Tekil Mesaj gösterimi
Alt 15-01-2007, 14:43   #41
OnuR
 
OnuR - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

EDÂ:
Yerine getirme, yapma. Namaz, oruç, hac, zekât gibi bir ibâdeti vaktinde yapmak.

Allahü teâlânın sana farz kıldıklarını edâ et, insanların en âbidi (ibâdet edeni) olursun. Allahü teâlânın haram kıldığı şeylerden sakın, insanların en zâhidi, dünyâya rağbet etmiyeni olursun. Allahü teâlânın verdiği rızka râzı ol, insanların en zengini olursun. (Hadîs-i şerîf-Hadîka, Künûz-ül-Hakâyık)
Edâ niyyeti ile kılınan bir namaz, vakti girmeden kılınmış ise, nâfile olur. Vakti çıktıktan sonra kılınmış ise, kazâ olur. "Bugünün öğle namazını edâ etmeye" diye niyet eden kimse, vakit çıkmış ise, öğleyi kazâ etmiş olur. Öğle vakti çıktı sanarak, bugünkü öğleyi kazâ etme niyeti ile kılınca, vakit çıkmadığı anlaşılınca, öğleyi edâ etmiş olur. (İbn-i Âbidîn)

Edâ Şartları:
Bir işin, ibâdetin sahîh ve mûteber olması için lâzım olan şartlar.
Cumâ namazının edâ şartları yedidir: 1) Namazı şehirde kılmak. 2) Hükûmet reisi veya vâlinin izni ile kılmak. 3) Öğle namazının vaktinde kılmak. 4) Vakit içinde hutbe okumak. 5) Hutbeyi namazdan önce okumak. 6) Cumâ namazını cemâatle kılmak. 7) Câmin in herkese açık olmasıdır. (İbn-i Âbidîn)

EDEB:
1. Güzel hallere ve huylara sâhib olma ve utanılacak hareketlerden sakınma, her hususta haddini bilip, sınırı gözetme hâli.
Edebi gözetmek, zikirden üstündür. Edebi gözetmeyen Hakk'a kavuşamaz. (İmâm-ı Rabbânî)
Allahü teâlâya karşı edeb, O'nun emirlerini yerine getirmekle olur. Avâmın, halkın edebi, dînin emirlerine uymak, havâssın, seçilmişlerin edebi, dînin emirlerine uymakla berâber kalbi zikr (Allahü teâlâyı anmak) nûru ile aydınlatmak, gönülden Allahü teâlâdan başka her şeyi çıkarmaktır. (İmâm-ı Gazâli)
Âdemoğlunun edebden nasîbi yok ise insan değildir. Âdemoğlu ile hayvan arasındaki fark budur. Gözünü aç ve gör ki bütün Allahü teâlânın kelâmının mânâsı, âyet âyet edebden ibârettir. (Şems-i Tebrîzî)
İnsanlar edebe ilimden çok daha fazla muhtacdır. (Abdullah bin Menâzil)
En büyük edeb, ilâhî hududu muhâfaza etmek, gözetmek, Allahü teâlânın emirlerine uymak, yasaklarından sakınmaktır. (Abdülhakîm-i Arvâsî)
Din büyüklerinin yolu baştan sona edebdir. (İmâm-ı Rabbânî)
Bir kimsenin edebli olması, iyi kalblilik ve akıllılık alâmetidir. (Sırrîy-i Sekatî)
Kul için güzel edebden daha iyi mertebe görmedim. Çünkü aklın hayâtı edebdir. İnsan edeb ile dünyâ ve âhirette yüksek derecelere kavuşur. (Ebû Osman Hîrî) Edeb ehli edebden hâli olmaz, Edebsiz ilim öğrenen âlim olmaz.
(M.Sıddîk bin Saîd) İlim meclislerinde aradım, kıldım taleb, İlim geride kaldı ille edeb ille edeb. Edeb bir tâc imiş nûr-i Hüdâ'dan Giy ol tâcı emin ol her belâdan
(Yûnus Emre)
2. Namazda müstehab ve mendup olan şeyler.
Namazın sünnet ve edeblerinden birini gözetmek ve tenzîhi bir mekruhtan sakınmak; zikir ve tefekkürden üstündür. (İmâm-ı Rabbânî)
İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe hazretleri namaz abdestinin edeblerinden bir edebi terk ettiği için kırk senelik namazını kazâ etmiş, yeniden kılmıştır. (İmâm-ı Rabbânî)

EDÎB:
1. Güzel hasletleri kendinde toplayan, haddini bilen. (Bkz. Edeb)
2. Düzgün, güzel ve pürüzsüz söz söyleyen ve yazan, edebiyatçı.

