Tekil Mesaj gösterimi
Alt 09-12-2006, 02:07   #36
zibidikartal
 
zibidikartal - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Yeter

Kaz dağlarının virajlı hallerindeydik. Ağır ağır dönen yılanımsı kıvrımlar uykumuzu getirmişti. Tepemize çöken güneşin gözkapaklarımıza uyguladığı zülum, tartışmasız bir işkenceydi. Bu baskıya dayanamadık. Ve uyuduk.. Lakin hayallerimiz başkaydı bizim. Yarı yarıya bölünmüş statların, eşit parçalanmış hasretlerin ve yürek yüreğe çarpışmaların yangınlarıydaydık... Kora kor kramponların öksük evlat gibi dolaşmayacağı özlemlerdeydik.. Fair-Play'i, beyinlerinde tilki, dudaklarında güvercinle ortaya koyanların çiyan dolu tuzaklarına tok karınlarındaydık. 50 bin kişinin birbirine girmesini bekleyip, bundan çıkacak çuval çuval malzemenin el oğuşturmasını yapanlar, sadece avuçlarını yalayabildiler. İstanbul'dan İzmir'e göç ederek, uzatmalarda stadı adeta esir alarak, ciğerleri patlayana dek bağırarak, futbolculara adeta ruh veren Beşiktaş taraftarına, Konfüçyüs'ün bir borcu olduğunu düşünüyorum. Felsefesi, test edilip onaylanmıştır. Daha demincek, 1 hafta da geçse demincek kazandığımız kupanın sevincini doyasıya yaşamanın şeref turlarını atıyorduk. Ama ne yazık ki, şaşalı dönemlerimizde kazanılan şampiyonluklar sonrası atılmayan turlar için feryat figan edenler, "Bir turu bile bize çok görüyorlar" diyenler, şimdi tam aksine; "Bir kupa alındı diye tur mu atılır" buyuruyorlar.

Federasyona başvurun
Efendiler... Siz ille de muhalefet yapacağım diyorsanız, seyircisiz oynanan Fenerbahçe- Erciyes maçının stat etrafına doluşan kalabalık hakkında federasyona başvuruda bulununuz. Çünkü, 4 sezon önce seyircisiz oynanan Beşiktaş-Bursa maçında biz de aynı duygularla stat etrafında toplanmıştık. Hani kapalıya "Ruhumuz Yeter" flaması açılmıştı ya, işte o maç. Beleştepe'ye süzülüp, kapalıyı karşımıza almıştık. Gözlerimiz dolu dolu "Siyaaah" demiştik. Demez olaydık!!!
------------------------------------------------------------
Beşiktaşlı 'Baba'

