paranoya gezme hali, federasyona karşı bir travma yarattı. Kapitalizm patronlarıyla kol kola yürünmesi, halkın ta kendisi olan Beşiktaş tribünlerini de bu kurumdan soğuttu. Hemen her dakika dış mihraplarla uğraşan taraftar, futbolcusuna da aynı duyguları taşımaya başladı. Aşırı güvensizlik! Forma aşkına bu kadar önem veren Beşiktaş tribünlerini anlayamadılar. Zannettiler ki dünya paranın etrafından dönüyor. Oysa ter ile ıslatılmış Beşiktaş forması, en değerli mücevherattır. Bunu bilemediler. Beşiktaş taraftarı, pazar gecesi futbolcusunu öldürdü mü, öldürmeye teşebbüs mü etti, bilmem. Ama birçoğunu yaşarken ölü olma halinden kurtardığı kesin. Ve Rıza hoca. Geldiğinde bugünleri yaşayacağını sana söylemiştim. Bu düzene bizim gibi sen de yenik düştün. Gözünü kan bürümüş canavarlara karşı seni koruyamadık. Sistem bir kurban daha istedi. Direnemedik... Rıza efendi flamasının yapmacık sevda tepkilerine kanmış mıydın yoksa? Rastgele Rıza kaptan!
---------------------------------------------------------------
Xibalba

Darağacındaki delikanlı göz kırpıyordu çapkınca. Boynunda ilmik, dudağında tebessüm. Ve yüreğinde binlerce coşkuyla... Çekemeyenler bizi astığında biz şarkılar söyleriz. Çünkü çocuklarımıza sözümüz var, doğacak güneşi bekleriz. Beşiktaş taraftarının kalıtsal özelliklerindendir güçlü ötede dururken haklının koluna girmek. Kayseri ve Bolton maçlarının derin analizlerinde hoca ve futbolcu girdapları gözümüze ilişti. Karnı ağrıyan çocuklardan tutun da raftan ayağına sünger düşmüşlerine kadar. Hatta kıl dönmesinden ameliyat olanlar bile çıkabilir!!! Kalın bağırsakta bir gaz birikmişti ki sormayın. Yanlış stratejilerin çıkmaz sokağındaydık. Ve Beşiktaş taraftarı bir duruş sergiledi. Takımını çılgınca desteklerken futbolcusunu da azarladı. Bu azarlamadan da 8 futbolcu sakatlandı!!! Türlü kültürlerden, çeşitli yörelerden bir sürü insan bilene bilmeyene futbolcuları da etkileyerekten kapalı tribün pozitif baskısını darağacağına astılar. O tribünü nefret ve kin dolu topluluk ilan ettiler. (Bkz. Atilla Gökçe'nin yazısı) Sokak dediler, cadde dediler. Futbolcular negatif etkileniyormuş, maç boyunca protesto etmişiz. Öyle buyurdular. Senelerce Beşiktaş'ı yıkmak için taraftarıyla uğraşıp durdular. Sonunda camianın şah damarını buldular. 'Kesin, kurtulalım' dediler. Mayalar'ın kutsal kitabı Popol Vuh'ta anlatılır. Yeraltı tanrıları, kahraman ikizleri yine yeraltına Xibalba'ya maça davet eder. Bu defa ikizler maçı kazanır. Daha önceki maçı kaybetmiş olan baba ve amcaların bedeni de biri ay, diğeri güneş olarak gökyüzünde yerlerini alır. İşte tüm Mezoamerika'da hayat bu maçın kazanılmasıyla başlar. Ölümün krallığı yani yer altı dünyası yenilmiş, hayat ve ışık kazanmıştı. Yani ölüme meydan okumanın tebessümüdür darağacındaki delikanlının dudakları.
------------------------------------------------------------------
Mübarek Kadir Gecesi yağan yağmurun gazabı mıdır, tribünde ıslanan insanın cefa dolu azabı mıdır bilmem. Lakin bildiğim şudur ki, Şahsım, Sayın Demirören'in yerinde olsa Cem Papila'ya dava açardı!.. Cumartesi gecesi verdiği eyyam penaltısı, pazar günü Beşiktaş maçına gelecek en az 5 bin kişiyi küstürdü. 5 bin çarpı ortalama 25 milyonu siz hesaplayın. Ve o hesabı Cem Papila'dan isteyin. "Papilizmin'' mimarı bu vatandaşın vermesi gereken onca hesap varken "Store''daki hesaplarla uğraşmak biraz komik kaçmıyor mu Atıf abi?


