Tekil Mesaj gösterimi
Alt 23-01-2007, 08:59   #1
imparator
Guest
 
imparator - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Ayıplı Mallar

1. Ayıp Kavramı ve Çeşitleri
TKHM. 4. maddesinde, ayıplı malın veya hizmetin sunulması halinin tüketiciye ne gibi haklar sağlayacağı düzenlenmiştir. Başka bir deyişle tüketici satın aldığı bir mal veya hizmetin ayıplı çıkması halinde neler yapabilir, bu nedenle uğradığı zararları nasıl ve kime tazmin ettirebilir sorusunun cevabı esas olarak bu maddede verilmektedir.burada sadece ayıplı mal nedeniyle tüketicinin sahip olduğu haklar ve bunların kullanım koşulları üzerinde durulmaktadır[1].
TKHM. 4. maddesinin 1. fıkrasında ayıbın niteliklerinin ne olduğu belirtilmektedir. Buna göre “Ambalajında, etiketinde, tanıtma ve kullanma kılavuzunda yer alan veya satıcı tarafından vaat edilen veya standardında tespit edilen nitelik ve/veya niceliğine aykırı olan ya da tahsis veya kullanım amacı bakımında değerini veya tüketicinin ondan beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler içeren mal veya hizmetler, ayıplı mal veya ayıplı hizmet olarak kabul edilmektedir”[2].
Satılan ayıplı bir mal veya hizmetin belirtilen biçimde ayıplı olması halinde satıcı, bayi, acente, imalatçı-üretici, ithalatçı, tüketiciye karşı müştereken ve müteselsilin sorumludur[3].
Yürürlükteki B.K. hükümlerini (madde 194 ve devamı) göz önüne alarak ayıplı mal ve hizmet kavramlarını şöyle tanımlayabiliriz: “Satılan şeyde, satıcı tarafından açıklanan ve vaad edilen vasıfları bulundurmayan veya satılan şeyin değerini yahut ondan sözleşme gereği beklenen faydaları azaltan veya ortadan kaldıran noksanlıklar bulunan mal veya hizmetler ayıplı mal veya hizmetlerdir”[4].
B.K. 194. maddesinde ekonomik eksiklikler açıkça sayılmamıştır. Bununla birlikte doktrinde ekonomik eksikliklerin de ayıp teşkil edeceği kabul ediliyordu.(viyana sözleşmesinde malların satın akdinde öngörülen miktar, kalite ve yine satım akdinde öngörülen şeklinde ambalajlanmış veya tertiplenmiş olması aranmaktadır. Buna uyulmaması halinde “malların uygun” olmadığı sonucuna ulaşılacaktır.(m.35) )
Miktar eksiklikleri bakımından B.K. 194. maddesinde bir açıklık olmamakla birlikte doktrinde bunların bazı istisnalar dışında ayıp kabul edilmemesi gerektiği konusunda görüş birliği bulunmaktadır. Ancak T.K.HM. açıkça miktar eksikliklerini de ayıp olarak ele almaktadır[5].
Tasarıda ise tanım özde aynı olmakla birlikte “ilan ve reklamlarda belirtilen özelliklerin” bulunmaması da ayıp olarak düzenlenmiştir. Gerçekten de tüketicilerin tercihlerinin pek çoğu günümüzde reklamlarla belirlenmektedir. Reklamlarda belirtilen özelliklerin olmaması durumunda ise 4. maddeye göre hakların kullanılabilmesi son derece yerinde bir düzenlemedir. Bir diğer değişiklik de “satıcının vaad ettiği” niteliklerin bulunmaması ifadesi kaldırılarak “satıcının bildirdiği niteliklerin bulunmaması ifadesi getirilmektedir. Tasarıda sadece satıcı tarafından “bildirilen niteliklerde eksikliğin” ayıp kabulü, tüketicilerin mağdur olmamaları bakımında yerinde bir düzenlemedir[6].
Avrupa Topluluğu Komisyonu “Üye Ülkelerin Ayıplı Mamulden Dolayı İmalatçının Sorumluluğu ile ilgili yasa, tüzük ve idari düzenlemelerin uyumlaştırılması hakkında 25 Temmuz 1985 tarih ve 85/374 sayılı Konsey Direktifi’nde ayıplı imalat kavramına yer verilmiştir. Direktife göre bir mamul, tüketicinin tüm durumları göz önüne alarak o mamulden beklemeye mezun olduğu güvenliği sağlamıyorsa, o mamul ayıplı, bozuk mamul sayılır”[7].
