Tekil Mesaj gösterimi
Alt 22-01-2007, 15:06   #3
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 

Yasama Fonksiyonu
I-Yasama Fonksiyonunun Niteliği:

1961 anayasası gibi 1982 anayasası da yasama yetkisinin TBMM’ye ait olduğunu ve bu yetkinin devredilemeyeceğini belirtmiş fakat “yasama yetkisi”nin ne olduğunu belirtmemiştir.TBMM yetkilerini ya kanun ya da karar şeklinde kullanacağına göre yasama yetkisini “TBMM’nin kanun yapma ve parlamento kararları alma yetkisi olarak tanımlayabiliriz.1982 anayasasının “yasama yetkisi” başlığını taşıyan 7.maddesinin Anayasa koyucunun yasama yetkisinin “kanun koyma” veya 87.maddedeki daha etraflı ifade ile “kanun koymak değiştirmek veya kaldırmak” olarak gördüğünü anlatmaktadır.Anayasa koyucunun kanun deyiminden maddi manada kanunu mu yoksa şekli manada kanunu mu kastettiği konusunda bir açıklık yoktur.1961 anayasasının daha ayrıntılı olan gerekçesinde ise “kanun koymak değiştirmek veya kaldırmaktan anlaşılması gereken kaide tasarruflar koyma yetkisidir” denilmek suretiyle maddi kanun görüşüne yaklaşılmıştı.
Şüphesiz ki gerek 61 gerek 82 anayasalarına göre maddi anlamda kanunların yanında şekli anlamda kanunlar da vardır.Diğer bir deyimle kural-işlem olmadığı,bir objektif hukuk kuralı koymadığı halde kanun adını taşıyan maddi kanunlarla aynı usüller içerisinde yapılan aynı hukuki güce sahip olan ve aynı yargısal denetim rejimine tabi bulunan birçok işlemler mevcuttur.Objektif hukuk kuralı ister genelliği ile ister bireyler bakımından yeni hak ve yükümlülükler yaratmasıyla ister bir kere uygulanmakla sona ermemesiyle tanımlansın anılan işlemlerin hiçbir anlamda “kural” sayılmayacaklarında şüphe yoktur.Bu işlemlerden bazıları 82 anayasasının 61 anayasasının 64.maddesine paralel olan 87.maddesinde sayılmıştır.Bunlardan bir kısmı (mesela ölüm cezalarının yerine getirilmesine karar vermek) maddi mahiyeti bakımından bir sübjektif işlemdir.Diğer bazıları ise şart-işlem mahiyeti taşımaktadır.Mesela bütçe kanunu yeni bir hukuk kuralı yaratmaz,sadece yürürlükteki kurallar çerçevesinde devlet gelirlerinin toplanmasına ve kamu harcamalarının yapılmasına izin verir;diğer bir deyimle bu yetkilerin kullanılabilmesinin şartını oluşturur.
1961 anayasası döneminde AY.mahk. bazı kararlarında kanun maddi anlamıyla tanınmıştır.AY.mahk. 1982 anayasası döneminde de kanunu esas itibariyle kural-işlem niteliğinde gören maddi kanun anlayışını devam ettirmiştir.Anayasa mahkemesinin bu maddi kanun anlayışının pratik önemi nedir?TBMM’nin kanun değil karar adı altında yaptığı işlemlerin maddi içerikleri bakımından kanun sayılıp sayılmayacakları dolayısıyla mahkemenin anayasaya uygunluk denetiminin kapsamına girip giremeyeceğinin belirlenmesi açısından kendini göstermektedir.Anayasa Mahkemesi bir hukuki işlemi onu yapan organ tarafından nitelendiriliş şekli ile kendisini bağlı saymamakta işlemin niteliğini bizzat inceleyerek eğer o işlem denetime tabi işlemlerle aynı nitelik ve etkinlikte ise onun anayasaya uygunluğu denetleme yetkisini kendisinde görmektedir.Dolayısıyla TBMM’nin karar adı altında yaptığı bir işlem hukuki niteliği bakımından bir kural-işlem ise onun kanun sayılarak AY.mahk.’ince denetlenmesi mümkün olacaktır.
AY:mahk.’nin maddi kanun anlayışına ağırlık veren kararlarına karşılık 61 anayasası döneminde Türk doktrini genellikle şekli kanun anlayışını benimsemiştir.Pozitif anayasa hukukumuzda kanunun genel ,objektif,kişilik dışı ve geleceği düzenleyici bir işlem olması gerektiğini belirten hiçbir kural yoktur.Dolayısıyla bir kanun ,pek âlâ bireysel ve sübjektif bir işlem de olabilir.Türk hukukunda kanun ancak şekli e organik kritere göre tanımlanabilir.Şu halde kanun yasama organı tarafından kanun adı altında ve belirli yasama usüllerine uyularak yapılan her türlü işlemdir.

II-Yasama Yetkisinin Genelliği ve İlkelliği (Asliliği)

Bizim hukukumuzda yasama yetkisinin genelliği kanunla düzenleme alanının konu itibariyle sınırlandırılmamış olduğunu ;anayasaya aykırı olmamak şartıyla her konunun kanunla düzenlenebileceğini ifade eder.Yasma yetkisinin genelliği yürütme organına bırakılmış “mahfuz” bir düzenleme yetkisinin bulunmadığını da anlatır.Nitekim kanun alanının konu itibariyle sınırlandırıldığı bunun dışındaki alanlarda düzenleme yetkisinin doğrudan doğruya yürütme organına bırakıldığı anayasalar bakımından yasama yetkisinin genelliğinden söz edilmez.Yasama yetkisinin genelliği aynı zamanda yasama organının bir konuyu dilediği ölçüde ayrıntılı olarak düzenleyebileceği anlamına da gelir.Yasama organının bir konuyu genel ilkelerini saptamakla yetinip düzenlemesini yürütme organına bırakması “iyi yönetim” in gereklerine ve yasama organının yapısal niteliklerine uygun düşebilir.Ancak bu konuda yasama organının hukuki bir yükümlülük altında olduğunu elbette söylemek mümkün değildir.Yasama organı dilediği takdirde bir konuyu en ince ayrıntısına kadar düzenleyebilir ve yürütme organına sadece bağlı yetkiler vererek bir idari düzenleme alanına yer vermeyebilir.
Yasma yetkisinin ilkelliği ise yasama organının bir konuyu doğrudan doğruya yani araya herhangi bir işlem girmeksizin düzenleyebilmesidir.Türkiye’de yasama ve yürütme fonksiyonları arasındaki en önemli fark da burada görülür.Yürütme organı yukarıda görülen istisnalarla doğrudan doğruya hukuki işlemler yapmak yetkisine sahip değildir.Yürütme organının işlemleri ister sübjektif ister düzenleyici işlemler olsun daima o alanı önceden düzenlemiş olan bir kanuna dayanmak zorundadır.Bu anlamda yürütme organının işlemleri kanunun izleyen kanundan kaynaklanan(secundum legem) işlemlerdir.Sadece yasama organı bir konuyu ilkel yani özerk ve serbest olarak düzenleyebilir.İdareci kendisini yetkilendiren bir kanun hükmüne dayanmaksızın bireysel olsun düzenleyici olsun hiçbir işlem yapamayacağı halde kanun yasama organının kendisine özgü iktidarına “teşebbüs kudreti”ne dayanır.Bununla yakından ilgili bir fark da kanunun olduğu yerde idare için onu uygulamanın sadece bir yetki değil aynı zamanda hukuki bir yükümlülük olmasına karşın yasama organı anayasa karşısında bu anlamda yükümlülük altında bulunmamasıdır.

III-Yasama Yetkisinin Devredilmezliği

İlk bakışta yasama yetkisinin devredilmezliği gibi bir kurala Anayasada yer verilmesi garip karşılanabilir.Çünkü kamu hukukunda hiçbir devlet organı anayasadan veya kanunlardan aldığı yetkiyi bu metinlerde açık bir izin olmaksızın başka bir devlet organına devredemez.Bu anlamda devredilmezlik ilkesi sadece yasama yetkisi bakımından değil bütün devlet organları ve devlet yetkileri bakımından geçerlidir.Üstelik 7.maddede sözü geçen devredilemeyecek yasama yetkisi ile gene olarak kural koyma fonksiyonunun kastedilmiş olamayacağı da açıktır.Bu madde ile yasaklanmış olan her şeyden önce kanun adı altında veya bu adı taşımasa bile kanunla eşdeğerde yada kanun gücüne sahip hukuki işlemler yapma yetkisinin devredilmesidir.
Yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesinin T.C. uygulamasında nasıl anlaşıldığına gelince bunun KHK’lerin anayasa hukukumuza girdiği 1971 yılından önce ve sonra olmak üzere 2 dönemde incelenmesi yerinde olur.24 anayasası döneminde anayasanın 6.maddesi yolundaki açık hükümlerine rağmen uygulamalardaki bu hükümlerden sapmalar olmuştur.Mesela 1567 sayılı Türk parasının kıymetini korunması zımnında kararlar ittihazı” gibi hemen hemen sınırsız genel ve belirsiz bir düzenleme yetkisi vermiştir.1961 anayasası döneminde de “yasama yetkisi Türk milleti adına TBMM’nindir.Bu yetki devredilemez.”hükmüne rağmen anayasa mahkemesi 1963 yılında verdiği bir kararda yukarıda değinilen Türk parasının kıymetini koruma hakkındaki kanunu anayasaya aykırı bulmamıştır.1971 yılında yapılan anayasa değişikliğiyle KHK’lerin hukukumuza girmiş olması bu tartışmanın verilerini değiştirmiştir.KHK’ nin yürütmenin diğer düzenleyici işlemlerinden farkı kanuna eşit hukuki güçte olmasıdır.Diğer bir deyimle tüzük ve yönetmelik gibi diğer düzenleyici işlemlerin yürürlükteki kanun hükümlerini değiştirmeleri veya kaldırmaları mümkün olmadığı halde KHK ile yürürlükteki kanun hükümleri değiştirilebilir ya da kaldırılabilir.KHK’nin yasama işlemi sayılıp sayılmaması yetki kanunu ile bakanlar kuruluna verilen KHK çıkarma yetkisinin niteliği hakkında kabul edilecek görüşe bağlıdır.Eğer bu yetki biraz daha genişletilmiş” basit bir düzenleme ise KHK’de tüzük ve yönetmeliklerden nitelikçe farklı olmayan düzenleyici bir idari işlemden ibarettir.Yok eğer KHK çıkarma yetkisi bir “yasama yetkisinin devri” bir “delegation” ise KHK’nin fonksiyonel anlamda bir yasama işlemi olarak kabul edilmesi gerekir.1961 anayasa döneminde bu görüşlerden ilkini savunuş olan Prof. Duran’a göre KHK nitelikçe tüzükten farklı değildir.Ancak “yetki kanunun verdiği düzenleme yetkisi alelade kanunda alınan aynı nitelikteki selahiyetten daha geniş olabilir ve bir süre ile bağlıdır.Bu derece ve müddet ayrılığından başka KHK ile tüzük arasında esasta bir fark yoktur.”Böylece yürütme organı tarafından herhangi bir tüzük niteliği olan KHK yasama organı yönünden de “alelade bir kanun tasarısından ibarettir.Biz bu görüşe 1961 anayasasındaki düzenleme bakımından da katılamıyoruz.Tüzükler ve yürütmenin diğer düzenleyici işlemleri ancak kanunlara aykırı olmamak şartıyla düzenlemede bulunabildikleri halde KHK yürürlükteki uygulama hükümlerini kaldırabilmekte ve değiştirebilmekte,diğer bir deyimle kanunun hukuki gücüne sahip olmaktadır.KHK’nin bunu ancak yetki kanunundaki belirlenen alanda yapabilmesi onun hukuki gücünü etkilemez.
KHK’lerin 1982 anayasasındaki düzenlenişi 1961 anayasasındakilerden temelde çok farklı olmamakla beraber ,bu konuda getirilen bazı yenilikler KHK’lerin maddi bakımdan birer yasama işlemi olduğu görüşünü daha da kuvvetlendirmiştir.Bu yeniliklerden bir tanesi 1961 anayasasının aksine yetki kanununda KHK ile yürürlükten kaldırılabilecek kanun hükümlerinin belirtilmesi zorunluluğunun ortadan kaldırılmış olmasıdır.Bu konuda bir kanıt da Danışma Meclisince kabul edilen Anayasa tasarısının yasama yetkisine ilişkin 7.maddesinde yasama yetkisinin devredilemeyeceği belirtildikten sonra “Anayasa ile CB’ye ve Bak.Kur.’na verilen KHK çıkarma yetkisi saklıdır.” Cümlesinin eklenmiş olmasıdır.Böylece danışma meclisi KHK’leri yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesinin bir istisnası olarak gördüğünü açıkça ifade etmiştir.