Platonik olduğuna inanılan bir aşkın ürkek basamaklarıydı pazar gecesi yaşananlar. Futbolcuya taviz vermeden yalnızca takımı destekleyen bir koro vardı tribünde. Ne yaptığını bilen, aklıselim. Çılgın gibi yağan yağmurla çılgınlar gibi seviştik. O ne muhteşem düetti öyle... Beşiktaş taraftarı kimseden "İcazet'' almadan karşılıksız aşk yaşadığını ima etmeye çalışmıştır o kadar. Siz yoksa tribünde "İstifa'' sesleri mi bekliyordunuz sayın Tükenmez?

D.Bakırlı futbolcular, Beşiktaş'la oynadıkları maçta hatalı taç kararından 2 pozisyon sonra gol yediler diye maçtan sonra hakemi dövmedikleri kalmıştı. Hatta Okan'a yumruk bile attılar. O da 2 maç ceza aldı, o ayrı! Benim takıldığım, cumartesi gecesi çalınan o eyyam penaltısına hiçbir Antepli'nin itiraz dahi etmemesiydi. (Lazarov hariç) Utanmasalar, formaları maç bitmeden değiştireceklerdi. Öyle değil mi sayın spor kamuoyu?

Bakın ne çok şey varmış konuşacak! Öyle değil mi sayın CAMİAM...
------------------------------------------------------------
Yüksek gerilim

Sona kalmanın vehametini, sona korumasız gelmenin esaretini ama sonu ülkemizde yapabilmenin cesaretini yaşıyoruz. Halkımıza son yıllarda hediye edilebilecek en güzel finalin ev sahibi konumundayız. Yürekle, bilekle, cesaretle ama hepsinden öte beynimizi çalıştıraraktan sonuca gidilecek bir 90 dakikanın sabahındayız. Gerek ekonomik, gerek politik alanlarda gitar teri gibi gerilmiş halkımızı bu sefer de milli maç vesilesiyle germek, akşam oynanacak maçın göbek adını oluşturdu. Yüksek gerilim! Maçlardan önce ısınmak amaçlı gerilmek iyidir de, psikolojik amaçlı olan gerilmek ise biraz üç boyutludur gibime geliyor. Bilinçsiz ve kontrolsuz güçlerin güçsüzlüğünü reklam filmlerinden bile beynimize kazıdık. Kontrolsüz güç, güç değildir!! Öyleyse; galeyana, gerilmeye, nasihate değil, Sabıra, rahatlamaya, yüreğe ihtiyacımız var! Sevgiye, kol kola girip dostça yürümeye ve sadece iki gol atmaya mecburuz. (Maç uzasın yeter) Avuçlarımız çatlayıncaya kadar alkışlayacağımız bir kadro umut etmek, bir Türk insanı olarak en birinci hakkımız! O yüzden, Adam ayırt etmeden, 70 milyonun beklentilerini bilerekten, kor ateşler üzerinde, hem de ayaklarınız yanaraktan yürümelisiniz. Yürüyelim arkadaşlar!
----------------------------------------------------------------
İnsaf Be!

Basketbol maçının hırslı, büyülü, bir o kadar zevkli atmosferinden çıkıp İnönü'nün ne yaptığını bilmez topçu kalabalığının ortasına düştük. Elindeki çayla sevgilisine sarılanlar vardı. Salonun bir köşesinde mayışmışlardı sanki. Onlar bile çıktı ribaunt aldı, yeri geldi tam saha pres yaptı. Sırf sahadaki hırsa, Sırf formanın kutsallığına, Sırf oyuncunun taraftarına gösterdiği saygıya, Sevgilisinin elini bırakıp Beşiktaşının elinden tuttu. Saygıya sevgiyle cevap verdi. Aynı taraftar, salondan terle ıslanmış kazaklarla çıkarak binbir trafik işkencesi çekerek stada koştu. Zor günler geçiren Beşiktaşının yanında olabilmekti amacı. Ama malesef karşılıksız aşk yaşıyordu. Gol gol gol diye sesleniyordu biricik aşkına, aşkı evde kimse yok yok yok diye omuz silkiyordu. Yokların içerisinde varolabilmenin haklı gururunu yaşarken böyle aşka da, onun ızdırabına da isyan etti. Ve tam 2 senedir seyrettiği bu kahır filminin kasedini kırdı, attı. Bir gece evvel de Real Madrid-Barcelona maçını seyretmiştik. Her iki yarının başında sahaya girenleri, çırılçıplak protestoscuları, şefer tribününde yumruklaşmaları seyrettik. Barcelona'nın üçüncü golünden sonra Madrid seyircisinin alkış karelerini gördük televizyonda. Neyi alkışlıyorlardı kimbilir? Ronaldinho'nun sambasını mı, kendi takımının kötü oyununu mu, yoksa o kadar lig bir o kadar Avrupa şampiyonusun, bir kere de yenil canım (!) lüksünü mü? Allah'tan o maçı seyretmişim. Yoksa Şansal beyin Beşiktaş taraftarını itham ederek, Antep maçına ithafen 80 bin kişinin alkış sahnelerini göstererek "Onlar da yenildi. Ama bakın nasıl alkışlıyorlar" cümlelerine inanacaktım. Duyan da zannedecek ki Beşiktaş taraftarı, her yenilgiden sonra protesto yapıyor. (Son 15 senede iki yönetime, iki topçulara) İnsaf be! Bağrımıza basa basa bağrımız kanıyor.
-------------------------------------------------------------------
Kıskanmayın

