Tekil Mesaj gösterimi
Alt 09-12-2006, 02:10   #37
zibidikartal
 
zibidikartal - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

İzafidir

İzafiyet Teorisi'nin çıkışından mesul Einstein, bu kuramın ne hallere düştüğünü görseydi kesinlikle utanırdı. Bakış açılarının çok farklı olabileceğini anlatmaya çalışan bu duayenimiz bazı köşe yazarlarına gücenmiş. Bazı insanlar doğrularla, bazıları da doğrularıyla yaşar cümlesini de mi bilmezler diye kulağıma fısıldadı. Gaipten!! On gün boyunca Beşiktaş'tan hiçbir şey olmaz diyenler Süper Kupa finalinden sonra nasıl ağız değiştirir, her yazı yazan yazı yazmak için mi yazı yazar diye söylendi. Vallahi ben onun yalancısıyım!! Lakin 20 Temmuz tarihli yazımda "Safkan Latin bariyerlerin kenarından geliyor, dikkatle izleyin" dediğimde ortalığı karıştırmaktan başka hiçbir işe yaramayanlar, Delgado'nun Sergen olamayacağı geyiğini ortaya atıp, mikserliğe soyundular. En azından bu kulağıma fısıldanmadı! F.Bahçe'nin B 36 ile oynadığı maçta, Tümer'in futboluna kalemşörlük yapıp şapka çıkartanlar (Biz de seyrettik o maçı) Delgado'nun adamı kepaze eden çalımlarına ve asistlerine hâlâ burun kıvırmakta. Etrafıma ve elimdeki notlara baktığımda bu takıma en büyük zarar kendi camiasından gelmiş. Ranta soyunmuş bir sürü insanın umuru Beşiktaş değil ki. Onlar oy simsarlarının direktiflerine göre dua ediyorlar. İnşallah kaybederiz maçı da!.. Sezonu F.Bahçe galibiyetiyle kapatan, bir sonrakine de G.Saray'ı yenerek merhaba diyen Beşiktaş futbol takımının önünde yalnızca yanlı köşe yazarları var. Baksanıza, Nobre'nin takımda liderliğe soyunacak kadar Beşiktaşlı olmaya çalıştığına değinen hiç kimse yok. Golden sonra takımın balık istifi olana kadar kümelenerek gol sevinci yaşamasını sorgulayan yok. Runje'nin klası ortada olmasına rağmen, kaleciliğini acaba mı sorusuyla gündeme getirip ona buna peşkeş çekenlere "Ne diyorsun?" diye soran da yok. Einstein'ın İzafiyet Teorisi, Beşiktaş'a hep kötü ve yanlı bakanlar tarafından çürütülmek üzere. Baltalamak ve kemirmek maksadıyla kurulmuş bu bataklık, Beşiktaş'ı sonsuza kadar yaşatacaklar tarafından kurutulacaktır. Einstein'a saygısızlık yapamayız. İzafidir de...
----------------------------------------------------------
Sahana Geçsene!

Sözlük anlamı danışıklı dövüş olan bu kelimenin son günlerde ne çok bahsini duyduk değil mi... Dünya tarihinin belki de en eski çirkinliğinin, en eski onursuzluğunun bize kare kare fotoğrafını gösteriyorlar. Makyavelist kırıntıların laylıksızlık ibresindeler. Herkesin üstünde ama az ama çok çamur lekesi varken, "Ben ak kaşığım" tripleri de neyin nesi... Telefon dinlemelere tam alışmışken, bu mektup muhabbeti de nereden çıktı. Bu mektuplar okununca insanlar "ligin son 6 ayı incelensin mi" der. Medya, olaylara neden hep seviyeli davranır. Yoksa, seviyeli muhataplıklarda genelleme yapmazlar mı! Biz de şimdi çıkıp da "liglerin son 20 senesi incelensin" mi diyelim.. Şahin marka arabaların dumanı, hangi ateşten çıkıyor; onu mu soralım. Zalad denen vatandaş ülkeye neden gelmez, onu mu irdeleyelim. "Şerefli ikincilikler" ana temasının çıkış sebepleri üniversitelerde ana ders konusu yapılacakken, neden hiç gazetelerde makale bile bulamaz... Sabaha kadar bu sorulara devam etsem yorulur musunuz; ben yorulmam.. Yorulmam gayrı da, tüm dünyayı bahis çılgınlığı sarmışken, debelenmelerim boşuna sanırım. "Gözümden kaçtı, gözüm karardı, kilitlendim sanki" cümleleri, bir çok maçın sonucuna 32 dişiyle gülüyorsa fazla bir şey gelmez elden. O yüzden ruh halleri, karakterleri, insanlıkları ve futbolculukları 10 numara bir takım denk getireceksin; hakemi de rakibi de şikeyi de ancak öyle dize getireceksin. Bir futbolcu, yedikleri golden sonra santra yaparken, kendi yarı sahalarında olan hakeme, "Sahana geç de maça başlayalım" nasıl der! Nedir o sözlerin altındaki psikoloji.

