Üyelik tarihi: Mar 2006
Mesajlar: 17.217
Tecrübe Puanı: 38   | -T- TA'AMMÜDEN:
Bilerek, isteyerek, önceden hazırlayarak yapma.
Taammüden adam öldürmek, büyük günâhtır. Mü'mini taammüden öldüren kimse, kâfir olmaz. Mü'min olduğu için öldürürse veya öldürmek helâldir diyerek öldürürse kâfir olur. Îmânı gider. (İbn-i Âbidîn) TÂ'AT:
İbâdet. Allahü teâlânın beğendiği, râzı olduğu şeyler. Hasene.
Allahü teâlânın râzı olduğu; tâat etmenin tatlı, günâh işlemenin acı gelmesinden anlaşılır. (Muhammed bin Alyân)
Üç şey, üç şeye sebebdir. Tâat, Allahü teâlânın rızâsına, günâh işlemek, Allahü teâlânın gadabına, îmân etmek de şerefli ve kıymetli olmaya sebebdir. (Şerefeddîn Yahyâ Münîrî) TABAKÂT-I MUHADDİSÎN:
1.Resûlullah efendimizin işleri, sözleri ve hâllerini öğreten hadîs ilmi ile uğraşan İslâm âlimlerinin dereceleri.
2. Hadîs âlimlerini derecelerine göre sıralayıp, hayatlarını ve eserlerini anlatan kitaplar. TABAKÂT-I MÜFESSİRÎN:
1. Kur'ân-ı kerîmdeki murâd-ı ilâhîyi, yâni kastedilen mânâyı açıklayan tefsîr ilmi ile meşgûl olan İslâm âlimlerinin dereceleri.
Tabakât-ül-müfessirînin birinci derecesinden olan Hülefâ-i râşidîn (dört halîfe; hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer, hazret-i Osman ve hazret-i Ali), İbn-i Abbâs, Câbir bin Abdullah, Enes bin Mâlik, Abdullah bin Mes'ûd, Ebû Hüreyre, hazret-i Âişe ve di ğer Eshâb-ı kirâmdan olan tefsîr bilgilerini Tâbiîn almış ve onlar da talebeleri olan Tebe-i tâbiîne öğreterek kitaplara geçirmişlerdir. (Taşköprüzâde)
2. Tefsîr âlimlerini derecelerine göre sıralayıp, hayatlarını ve eserlerini anlatan kitaplar. TABAKÂT-ÜL-FUKAHÂ:
1. Fıkıh âlimlerinin tabakası. Helâl ve haramı, emir ve yasakları bildiren fıkıh ilmi ile uğraşan âlimlerin dereceleri.
Tabakât-ül-fukahâ, yedi derece olup, birinci derece, müctehid fiş-şer' (mutlak müctehid); ikinci derece, müctehid fil-mezheb; üçüncü derece, müctehid fil-mes'ele; dördüncü derece, eshâb-ı tahric; beşinci derece, eshâb-ı tercih; altıncı derece eshâb-ı temyîz; yedinci derece, yukarıda bildirilen derecelerdeki hizmetleri yapamayan, ancak önceki derecelerde bulunan âlimlerin kitablarından doğru olarak nakil yapabilen, onları bildiren mukallidler, mutlak müctehidlerden birine bağlı olan âlimler. (Bkz. İlgili maddeler) (İbn-i Kemâl Paşa)
2. Fıkıh âlimlerini derecelerine göre tertîb edip (sıralayıp), hayatlarını ve eserlerini anlatan kitablar. TABASBUS:
Yaltaklanma, kendini küçülterek beğendirmeye çalışma.
Bir menfaate kavuşmak veya bir zarardan korunmak için tabasbus büyük günahtır. (Muhammed Hâdimî)
İnsanların eline geçenler, Allahü teâlânın lütfu ve ihsânı iledir. Kendi elinde bir şey yoktur. O hâlde dilenciler gibi tabasbus göstermek müslümana yakışmaz. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî) TÂBİ:
Uyan.
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki:
Ey sevgili peygamberim! Onlara de ki: Eğer Allahü teâlâyı seviyorsanız ve Allahü teâlânın da, sizi sevmesini istiyorsanız, bana tâbi olunuz! Allahü teâlâ bana tâbi olanları sever. (Âl-i İmrân sûresi: 31)
Resûlullah efendimize tâbi olan bir kimsenin, gün ortasında bir parça uyuması, O'na tâbi olmaksızın, birçok geceleri ibâdetle geçirmekten, kat kat daha kıymetlidir. Çünkü, kaylûle yapmak yâni öğleden önce biraz yatmak, Peygamber efendimizin âdet-i şe rîfesi idi. İslâmiyet'e uymayan şeylerin hiçbirisini, Hak teâlâ sevmez, beğenmez. (Ahmed Fârûkî)
İki cihan seâdetine kavuşmak, ancak ve yalnız, dünyâ ve âhiretin efendisi olan Muhammed aleyhisselâma tâbi olmağa bağlıdır. O'na tâbi olmak için, îmân etmek ve dînimizin emir ve yasaklarını öğrenmek ve yapmak lâzımdır. (Ahmed Fârûkî)
Bir mezhebe tâbi olmayanlar ya zındık (kâfir) veya mezhepsiz olurlar. (Hamdullah Decvî)
Ehl-i sünnet, yâni Peygamber efendimiz ve arkadaşlarının yolunda olan kimsenin, ibâdetlerini dört hak mezhebden birine tâbi olarak yapması lâzımdır. Dört mezhebden birine tâbi olmayan kimse bid'at sâhibidir. (Tahtâvî, Ahmed Berîlevî) TABÎB-İ MÜSLİM-İ HÂZIK:
Mütehassıs (uzman) ve açıkça günâh işlemeyen müslüman doktor.