Yasama İşlemleri
I-Kanun:

Türk hukukunda kanunun maddi anlamda değil ancak şekli anlamda tanımlanabileceği yasama yetkisinin de genel ve sınırsız olduğu yukarıda belirtilmişti.Bu iki ilke kanunun ne konusu ne de hukuki mahiyeti açısından tanımlanmasının mümkün olduğunu ortaya koymuştur.Bununla birlikte şekli kanun anlayışını kabul eden yazarlar da yasama organının istisnasız her türlü hukuki işlemi kanun biçiminde yapamayacağını kabul etmekte,görüşlerini bir takım istisnalarla yumuşatmaktadırlar.Üzerinde herkesin birleştiği bir istisna yasama organının maddi bakımdan yargı işlemi niteliğinde bir işlemi kanun biçiminde yapamayacağıdır.Ancak istisnalara şüphesiz bundan ibaret değildir.Şekli kriterciler bir kısım yürütme işlemlerinin de kanun biçiminde yapılamayacağını kabul etmektedirler.Yürütme mevcut kanunların uygulanması veya uygulanmasının sağlanması demek olduğuna göre kanunları uygulayıcı işlemlerin yasama organı tarafından yasama organı tarafından yapılmasına imkan yoktur.Diğer bir deyimle Türkiye’de yürütme organının mahfuz bir düzenleme yetkisi olmamakla birlikte mahfuz bir düzenleme alanı vardır.O da yürürlükteki kanunların uygulanmasıdır.Yasama organı bu alana müdahale edemez.Gene hukukumuzda belli bir kişiye kanunla mükellefiyet yüklenemeyeceği kuşkusuzdur.Bu gerçek kanunların mutlaka kural işlem niteliği taşıması gerektiği görüşüne değil hukuk devleti ve kanun önünde eşitlik ilkesine dayandırılmaktadır.Belli bir kişiye kanunla yükümlülük yüklenemeyeceği gibi belli bir kişiyi kanuni yükümlülüklerden kurtaran bir kanunun da çıkarılmaması gerekir.

II-Özel Nitelikli Kanunlar:Anayasamız kanun biçiminde yapılan bazı yasama işlemlerini taşıdıkları özel nitelikler sebebiyle özel bir görüşülme usülüne hatta özel bir hukuki statüye tabi tutmuştur.Bunlar bütçe ve kesinhesap kanunları ile milletlerarası antlaşmaların uygun bulunması hakkındaki kanunlardır.
1-Bütçe Kanunu:Bütçe kanunun hukuki mahiyeti bakımından bir kural-işlem değil devlete ve diğer kamu tüzel kişilerine kamu harcamalarında bulunmak ve kamu gelirlerini toplamak konusunda belli bir süre için yetki veren bir şart-işlemdir.Anayasamızda bütçenin yıllık olması ilkesi kabul edilmiştir.Bütçe kanunun özel hukuki niteliği dolayısıyla bu kanuna bütçe ile ilgili hükümler dışında hiçbir hüküm konulamayacağı gerek 1961 gerekse 1982 anayasalarında belirtilmiştir.Şüphesiz bu hüküm bütçe kanunun ile mevcut olan kanun hükümlerinde açık veya zımni değişiklik yapılmasını veya mevcut kanun hükümlerinin kaldırılmasını da yasaklamıştır.
Bütçe kanunun hukuki rejimi yönünden bir kanun olmakla beraber bunun taşıdığı özellikler nedeniyle anayasa bütçenin görüşülmesini ve kabulünü diğer kanunlar hakkındaki genel hükümlere tabi tutmamış bu konuda özel bir yöntem benimsemiştir(mad.162/1-2).Bütçe komisyonunun oluşmasında iktidar partisi grubuna en az 25 üyelik verilmesi hükmü “içtüzük hükümleri siyasi parti gruplarının Meclisin bütün faaliyetlerine üye sayısı oranında katılmalarını sağlayacak yolda düzenlenir.” Yolundaki genel kuralın bir istisnasıdır.Hükmün amacı hükümetin genel siyasetinin bir aracı olan bütçe kanunun bütünlüğünün ve tutarlılığının Bütçe komisyonunda bozulmasını önlemektir.Bütçe komisyonu Bütçe kanun tasarısını 55 gün içinde görüşerek karara bağlar.Komisyonun kabul ettiği metin de TBMM’de görüşülerek mali yılın başına kadar karara bağlanır.1982 anayasası 61 anayasasından farklı olarak bütçelerde değişiklik yapılmasında uyulacak esasları da belirlemiştir(mad.163).Bütçe kanununu diğer kanunlardan ayıran bir özelliği ise CB tarafından bir kere daha görüşülmek üzere TBMM’ye geri gönderilmesi hükmünün dışında tutulmuş olmasıdır.Bu hüküm (mad.93) bütçe kanunun süreli niteliğinden kaynaklanmaktadır.Gerçekten bütçe kanunu mali yılbaşına kadar çıkarılamaması haline devlet faaliyetleri felce uğrayacaktır.Buna karşılık bütçe kanunu denetim rejimi bakımından diğer kanunlarla aynı hükümlere tabi tutulmuştur.Bütçe kanununu şekil ve esas yönünden anayasaya aykırılığı yüzünden diğer kanunlarda olduğu gibi Anayasa mahkemesine başvurulabilir.
2-Kesin Hesap Kanunu:Bütçe kanununu kabul etme yetkisine sahip olan yasama meclisi,doğal olarak bu kanunun uygulanmasını denetleme yetkisine de sahiptir.Bütçenin denetlenmesi gelirlerin toplanmasının ve harcamaların bütçeye uygun olarak gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılmasını içerir.Bu denetleme kural olarak TBMM adına bir anayasal kuruluş olan Sayıştay tarafından yapılır.(mad.160).TBMM’nin bütçenin uygulanışı üzerindeki denetimi ise kesinhesap kanunu tasarılarını kabul etmek suretiyle olur.TBMM kesinhesap kanunu tasarılarını görüşüp kabul etmekle hükümeti ibra etmiş olur.Görülüyor ki bütçe kanunları gibi kesin hesap kanunları da kanun biçiminde kabul edilmek ve kanun statüsüne tabi olmakla birlikte hukuk normu yaratan maddi anlamda kanun değildir.

3-Milletlerarası Antlaşmaların Uygun Bulunması:1982 anayasası (mad.90) milletlerarası antlaşmaların uygun bulunmasına ilişkin 1961 anayasası hükmünü (mad.65) “uygulamada iyi işlediği ve ihtiyaca cevap verdiği” gerekçesiyle aynen kabul etmiştir.Her iki anayasanın benimsediği sistem antlaşmaların onaylanması yetkisini yasama ve yürütme organları arasında paylaştırmıştır.Anayasamıza göre antlaşmaları onaylamaya yetkili makam CB’dir.Ancak CB’nin onay yetkisini kullanabilmesi kural olarak TBMM’nin onaylamayı kanunla uygun bulmasına bağlıdır.Anayasanın antlaşmaların onaylanması konusunda kabul ettiği genel kural TBMM’nin bir kanunla önceden verdiği bir mezuniyete dayanarak onay işleminin CB tarafından yapılması olmakla beraber Anayasanın 90.maddesinin 2. ve 3. fıkraları bu kurala iki istisna getirmektedir.2. fıkrada bahsi geçen “antlaşmaların TBMM’nin bilgisine sunulması TBMM’nin antlaşma üzerinde herhangi bir işlem yapma yetkisi vermez.Yasama organı antlaşmayı uygun bulmazsa ancak bakanlar kurulu üzerinde siyasal denetim mekanizmasını harekete geçirebilir bu da antlaşmanın milletlerarası geçerliliğini ve bağlayıcılığını herhangi bir surette etkilemez.
Anayasanın 90.maddesinin son fıkrasına göre “usülüne göre yürürlüğe konmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir.Bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiası ile AY.’ye başvurulamaz”Görülüyor ki bu fıkra antlaşmaların anayasaya uygunluğunun gerek soyut gerek somut norm denetimi yoluyla Anayasa Mahk. Tarafından denetlenebilmesi imkanı vermemektedir.Bu yasaklayıcı hükmün bir yandan devletin milletlerarası sorumluluğuna meydan vermemek öte yandan Türkiye’nin devletler-üstü nitelik taşıyan dolayısıyla anayasamızın bazı hükümleriyle çelişebilecek olan milletlerarası kuruluşlara girebilmesini sağlamak gibi iki düşünceden kaynaklandığı söylenebilir.Kanun ile antlaşma arasında bir çatışma olduğunda mahkemeler milletlerarası antlaşma hükümlerine göre karar vermelidirler.
Bir görüşe göre Antlaşmanın kendisi yargı organlarınca denetlenemezse de uygun bulma kanununa karşı Ay.Mahk.’ne onay kararlarına karşı da Danıştay’a dava açılabilir.Anayasada bunu yasaklayan bir hüküm yoktur ve yargı denetimini ortadan kaldırması bakımından istisnai nitelik taşıyan anayasa hükmünü daraltıcı bir şekilde yorumlamak gerekir.Buna karşılık böyle bir yorumun Anayasa tarafından yasaklanan yargı denetiminin usül saptırması yoluyla gerçekleştirilmesi anlamına geleceği ileri sürülebilir.Fransız hukukunun “ayrılabilir işlem” kavramından esinlenerek denilebilir ki “eğer uygun bulma kanunu onaylanmasını uygun bulduğu antlaşmadan ayrılabiliyor,bağımsız olarak kendi başına hüküm ifade edebiliyor ve iç hukuk düzeninde etki yapabiliyor ise bu kanunun anayasaya aykırılığı iddiası ile AY.mahk.’ne dava açılabilir. Yok eğer tersi ise dava açılamaz.”Uygun bulma kanunları hemen daima antlaşmanın uygun bulunduğunu gösteren basit bir hükümden ibaret olduğuna göre söz konusu ayrım gereğince AY.mahk.başvurabilme ihtimali son derce zayıftır.Buna karşılık uygun bulma kanununun Anayasa Mahk.’ince şekil yönünden denetlenebileceği savunulabilir;çünkü kanun şekil yönünden anayasaya aykırı olması halinde TBMM’nin geçerli biçimde ortaya çıkmış bir iradesi yoktur.Başka bir deyimle yolsuz onay söz konusudur.
Bakanlar Kurulunun onay kararnamelerine gelince bunların organik bakımdan birer idari işlem olmaları nedeniyle Danıştay’ın denetimine tabi oldukları bazı yazarlarca ileri sürülmektedir.Bu görüşe göre Danıştay antlaşma hükümlerinin anayasaya uygunluğunu inceleyememekle birlikte eğer bakanlar kurulu anayasanın ve kanunun kendilerine verdiği yetkileri aşmak suretiyle bir antlaşmayı onaylamışsa bu kararnameyi iptal edebilir.Bizce yolsuz onay durumunda mahkemelerin denetim yetkisi kural olarak var olmakla birlikte Anayasa 90.maddesi son fıkrasınca onay kararnameleri Danıştay’ca denetlenemez.Çünkü anayasa usülüne göre yürürlüğe girmiş milletlerarası antlaşmaların “kanun hükmünde “olduğunu belirtmiştir.Gerçi kanun hükmünde olanın onay kararnamesi değil antlaşmanın kendisi olduğu ileri sürülebilir.Ancak burada bu iki işlem birbirinden ayrılmaz niteliktedir.Onay kararnamesinin iptali antlaşmanın da yürürlükten kalkması sonucunu doğurur ki bu da Danıştay’a kanun hükmüne bir işlemi ortadan kaldırma yetkisi tanımış olacaktır.Yürütme organının yetkilerini aşarak onaylaması halinde bizce yasama organı sadece siyasal denetim mekanizmalarını harekete geçirebilir.