Cevap Verin !

Veremiyorsanız susun... Çizme denen ülkenin skandallarıyla prim yapmayın. O ülkede Milan da var, Palermo da var.. Siz hep örnekleri Milano'dan verirsiniz de!
----------------------------------------------------------
Yürü be

Ortadoğu'da günlerdir süren insanlık dramı ve ayıbı, bazı sadist ve çıkarcı ilişkilerin yüzündeki "İlle de barış" maskesinin suratlarından düşmesine neden oldu. Önceden hazırladıkları bombaları, avuç kadar bebelerin üzerine yollayan mantık, bundan sonra hangi kösele yüzle insanlara çıkıp da "Biz hep barıştan yanayız" diyebilecek. La Bomb (!) filmiyle sinema piyasasına giriş yapan bomba edebiyatı, F.Bahçeli eski yönetici Erol Usel'le de transfer borsasına çentik atmıştı. Bombayı patlatacağım! Her alacağı oyuncuyu bomba gören zihniyet, onu patlatmaktan da zevk alıyordu. Birçoğu elinde patlasa bile! Bu modaya medyamız da ayak uydurdu. Her yaz döneminde bomba patlatacak parolasıyla kulüplerin üzerine yürüyenler, bombaların zamanla balona dönüşmesine seyirci kaldılar. Aslında ben esas bombayı önceki gece Tayfur'dan beklemiştim. Amokachi heyecanlandırmış, Pascal sevindirmişti. Ama, bir o yoktu ortalıkta... Les Ferdinand! Gordon Milne'in öğrencisi olması gelme ihtimalini kuvvetlendirmişti ama olmadı. Lakin, böyle bir jübile ortamını düşündüğümden, herkesin gözünü anılarla dolu şanlı maziye çevirdiğimden, orayı burayı kullanıp fazla reklama soyunmadığından, belki de sırf bu yüzden sağolasın kaptan! Sade futbolun, sade yaşantın ve sadece göründüğün gibi olduğundan dolayı belki yine sırf bu yüzden sağolasın kaptan! Bombayla başladık, bombayla bitirelim. Malumuzun at yarışları bombalardan geçilmiyor. Her gün bir at, bomba diye lanse ediliyor yarışçılara. Ahır bakımı iyi, tımarı güzel, hayatta geçilmez diye... Ben, bir evvelki gece at değil ama harbi safkan bir futbolcu gördüm. Bombanın "A babası", safkan Latin... Şöyle, bariyerlerin kenarından ufak ufak gelmekte... Lütfen takip ediniz.
---------------------------------------------------------------
Yılın Filmi