Hasta, hastalığının artmasından veya iyi olmasının gecikmesinden yâhut şiddetli ağrı gelmesinden veya hasta bakıcı hastalanarak, onlara bakamayıp helâk olmalarından korkar ise, oruç tutmayıp sonra kazâ eder. Sağlam kimse, hasta olacağını çok zan eder se ve nehir temizlemek gibi iş yaparken veya devletin emri ile çalışırken, çok sıcak veya soğuk te'siri ile helâk olacağını ve kimsesiz olup hiçbir yerden yardım görmeyen kadın nafakasını kazanmak için çamaşır yıkamak ve yemek pişirmek ile helâk olac ağını çok zannederek anlarsa, oruç tutmaması ve niyetli, oruçlu kimsenin orucunu bozması câiz olur, başka zaman kazâ eder. Çok zannetmek, ölüm alâmetlerini görmekle veya kendi tecrübesi ile yâhut tabîb-i müslim-i hâzıkın haber vermesi ile anlaşılır. Kâfir ve fâsık, yâni büyük günâh işlediği bilinen tabîbe muâyene ve tedâvî câizdir, tedâvî olunabilir. Fakat bunların sözleri ile ibâdet bozulmaz. Orucunu bozarsa, keffâret lâzım olur. (İbn-i Âbidîn) TABÎÎ İLİMLER:
Fen ilimleri, aklî ilimler.
Din ile tabiî ilimleri karşılaştıracak olursak, hiçbir yerinde bunların birbirinden aykırı bir bilgi vermediğini görürüz. Gerek din, gerek tabiî ilimler, bir muazzam yaratıcı olmadan bu dünyânın kurulamayacağını kabûl ederler. Tabiî ilimlerin bulduğu bütün yenilikler, bu muazzam yaratıcının varlığı ve büyüklüğü hakkında birer vesîkadır. Bâzılarının sandığı gibi, tabiî ilimlerin tuttuğu yol ayrı değildir. Tabiî ilimler, bilâkis dînî inanç ve düşünceleri takviye ederler. (Max Planck) TÂBİÎN:
Hadîs-i şerîflerle medhedilen, Eshâb-ı kirâmdan sonra gelen şerefli nesil. Eshâb-ı kirâmı görüp, onların sohbetinde bulunanlar. (Bkz. Eshâb-ı Kirâm)
Eshâb-ı kirâm ile Tâbiînin îmânları hep aynı idi. İnanışları arasında hiç fark yoktu. Şimdi yeryüzünde bulunan müslümanların çoğu Ehl-i sünnet mezhebindedirler, yâni Resûlullah efendimiz ve Eshâbının yolundadırlar. Ehl-i sünnet îtikâdını ortaya koyan , Resûlullah efendimizdir. Îmân bilgilerini Eshâb-ı kirâm bu kaynaktan aldılar. Tâbiîn-i ızâm da, bu bilgileri Eshâb-ı kirâmdan öğrendiler. Daha sonra gelenler, bunlardan öğrendiler. Böylece, Ehl-i sünnet bilgileri bizlere İslâm âlimlerinin kitaplarından nakil yoluyla geldi. (İbn-i Halîfe Alîvî) TABÎ'İYYECİLER (Tabî'iyyûn):
Canlılarda ve cansızlardaki, akıllara hayret veren intizâmı (düzeni) ve incelikleri görerek, bir yaratanın varlığını söylemekle berâber; öldükten sonra tekrar dirilmeği, âhireti, Cennet'i ve Cehennem'i inkâr edenler (red edip, kabûl etmeyen, inanmaya nlar).
Kendilerini akıllı, ilim adamı ve hiç yanılmaz sanan dinsizlerden biri de tabî'iyyecilerdir. (İmâm-ı Gazâlî)
İslâm âlimleri, kitaplarında, tabî'iyyecilerin ve maddîcilerin, Allahü teâlânın varlığına inanmayıp; "Âlem böyle kendiliğinden gelmiş ve böyle gidecektir" diyen dinsizlerin sözlerini ve müslüman olmayanların, İslâmiyet'e sokmak istedikleri uydurmalar ı, delîller ve tartışmalar ile reddederek hepsini susturmuşlar, din düşmanlarının hazırladıkları fitne ve fesâd ateşlerini söndürmüşlerdir. Îmân edilmesi lâzım gelen şeyleri
__________________
Besiktas JK . |