EDİLLE-İ ŞER'İYYE:
Din bilgilerinin elde edilmesine esâs olan ve bunlara bağlı bulunan deliller.
Edille-i şer'iyye dörttür: Kitâb (Kur'ân-ı kerîm), Sünnet (Peygamber efendimizin söz, fiil ve takrirleri, bir iş yapılırken görüp de ona mâni olmadıkları şeyler), İcmâ (müctehid âlimlerin dînî bir işin hükmünde söz birliği etmeleri) Kıyâs (hükmü bili nmeyen bir şeyi hükmü bilinene benzeterek anlamak). (Abdülganî Nablüsî)
İslâmiyet, edille-i şer'iyye ve ona bağlı ikinci derecedeki delil ve vesîkalar ile bize gelmiştir. Bu delîllere dayanmayan, bunların dışında kalan her şey bid'attir, red olunur. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Din ile ilgili hükümlerin isbâtında edille-i şer'iyye, mû'teberdir. Tasavvufçuların keşif ve kerâmetleri değil. (İmâm-ı Rabbânî)
Edille-i şer'iyyenin dört olması müctehidler içindir. Mukallidler yâni dört mezhebden birinde olanlar için delil, sened, bulunduğu mezheb reisinin ictihadı ve sözüdür. (Hâdimî)

EF'ÂL-İ İLÂHİYYE:
Allahü teâlânın işleri.
Rızk; maâşa, mala, çalışmaya bağlı değildir. Böyle olmakla berâber, çalışmak lâzımdır. Çünkü ef'âl-i ilâhiyye, sebebler ile meydana gelir. Âdet-i ilâhiyye (Allahü teâlânın kânunu) böyledir. Fakat bâzan bir işin meydana gelmesinde lâzım olan sebepler bulunduğu hâlde, o fiil (iş) meydana gelmiyebilir. Yâhut sebepsiz de hâsıl olabilir. (Muhammed Rebhâmî)

EF'ÂL-i MÜKELLEFÎN:
İslâm dîninde mükelleflerin (dînî vazîfeleri yerine getirmekle yükümlü, sorumlu kimselerin) yapmaları ve sakınmaları lâzım olan emirler ve yasaklar. Ahkâm-ı İslâmiyye (fıkıh bilgileri), din bilgileri.
Ef'âl-i mükellefîn sekizdir: Farz, vâcib, sünnet, müstehâb, mubâh, harâm, mekrûh, müfsid. Bunları fıkıh ilmi öğretir. (Bkz. İlgili maddeler) (İbn-i Âbidîn)
İki cihân (dünyâ ve âhiret) seâdetine kavuşmak, ancak ve yalnız, dünyâ ve âhiretin efendisi olan Muhammed aleyhisselâma tâbi olmağa (uymağa) bağlıdır. O'na tâbi olmak için îmân etmek ve ef'âl-i mükellefîni öğrenmek ve yapmak lâzımdır. (İmâm-ı Rabbânî)
Ef'âl-i mükellefîni yerine getirmek çok kolaydır. Kalbi bozuk olana güç gelir. Bir çok işler vardır ki, sağlam insanlara kolaydır. Hastalara ise güçtür. Kalbin bozuk olması, şerî'ate, İslâmiyete tam olarak inanmaması demektir. Bu gibi insanlar, inand ım dese de hakîkî tasdîk (inanma) değildir. Laf (dil) ile tasdîkdir. Kalbde hakîkî tasdîkin, doğru îmânın bulunmasına bir alâmet, Ef'âl-i mükellefîni yerine getirmekte kolaylık duymaktır. (İmâm-ı Rabbânî)

EFSÛN:
Fen yolu ile tecrübe edilmemiş maddeler ve Kur'ân-ı kerîmden olmayan, mânâsız yazılar kullanmak. Mânâsı bilinmeyen ve îmânın gitmesine sebeb olan şeyleri okumak.
Efsûn yapan ve ateş ile dağlayan kimse, Allahü teâlâya tevekkül etmemiş olur. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
Tevekkül edenler (herşeyi Allahü teâlâdan bekliyenler) , falcılık, efsûn ve dağlamak ile hastalığı tedâvi etmez! (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)

EGOİST:
Kendi menfaatini düşünen bencil, hodbîn, enâniyet sâhibi. (Bkz. Enâniyet)

EHAD (El-Ehad):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Hiç bir yönden benzeri olmayan, tek olan, ikilik tasavvur edilmeyen, hiç bir şeye muhtaç olmayan.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
De ki: O, Allah'tır, Ehad'dır. (İhlâs sûresi: 1)
Bilâl-i Habeşî radıyallahü anh, Ümeyye bin Halef'in kölesi iken İslâmiyet'le şereflenmişti. Hazret-i Bilâl'in müslüman olduğunu duyan Ümeyye, ona çok eziyet ve işkence yapardı. "İslâm dîninden dön! Lât ve Uzzâ putlarına tap" diye zorladıkça, Bilâl ra dıyallahü anh da; "Ehad Ehad" diyerek îmânını bildirdi. (İbn-i Sa'd)

EHÂDÎS:
Hadîs-i şerîfler. Peygamber efendimizin mübârek sözleri, işleri ve görüp de bir şey demedikleri, mâni olmadıkları şeyler. Hadîs'in çokluk şeklidir. (Bkz. Hadîs)