Girilmez yazılı tabelanın tam altındaydı. Ameliyathane-nin o çirkin yüzlü kapısı o ana kadar ona hiç bu kadar soysuz gelmemişti. Başını iki küçük elinin arasına almış, oracığa çömelivermişti. Gözlerinden akan yaşlar Kızılırmak'ın deli suları gibiydi. Varsın aksındı. Hatta hiç durmasındı. Ama doktor amca müjdeli haberi bir an evvel versindi. "Baban kurtuldu" desindi. 11 yaşındaki o gencecik yüreği şimdi bir ayrı çarpıyordu. Çaresizlik durağında beklemek onu bir hayli yıpratmıştı. Şöyle bir ayağa kalkar oldu. Acıktığını hissetmişti. Ellerine baktı... Kan içindeydi. Üzerinde babasının ona 100. yılda aldığı nostalji formalarından vardı. O günü hiç unutamıyordu. Babası iş çıkışı "store"a uğramış, akşam yemeğinde ona sürpriz yapmıştı. Heyecandan sabaha kadar formayla dolaşmış, hiç uyumamıştı. Ya şimdi! Babası azraille çatışıyordu. Üstündeki formanın armasını öptü, gözlerini kapadı, ağzından iki üç kelime döküldü: "Seninle ağladık, senle güldük biz..." Sonra bir duygu sağanağı patladı. Bir türlü gözlerine dolan yaşlara hakim olamıyordu. Formasının alt kısmıyla gözlerini sildi. "Ne vardı sanki balkona çıkacak" diye kendi kendine hayıflandı. Fenerbahçe maçının atmosferinden etkilenmişti babası... Konya maçından sonra eve geldiğinde şampiyon oldukları sene diktirdiği bayrağı sandıktan çıkarmış, bir güzel ütülemişti. Bayrağı caddeye asacaktı. Ama ip eksikti. Onu da ertesi gün işten gelirken alacaktı. Bu işleri iyi biliyordu. 1982 şampiyonluğunda İstanbul'u bayrak delisi yapmışlardı. Antrenmanlıydı. İpi alıp geldiğinde bir yandan çocuğu ile konuşuyor, maaşını aldığında 1 numaralı Pancu formasını alacağını taahhüt ediyordu. İşte o anda balkonun en bakımsız ve çürük yeri çökmüştü. Babası gözü önünde Beşiktaş bayrağıyla aşağı düşüyordu. Bayrağın balkon demirlerine takılması düşüş hızını kesmişti. Hastaneye nasıl gelmişlerdi hatırlamıyordu. Birden irkildi. Babası hâlâ çatışıyor muydu azraille? Doktor hâlâ neden "müjde" dememişti? Babası da annesi gibi onu terk mi edecekti? Hüzünler hiç bitmez miydi? Ve kapı açıldı... Doktor karşısında dimdik duran çocuğa ağlamaklı bir sesle ancak "Kimin kimsen yok mu?" diyebildi. "Kurtaramadık" diyememişti bile. Avucunda doktorluğuna lanet edercesine sıktığı bir kağıt parçası vardı. Sessizce uzatıverdi çocuğa... Ufacık elleriyle buruşuk kağıdı düzeltti. Kağıtta; "Sevdamız uğruna canlar verdik biz Siyahın zindan olsun beyaz aydınlık Herkese nasip olmaz Beşiktaşlılık" yazıyordu...
-------------------------------------------------------------
Biranın Kapağı

Döndükçe kirlenen bu yerküre kapitalizme olan aşkını bir kere daha ilan etmiştir. Bu sermaye düşkünlüğü ve onun borazancıları bir kere daha toplumlara ve manevi değerlere sırtını dönmüştür. Pazar günü oynanan maçın üç kere saatinin, üç kere de hakemlerinin değişmesi, oyuncakçı dükkanına kepenk indirtmiştir. Sırf Efes istiyor diye... Sırf düzen böyle emrediyor diye... Sezon içinde oynanacak yine bir Efes maçında beyzadelerinin Avrupa Ligi'nden dönüşü 48 saati doldurmadığından ve de yönetmelik böyle diyor olduğundan bir ertesi güne kaydırıldı. Oysa geçtiğimiz cuma günü 20.00'de oynanan maçla, pazar günkü 16.00'daki maçın saat farkı 44. Yani yönetmeliğe aykırı. Sırf Efes istiyor diye... Sırf seçimlerde desteklenmedin diye? Bu camia seni unutmayacak sayın Turgay Demirel. Şehr-i İstanbul'un bütün köşelerine otobüs yolladılar senelerce. Kendilerini desteklesinler diye Türk halkından yardım istediler... Renk fark etmeksizin... Ama pazar günü sırf rengi siyah-beyaz diye aynı halkı içeri almadılar. 8 bin biletin parasını ödeyip biletleri çöpe attılar. O 40 milyarı bir hayır kurumuna bağışlasaydınız Beşiktaş taraftarı sizi anlardı. Bira, bu kapağın altında mıymış!? Elalemin camiaları basketbol maçlarına 100 kişiyi yan yana koyamazken, her maçını mubalağasız 4 bin kişiye oynayan Beşiktaş Basketbol Takımı ve yönetimi; taraftarına sadakat plaketi vermelidir. Önümüzdeki sezon bu branşa daha çok zaman ve para ayırmalı. Pozitif baskının kaç ribaunt ve kaç sayı aldığını futbolculara öğretmelidir. Neden lobimiz yok diye sızlanan genç arkadaş ve taraftarlarımız bugünden tezi yok kolları sıvamalı, çok okuyup çok çalışarak yarının gözlemcileri, hakemleri, editörleri, yazarları nasıl olunursa kilitlenmelidir. Ve bilinmelidir ki bundan böyle Beşiktaş taraftarını final ve yarı final kesmeyecektir. İyi ve temiz niyetli mücadeleye gösterilen sabrın altın alkışlarını bence son defa duydunuz. Elindeki geniş kadroya rağmen sadece playoff serisi için Efes neden 640 bin dolara Smith'i getirdi?! Basketbol camiasına hürmetlerimle...
---------------------------------------------------------------
Para=Tanrı mı?