III-Parlamento Kararları

Parlamento kararları TBMM’nin kanun dışındaki bütün işlemleridir.Parlamento kararlarının konu yönünden çok çeşitli oluşları bunların tam bir tasnifinin yapılmasını da güçleştirmektedir.Boudet parlamento kararlarını meclisin iç çalışmalarına ilişkin kararlar ve meclis dışındaki bir organın bir eylemini veya meclis dışındaki bir organ üzerindeki bir denetimi içeren kararlar olmak üzere ikiye ayırır.
Yasama meclislerinin iç örgütlenişlerine ve çalışmalarına ilişkin kararlar parlamento kararlarının büyük bit bölümünü oluşturur.Mesela TBMM kendi içtüzüğünü yapması veya değiştirmesi,kendi başkanını veya başkanlık divanını seçmesi bunlara örnektir.Bu kararların konuları anayasada hatta meclis içtüzüğünde sınırlandırılmış değildir.Meclis kural olarak kendi iç örgütlenişi veya çalışmaları hakkında dilediği kararı alabilir.Şüphesiz bu kararların bir içtüzük düzenlemesi niteliği taşıması ve içerik yönünden de Anayasaya aykırı olması halinde Anayasa Mahk.’ince iptal edilmeleri mümkündür.
Parlamento kararlarının ikinci bir bölümü yasama meclisinin yürütme organı ile ilişkilerini ilgilendirir.Parlamenter rejimin mekanizması içinde yasama meclisinin bu tür kararlar alması doğal ve zorunludur.Mesela TBMM tarafından Başbakan veya bakanlar hakkında meclis soruşturması açılması ve Yüce Divan’a sevk kararı (mad.100) CB’nin vatan hainliğinden dolayı TBMM tarafından suçlandırılması kararı gibi...Anayasamız gene bir kategori olarak parlamento kararlarını yargı denetimine tabi tutmuş değildir.Sadece bu kararlardan 2 türünün Anayasa Mahk.’ince denetlenebileceğini anayasada açıkça belirtmiştir.Bunlar yasama meclisi içtüzükleri ile yasama dokunulmazlığının kaldırılması veya üyeliğin düşmesi ile ilgili kararlarıdır.Parlamento kararlarının bu iki istisna dışında yargı denetimi dışında bırakılmasının hukuk devleti açısından önemli bir sakınca olarak görülmesi abartılıdır.Her şeyden önce vatandaşlar için uyulması zorunlu genel hukuk kurallarının bu parlamento kararları ile koyulamayacağı unutulmamalıdır.
Parlamento kararlarının pek büyük bölümünün nitelikleri itibariyle kişi haklarını etkilemeyeceği açıktır.İlk bakışta kişi haklarını etkileyebilecek gibi görünen olağanüstü hal ve sıkıyönetim ilan durumlarında ise iki hukuki işlemin birbirine eklendiği görülmektedir.Bunlardan birincisi organik bakımdan idari işlem olan Bak.Kur. kararı diğeri de bu kararın onanmasına dair TBMM kararıdır.

IV-İçtüzük

Yasama meclislerinin kendi çalışmalarını düzenlemek amacıyla koydukları kurallara “içtüzük” denir.Duguit içtüzüğü “her meclisin düzenini ve çalışma yöntemini belirleyen genel nitelikteki hükümlerin tümü” olarak tanımlamaktadır.Bu anlamda içtüzük her meclisin kendi kanunu olarak kabul edilebilir.Anayasamıza göre (mad.95/1) “TBMM çalışmalarını kendi yaptığı içtüzük hükümlerine göre yürütür”.Meclislerin içtüzüklerini bizzat yapmaları onların diğer devlet organları özellikle yürütme organı karşısındaki bağımsızlıkların bir belirtisi ve sembolüdür.Buna,yasama meclislerinin “yöntemsel bağımsızlığı” adı verilebilir.Anayasada açık bir hüküm olmasa bile meclislerin kendi içtüzüklerini yapmak yetkisine sahip olduklarını kabulü gerekir.Öte yandan içtüzükler aralarındaki bir takım benzerliklere rağmen kanun da değildir.Kanunlar iki meclisli bir sistemde meclislerin ortak iradesinin bir ürünü oldukları halde meclislerden her biri kendi içtüzüğünü yapmaya yetkilidir.Kanunla içtüzük arasındaki daha da önemli bir fark konu bakımından mevcut olan farktır.Kanunun vatandaşlar için haklar ve yükümlülükler yaratabilmesine karşılık içtüzükler kural olarak sadece yasama meclisi üyelerini bağlar ve meclis dışında bir uygulama alanına sahip olmaları düşünülemez.
Yasama meclislerinin iç çalışmalarını düzenleyen metinler olarak içtüzükleri teknik yönleri ağır basan dolayısıyla siyasal önemi fazla olmayan hukuk kuralları saymak doğru değildir.Tersine içtüzükler meclis çalışmalarının etkinliğini ve verimliliğini meclis iradesinin gerçeğe uygun biçimde yansıyıp yansımamasını belirleyen iktidar-muhalefet ilişkilerini büyük ölçüde etkileyen temel siyasal önemde hukuk kurallarıdır.Yasama meclislerinin kendi içtüzüklerini yapma yetkilerinin bir sonucu da meclislerin bu içtüzükleri diledikleri zaman değiştirebilmesidir.Meclisin varlığının dayandığı anayasal temeller devam ettiği sürece ve her meclisini kendi içtüzüğünü değiştirme hakkı da şüphesiz saklı kalmak kaydıyla bir içtüzük onu kabul eden meclisin görev süresinin bitiminden sonra da geçerliliğini korur.İçtüzüklerin konusu yasama meclislerinin “çalışmaları” nın düzenlenmesidir.(mad.95/1).Bu nedenle içtüzüklere meclis çalışmalarıyla ilgili olmayan hükümler konulamaz.Özellikle içtüzüklerin yasama meclisleri dışındaki kişileri bağlayıcı onlar bakımından yükümlülükler getirici kurallar koyamayacağında kuşku yoktur.
İçtüzük ve içtüzük değişiklikleri TBMM üyelerince önerilir.Halen yürürlükte olan Millet Meclisi içtüzüğünce (mad.157)içtüzükte değişiklik yapılmasını öngören tekliflere “kanun teklifleri hakkındaki hükümler uygulanır.Bu teklifler anayasa komisyonunda incelendikten sonra bu komisyonun raporu esas olmak üzere genel kurulda görüşülür ve sonuçlandırılır.”Genellikle parlamentoların yöntemsel bağımsızlığı ilkesi içtüzüklerin ve içtüzük uygulamalarının herhangi bir yargısal denetime tabi olmamalarını da içerir.Ancak T.C.Anayasası içtüzüklerin büyük siyasal önemini göz önünde bulundurarak onları anayasaya uygunluk denetimi bakımından kanunlarla esas itibariyle aynı hükümlere bağlamıştır.Bizim uygulamamızda AY Mahk.’nin denetim yetkisi sadece içtüzük veya içtüzük değişikliği adını taşıyan ,işlemleri değil fakat mahkemenin “içtüzük düzenlemesi” niteliğinde gördüğü diğer meclis kararlarını da kapsamaktadır.Anayasa Mahk..bir meclis kararının içtüzük düzenlemesi niteliğinde olup olmadığını belirlerken ilgili kararın çözdüğü konu alınmasındaki erek (amaç) ve gördüğü işin niteliği kriterlerinden yararlanmaktadır.