Dünya ekonomisini 3-5 madrabazın birkaç da manipülasyoncunun eline bırakan zihniyet, dünya futbolsuzluğunun çöküşünü de puro ve viskilerini içerek kutlamışlar mıdır? Bütün dünyayı sistem ve taktik yaygaralarıyla uyutmaya çalışan bu mantığın görünmez efendileri, Dünya Kupası'ndaki futbolsuzlu, topu bilen insanların maça gelmeyişlerini ve kendi yarattıkları yıldızların sönüş ve çöküşlerini izlemişler midir? Bu mudur büyülü ayak Ronaldinho? Figo nerededir? Zidane, kafayı nereye atmıştır? Yoksa bize futbol diye başka bir şey mi seyrettiriyorlar? Yazdıkları ve söyledikleriyle, gördüklerimiz neden hiç uyuşmaz? 3-5-8'i, pardon 3-5-2'yi sistem diye gözümüzün içine sokanlar, gözümüzün görmesi gerekenlerini de perde arkasına süpürüyor. Çünkü ellerinde "faraş"la bekleyenler, perdenin öte tarafında. Tuttuğu takımın yenilgisinden sonra gülen ve alkışlayan taraftar profilini, "medeni insan şeması" olarak algılayan ve bunu devamlı gündemde tutarak övebilen mantık; Acaba?

Sistem kurbanları

Dünya insanının mücadeleci yapısını, onuruyla savaşmasını ve asla boyun eğmek istemeyen gururunu törpülemek mi istiyor?Acaba? Vefanın, cefanın hatta gözyaşlarının ambar ambar olduğu ülkemiz taraftar profilini, viskici amcalar ve kapitalist sistemle değiştirmek mi istiyor? Her hafta deplasmancıya ayrılan bölümün koltukları kırılır da, o bölümün koltukları neden atılamaz ve kırılamaz maddelerden yapılmaz? Çünkü sistemsizlik, sistem teşkil etmektedir. Çünkü genç nesil sistem kurbanıdır! Sen adama şöhret verirsin, para verirsin, sonra da top oynamasını beklersin. Oooldu! Bence siz bir film çevirin, adı da "Sistem Kurbanları" olsun.
-------------------------------------------------------
Düşündürücü!

Kopma noktasının 'cuma' gecesine rastlayan bölümünde haz, hız ve his kelimelerinin yoğunluğunda yastığıma gömüldüm. Uyandığımda binbir keyif içeren sabah şeriflerine 'merhaba' dedim. Akşamdan kalan mutluluğumun devamı için bir sürü gazete siparişi verdim. Spor sayfalarını tatlı dokunuşlarla bir gece evvel yaşadıklarımı bir de okuyarak yaşamak için araladım. Birden suratım düştü. 3-1 kazanmış bir takımın ardından yazılanlar komik ve düşündürücüydü. Burak'ın elle düzeltip attığını yalnızca üç Konyalı'nın gördüğü golü, geçen sene Anelka'nın elle attığı ama bütün dünyanın gözü önünde işlenen cinayetle denk tutan, üstüne de özür bekleyen bir zihniyetle karşılaştım. Siz özür dilemiş miydiniz sayın Özdemir? Beşiktaş camiasının isyan sesi belki o elle atılan gole rastlamıştı ama haykırışlarımızın tek nedeni; 3 sezondur devamlı bize rastlayan adaletsizliklerdi.

Düşünün sayın Özdemir!
"El değmemiş temiz bir lig istiyoruz" flamasının ana temasını bize soracağınıza bütün kulüplerin o flamayı size karşı niye açtığını oturup düşünmenizi rica ederiz sayın Nihat Özdemir. Bab-ı Ali duayeni olarak gördüğüm bir gazeteci büyüğüm, 30 bini aşkın kişinin yüreğini ve sesini hiçe sayarak hala geçen senenin kırıntılarıyla uğraşmakta. "Gol gol gol" tezahüratına burun kıvırıp, futbolculara olası bir yağmurda şemsiye hazırlamakta. O ses 'Beşiktaşlıyım' diyen herkesin tüylerini diken diken etmekte. O yüzden bu görüşünüze katılamıyoruz sevgili Attila (Gökçe) ağabey... Başka bir yazıyı okuduğumda az evvel düşen suratımı aramaya başladım. "Korkutmaz bizleri musalla taşı'' diye başlayan tezahüratın "Ne biçim'' olduğunu, "bununla futbolcular asla motive olamaz'' yorumlarını okudum. Futbolcular ölümden korkarmış, ters etkilenirlermiş ve daha niceleri. Türkiye Kupası finalinin uzatmalarında 2-2 giden maçta bu tezahürat tam 25 dakika söylenmiş, bütün Türkiye televizyonda ibretle izlerken Beşiktaş o motivasyonla üçüncü golünü atmıştı. Beşiktaş'ı "iyi'' takip etmenizi rica ederiz sevgili Faik (Gürses) ağabey... Mamafih her insan gibi bana da devamlı mutluluk düşmedi ve ben hala düşen suratımı arıyorum...
-------------------------------------------------------------
3F