EHL-İ ABÂ:
Resûl-i ekrem ile birlikte hazret-i Ali, hazret-i Fâtıma, hazret-i Hasen ve Hüseyn'in hepsine verilen isim. (Bkz. Ehl-i Beyt)
Bir gün Resûlullah efendimiz, hazret-i Ali ile Fâtıma, Hasen ve Hüseyn'i mübârek abâları ile örterek; "İşte benim ehl-i abâm bunlardır. Yâ Rabbî! Bunlardan kötülüğü kaldır ve hepsini temiz eyle" buyurdu. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)

EHL-İ BEYT:
Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın bütün âile fertleri. Mübârek zevceleri, çocukları, kızı hazret-i Fâtıma ile hazret-i Ali ve bunların mübârek evlâdları olan hazret-i Hasen ve hazret-i Hüseyn'den kıyâmete kadar gelecek nesilleri.
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Ey Habîbimin ehl-i beyti! Allahü teâlâ, sizin günâhtan uzak olmanızı istiyor. (Ahzâb sûresi: 33)
Ehl-i beytim, Nûh'un (aleyhisselâm) gemisi gibidir. Binen kurtulur, binmeyen boğulur. (Hadîs-i şerîf-Câmi-us-Sagîr-Müstedrek)
Sırat köprüsünden ayakları kaymadan geçenler, ehl-i beytimi ve eshâbımı çok sevenlerdir. (Hadîs-i şerîf-Resâil-i İbn-i Âbidîn)
Zâhir ve bâtın ilimlerinde yâni kalb ilimlerinde büyük âlim olan babam, her zaman ehl-i beyti sevmeği tavsiye ve teşvik ederdi. Bu sevginin, son nefeste îmânla gitmeye çok yardımı vardır derdi. Ehl-i beytin sevgisi, Ehl-i sünnetin sermâyesidir. Âhire t kazançlarını hep bu sermâye getirecektir. (İmâm-ı Rabbânî) İlâhi! Fâtımâ evlâdı hâtırına, Son sözüm kelime-i tevhîd ola, Eğer bu duâmı edersen red ya kabûl, Sarıldım Ehl-i Beyt-i Nebî eteğine.
(Ahmed Fârûkî)

EHL-İ BİD'AT:
Bid'at sâhipleri. Peygamber efendimizin ve eshâbının bildirdiği doğru îtikâddan (inanıştan) ayrılanlar. (Bkz. Bid'at)

EHL-İ DÜNYÂ:
Âhireti unutup, dünyâya sarılanlar. Dünyâya düşkün olanlar. (Bkz. Dünyâ)

EHL-İ GAFLET:
Dünyâya dalıp, âhireti unutanlar. Kastedip halkın özüne Toprak doldurup gözüne Ehl-i gafletin yüzüne Gülen dünyâ değil misin?
(Azîz Mahmûd Hüdâî)

EHL-İ HAK:
Doğru yolda olanlar. (Bkz. Ehl-i Sünnet)

EHL-İ HÂL:
Hâl sâhibi. Mânevî zevklere kavuşmuş kişi. (Bkz. Ehlullah)

EHL-İ HEVÂ:
1. Nefsine uyan, nefsinin arzu ve istekleri peşinde koşan. (Bkz. Hevâ)
2. Bid'at (dinde olmayan inanış ve işler) sâhibi.
Ehl-i hevâ, kısa akıllarına, nefslerine uyarlar. Bunlardan, aslandan kaçar gibi kaçmalıdır. Yetmiş iki sapık fırka böyledir. (İmâm-ı Rabbânî, Tahtâvî)

EHL-İ İSLÂM:
Müslümanlar. Peygamber efendimizin bildirdiklerinin hepsini beğenen, kalbiyle inanıp, diliyle söyleyen müslüman. (Bkz. Müsliman)

EHL-İ KEŞF:
His ve akılla anlaşılamayan şeylerin, kalbine doğduğu velî zâtlar. (Bkz. Keşf)
Müctehidlerin (dinde söz sâhibi âlimlerin) ve onların mezheblerinde bulunanların da hatâlı işlerine sevap verilir. Ehl-i keşfin hatâsı kendileri için affedilir ise de, mukallidleri, onları taklid edenler, mâzûr değildir, affedilmezler. (Abdülhakîm-i Arvâsî)

EHL-İ KIBLE:
Kâbeyi kıble edinenler, müslümanım diyenler. İş ve sözünde açıkça küfür görülmeyen dalâlet (sapık) fırkalarında olanlar.
Cehennem'e girecekleri bildirilmiş olan yetmişiki bid'at fırkası, ehl-i kıble oldukları için bunların hiçbirine kâfir dememelidir. Fakat bunların, dinde inanılması zarûrî, lâzım olan şeylere inanmayanları ve Ahkâm-ı Şer'iyyeden her müslümanın işittiğ i, bildiği şeyleri te'vilini bilmeden red edenleri kâfir olur. (İmâm-ı Rabbânî)
__________________




Besiktas JK






.
OnuR Ofline   Alıntı ile Cevapla