Yürütme Fonksiyonu ve Yürütme İşlemleri
I-Yürütme Fonksiyonunun Niteliği

Yürütme fonksiyonunun maddi anlamda tanımlanamayacağında kuşku yoktur.Diğer bir deyimle Türkiye’de yürütme fonksiyonu sadece özel,somut,bireysel işlemler yapmaktan ibaret sayılamaz.Yürütme fonksiyonu kavramına bu tür işlemler kadar düzenleyici ve kural koyucu işlemler de girer.1924 anayasası tüzüklerden,1961 anayasası tüzük ve yönetmeliklerden açıkça söz etmiştir.1961 anayasasında 1488 sayılı kanunla yapılan değişiklik yürütmenin düzenleyici işlemlerine KHK’leri de eklemiştir.1982 anayasası her üç düzenleyici işlem türüne de yer vermiştir.Görülüyor ki cumhuriyetin bütün anayasalarında yürütme organına düzenleyici işlemler yapma yetkisi doğrudan doğruya anayasadan doğmuştur.Ancak anayasada böyle açık hüküm olmasa dahi yürütme organının düzenleme yetkisine sahip olduğu bu yetkinin yürütme ve idare fonksiyonunun mahiyetinden doğduğu söylenebilir.Daha hukuki bir gerekçe olarak da idarenin düzenleme yetkisinin doğrudan doğruya onun takdir yetkisinden doğduğu söylenebilir.İdarenin bütün yetkilerinin “bağlı yetkiler” olmayacağı idare kavramının zorunlu olarak takdir yetkisini de içereceği açıktır.Yürütmenin düzenleme yetkisinin sadece anılan pozitif anayasa normlarından doğmadığı yolunda gösterilebilecek bir kanıt da gerek 1924 gerekse 1961 anayasaları dönem,inde anayasada açıkça belirtilenlerden başka düzenleyici işlemlerin de yapılmış ve bu uygulamanın gerek doktrinde gerek yargı kararlarında anayasaya aykırı görülmemiş olmasıdır.Aynı görüş 1961 anayasası döneminde anayasa mahkemesince de benimsenmiştir.1982 anayasası döneminde de yürütmenin karar tebliğ sirküler gibi değişik adlar altında düzenleyici işlemler yapma uygulaması devam etmiştir.Kendisinden önceki cumhuriyet anayasaları gibi 82 anayasası da yürütme fonksiyonunun bir tanımını vermiş değildir.anayasanın 8.maddesine göre “yürütme yetkisi ve görevi CB ve Bak.Kur.’u tarafından anayasaya ve kanunlara uygun olarak yerine getirilir.Anayasamız yürütmenin düzenleyici işlemlerini KHK,tüzük,yönetmelik ve CB kararnamesi olarak belirlemiştir.

II-Kanun Hükmünde Kararnameler:

1-Kavram ve Nitelik:
1924 anayasasında ve 1961 anayasasının ilk şeklinde mevcut olmayan KHK,bu anayasada 1971 yılında yapılan değişikliklerle hukukumuza girmiştir.KHK daha farklı bir biçimde 1876 Kanun-i Esasi’de de mevcuttu.36.maddeye göre Meclis-i Umumi toplanık olmadığı zamanlarda bazı durumlarda Kanun-i Esasi’ye aykırı olmamak şartıyla Bak.Kur. ve padişahın onayıyla Heyet-i Mebusan’ın toplanıp karar vereceği zamana kadar geçerli olmak kaydıyla kanun hüküm ve kuvvetinde kararnameler çıkarılabilirdi.

2-Yetki:
Gerek değişik 61 gerek 82 anayasalarına göre KHK çıkarma yetkisi Bak.Kur.’undur.Aslında Bak.Kur.’un KHK çıkarma yetkisi de doğrudan doğruya anayasadan kaynaklanan değil Bak.Kur.’una bu yetkiyi veren yetki kanunundan doğar.Önceden bir yetki kanunu ile yetkilendirilmedikçe Bak.Kur. KHK çıkaramaz.”yetki kanunu, çıkarılacak KHK’nin amacını kapsamını ilkelerini kullanma süresini ve süresi içinde birden fazla kararname çıkarılıp çıkarılmayacağını gösterir”.1961 anayasasından farklı olarak “yürürlükten kaldırılacak kanun hükümlerinin açıkça gösterilmesi şartı ortadan kaldırılmış;buna karşılık yetki süresi içinde birden fazla kararname çıkarılıp çıkarılamayacağının yetki kanununda belirtilmesi şartı konmuştur.Yetki kanunun anayasada sayılan unsurlardan bir tanesini belirtmemesi bu kanunu anayasaya aykırı kılar.Anayasaya aykırı olarak çıkarılmış bir yetki kanununa dayanan bir KHK’nin de kendisi içerik yönünden anayasaya aykırı bir hüküm taşımasa dahi Anayasaya aykırı sayılması gerekir.Aksi halde Anayasanın uygun gördüğü ölçünün ötesinde bir yetki devri söz konusu olur.Anayasaya uygunluk denetiminin içerisine öncelikle KHK’nin yetki yasasına uygunluğu girer.Yetki yasası olmazsa KHK olmaz.Bu yetkinin dışına çıkılması KHK’yi anayasaya aykırı kılar.KHK yetki yasasına ve içeriği yönünden de anayasaya aykırı olmasa dahi dayandığı yetki yasası anayasaya aykırı ise bu nedenle iptali gerekir.1982 anayasası KHK çıkarma “yetki”sini değişik 61 anayasasından daha ayrıntılı şekilde düzenlemiş,61 anayasasında öngörülmemiş bazı durumlara ait hükümler getirmiştir.Mesela “Bak.Kur’unun istifası düşürülmesi veya yasama döneminin bitmesi belli süre için verilmiş olan yetkinin sona ermesine sebep olmaz”.”Kanun hükmünde kararnamenin TBMM tarafından süre bitiminden önce onaylanması sırasında yetkinin son bulduğu veya süre bitimine kadar devam ettiği de belirtilir.”

3-Konu:
KHK’nin “konu”su genel çerçevesi itibariyle yetki kanununda belirlenir.Yetki kanunu KHK’nin amacını kapsamını ve ilkelerini göstermek zorunda olduğuna göre yetki somutlaştırılmış belli bir alanda tanınmış olmaktadır.KHK’nin konusu yetki kanununda belirlenmiş alanın dışına çıkamaz.Ayrıca anayasa 61 anayasasının ilgili hükmüne paralel olarak KHK ile düzenlenemeyecek olan bazı konuları da belirtmiştir.Bu hükme göre “sıkıyönetim ve olağanüstü halle saklı kalmak kaydıyla Anayasanın 2.kısmındaki 1. ve 2. bölümlerinde yer alan temel haklar,kişi hakları ve ödevleri ile 4.bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevler KHK ile düzenlenemez.Ayrıca AY’nın 163.maddesi Bak.Kur’na KHK ile bütçede değişiklik yapma yetkisinin verilmesini de yasaklamıştır.

4-Usül ve Şekil:
Usül ve şekil unsuru bakımından KHK’ler Bak.Kur’nun diğer kararnamelerinden farksızdır.Anayasa CB’nin görevleri arasında “kararnameleri imzalamak” tan söz ettiğine göre KHK’lerin de CB tarafından imzalanması gerekir.Tüzüklerin CB tarafından yayınlanacağına ilişkin hüküm bu görüşü doğrulamaktadır.KHK’ler R.G.’ de yayınlandıkları gün yürürlüğe girerler.Ancak kararnamede yürürlüğe giriş tarihi olarak daha sonraki bir gün de gösterilebilir.82 anayasası değişik 61 anayasası gibi KHK’leri TBMM’nin denetimine tabi tutmuştur.Anayasaya göre “kararnameler R.G’de yayınlandıkları gün meclise sunulur.Yetki kanunları ve bunlara dayanan KHK’ler TBMM komisyonları ve Genel Kurulunda öncelikle ve ivedilikle görüşülür.”Öncelik ve ivedilik şartıyla KHK’lerin mümkün olan süratle TBMM’nin kesin kararına bağlanması sağlanmak istenmiştir.Ancak anayasa KHK’lerin TBMM’de görüşülüp karara bağlanması için belli bir süre tayin etmemiştir.Bak.Kur.’unun bir konuda birden fazla KHK çıkarıp TBMM’ye sunması halinde TBMM bunları hangi sıra ile görüşecektir?Anayasa ve içtüzükte düzenlenmemiş olan bu konuda 3 yöntem düşünülebilir.TBMM istediğinden başlaması,ilk tarihliden başlanması,son tarihliden başlanması.Uygulamada TBMM istediğinden başlaması görülür.
Bak.Kur. TBMM’ye sunmuş olduğu KHK’yi meclis kararından önce yetki süresi içinde geri alabilir veya değiştirebilir mi?61 anayasası döneminde de tartışmalı olan bu konuya 82 anayasasını getirdiği bir yeniliği de göz önünde tutarak şu cevap verilebilir.82 anayasasına göre yetki kanunun “süresi içinde birden fazla kararname çıkarıp çıkarmayacağının da belirtilmiş olması gerekir.Eğer yetki kanunu o konuda bir tek KHK çıkarılmasına yetki vermiş ise aynı konunun başka bir KHK ile düzenlenmesi ihtimali yoktur.Yani değiştirmek de söz konusu değildir.Hatta çıkarılmış olan KHK’nin geri alınması da mümkün olmaması gerekir;çünkü geri alma işlemi yeni bir KHK çıkarılmasını gerektirecektir.Buna karşılık şayet yetki kanunu birden fazla kararname yetkisi tanımış ise Bak.Kur.’nun daha önceki KHK’yi değiştirebilmesi veya geri alabilmesi gerekir.Ancak şüphesiz geri alma bir KHK’yi geçmişe şamil olarak yürürlükten kaldırmaz.KHK geri alındığı tarihe kadar geçerliliğini sürdürür.Tartışılması gereken bir sorun da TBMM’nin KHK’ler üzerinde denetimi sırasında yapacağı işlemlerin hukuki niteliğidir.Anayasanın 91.maddesine göre TBMM bir KHK’yi olduğu gibi kabul edebileceği gibi değiştirmesi veya tümüyle reddetmesi de mümkündür.TBMM bu kabul red veya değiştirme işlemlerini bir kanun biçiminde mi yoksa bir karar biçiminde mi yapacaktır.Anayasadaki ifade ilk bakışta bu işlemlerin bir karar şeklinde olacağı izlenimini uyandırabilir.Oysa 87.madde TBMM’nin yetkilerini sayarken para basılmasına genel veya özel af ilanına “karar vermekten” söz ettiği halde bu işlemlerin hepsi kanun biçiminde yapılmaktadır.Genel kanı,TBMM işleminin bir kanun şeklinde ortaya çıkması gerektiği yolundadır.AY.mahk.’de bir kararında aynen kabul durumuna değinmemekle beraber TBMM’nin red veya değiştirerek kabul biçiminde oluşturduğu metinlerin birer kanun olduğu kuşkusuzdur” görüşüne varmıştır.TBMM’nin KHK üzerinde işleminin bir kanun olacağı kabul edildiğine göre bu kanunun KHK’den ayrı bir onay kanunu niteliğimi taşıyacağı yoksa KHK’yi kanun metni içinde bütünleştirerek KHK maddelerini kanun maddeleri haline mi dönüştüreceği tartışmalıdır.Kanımızca TBMM bir KHK’yi ister aynen ister değiştirerek kabul etsin onay kanunun KHK’yi kanun haline dönüştürdüğünü kabul etmek gerekir.Aksi halde aynı konunun iki ayrı tür işlemle düzenlenmesi gibi garip bir durum ortaya çıkar.TBMM KHK’nin reddine karar verirse KHK bu kararın R.G’de yayınlandığı tarihte yürürlükten kalkar.Değiştirilerek kabul edilen KHK’nin değiştirilmiş hükümleri bu değişikliklerin R.G’de yayınlandığı gün yürürlüğe girer.Diğer bir deyimle reddedilen veya değiştirilen KHK,red veya değişikliği içeren kanunun yayınlanmasına kadar geçerliliğini korur.Dolayısıyla bu KHK hükümlerine dayanılarak yapılmış uygulama işlemleri ve kazanılmış haklar da pek tabii olarak saklı kalır.KHK’nin TBMM tarafından reddi halinde bu KHK ile kaldırılmış olan kanun hükümlerinin kendiliğinden uygulanabilir hale gelip gelmeyeceği tartışmalıdır.Prof. Duran’a göre KHK ile kaldırılan kanun hükümleri bir çeşit infisahi şarta bağlı olarak yürürlükten kaldırılmış veya uygulanabilirlikleri askıya alınmıştır.Meclisin reddi yani bozucu şartın gerçekleşmesi ile bu kanun hükümlerinin kendiliğinden yürürlüğe girmesi icap eder.Bizce bunun mümkün olmaması gerekir.Çünkü hukukun genel teorisinde kabul edildiği üzere,bir kanunu ilga eden bir kanunun başka bir kanunla ilga edilmesi sonucunda ilk kanun tekrar yürürlüğe girmez.