Aşkların patavatsız, sevgilerin yozlaşmış, kelimelerin kifayetsiz biçimleri moda olmuş nicedir. Sevda ambarları bomboş. Maalesef dansözlerin işşiz kalacağı mesailerdeyiz. Herkes kıvırmakta... "Söz" denen altın külçesinin değerini araştırmaktayım. Bende para etmiyor... Çünkü, bana göre maneviyatı yüksek bir mücevher. Konuştukça ağırlaşan, hatta derinleşen, belki de çok derin... Lakin bazılarında yargılaması esas alınmış 'Tanrı'lar gibi. Düşüncenin söze, sözün dövme mürekkebine emrettiği ve kola yafta gibi yapıştırttığı "Beni ancak Tanrı yargılar" cümlesindeki Tanrı (!), parayla yer mi değiştirmeli. Kavlince edilen bir söz, parayla mı orantılanmalı? Para=Tanrı mı? Bir cümlede işlenen ihanet sayısına bakar mısınız? Dilindeki söze, kendi bedenine, düşüncelerine, taptığına ve onu öyle kabul edip sevenlerine... İhanete bulaşmış bu düşüncelerin doğru paraleli şudur: Beni ancak dolar yargılar, euro sorgular! Beş yıllık bir yemek sofrasından, "Kesenize bereket" demeden kalkıp gitmek ne kadar etiktir. Daha seni Tanrı'nın yargılamadığı dönemlerde, Samsun'dan gelen icazetle, Samsunspor'a para kazandırmak için Beşiktaş idmanına İlhan Mansız ile beraber çıkmaman, Beşiktaş'a borcunu ödemeden yürümen doğru mudur? Serhat Ulueren ile yaptığın röportajda "Çok net ve kesindir. Türkiye'de Beşiktaş'tan başka takımda oynamam" cümlesinin ağır boşluğu altında ezilmiyor musun? Şanlı Beşiktaş camiasından, "o kulüp" diye bahsetme cesaretini ve cüretini, hangi akıl hocalarından alıyorsun? Sevgili (!) Tümer Metin, Ölçündün, biçildin ve tartıldın. Maalesef yetersiz bulundun...
------------------------------------------------------------
Çınlıyorum

Kulak çınlamasının dayanılmaz ıstırap-larındayım. Bitmek ve durmak bilmeyen bir "çınnnn" sesinin gazabına uğramışım. Nasılsın diye gelen hatır sorularına, iyi niyet gösterisi yapıyorum. İyi diyelim, iyi olalım.. Kırk yılda bir hastaneye işim düştü, o da naz yapmakta. Serumlar, ilaçlar, basınç odaları, oksijen tüpleri, ne yapsak nafile... Meğer kulak çınlamasının belirgin bir tedavisi yokmuş. Sadece güldüm! "Tedavisi olmayan bütün hastalıklar da beni buluyor" dedim. Doktor, "Başka ne hastalığınız var ki?" diye sorduğunda, "Beşiktaşlılık" iyi cevaptı sanırım... Her gün doğan yeni güneşe umutla bakabilmenen antrenmanını yaparken, gelen ziyaretçiler ve dostlarla elbet Beşiktaş'ı da konuşuyoruz. Ameliyat masalarının bolluğunda! Defanstan oyun kurabilecek bir adamın eksikliğinden söz etmekte insanlar. Orta sahayı rahatlatma amaçlı. Popescu, Ronaldo tarzı... 10 numaranın bir an evvel bulunması ve o şahsın çürük elma olmaması herkesin birinci duası. Savaşan kaliteli adamların çoğalması, herkesin taktiri. Yaşlı bir tribün emekçisinin "sağ çizgiye çok hızlı, kaleye çabuk inebilecek birini acilen bulmaları lazım" dediğinde, hemşirenin odaya girişi milleti kendine getiriyor. Burası hastane odası! Sağ kulağımdaki bu "çınnnn" sesli dostumu duymamak için televizyonun sesini açıyorum. Dünya Kupası karşımda! Bu sefer kalbimdeki "cızzzz" sesi ön plana çıkıyor. Hayıflanıyorum! İran, Trinidad&Tobago, Togo, Angola var... Altın dişi, süt dişi, Fildişi var.. Ama biz yokuz! Allah bana acil şifalar, Türk halkına da büyük sabır versin.
-------------------------------------------------
Hepinize!