Vakti zamanında bir toplantıda Portekiz Devlet Başkanı Salazar'a sormuşlar: "Sayın Başkan, Siz Maliye Bakanıydınız, bir baktık Devlet Başkanı olmuşsunuz. Nedir bunun hikayesi?" Biraz düşündükten az da tebessüm ettikten sonra, "3F" demiş Salazar... Biraz açar mısınız, pek anlamadık da diye bastırmış gazeteciler. Herkesin şaşırtacak bir cevap gelmiş başkandan; Fado, Fiesta, Futbol... Şaşıran yüzleri aydınlatırcasına, felsefe profesörü edasında devam etmiş eski maliye bakanı... Gelişmekte olan ülkelerde, pek yaygın olan kitle psikolojisinden faydalandık. Herkes (günümüze çeviriyorum) Televole kültürüyle o ne yapmış, bu tostunu yemiş mi, o yalnızca arkadaşıymışlarla ilgilenirken, Müslüm Gürses dinleyenlerinin kendilerini jiletlemesiyle meşgulken Fadoizmi ve Fiesta'yı... Olmayan tribün terörünü sulandırıp ağzını açmayan yöneticiye "şunu dedi" suçlamasıyla ortalığı bulandırıp, "o kaleci iyi, bu defans iş yapmaz, o santrfor yaşlı" nakaratlarıyla futbolu ön planda tuttuk. Millet bunlarla ilgilenirken, ben kendi işlerimle uğraştım. Ve sonuç malumunuz... İşte bu kıssadan hisse, günümüz futboluna bazı sorular sormakta.. Örneğin; Basketbolcularımızın şapka çıkartılacak başarısı günlerdir alkışlanırken, yanlış stratejilerle Dünya Kupası'na gidemeyen Milli Takımımızın gün be gün yaklaşan ve bugün oynanacak Malta milli maçı niye gerektiği kadar irdelenmez. Fenerbahçe camiası; sarı-lacivertli yönetimin parmağını kapıya sıkıştırırcasına sadece iki gün içinde dört futbolcu almasını veya takım içindeki huzursuzlukları tartışacaklarına, dediği ya da demediği belirsiz Tahir Kıran ve Haluk Ulusoy polemiklerini neden ön plana çıkarır. Beşiktaş futbol takımı, alışma sürecini en az kayıpla ve keyifle sonlandırırken, neden düşman kalemler tarafından adı üstünde "hazırlık maçında" yerden yere vurulmaya çalışılır? Affedersiniz, sesim geliyor değil mi!
---------------------------------------------------------------
Harakiri

Hazan ve hüzün kelimelerinin yan yana gelmesi, eylül ayının azizliğinden midir bilmem.. Lakin, 11 ve 12 Eylül dramlarına bir yenisinin eklendiği kesin ve aşikâr olduğu bilgi dahilidir. 10 Eylül Trabzonspor magibi... Üzülmez'i, Tandoı ve Nobre'yi uzun bir şişe dizmesi, aralarına da defne (!) yapraı koyması, sonra diz çöküp o şişi kendi karnına saplaması bize bir tek şeyi hatırlattı: harakiri! Mali'li hocamızın takımı mali yönden düşünüp ekenomik kullanması bir bakış açısıdır ama Beşiktaş taraftarının kendisini sevmesi, kendisinin bile anlayamayacağı maneviyat içermektedir. Dikkatine sunulur! Gecenin 02.00'sinde yüzlerce taraftarı otobüs ve minibus duraklarında kuyrukta gördüğümde, federasyonun vatanda .ları hiç umursamadıını, tamamen yayıncı kuruluşa teslim olduğunu ve paranın yine başrole soyunduğunu lanetle selam ettim. 21.45'te maç oynatmak demek, insanlara "içki için, maça öyle gelin" demek değil midir? Kapıdaki polis memurunun, şaşırmış bir vaziyette "daha kapıdan alkolsüz bir adam geçmedi" demesi, federasyonun "tav.ana kaç, tazıya tut" felsefesi değil midir? Ondan sonra küfürsüzlük politikası çizip fetva vermek ne kadar inandırıcıdır? Bu işler, orta yere çıkıp da "küfür etmeyin" demekle olmuyor. Çıplak ayaklarınızı, kor ate.ler üzerinde görmeden samimiyetinize inanmayacağız. Oysa rahmani bir eda ve samimi bir seda, Trabzon maçının 90 dakikasında gizlidir. Lütfen takdir ediniz! Ve kan tarlaları içinde umuda soyunduk. Bugün oynanacak CSKA maçı için sevda ambarlarından taştık. Kahır gecelerini unutamasak da, kırmızı gelincikleri aramaktayız beyaz kar bahçelerinde...
------------------------------------------------------------
250 Milyara Profiterol!