5-Denetim:
1961 ve 82 anayasalarına göre AY.mahk. KHK’lerin anayasaya şekil ve esas bakımından uygunluğunu denetler.61 anayasası döneminde bazı yazarlar,KHK’lerin gerek AY mahk.’si gerek Danıştay’ca denetlenebilmesini savunmakla beraber 82 anayasası KHK’leri fonksiyonel bakımdan yasama işlemi niteliğinde gördüğüne göre artık Danıştay’ın herhangi bir aşamada KHK’leri denetlemesi söz konusu olamaz.KHK’nin kendi içeriğinin anayasaya aykırı olmaması fakat yetki kanunun olması halinde bunun da bir anayasa sorunu oluşturacağını dolayısıyla AY.mahk.’nin denetim yetkisine tabi olacağı açıktır.Çünkü aksi halde anayasanın öngörmediği bir yetki devrine imkan verilmiş olacaktır.AY.mahk. 1992 yılından itibaren dayandıkları yetki kanunu iptal edilen KHK’lerin içerikleri anayasaya aykırı olmasa dahi iptal edilmeleri gerektiği yönünde kararlı bir içtihat oluşturmuştur.

III-Sıkıyönetim ve Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnameleri:

1982 anayasası 61 anayasasının aksine ancak sıkıyönetim halinde veya olağanüstü hallerde çıkarılabilen ve olağan KHK’lerden önemli farklarla ayrılan kendine özgü bir KHK türüne yer vermiştir.Bu KHK’ler olağan KHK’lerden şu yönleriyle ayrılmaktadır:

1-Yetki:Olağan KHK’lerde yetki Bak.Kur.’unun olduğu halde sıkıyönetim ve olağanüstü hal KHK’leri CB başkanlığında toplanan Bak.Kur. tarafından çıkarılır.Dolayısıyla bu KHK’lerde CB’nin iradesi olağan KHK’lerdeki gibi Bak.Kur. kararnamesine eklenen şekli bir olay değil işlemin asli bir unsurudur.Yetki unsuru bakımından 2. önemli bir fark ise sıkıyönetim ve olağanüstü hal kararnamelerinin bir yetki kanununa ihtiyaç göstermemesidir.Bu anlamda sıkıyönetim ve olağanüstü hal KHK’leri yürütmenin 1982 anayasasına göre sahip olduğu özerk veya asli düzenleme yetkisinin tipik bir örneğidir.
2-Konu:Sıkıyönetim ve olağanüstü hal KHK’leri olağan KHK’ler bakımından Anayasada yer alan konu sınırlandırmalarına tabi değildir.Diğer bir deyimle temel haklar kişi hakları ve siyasi haklar ve ödevler de bu tür KHK’lerle düzenlenebilir.Konu bakımından sıkıyönetim ve olağanüstü hal KHK’lerinin tabi olduğu sınır,bunları ancak sıkıyönetimin veya olağanüstü halin “gerekli kıldığı konularda” çıkarılabilmesidir.
3-Denetim Bakımından:Anayasaya göre (mad.148/1) “olağanüstü hallerde sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan KHK’lerin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla AY.mahk.’sine dava açılamaz.Yargısal denetim yokluğu Anayasanın 15.maddesi ile sıkıyönetim ve olağanüstü hallerde bile vatandaşlara tanımış olan “mahfuz alan” ı fiilen etkisiz kılabilir.Sıkıyönetim ve olağanüstü hal KHK’lerinin anayasaya uygunluğunun denetlenememesi bu güvencenin etkinliğini azaltmakta ve KHK’ler yolu ile sözü geçen mahfuz alanın da ihlal edilebilmesi tehlikesini ortaya çıkarmaktadır.
AY.mahk.’si bir düzenleyici işlemin gerçekten de anayasanın öngördüğü anlamda bir olağanüstü hal KHK’si olabilmesi için şu üç şartın varlığını gerekli saymıştır:
· Olağanüstü hal yer bakımından sınırlıdır.Olağanüstü hal ülkenin tümü için değil yalnız bir bölgesi için ilan edildiği takdirde “KHK ile getirilen önlemlerin sadece olağanüstü hal ilan edilen bölge için geçerli olması,bölge dışına taşırılmaması gerekir.Ülkenin bir bölgesi için ilan edilen olağanüstü hal nedeniyle olağanüstü hal ilan edilmeyen yerlerde olağanüstü hal KHK’lerine geçerlilik tanınmaz.
· Olağanüstü hal süre bakımından da sınırlıdır.”Olağanüstü hal ile sıkıyönetim yasası,olağanüstü halin veya sıkıyönetimin ilan edildiği bölge veya bölgelerde,bu halin devam ettiği sürece uygulanırlar.Bu hallerin kaldırılmasına karar verildiğinde bu yasaların o bölge veya bölgelerde uygulamaları da sona erer.
· Bu noktayla bağlantılı olarak olağanüstü hal KHK’leri ile kanunlarda değişiklik yapılamaz.”Olağanüstü hal KHK’leri ile getirilen kuralların olağanüstü hal bölgeleri dışında veya bu halin sona ermesinden sonra da uygulamaların devamı isteniyorsa bu konudaki düzenlemeler yasa ile yapılır.Ayrıca olağanüstü hal kanununda düzenlenecek konular anayasada açıkça belirtilmiştir.Bu nedenle olağanüstü hal kanununda yapılacak bir değişikliğin kanunla yapılması zorunludur.Çünkü olağanüstü hal kanunun anayasal uygunluk denetimine tabidir.

AY mahk.’sine göre yukarıdaki şartlara uygun olmayan bir olağanüstü hal KHK’si olağan bir KHK sayılabilir.Ancak bu durumda içerik yönünden anayasaya uygunluk denetimine tabi olacağı gibi , yetki kanununa dayanmaması bir iptal sebebi oluşturur.Sıkıyönetim ve olağanüstü hal KHK’leri üzerinde tek denetim TBMM’nin denetimidir.Anayasamızın 121 ve 122.maddelerine göre bu kararnameler,R.G.’de yayınlanır ve aynı gün TBMM onayına sunulur;bunların meclisçe onaylanmasına ilişkin süre ve usül içtüzükte belirlenir.Bundan amacın sıkıyönetim ve olağanüstü hal KHK’lerinin mümkün olan en kısa süre içinde ve herhalde olağan KHK’lerden daha seri bir usülle TBMM tarafından görüşülüp karara bağlanması olduğu açıktır.

IV-Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi:

1982 anayasası 1961 anayasasında mevcut olmayan yeni bir düzenleyici işlem türü olarak CB kararnamesini de ihdas etmiştir.Anayasanın 107.maddesine göre “CB genel sekreterliğinin kuruluşu,teşkilat ve çalışma esasları,personel atama işlemleri CB kararnamesi ile düzenlenir.”Bu kararnameler de sıkıyönetim ve olağanüstü hal KHK’leri gibi kanundan değil doğrudan doğruya anayasadan kaynaklanan diğer bir deyimle yürütmenin asli düzenleme yetkisine dayanan işlemlerdir.
CB kararnamesi istisnai bir işlem türü olması itibariyle ancak AY2nin 107.maddesinde belirtilen konularda yani CB Genel Sekreterliğinin kuruluş teşkilat ve çalışma esasları ile personel atama işlemlerinin düzenlenmesi konularında çıkarılabilir.Bunun dışındaki bir konu CB kararnamesi ile düzenlenemez.Maddenin amacının CB’nin makamını güçlendirmek olduğu açıktır.CB kararnamesinin CB tarafından imzalanması gereken normal Bak.Kur. kararnamelerinden ayrı olarak özel bir madde ile düzenlenmiş olması bunun CB’nin tek başına yani karşı-imzalar olmadan yapacağı işlemlerden olduğunu göstermektedir.Bu sebeple CB kararnameleri de CB’nin tek başına yapacağı işlemler gibi idari yargının dışında bırakılmıştır.

V-Tüzükler
82 anayasasının 115.,61 anayasasının ise 107.maddesine göre hukukumuzda tüzük yapmaya yetkili tek organ Bak.Kur.’dur.Tüzükler CB tarafından imzalanarak yayınlanır.Bak.Kur’unun bir tüzük çıkarabilmesi tüzüğün ilişkin bulduğu kanunda bu konuda açıkça yetkilendirici bir hüküm bulunmasına bağlı değildir.Ancak kanun bir tüzük yapılmasını öngörmüşse o konuda idarenin başka tür bir düzenleyici işlem mesela bir yönetmelik yapamaması gerekir.Daha doğrusu o konuyu ilk olarak tüzükle düzenlemeden önce başka bir düzenleyici işlemle düzenleyemez.Anayasamıza göre tüzüklerin konusu “kanunun uygulanmasını göstermek” veya “kanunun emrettiği işler”i belirtmektir.
Usül ve şekil unsuru bakımından tüzükleri idarenin diğer düzenleyici işlemlerinden ayırteden temel özellik bunların Danıştay’ın incelemesinden geçirilme şartıdır.Bu incelemeden geçmemiş bir tüzük yok sayılır.Doktrinde bu incelemenin istişari nitelikte olduğu kabul edilir.Çünkü Danıştay görüşünün bağlayıcılığı kabul edildiği takdirde Danıştay incelemesi bir şekil şartı olmaktan çıkar bir yetki ortaklığına dönüşür.Oysa anayasa tüzük yapma yetkisini Bak.Kur.’a vermiştir.Buna karşılık Bak.Kur. Danıştay incelemesinden sonra ya kendi ilk tasarısını veya Danıştay’ın değiştirisini kabul etmek zorundadır.Bunların her ikisini bir yana bırakarak yeni bir metni tüzük olarak yayınlayamaz.Zira bu takdirde tüzük Danıştay’ın incelemesinden geçirilmeden çıkarılmış olur.Denetim konusuna gelince tüzüklerin birer idari işlem olarak idari yargı denetimine tabi bulundukları şüphesizdir.