2. SATICIYI MALDAKİ AYIPTAN SORUMLU TUTMANIN MADDİ KOŞULLARI
Ayıba karşı tekeffül: Satıcının, satılanın değerini veya sözleşme gereğince beklenen faydaları azaltan yahut tamamen kaldıran bir takım bozuklukların, eksikliklerin veya vasıf noksanlıklarının bulunmasından dolayı alıcıya karşı sorumlu sayılmasıdır. Bir başak tanıma göre ayıba karşı tekeffül: Satılan şeyin arızalı, sakat, olmasına karşı garanti, satılan şeyde eksiklik, ayıp, bozukluk olmadığına ve eğer varsa bunların ortadan kaldırılacağına ilişkin güvence. Şeyde satıcı tarafından belirtilen ve vaad olunan niteliklerin bulunmamasından veya satılan şeyin değerini yahut sözleşme gereğince ondan beklenen yararları azaltan veya kaldıran eksikliklerin bulunmasından satıcının sorumlu tutulmasıdır[8].
Satıcının teslim ettiği malın ayıplı olması halinde tüketiciye bazı haklar tanınmıştır. Bu hakların kullanılabilmesi için mal veya hizmetin ayıplı olması gerekmektedir. Ayıp vaad edilenmiş vasıflardaki bir eksiklikten, malı standardında belirtilen vasıflıklardaki eksiklerden veya malın mahiyeti gereği sahip olması gereken lüzumlu vasıflarındaki eksiklikten kaynaklanmış olabilir. Maldaki ayıpların hangi anda malda bulunması gerektiğinin tespiti önemli bir sorundur. Öte yandan B.K. ayıbın önemli olmasını şart koştuğu halde T.K.H.M. ayıbın önemli olmasını aramamıştır. Ayıbın satış anında tüketici tarafından bilinmesi halinde veya bilmesi gerektiği hallerde uygulanacak hükümler farklıdır. Bu hususlar aşağıda ayrı ayrı incelenecektir[9].
Burada ele alınan maddi koşullar, kural olarak “lüzumlu vasıflardaki ayıplar” yönünden göz önünde tutulacaktır. Satıcı tarafından belirtilen ve üstlenen(zikir ve vaad edilen) ayıplar yönünden, satıcının, alıcıyı etkileyici biçimde, malda bulunduğunu ya da bulunmadığını belirttiği hususların aksinin çıkması ile maddi koşullar oluşmuş sayılır[10].
Lüzumlu vasıflardaki ayıbın maddi koşulları şöyle sıralanabilir;
2.1. Zikir ve Vaad Edilen Vasıfların Yokluğu
Satıcı, satılanda bazı vasıfların bulunduğunu veya bazı vasıfların bulunmadığını vaad ve zikir etmiş ise bunların yokluğundan sorumludur. Zikir ve vaad satıcı tarafından sözleşmenin yapılması sırasında sözlü veya yazılı olarak yapılabileceği gibi, zımmen veya açıkça da yapılabilir ya da malın etiketinde, kullanma ve tanıtma kılavuzunda veya reklamlarında bazı özelliklerin gösterilmek suretiyle de yapılabilir. T.K.H.M. 4/1. maddesinde açıkça malın etiketinde, tanıtma ve kullanma kılavuzunda yer alan vasıfların yokluğu ayıp olarak kabul edilmektedir. Bazı hallerde bir malın ismi bile zımmi zikir ve vaad teşkil edebilir. Örneğin böcek öldürme ilacının zımmen böcekleri öldürücü etkisi olduğu vaad edilmiş olmaktadır[11].
Satıcının zikir vaad ettiği vasıflardan doğan sorumluluğunun hukuki mahiyeti akdi sorumluluk, tek taraflı hukuki işlemden doğan sorumluluk ve kanundan doğan sorumluluk olmak üzere üç farklı görüş tarafından açıklanmaya çalışılmışsa da satıcının sorumluluğunun bir tasavvur açıklaması nedeniyle kanundan doğan bir sorumluluk olduğu kabul edilmektedir[12].