Buruk ve sancılıydı. Adalet isteyen bir adamın gururu vardı sesinde. Belliydi ki, isminin başka bir camia ile anılması geldigi Beşiktaş'ta hem de ilk günden rahatsızlık yaratmıştı. Anlaşılan başbelası dedikodu tacirleri yine işbaşındaydı. İlk maçta "yuh"lanacağı söylenmişti kendisine.. Rahatsızlığı bundandı.. Telefonun öte ucundaki bu haykırış, ciğerime oturdu. Şaşkınlığımdan ne diyeceğimi düşünürken, o devam etti: "G.Saraylıyım ama vereceğim mücadele ile Beşiktaş taraftarına layık olacağıma söz veriyorum." Yüreğiyle, bileğiyle, korkmadan ve delikanlıca girdiği bu büyük yükün sorumluluğuna bakar mısınız? Vereceği mücadele! Yani onuruyla, yani kıvırmadan, dimdik ve asil. Etraf soytarılardan geçilmezken, ben doğuştan şu ya da bu takımlıyım meramlarına takılmayan güzel insan Kerem Tunçeri'den bahsediyorum. Hele beraber katıldığımız bir panelde sorulan bir soru üzerine Beşiktaşlılığı anlatışı, onu daha çok sevmeme neden olmuştu. Hatta Yıldız Üniversitesi onu ayakta alkışlamıştı. Ve gitti.. Nihat'ın gittiği yere.. Türlü entrikaların (!) kurbanı olarak İspanya'ya giden Nihat, bağrımızdan koparılmıştı ama Sociedad'ta hem ülkemizin hem de Beşiktaş'ın gururu olmuştu. Lakin Kerem'in gidişine bir Beşiktaşlı olarak üzüldüm ama hak, hukuk, insanlık kumaşı ve Türk halkı adına sevindim. Mücadelemiz sonsuza kadar iyilerin hep iyi yere ve yanyana gelmesinden yana olacaktır. Elimizden geldiğince ve kavlimizce. Kerem, Madrid'e imzayı atmış ve İstanbul'a gelmiş. Dostlarıyla veda hazırlıkları yapıyormuş. Tam bu yoğunlukta Beşiktaş taraftarları adına teşekkür ve başarı dileklerimi sunmak için telefon ettim. Telefonu açtığında Akatlar'da bir senedir ter döktüğü bench'in üzerinde oturuyormuş. Hangi duyguları yaşıyordu bilmiyorum. Ama ağlıyordu.. Bu yazının hayata geçmesinde sebep de o gözyaşlarıdır. İmza törenlerinde "Doğuştan Beşiktaşlıyım" diyenlere saygılarımla!
---------------------------------------------------------
Menfaatler!