VI-Yönetmelikler

82 anayasasının 124.maddesine göre “Başbakanlık bakanlıklar ve kamu tüzel kişileri kendi görev alanlarını ilgilendiren kanunların ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak ve bunlara aykırı olmamak şartıyla yönetmelikler çıkarabilir.Hangi yönetmeliklerin R.G.’de yayınlanacağı kanunda belirtilir.1961 anayasasında söz edilmemiş olan başbakanlık da 82 anayasasında yönetmelik çıkarmaya yetkili makamlar arasında sayılmıştır.1924 anayasası yönetmeliklerden hiç söz etmemiş olduğu halde 1322 sayılı kanun yönetmeliklerin bir veya birkaç bakanlık yahut Bak.Kur.’u tarafından yapılabileceğini belirtmişti.
Yönetmeliğin konusu kanunların ve tüzüklerin uygulanmasının sağlanmasıdır. Yönetmelikler bunlara aykırı hükümler içeremez.Yönetmeliklerin düzenlenişi bakımından 1961 ve 1982 anayasalarının arasındaki bir fark da 1961 anayasasından yönetmeliklerin R.G.’de yayınlanacağı belirtilmiş olmasına karşılık,1982 anayasasında hangi yönetmeliklerin R.G.’de yayınlanacağının kanunda belirtileceğinden bahsedilmiş olmasıdır.Bunun amacı gereksiz israfı önlemektir.Yönetmeliklerin de bir idari işlem olarak idari yargı kapsamına girdiği kuşkusuzdur.










TBMM’nin Kuruluşu ve Milletvekillerinin Seçimi


I-TBMM’nin kuruluşu:

Tarihsel kökeni bakımından iki meclis sistemi,demokratik gelişmenin bir aşaması olarak değil ,tam tersine, bu gelişmeyi yavaşlatacak veya onun etkisini azaltacak bir durum olarak ortaya çıkmıştır.Halkın bir kesimini temsil eden birinci meclislerin yanında aristokrasiyi temsil eden 2. meclisler var olmuştur.Böylece halk oyundan çıkan 1.meclislerin yetkilerinin aristokratik 2.meclisler tarafından sınırlandırılmasına çalışılmıştır.Federal devletlerde 2 meclis sistemi federal yapının vazgeçilmez bir unsurudur.Çünkü bu sistemlerde meclislerden biri nüfus esasına göre halkı diğeri ise üye devletleri ya da “federe” devletleri temsil eder.Bu sistem federe devletlerin federal devlet iradesinin oluşumuna devlet olarak katılımlarını sağlar.
Tek devletler arasında da 2 meclis sistemini kabul etmiş olanlar vardır.İki meclis sisteminin taraftarları bu sayede kanunların aceleye gelmeyeceğini daha iyi ve dikkatli görüşüleceğini meclislerden birinin yapacağı hataların diğeri tarafından düzeltilebileceğini anayasa üstünlüğünün ve hukuk devleti ilkesinin daha iyi gerçekleşebileceğini savunmaktadır. Tecrübeler anayasa üstünlüğünün ve hukuk devletinin gerçekleştirilmesi bakımından siyasal organlardan çok yargı organlarına güvenilmesi gerektiğini göstermektedir.Her iki meclis aynı seçim sürecinden çıktığına göre bunların siyasal bileşimlerinin aynı veya benzer olması yani her iki mecliste de aynı siyasal parti veya partilerin çoğunlukta bulunmaları doğaldır.Böyle olunca meclislerden birinin düştüğü bir yanılgının diğer meclis tarafından düzeltilmesi olanağı pek büyük değildir.
Ancak 1961 anayasasına göre millet meclisinin tümüyle halk oyundan çıkmasına karşılık Cumhuriyet senatosunda halkça seçilen üyelerin yanı sıra seçilmeyen üyelere de yer verilmiştir.CS’nin 150 üyesi halk tarafından seçilmekte idi.Genel oyla seçilmeyen üyeler de 2 kategoriye ayrılıyordu.Bunlardan biri günlük dilde “kontenjan senatörü” adıyla anılan CB tarafından seçilen 15 üyeydi.bu hükmün amacı normal kanallardan parlamentoya girmesi pek muhtemel olmayan bazı seçkin ihtisas sahiplerinin bilgi ve tecrübelerinden parlamento çalışmalarında yararlanılmasını sağlamaktı.2. kategori ise “tabii üyelerdi”Hukuk dilinde tabi üyelik başka bir sıfatın sonucu olarak otomatik olarak kazanılan üyeliği ifade eder.CS’de iki çeşit tabi üyelik vardı.Bunlar eski CB’ler ve Milli Birlik Komitesi başkanı ve üyeleri idi.Tabi üyeler CS’nin diğer üyelerinin tabi oldukları hükümlere tabiiydiler.Ancak tabi üyelerin görev süreleri diğer üyelerinki gibi sınırlandırılmış değildi.
1961 anayasası parlamentonun yetkilerini iki meclis arasında bölüştürürken bu meclislerin tamamen eşit yetkilere sahip olmaları yolunu seçmemiştir.Tersine bu sistemde ağırlık açıkça Millet Meclisinde idi.
TBMM 5 yıllık seçim dönemi dolmadan istediği anda seçimlerin yenilenmesine karar verebilmesine karşılık seçimlerin geri bırakılması çok istisnai bir durumdur.Anayasa bunu savaş durumu ile sınırlı tutmuştur; geri bırakma sebebi ortadan kalkmadıkça erteleme kararındaki usüle göre bu işlem tekrarlanabilir.Ara seçim esasları da iki anayasada farklı düzenlenmiştir.TBMM üyelerinde boşalma olması halinde ara seçime gidilir.Ara seçim her seçim döneminde bir defa yapılır ve genel seçimden 30 ay geçmedikçe ara seçime gidilemez.Ancak boşalan üyeliklerin sayısı üye tamsayısının %5’ini bulduğu hallerde ara seçimlerin 3 ay içinde yapılmasına karar verilebilir.Genel seçimlere bir yıl kala ara seçim yapılamaz.

II-Milletvekillerinin Seçimi:

1-Seçim Sistemi:Geniş anlamda seçim sistemi deyimi seçimlerle ilgili bütün unsurları mesela seçme ve seçilme yeterliliğini adaylığa ilişkin kuralları oy verme usüllerini seçimlerin yönetim ve denetimini kapsar.Dar anlamda seçim sistemi ise seçmenlerce verilen oyların parlamento sandalyelerine dönüştürülmesinde uygulanan kurallar anlamına gelir.

Kurucu meclisçe kabul edilen Milletvekili seçim kanunu nisbi temsilin D’Hondt yöntemini benimsemiş olmakla beraber buna iki türlü baraj hükmü eklenmiştir.1.’si gene baraj adıyla anılmaktadır.Buna göre genel seçimlerde ülke genelinde ara seçimlerde seçim yapılan çevrelerin tümünde geçerli oyların %10’unun aşamayan partiler milletvekili çıkaramazlar.2.’si ise seçim çevresi barajıdır.Bu hükme göre bir seçim çevresinde kullanılan geçerli oylar toplamının o çevrede çıkacak milletvekili sayısına bölünmesiyle elde edilecek sayıdan daha az oy alan siyasi partilerle ve bağımsız adaylara milletvekilliği tahsis edilemez.

2-Milletvekili seçilme yeterliliği:Milletvekili seçilme yeterliliği AY’nın 76.maddesinde düzenlenmiştir.Bu madde ile 61 anayasasının vekil seçilme yeterliliğini düzenleyen 68.maddesi arasında bazı önemli farklar göze çarpmaktadır.Bir defa 61 anayasası seçilebilmek için Türkçe okuyup yazmayı yeterli gördüğü halde 82 anayasası en az ilkokul mezunu olmayı şart koşmuştur.Ayrıca vekil seçilme yeterliliğini ortadan kaldıran suçlara yenileri eklenmiştir.Üstelik ilgili kişinin affa uğramış olması halinde dahi seçilme yeterliliğini geri verilmemesi olarak düzenlemiştir.

3-Seçim çevreleri:
4121 sayılı kanun seçim çevresi olarak esas itibari ile illeri kabul etmekle birlikte çıkaracağı milletvekili sayısı 19’dan 35’e kadar olan illerin 2;36 veya daha fazla olan illerin 3 seçim çevresine bölüneceğini belirtmiştir.Çıkaracağı vekil sayısı 18’e kadar olan iller bir seçim çevresi sayılır.Milletvekili seçim kanunu seçim çevrelerini ve her seçim çevresinin çıkaracağı vekil sayısını saptama görevini Yüksek Seçim Kuruluna vermiştir.
Seçim çevresi ne kadar büyükse yani ne kadar fazla vekil çıkarıyorsa seçim çevresi barajı o kadar küçüleceğinden küçük partilerin barajı aşma şansları artar; dolayısıyla seçimler daha orantılı sonuçlar verir.Seçim çevrelerinin belirlenmesine ilişkin kurallar arasında her ile nüfusuna bakılmaksızın önce birer vekil tahsis edilmesini ve nüfus esasının ancak geri kalan vekillikler için uygulanmasını ilkesi de az nüfuslu kırsal illeri çok nüfuslu şehirleşmiş iller aleyhine yararlandıracak niteliktedir.

4-Seçimin Başlangıcı:
TBMM seçimleri normal olarak 5 yılda bir yapılır.Her seçim döneminin son toplantı yılının 3 temmuz günü seçimlerin başlangıç tarihidir ve ekim ayının 2. Pazar günü oy verilir.Seçim dönemi bitmeden önce seçimin yenilenmesine TBMM veya CB tarafından karar verilmesi halinde durum Bak.Kur. tarafından 48 saat içinde ilan olunur.Yenileme kararı TBMM tarafından verilmiş ise Meclis seçimin yapılacağı tarihi de belirler; CB tarafından verilmesi halinde ise kararın verildiği tarihten itibaren 90. günü müteakip Pazar günü seçimler yapılır.
Seçim propagandası oy verme gününden önceki 10.günün sabahında başlar ve oy verme gününden önceki günün saat 1800’ında sona erer.Kanun bu süre içinde açık ve kapalı yerlerde ve radyo ve TV’de yapılacak propagandanın ilkelerini belirler.Ayrıca seçim propagandasının başlangıç tarihinden oy verme gününü takip eden güne kadar olan süre içinde seçim eşitliğini korumaya yönelik birtakım yasaklar da uygulanır.

5-Adaylık:
3270 sayılı kanun aday tespiti yönteminin seçilmesini partilerin kendi tüzüklerine bırakmakta ancak parti tüzükleri bütün parti üyelerinin katılacakları bir önseçim yöntemini benimsemedikleri takdirde bu ön-seçimlerin kanunda yer alan hükümlere göre cereyan edeceğini belirtmektedir.

6-Milletvekillerinin Tahsisi:Bir seçim çevresinde siyasi partilerin ve bağımsız adayların elde edecekleri milletvekili sayısı yukarıda değinilen kontenjan adaylığı saklı kalmak kaydıyla d’Hondt sistemine göre hesaplanmaktadır.