Eksikliğin farklı şekillerde (maddi, hukuki veya ekonomik eksiklik şeklinde) görünmesi mümkündür. Ayrıca standardına aykırı olarak satılma da satılan malda eksiklik olarak değerlendirilir. Burada söz konusu olan standart, ihtiyari olmayan (satıcı tarafından zikir ve vaad edilmeyen) mecburi Türk standartlarıdır. Satıcı bir malın ihtiyari standarda uygun olduğunu zikretmişse bu durumda da zikredilen vasıflara(standarda) aykırılık yine eksiklik olarak kabul edilmektedir. Fakat mecburi standartların ayrıca zikredilmesine gerek olmadan uygunluk, kendiliğinden aranacaktır ve standarda aykırılık halinde, bu durum lüzumlu vasıflarda eksiklik olarak değerlendirilecektir. Nitekim 132 sayılı Türk Standartları Enstitüsü Kuruluş Kanunu (RG. 22.1.1960, S. 10661) m. 1/II ve IV’e göre ; “Yalnız TSE tarafından kabul edilen standartları, Türk Standardı adını alır. Bu standartlar, ihtiyari olup: standardın ilgili olduğu Bakanlığın onayı ile mecburi kılınabilir. Bir standardın mecburi kılınabilmesi Türk Standardı olması şarttır. Mecburi kılınan standartlar, Resmi Gazetede yayınlanır”. Görüldüğü gibi yabancı standartlar(ISO 9000-9001) ancak ihtiyari standart düzeyinde kalabilir ve mecburi hale getirilemezler. Bunlar ancak zikredilmişse zikredilen vasıf olarak değerlendirilebilirler. Resmi Gazetede yayımlanan zorunlu standartlar ise, lüzumlu vasıflar kapsamına girmektedir. Nitekim Bakanlık, ayrıca hangi mallara zorunlu olarak “TSE Markası” aranacağına dair Tebliğ çıkartmıştır. Bu Tebliğ “Türk Standartlarına” Uygunluk Belgesi ve TSE Markası Hakkında Tebliğ’dir(RG. 04.02.2000, S:23954 ÖSG-2000/13-14)[13].
Vasıfların zikir ve vaadi ciddi, yani akdin yapılmasını etkileyici olmalıdır. Satıcının malı satmak için teamülen olan ve genel bir mahiyet taşıyan güzel gösterme çabaları vasıf vaadi olarak göz önünde tutulamaz. Hukuki işlem kuramı taraftarlarına göre yapılan beyanların hüküm ifade edebilmesi için, vasıfların bulunmaması halinde sorumluluğu üzerine alma niyeti yeter bir açıklıkta kendini göstermelidir. Hangi kuram kabul edilirse edilsin, sırf reklam mahiyetindeki beyanlar tekeffül borcunu doğurmaz. ( Örnek olarak; kronometre gibi makine, emin olduğu kadar süratli gibi kavramlar tekeffül niyeti oluşturmazlarken, birinci sınıf motor deyimi bir tekeffül niyetini gösterebilir)[14].
2.2.Maldaki Ayıp Önemli Olmalıdır
Ayıbın önemli olmasından anlaşılması gereken, maddi, hukuki ya da ekonomik ayıp çeşitlerinden birisi olarak ortaya çıkan ve alıcı tarafından kullanılıp yararlanılması olanağının azaltan ya da ortadan kaldıran bir özrün bulunmasıdır. Bu nedenle önemsiz ayıplardan dolayı satıcının sorumluluğu yoluna başvurma olanağı genellikle yoktur. (Örneğin satılan bir kitabın sayfaların birkaçı kıvrılmış ve bu da sayfada iz bırakmış, fakat sayfanın basımında hiçbir hata bulunmuyor ve yazıları açık biçimde okunabiliyorsa, artık ayıp önemsidir). Ayıbın önemli olması gerektiğinden, malın ayıplı olup olmadığını belirleme, alıcının kişisel eğilim ve değerlendirmelerine değil objektif ölçü niteliğini taşıyan “malın tahsis (kullanma) amacı yönünden, mevcut eksikliğin, malın değerini ya da kullanmaya elverişliliğini ortadan kaldırıp kaldırmadığına “ bakılmalıdır. Aksi halde önemiz ayıplardan bile satıcıyı sorumlu tutmak gerekecektir[15].