İkibinaltının ya da üstünün umutlarla dolu öteki yarısıyla yeni yeni merhabalaşmaktayız. İçimiz ince ince kıpraşmakta. Bu sefer olur mu sorusunun mantıklı doğruları, üç senedir gerginleşen yüz hatlarımızı gevşetmiş. Yani mutluluğun resmini çizmeye çalışıyoruz. Fırçalar, Delgado'yu çiziyor bütün şehre. Ve tualler ağlamakta. Artık konuşarak değil, çıkıp sahada savaşarak gündeme gelecek bir takımın hayallerini kurarken, arınmışken (!) ve kurtulmuşken (!) mutlu oluyoruz. Beşiktaş tribünlerinin yegane isteği olan yalnızca ve daima mücadele; Tigana'nın ağzında şekilleniyor. "Öyle bir kondisyonumuz olacak ki, rakiplerimizi adeta ezeceğiz!" Lakin aklımızın bir köşesinde, alınacak yabancının hangi mevkide olacağı mevzuu var. Gönlümüz ve tecrübelerimiz, defansı toparlayabilecek, açıkları kapatabilecek, bu işin ehli bir vatandaştan yana. Biliyoruz ve gördük ki defası iyi takımlar, başarıya daha yakın. Ama bütün bunlar Tigana'nın işine karışılıyor anlamına gelmemeli. Işık tut, yak ve yol ayrımlarını tercih sebeplerine bırakmak ilkelerimiz Beşiktaş menfaatleri uğrunadır. Velhasıl son kelamım ise bir kavram kargaşasıyla ilgili. Daum'un Beşiktaş'a ikinci gelişinde, 'ben olsaydım'la başlayan, 'içeri sokmazdım'la biten kahramanlık hikayeleri dinlemiştik. O Daum, F.Bahçe'ye gittiğinde herkes köşesine çekilmiş, bu sefer Daum kahraman ilan edilmişti. Es geçtik! Peki İbrahim Kutluay'ın dönüş sinyallerinde, F.Bahçeli olduğuna kesin gözüyle bakanlar şu sözü hatırlıyorlar mı? "Bu adam ben varken bu kulüpten içeri asla giremez!"
---------------------------------------------------------------
Üşüyorum!

Kadife bir kılıfın içinde oynaşan onca yazıcı, "sıcakları" maçların birer oyuncusu gibi lanse ederken; Tigana'nın bence akılcı taktiğini atlamış... İkinci yarı, savunmaya yönelik oyunu beğenmeyenler şunu da düşünmelidir ki; maç tam saha oynanacağına yarım saha oynanıp enerjiyi kontrollü kullanmak, hele bu sıcaklarda daha dahiyanedir. Ortadoğu'da işlenen insanlık ayıbını irdelerken, bunun bir başka versiyonu olan "Delgado'ya linç girişimi" adlı filmi eleştirmeden geçemeyeceğiz. Hakemlerimiz yıldız oyuncuları UEFA'nın öngürdüğü ölçüde korumak zorundadır. Oysa daha üçüncü haftada, Adnan Polat tarafından yargılanan bu hakemlerimiz ne hikmetse İsrail birliklerinin, pardon rakip oyuncuların tekmelerine seyirci kalmakta. Nerede bu Birleşmiş Milletler!.. Ortadoğu'da süren can pazarı, iğdiş edilen bebeler, hunharca katledilen karnı burnunda gebeler ve sobecilik oynamakta ısrarcı Birleşmiş Milletler! Ve her taraf cayır cayır cehennem... Ve psikolojik sıcaklık 50 derece... Ve futbolumuzun son üç haftalık bilançosunda ağızlara sakız bir 40 derece evhamı. Tabii ki sıcakların gazabından aramızdan ayrılanlara Tanrı'dan rahmet, kurtulanlara geçmiş olsun diyoruz. Lakin ligler, ilk defa ağustosta başlamıyor ki... Senelerdir bu devran böyle dönüyor. Sonuçta bu işin adaleti sağlık kontrolleridir. Cooper testleri, efor testleridir... Üzülerek söylüyorum, gerisi hikayedir... Lafın belini kırarsak; kışın oynanan maçları akşam vaktinden öğlene kaydırın; millet gecenin ayazında tir tir titriyor ve bir sürü insan zatürre oluyor dersek, haksız mı sayılırız? Yoksa yayıncı kuruluşun gazabına mı uğrarız?
--------------------------------------------------------------
Gül ve Dikeni