7-Gümrük kapılarında kullanılan oyların değerlendirilmesi:Yabancı ülkelerde yaşayan Türk vatandaşlarına milletvekilleri genel seçimi yapılacağı günün 75 gün öncesinden başlamak üzere seçim günü akşam 1700’a kadar yurda giriş ve çıkışlarında gümrük kapılarında kurulacak oy sandıklarında oy kullanma hakkını tanımıştır.

TBMM Üyelerinin Hukuki Statüsü


I-Milletin Temsili:AY 80 maddeye göre TBMM üyeleri seçildikleri bölgeyi veya kendilerini seçenleri değil bütün milleti temsil eder.Bununla milletvekillerinin kendilerini seçenlerin istek ve direktifleriyle bağlı birer delege değil kendi serbest iradeleriyle tüm milletin menfaatinin neyi gerektirdiğini takdir edebilecek bağımsız birer temsilci olmaları gerektiğini ifade edilmiştir.İlkenin hukuki anlamı milletvekillerinin yasama dönemi sırasında seçmenleri tarafında azledilmesinin mümkün olmaması ve seçmenlerin milletvekillerine hukuken bağlayıcı direktifler verememeleridir.

II-Milletvekili andı:AY 81.mad. milletvekillerinin göreve başlarken içeceği andı öngörmüştür.Daha önceki anayasalarımızda da var olan milletvekili andının hukuki bir bağlayıcılıktan çok manevi bir bağlayıcılık ifade ettiği kuşkusuzdur.

III-TBMM üyeliği ile bağdaşmayan işler:
AY. 87.maddesi milletvekilliği ile bağdaşmayan işleri öngörmüştür.”Yasama uyumsuzluğu” (teşrii imtizaçsızlık) adı da verilen bu müessesenin temsili rejimin tarihsel gelişiminden kaynaklanan amacı, milletvekillerinin herhangi bir yürütme görevi kabul etmelerini önlemek suretiyle onların yürütme organı karşısında tan bir bağımsızlığa sahip olabilmelerini sağlamaktır.1982 anayasası yasama uyumsuzluğunun kapsamını genişletmiştir.82.maddesinin son fıkrası TBMM üyeliği ile bağdaşmayan diğer görev ve işlerin kanunla düzenleneceğini belirtmiştir.

IV-Yasama Sorumsuzluğu:
Yasama meclisleri üyelerine yasama görevlerini gereği gibi yerine getirmeyi sağlamak amacıyla bazı bağışıklık ve dokunulmazlıklar tanımıştır.Yasama meclisi üyelerini bu şekilde diğer vatandaşlardan farklı bir statüye tabi tutmanın amacı şüphesiz onları imtiyazlı ve hukukun üstünde bir grup haline getirmek değildir.Bu bağışıklıklarla sadece kamu yararının daha iyi gerçekleşmesi amaçlanmıştır.Yasama sorumsuzluğunun amacı vekillerin meclisteki söz hürriyetini korumaktır.Sorumsuzluğun söz konusu olabilmesi için söz konusu eylemin meclis çalışmaları sırasında işlenmiş olması ve oy,söz veya düşünce açıklaması yoluyla işlenmiş olması gerekir.Meclis çalışmaları deyimi sadece meclisin genel kurul toplantıları değil komisyon toplantılarını ve siyasi partilerin grup toplantılarını da kapsar.Suç teşkil eden eylemin sorumsuzluk kapsamına girebilmesi için gerekli ikinci şart bu eylemin oy,söz veya düşünce açıklaması yoluyla işlenmiş olmasıdır.Suç teşkil eden eylem,oy,söz veya düşünce açıklaması yoluyla işlenmemişse meclis çalışmaları sırasında işlenmiş dahi olsa sorumsuzluk söz konusu değildir.
Bu sınırlar içinde sorumsuzluk yasama meclisi üyeleri için tam bir koruma sağlar.Nitekim sorumsuzluğa mutlak muaflık da denmektedir.Sorumsuzluğun mutlaklığı 3 noktada kendini gösterir.
-Sorumsuzluk cezai takibata karşı mutlak olarak korur.
-Sorumsuzluğun meclisçe kaldırılabilmesi mümkün değildir.
-Sorumsuzluk sürekli niteliktedir.

V-Yasama Dokunulmazlığı:Yasama sorumsuzluğunun milletvekilinin meclis çalışmalarındaki söz ve düşünce hürriyetini korumasına karşılık yasama dokunulmazlığı milletvekilini keyfi veya asılsız ceza kovuşturmalarından ve tutuklamalardan korur.Diğer bir deyimle yasama dokunulmazlığının amacı milletvekillerinin yürütme organınca tahrik edilebilecek keyfi ceza kovuşturmalarıyla geçici bir süre için dahi olsa görevlerinden uzaklaştırılmalarını önlemektir.Yasama sorumsuzluğundan farklı olarak dokunulmazlık nisbi ve geçici nitelikte bir ayrıcalıktır.Nispidir çünkü TBMM tarafından kaldırılabilir.Dokunulmazlığı kaldırılan bir üye tekrar seçilmiş ise dokunulmazlığı da geri gelir.Bu durumda ilgili üye hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılabilmesi Meclisin dokunulmazlığı tekrar kaldırmasına bağlıdır.Dokunulmazlığın kaldırılması için izlenecek usül halen TBMM’de uygulanan Millet Meclisi İçtüzüğü ile düzenlenmiştir.Yasama sorumsuzluğu ve yasama dokunulmazlığından TBMM üyeleri dışında milletvekili olmayan bakanlar ve CB konseyi üyeleri de yararlanırlar.

VI-Üyeliğin düşmesi:AY.’nin TBMM üyeliğinin düşmesine ilişkin 84.maddesi 95 tarihli anayasa değişikliği ile büyük ölçüde değiştirilmiştir.Bu maddedeki değişikliklerden önemli bir tanesi partisinden istifa ederek başka bir partiye giren veya Bak.Kur.’da görev alan milletvekillerinin vekilliklerinin düşmesine dair hükmün kaldırılmış olmasıdır.2. bir önemli ve olumlu değişiklik temelli kapatılan bir siyasi partiye mensup vekillerin durumuyla ilgilidir. 84.maddenin ilk şekline göre temelli olarak kapatılan siyasi partinin kapatılmasına ilişkin davanın açıldığı tarihte parti üyesi olan tüm milletvekillerinin üyeliği kapatma kararının tebliği ile sona eriyordu.Yeni metinde ise vekilliğin düşmesi partinin kapatılmasına beyan ve eylemleri ile yol açan vekiller için öngörülmüştür.Vekilliğin kesin hüküm giyme veya kısıtlanma halinde Genel Kurul kararına hacet olmaksızın kendiliğinden düşmesi de başka bir isabetli değişikliktir.

VII-Dokunulmazlığın kaldırılması ve üyeliğin düşmesi kararlarının denetlenmesi:

AY. 85.maddesine göre yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına veya vekilliğin düşmesine 84.maddenin 1.-3. ve 4.fıkralarına göre karar verilmiş olması halinde meclis genel kurulu kararının alındığı tarihten başlayarak 7 gün içerisinde ilgili vekil veya bir diğer milletvekili kararın anayasaya kanuna veya içtüzüğe aykırılığı iddiası ile iptali için AY Mahk.’sine başvurabilir.Bu durumda Ay.Mahk. incelemesi isnad edilen suçun gerçekten işlenip işlenmediğini değil isnadın ciddi olup olmadığını kapsayacaktır.Ancak şüphesiz ki isnadın ciddiliği hakkında bir yargıya varılabilmesi ileri sürülen deliller hakkında bir incelemeyi özellikle bunların delil değerini haiz olup olmadıklarının araştırılmasını gerektirir.

VIII-TBMM üyelerinin mali statüleri:
Yasama meclislerinin üyelerinin bir yandan görevlerinin gerektirdiği bir hayat düzeyi sürdürmelerine imkan verecek bir ödenek almalarını bir yandan da kanun koyucu sıfatından yararlanarak bu ödenekleri aşırı derecede yükseltmemelerini sağlamak amacıyla anayasalarda üyelerin mali statülerinin düzenlendiği görülür.1982 AY.’sı 86.maddesinde bu düzenlemeler görülür.

TBMM Görev ve Yetkileri


Hükümet sistemi ne olursa olsun bütün temsili rejimlerde parlamentoların kanun yapma hükümeti denetleme ve devlet bütçesini kabul etme gibi 3 temel fonksiyonu vardır.Parlamenter bir rejim kuran T.C. Anayasası TBMM’ye parlamentoların bu 3 klasik yetkisini vermiştir.Bunların dışında da anayasamızın TBMM’ye verdiği yetkiler vardır.Bu yetkiler AY. Mad.87’de düzenlenmiştir.