Kafalarında kimbilir ne düşüncelerle gitmişlerdi Sivas'a. Terketmek mi kolaydı, kalıp savaşmak mı zordu? Taraftar mı haklıydı, yoksa kendileri hatalı mıydı! Yoksa Konfüçyüs'ün dediği gibi kuyu derin değildi de ip mi kısaydı? Ve her şey Ailton atılıncaya kadar devam etti. Biri boşluk, biri kuyu, biri derin, biri kısa. Fetişist hareket lideri Ailton, önce Fevzi'nin ayağına, sonra da Cem Karaca'nınkine basarak ben "ayak" muhabbetinden hoşlanıyorum mesajı verdi. Ailton atılmayı hak etmişti ve atıldı. Futbolcular 10 kişi kalmanın hazin sonunu düşünerek ve geçen seneki 10 kişilik maçları hatırlayarak Sivas'ı yendi. Demek ki isteyince oluyormuş! Ne ilk dakikada yenen o şanssız gol, ne Ailton'un kırmızı kart görmesi, ne Sivas'ın (askerliği orada yapanlar iyi bilir) bıçak gibi kesen soğuğu, ne Koray'ın boşa atılması, ne de geçen haftanın demoralize hali futbolcuları yıldırmamıştı. Neydi bu özel olma hali? Tigana'nın özel harekatı mı, yoksa biz böyle iyiyiz (!) psikolojisi mi? Ağlayan simsiyah gecelerin rakı kadehine vuran bembeyaz yakamozlarıydık. Her kulaç atışta uzaklaşan sevgilinin dudaklarını özledik. Her seferinde çok sevmenin ağır bedelini de ayrıca ödedik. Ama bırakın da bari hayallerimiz bize kalsın. Sırça saraylarda oturup, kamera karşısında reyting kurnazlıkları yapan televizyoncu abilerimiz; Bari hayallerimizi kıskanmayın
--------------------------------------------------------------------
İftira kavşağı!

Derisi kara bir adam geçti İstanbul'dan... Yüreği yaralı, ayakları yalın ve Beşiktaşlı. Attığı goller için değil, verdigi felsefe için teşekkürü hak etti. Sen, yaşattıklarınla hafızamızda kal, ondan kötüsünü zaten hazmedemeyiz. Onun için hep kalbimizdesin be gözü kara adam. Bir Metin Tokat geçti Kadıköy'den... Futbolun adaleti durağın sonuna geldi dediğimizde, üfleyemediğini düdükle. Sahanın en belirgin "sabit ayak" kuralını ihlal eden Appiah'ı yalnızca seyrettiği, gözlerle. O Metin Tokat, Sergen'in kırmızı topa vurduğu frikikte de "Van"dan geçmemiş miydi! Bir eyyam kokusu geçti burnumun hemen İzmir'inden... Her atılan kibrit çöpünü, her raftan düşen süngeri; ikiz kulelerin bombalanmasıyla eş tutan ve bunları Beşiktaş tribünlerine mal eden ama Karşıyaka basket maçında bombalanan yürekleri görmezden gelen bir medya eyyamı. Herkesin canı sağolsun. Bir Mali'li geçiyor yüreğimin orta yerinden... Geçidi Zigana olanı, hocanın Tigana olanı dedirten. Her hafta 9 eksik yetmiyormuş gibi bir de sahada eksilenlerle uğraşan. Manisa maçının devre arasında kendisine yapılan sevgi tezahüratını, "Ben daha bunları hak etmedim" diyerek duymazdan gelen. "Bienvenue" be ezgin adam! Ve önümden gülyüzlü bahtiyar geçiyor... Dar edilmiş mavi gökyüzüne inat, çatlamış saza, uzamış sakala ve ölüm ilanlarına inat bir yakışıklı. Ezgin adımların iftira kavşağındaydık. Her kesilen koyunun kasabını, biz bildiler. Mezbahaya adım bile atmadılar. Ve gözümün önünden geçen gençliğim el sallıyor. Kah gülerek, kah yanarak... Millet, bırakın beyaz peyniri, lahanayı; ithirasını bile "Çarşı"ya çıkıp alıyor...
zibidikartal Ofline   Alıntı ile Cevapla