Küresel ısınmanın dünyamıza verdiği sakıncalı işaretler, İnönü Stadı'nın tribünlerinde kendine koltuk bile bulamıyordu. Cümle alem ve bilimum yazıcılar, futbolcuların o sıcakta çektiği eziyetten bahsederken; taraftar, Beşiktaş için çekilen bu eziyetten adeta zevk alıyordu. Çünkü bu takım, bu eziyete değerdi... Son üç sezondur ilk defa taraftarın takımı değil de, takımın taraftarı galeyana getirip bağırttığına şahit oldum. O ne hırstı öyle... Yeni aşık olduğun birini sokakta görmenin heyecanını nasıl yaşıyorsan, Delgado'nun topla buluşmasında da aynı yürek çarpıntılarını hissedebiliyordum. Burak Yılmaz denen vatandaşın, Avrupa kalitesindeki fiziği, tekniği, hatta fuleleri; gözlerimizin pasıyla ilgili sorunları bir çırpıda çözebiliyordu. Lakin, bir sürü tansiyon hastasının maça geldiğini düşünerekten "acil önlem kampanyası" adı altında Runje'ye bir chack-up şart. Lalezar içinde dolaşmanın keyfini çıkartacaklarına, ellerine batan bir gül dikeni için hastaneyi ayağa kaldıranlar, elbet bir gün şükür etmeyi öğreneceklerdir. Şarap ve esrar kelimelerinin hakim olduğu bestenin söylenmemesi gerektiğini, biz de insanlara defalarca vurguladık. İki senedir de söylenmiyordu. Bu kadar güzelliğin içerisinde bir tek onun göze batması, bizim de gözümüze battı... Doğaçlama ve spontane gelişen ve enteresandır bütün stada birden yayılan bu duruma engel olunamadı... Lakin bu olayı, popülizm duvarlarını zorlarcasına, hatta kırarcasına "oradaki çocuklar bu kelimelerden kötü etkileniyor" diye olayı başka yerlere çekmeye çalışanlar; hiç de iyi şeyler yapmadıklarını, kötüyü afişe ederek kötüye prim verdiklerini bilmelidirler.

Ve... Pekala bilinmektedir ki, at yarışı da bir tür kumardır ve bahsettiğiniz çocuklar için hiç de iyi değildir. Şimdi biz de kalkıp, o reklamlarda niye oynuyorsunuz diye size ahkam mı keselim. Öyle değil mi sayın hocam!
----------------------------------------------------------------
Kelimeler Kifayetsiz

Sevebilmek olgusunun nimetlerinden yararlanmayan insanların en güçlü silahlarındandır karamsarlık. Yenilmek kavramının hep karamsarlıkla anılması eski bir modanın değişilmezlerindendir. Madem ki yenildin kötüsündür. Bir hafta evvel kendi imzalarıyla yazılanların hiç de önemi yoktur onlar için. Skor yazarlığı hortlamıştır da kimse hâlâ önlem almamaktadır. - Maç kaç kaç bitti koçum? - 1-0 üstadım. Telefon görüşmesi olup da öylece maç yazısı yazan var desem kaçınız güler bana? İşte o an ağlanası halimizin komedi karesindesinizdir haberiniz olsun. İstatistiki bilgiler 35'ten fazla yan ortadan bahsediyorsa, Manisa ikinci yarıda ilk atağını 88'de yapabiliyorsa ve buna karşı aynı Manisa 46 faulle oynamışsa burada şanssızlıktan hiç mi bahsedilmez? Bu gencecik takıma hiç mi destek olunmaz? İlle de birilerini asmak mıdır ilkeleriniz? Hiç mi yapıcı davranmazsınız? Bu kadar mı kifayetsizlik aşikârdır hayret! Ya da ben çok mu Polyanacılık oynuyorum? Elalemin yazarları toprakçılık oynarken, siz hâlâ Brütüs'e özeniyorsunuz. Lakin özgüvenini yakalamış bir Beşiktaş'ın şampiyonluğun en güçlü adayı olması benim en kuvvetli ihtimallerim arasındadır. Sonuna kadar mücadele eden pırıl pırıl bir takımın sofrasında baş köşede oturuyoruz. Masada bir özgüven eksik, bir de lobi.
zibidikartal Ofline   Alıntı ile Cevapla