1-Kanun Yapma:
Anayasaya göre kanun teklif etmeye Bak.Kur. ve milletvekilleri yetkilidir.Bakanlar kurulu tarafından yapılan öneriye kanun tasarısı milletvekilleri tarafından yapılan öneriye ise kanun teklifi adı verilir.Kanun teklif ve tasarılarının TBMM’de görüşülme usül ve esasları içtüzükle düzenlenmiştir.Hükümetçe hazırlanmış kanun tasarıları bütün bakanlarca imzalanmış olarak ve gerekçesi ile birlikte Meclis Başkanlığına sunulur.Gerekçede tasarının tümü ve maddeleri hakkında bilgiler kaldırılması veya eklenmesi istenen hükümlerin neler olduğu ve neden kaldırılması değiştirilmesi veya eklenmesi gerekli olduğu açıkça gösterilmesi lazımdır.Başkan gelen tasarıları doğrudan doğruya ilgili komisyona havale eder.Kanun teklifleri de gerekçesi ile birlikte başkanlığa verilir ve başkanlıkça ilgili komisyona havale edilir.Komisyonlar şartlarına uymayan kanun tekliflerini sahiplerine tamamlatmaya yetkilidir.TBMM tarafından reddedilmiş olan kanun teklif ve tasarıları red tarihinden itibaren bir tam yıl geçmedikçe tekrar teklif edilemezler.Bir yasama döneminde sonuçlandırılamamış olan kanun tasarı ve teklifleri hükümsüz sayılır;buna “kadük olma” denilmektedir.Ancak hükümet veya milletvekilleri bu tasarı veya teklifleri yineleyebilirler.Kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesinde önce tasarı veya teklifin tümü hakkında söz verilir.Anayasa değişiklikleri hariç kanunun tümünün veya maddelerinin oylanması 15 üye tarafından açık oy istenmişse işaretle olur.Kanunlarda veya içtüzükte aksi yoksa kanun tasarısı veya teklifinde bir maddenin reddi komisyona iadesi değiştirilmesi veya metne madde eklenmesi hakkında milletvekilleri esas komisyon veya hükümet değişiklik önergeleri verebilir.Daha sonraki değişiklik önergeleri işaret oyu ile ayrı ayrı oylanır.Esas komisyon veya hükümet tasarı veya teklifin tümünün belli bir veya birkaç maddesinin komisyona geri verilmesini bir defaya mahsusu olmak üzere isteyebilir.Bu istem görüşülmeksizin yerine getirilir.TBBM tarafında kabul edilen kanunların yayınlanması görevi CB’ye aittir.Yayınlanmasını uygun bulmadığı kanunları bir daha görüşülmek üzere bu hususta gösterdiği gerekçe ile birlikte aynı süre içinde TBMM’ye geri gönderir.Bütçe kanunları bu hükme tabi değildir.TBMM geri gönderilen kanunu aynen kabul ederse kanun CB tarafından yayınlanır;meclis geri gönderilen kanunda bir değişiklik yaparsa CB’nin tekrar geri gönderme yetkisi vardır.Anayasa değişikliklerine ilişkin hükümler saklıdır.CB’nin kanunları geri gönderme yetkisine günlük konuşma dilinde “veto yetkisi” adı verilmesi yanıltıcı niteliktedir.Çünkü veto önlemek ya da güçleştirmek anlamını içerir.Meclis geri gönderilen kanununu aynen kabul ederse CB bu kanunun yayınlamaya mecburdur.Bu niteliğiyle kanunların geri gönderilmesi CB’ye tanınmış bir uyarı yetkisinden ibarettir.CB’nin geri gönderme gerekçesi hukuka uygunluk veya yerindelik unsurlarından birini veya her ikisini de kapsayabilir.Bütçe kanunları süreli nitelikleri dolayısıyla geri gönderme yetkisi dışında tutulmuştur.Buna karşılık CB 61 anayasası döneminde geri gönderemediği anayasa değişikliklerine ilişkin hükümleri de geri gönderebilmektedir.82 anayasasının 61 anayasasından bir farkı da meclis geri gönderilen bir kanunda yeni bir değişiklik yaptığı takdirde CB değiştirilen kanunu tekrar meclise geri gönderebileceğinin tasrih edilmiş olmasıdır.
TBMM’nin bir kanun yapmak suretiyle kullandığı diğer iki yetki genel ve özel af ilanına ve kesinleşen ölüm cezalarının yerine getirilmesine karar vermektir.Affın genel veya özel oluşu onun kapsamına giren kişilerin sayısıyla değil affın hukuki sonuçlarıyla ilgilidir.Genel af ceza ile birlikte suçu ve dolayısıyla ceza mahkumiyetinin bütün sonuçlarını ortadan kaldırır.buna göre genel af bir tek kişi için ilan edilebileceği gibi özel af birden çok kişiler için ilan edilebilir.
Anayasanın 87.maddesinde sayılan yetkilerden savaş ilanı ve silahlı kuvvet kullanılmasına izin verilmesi yetkilerinin mahiyetleri gereği olarak bir TBMM kararıyla kullanılması gerekir.Bu AY. Mad.92’de düzenlenmiştir.Maddenin 61 anayasası 66.maddesinden farkı sayılan durumlarda CB’ye de silahlı kuvvet kullanılmasına izin verme yetkisini tanımış olmasıdır.

II-Hükümetin Denetlenmesi:
Parlamentonun hükümet üzerindeki denetiminin gerçekleştirilmesini sağlayan hukuki araçlara denetim yolları ya da denetim araçları denir.Bunlar:

1-Soru:
Anayasaya göre soru Bak.Kur.adına sözlü veya yazılı olarak cevaplandırılmak üzere başbakan veya bakanlardan bilgi istemektir.Soru istenilen cevabın niteliğine göre sözlü soru veya yazılı soru olarak ikiye ayrılır.Cevap ister yazılı ister sözlü olarak istenilsin soru her halde yazılı olarak bir önerge ile sorulur.Sözlü sorular başkanlık yazısının başbakanlığa veya ilgili bakanlığa sevk tarihinden itibaren 5 gün sonra gündeme alınır.Hükümet yazılı sorunun cevabını gereken bilgilerin derlenebilmesi için en çok 1 ay geciktirebilir.Sözlü soruya hükümet adına verilecek cevabın süresi 5 dakikayı geçemez.Bu cevap üzerine soru sahibi yerinden konu ile ilgili çok kısa bir ek açıklama isteyebilir.İkinci cevap süresi de 5 dakikayı aşamaz.3 birleşim içinde cevaplandırılmayan sorular yazılı soruya çevrilir.Görülüyor ki sözlü soru etkinliği sınırlı olan bir denetim yoludur.Çünkü bunda ancak ilgili bakan ve soru sahibi milletvekili konuşabilmekte diğer meclis üyeleri tartışmalara katılamamaktadır.Yazılı soruda ise başbakanlığa veya ilgili bakanlığa gönderildikleri tarihten itibaren en geç 15 gün içinde cevaplandırılır.Başkan bu süre içinde de cevaplandırılmayan yazılı sorular için başbakanın veya ilgili bakanın dikkatini çeker.

2-Genel Görüşme:
Anayasaya göre genel görüşme “toplumu ve devlet faaliyetlerini ilgilendiren belli bir konunun TBMM genel kurulunda görüşülmesidir.”Genel görüşme açılması hükümet,siyasi parti grupları veya en az 20 milletvekili tarafından bir önerge ile istenebilir.Genel görüşme açılıp açılmamasında Meclis genel kurulu karar verir.Genel kurul, görüşme açılıp açılmamasına işaretle oylama suretiyle karar verir.Genel görüşmenin başlayacağı gün görüşme açılmasına karar verilmesinden itibaren 48 saatten önce ve 7 tam günden sonra olamaz.Genel görüşme önergesinin gündeme alınması kabul edildiği takdirde bu görüşmelere önerge sahibi milletvekilleri dışındaki vekiller de katılabilir.Bu yönden genel görüşme sadece soru sahibi milletvekili ile ilgili bakan arasındaki bir diyalog niteliği taşıyan sorudan daha etkin bir denetim aracıdır.Ancak gene görüşmenin sonunda bir oylama yapılamaz ve bir karar alınamaz.Genel görüşme etkinlik derecesi açısından soru ile gensoru arasında yer alan bir denetim yoldur.!924 anayasasında ve meclis içtüzüğünde bulunmayan genel görüşme 61 anayasası döneminde kabul edilmiş ve 82 anayasasında da korunmuştur.

3-Meclis Araştırması:
Anayasanın tanımına göre meclis araştırması belli bir konuda bilgi edinilmek için yapılan incelemeden ibarettir.Meclis araştırması açılmasında genel görüşme açılmasındaki hükümler uygulanır.Bu konudaki görüşmelere hükümet siyasi parti grupları ve istemde bulunan milletvekillerinden birinci imza sahibi veya onun göstereceği bir diğer imza sahibi katılabilir.Komisyon gerekli gördüğü kamu kurumlarından ve uygun bulacağı uzmanların bilgilerine başvurabilir Devlet sırları ile ticari sırlar meclis araştırması kapsamı dışındadır.Meclis araştırması komisyonu inceleme faaliyetlerini bitirdiğinde meclise bir rapor sunar.Bu rapor hakkında genel kurulda genel görüşme açılır.Ancak görüşme sonunda herhangi bir karar alınması veya hükümetin sorumlu bulunması mümkün değildir.Araştırma,hükümetin siyasetinin kusurlarını ortaya koymuşsa bu bulgulara dayanılarak bir gensoru önergesi verilmek suretiyle hükümetin siyasal sorumluluğunu gerçekleştirebilir.Yoksa meclis araştırması doğrudan doğruya hükümetin siyasal sorumluluğuna yol açacak bir denetim aracı değildir.

4-Meclis Soruşturması:
Meclis soruşturması başbakan veya bakanların görevleriyle ilgili cezai sorumluluklarının araştırılmasını sağlayan bir denetim aracıdır.Başbakan veya bakanlar hakkında TBMM üye sayısının en az 1/10’unun vereceği önerge ile soruşturma açılması istenebilir.Soruşturma açılmasına karar verilmesi halinde kurulacak 15 kişilik bir komisyon tarafından soruşturma yapılır.Komisyon soruşturma sonucunu belirten raporunu 2 ay içinde meclise sunar.Soruşturmanın bu süre içinde bitirilememesi halinde 2 aylık yeni ve kesin bir süre verilir.Meclis raporu öncelikle görüşür ve gerek gördüğü takdirde ilgilinin Yüce Divan’a sevkine karar verir.Yüce Divan’a sevk kararı üye tamsayısının salt çoğunluğu ile olur.Meclis genel kurulu ilgili bakanı Yüce Divan’a sevk edip etmeme hususunda soruşturma komisyonunun raporu ve tavsiyesi ile bağlı değildir.Bu konuda nihai karar Genel Kurulundur.TBMM kararı ile Yüce Divan’a verilen bir bakan bakanlıktan düşer.Başbakanın sevki halinde ise hükümet istifa etmiş sayılır.

5-Gensoru:
Bütün parlamenter denetim araçları arasında sadece gensoru hükümetin veya bir bakanın siyasal sorumluluğuna yol açabilir, yani onun meclisçe görevden uzaklaştırılmasına imkan verir.Gerçi meclis soruşturması sonucunda Yüce Divan’a sevkedilen bir bakan da bakanlıktan düşmektedir ama bu yol sadece “cezai” sorumluluğu gerektiren işlerde kullanılır.
1982 anayasası gensoruyu 1961 anayasasına benzer şekilde düzenlemiştir.Buna göre gensoru önergesi bir siyasi parti gurubu adına veya en az 20 milletvekili imzasıyla verilir.Gensoru önergesi verilişinden sonraki 3 gün içerisinde bastırılarak üyelere dağıtılır;dağıtılmasında itibaren 10 gün içinde gündeme alınıp alınmayacağı görüşülür.Bu görüşmede ancak önerge sahiplerinden biri siyasi gruplar adına bir milletvekili Bak.Kur.adına başbakan veya bir bakan konuşabilir.Gensoru görüşmeleri sırasında üyelerin veya grupların verecekleri bir gerekçeli güvensizlik önergeleri veya Bak.Kur.’unun güven isteği bir tam gün geçtikten sonra oylanır.Bak Kur.’unun veya bir bakanın düşürülebilmesi üye tamsayısının salt çoğunluğu ile olur;oylamada yalnız güvensizlik oyları sayılır.Maddede hükümet istikrarını sağlayıcı bazı hükümler olduğu göze çarpmaktadır.Maddede belirtilen 2 tam veya 1 tam günlük süreler siyaset bilimi literatüründe “serinleme süresi” olarak anılmaktadır.Bu sürenin amacı güven oylamalarındaki duygusal etkenlerin etkisini azaltmak milletvekillerinin daha etraflı ve serinkanlı düşünebilmelerini sağlamaktır.Bak.Kur.’un veya bir bakanın ancak üye tamsayısının oyuyla düşürülebilmesi kuralı da hükümet istikrarını sağlamaya yöneliktir.Oylamada yalnız güvensizlik oylarının sayılacağı kuralı 82 anayasası ile getirilmiştir.Bu hükümle güven oylamasında adi çoğunlukta azınlıkta kalan fakat anayasa gereğince istifaya mecbur olmayan bir hükümetin prestij kaybına uğramasını önlemek istenmiştir.
  Alıntı ile Cevapla