Tigana, taşları bir türlü yerli yerine koyamıyordu ama kapalı tribünün çatısındaki taş(!)lar maçtan önce sıra sıra nasıl da dizilmişlerdi!. Tigana'nın maçı kaybetmesi halinde koltuğu sallanabilin diyenler çoktu ama Sami Yen'deki koltukların bırakın sallamayı, parça parça edilip Beşiktaş taraftarının önüne konmasını kimseler neden sorgulamamıştı? Tigana, merdivenleri birer birer çıkmayı planlıyordu ama kusursuz maç yönettiği (!) söylenen Cüneyt Çakır'a Sami Yen'de "Merdiven boşluğu gördün mü?" diye sorma nezaketini niçin hiç kimse göstermiyordu? Cüneyt Çakır çok iyi maç yönetmişti de; İnamoto, Burak Yılmaz'ı Çırağan Sarayı'nın havuzuna mı itmişti? Ya da Song, Karadeniz Halk Oyunları'nda horon mu tepiyordu da attığı tekmeler görmezden gelindi? Dikilen yüreklerin cesareti, yanlış tercihlerin esareti nişanlanmıştı pazar gecesine. Beşiktaş-Konya maçında adamın yemek için aldığı profiterolü, kızıp ani bir refleksle sahaya atmasını 250 milyar cezayla ödedi Beşiktaş. Bir de yarım şeftali var sahaya atılan.. Pazar gecesi çatıdan atılan taşlara, pırlanta demeyeceksiniz herhalde! İnönü'de her maçtan önce gıcır gıcır silinmiş ve tertemiz koltuklar görürsünüz. Gözlemciler bunu bildiği halde tek tek gözlerler. Adı gözlemci ya!.. Peki o gözlemcilerden Sami Yen'de yok mu? Oradakiler ne iş yapar? Bütün koltuklar paramparçaydı stada girdiğimizde. İnsanın aklına çocuksu şeyler gelmiyor değil. Acaba diyorum Seyrantepe'yi... İnönü'de her maçtan 5 dakika önce, aralıklarla 3 görevli memur, 2 polis ve bir de stat müdürümüz Turgut bey gelir merdivenlere boşluk yaratılması için. Yoksa hakem maçı başlatmayacakmış derler. Binlerce kişi yetmiyormuş gibi bir de merdiven boşluklarıyla ilgileniriz. Pazar günkü maçta sonra bir etkili ile konuştum da, o dedi bana... Federasyonun aldığı tüm kararlar İnönü'yü kapsıyormuş! Ve futbolun yalnızca sahada oynanmadığını anlatmak istedim. Simon Cuper gibi, Aziz Yıldırım gibi...
--------------------------------------------------------------
Dedenin bastonu

Elinden alınmış bir oyuncağın yıllar süren travması vardı çocuğun yüzünde.. Yıllar geçse de, "demincek" diyebilecek bir ruh haliydi, delikanlının çehresine yansıyan... Başka bir köşede, bastonu havada yaşlı bir amca gördüm... Ağzında kalan tek tük dişleriyle "unutmadığını" bağırıyordu.. Belliydi ki, yediden yetmişe herkesin belleğinde yara açmıştı. Her A.Gücü maçı, her sonbahar dökülen güz yapraklarıydı sanki. Sararan sayfaların canlı anılarını yaşatıyordu bize. 93 yılı olmasına rağmen, "demin"di.. 8-0'lık tiyatronun suflelerindeyim. Senaryosunu herkesin bilmesine rağmen, kimsenin çıt çıkarmamasına isyandı belki de; dedenin elindeki baston, çocuğun travmalı yüzü ve delikanlının sinir dolu çehresi... Burak'ın golü, iftarını açıp tribüne gelmiş adamın yediklerini hazmettiriyordu sanki. Gökhan Güleç'in ki ise, kaymaklı ekmek kadayıfı kıvamındaydı oruç tutanlar için. Maçın başından beri çalışkanlığı, her yere koşması, hırsı ve azmi; onun penaltı noktasıyla kesişmesini sağladı. Taraftar bu ödülü Nobre'ye layık görmüştü. Olmadı.. Canın sağolsun Mert adam... Ricardinho oyuna girdikten sonda 4-5-1'e dönen oyun şablonunu da gördük. Demek ki göremediğimiz çok şey varmış!!! Değil mi sevgili skor camiası.
--------------------------------------------------------
İnadına

Yorgun olmasına rağmen Erciyes'e pozisyon dahi vermeyen, her hattıyla sonuna kadar mücadele eden Beşiktaş, Kayseri'den üç puanla dönmesini bildi.. Son günlerin çalışkan futbolcusu Nobre, attığı golle Sofya yorgunu Beşiktaş'a rahat bir nefes ve üç puan aldırırken, sakatlanması tüm camiayı üzdü.. Delgado, Kleberson ve Koray gibi yıldızlarının sakat olmasından dolayı kadro kurmakta zorlanan Tigana, genç yıldızlarına forma şansı tanı"KELİME EDİTLENMİŞTİR" İstanbul'a cebinde üç puanla döndü... Kleberson'un yokluğunda formasına kavuşan Fahri, bu şansını iyi kullanarak kazanılan üç puanda söz sahibi oldu.. Belli ki 120 dakikalık kupa maçı onlara vız gelmişti. Sofya neresi, Kayseri neresi? Bir de arada İstanbul var. İki günde bu üç şehirde mekik dokuyan bu yürekler, Erciyes dağının yanaklarında üç puanlık bir makas aldılar... Size, muhtemel 5 ana başlık yazısı verdim... Ama Lazarov'un golü, bütün bu başlıkları dipsiz bir kuyuya bıraktı. Keyfe keder tüm yazıların inadına, istikrara doğru yapılan tüm hamlelere destek çıkıyoruz. Tigana ile oyuncular arasında taktiksel anlamda büyük ve kalın bir bağ olabilir. Lakin, işin en önemli yanı dinleme ve anlama bölümüdür.. Hocaların sistemleri, oyuncuların pistonlarıyla eşgüdümlüdür. Yani, ne kadar ekmek, o kadar köfte.. Babıali'nin eski muhabirleri haber kapmak için kapı kapı dolaşıp, telsizsiz ve internetsiz ortamda başarı yakalarlarmış. Muhabirlik mesleğini rafa kaldıran bazı cin fikirler, taraftar sitelerine dadanarak kimin ne yazdığını bilmediği her yazıyı, internetten gazetesine taşı"KELİME EDİTLENMİŞTİR" sözüm ona muhabirlik yapıyor.. İşin komiği; karısıyla kavga eden, ideolojisine uymayan, babasından harçlık koparamayan ve her sinirlenenin klavyeye koştuğu bu ortamda yazılanlar; kamuoyunu yanlış yönlendirip kendi kuyusuna maya yapıyor. Yoksa; tribünlerin sonuna kadar sahiplendiği, ama internet sanşölyelerinin dibine kadar ittirdiği bu karmaşa başka nasıl izah edilebilir... Yönlendirme varsa bu, yönetimle taraftar arasında değil, kapitalist sistemle bazı güçler arasındadır... O yüzden sayın Turgay Demir, önümüzdeki ilk maçta da "Je t'aime Tigana!"
zibidikartal Ofline   Alıntı ile Cevapla