T.K.H.M. 4. maddesi ise, ayıbın önemli olmasını aramamıştır. Gerçekten B.K.’nun uygulanması açısından hangi ayıpların önemli hangilerinin önemsiz sayılacağını tespiti büyük tartışmalara yol açıyordu. T.K.H.M. tüketicin korunması açısından bu tartışmalara son vermiştir. Malın değerini veya kullanımından umulan faydaları azaltan her türlü eksiklik ayı kapsamı içine alınmıştır. Böylece B.K.’nu ayıp kavramı tüketici lehine olarak genişletilmiştir[16].
Borçlar Kanunu’na göre “Önemsiz ayıplardan dolayı satıcı sorumlu tutulamaz. Önlenemeyecek küçük ölçüde kalite eksiklikleri(örneğin çok miktarda satılan doğal ürünlerde olduğu gibi) yahut kolaylıkla giderilebilen ayıplar( makinenin bazı vidalarının eksik olması) hakkında durum böyledir. Satıcı bunlardan tahsisen vaadde bunmadıkça veya hilesi bulunmadıkça sorumlu olmaz[17].

2.3.Ayıp, Malın “Nef’i ve Hasarı”nın (Yarar ve Zararının) Alıcıya Geçtiği Anda Var Olmalıdır
Taşınır malların satımında, maldaki yarar ve zararın geçişi anı, B.K. ‘nun 183. maddesinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre yarar ve zarar, kural olarak –mal henüz alıcıya teslim edilmemiş olsa da- sözleşmenin kurulduğu anda alıcıya geçer(B.K. 183/I) . Ancak B.K’nun bu maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarında, yarar ve zararın, sözleşmenin kurulduğu tarihten daha sonraki bir tarihte geçeceğini düzenleyen istisnai haller yer almaktadır. Ancak bu aykırılık durumlar bir yana bırakılırsa, genel kurula göre yarar ve zarar sözleşmenin kurulduğu sırada alıcıya geçeceğinden, incelenen koşul açısından, “ayıbın, kural olarak sözleşmenin kurulduğu anda varolması gerektiği”ni söylemek gerekir. Yargıtay’ın bu doğrultuda, yani “ayıbın sözleşmenin kurulduğu sırada varolması gerektiği” doğrultusunda kararlara rastlanmaktadır[18].
Şeydeki eksiklik (ayıp), hasarın geçmesinden önce mevcut olmalıdır. Hasarın intikalinden sonra ortaya çıkan ayıplar, evvelce mevcut sebeplerden ileri gelmedikçe, satıcıyı sorumlu kılmaz. Mesela hayvan daha önceden hasta ise ve bu hastalık sonucu sakat kalmışsa satıcı bundan sorumlu olur; buna karşılım, meyveler hasarın geçmesinden sonra normal olarak çürürse tekeffül söz konusu olmaz[19].
Ferden belli mallarda hasar kural olarak sözleşmenin yapılması anında alıcıya geçer. Bu durumda ayıbın sözleşme yapıldığı sırada mevcut olması gerekmektedir. Çeşidiyle belli mallarda hasar, malın ferden belli edilmesine kadar alıcıya geçmez. Mal ayrılma ya da başka bir yere gönderilecekse gönderilme anında ferden belli mal haline gelir( B.K. madde 183/2) taliki şarta bağlı satışlarda ise hasar şartın gerçekleştiği anda alıcıya geçer(B.K. madde 183/3). Ancak mal alıcıya şartın gerçekleşmesinden önce teslim edilirse, bu durumda satıcının ayıplardan sorumlu tutulabilmesi için, ayıbın teslim anında var olması gerekir[20].
Avrupa Konseyin 25 Temmuz 1985 tarihli Direktifinin 6. maddesinin (c) bendinde de, ayıbın, “malın , piyasaya sürüldüğü anda mevcut olması gerektiğini” düzenlemiştir. Ayıp daha önce mevcut olmadığı halde, yarar ve zararın alıcıya geçişinden sonra doğmuşsa, satıcı artık bundan sorumlu olmaz. Fakat bazen ayıp daha sonra ortaya çıksa da, aslında yarara ve zararın geçmesinden önceki bir nedenden kaynaklanabilir. Örneğin sipariş verilen bir malın yapımında çürük malzeme kullanılması, etkisini yarar ve zararın geçişinden sonra göstermeye başlayabilir. Ayıbın bu şekilde, daha önceki bir nedenden kaynaklandığının kanıtlanabildiği hallerde yine satıcının sorumlu tutulması olanak içindedir[21].
2.4 Tüketici Ayıbın Varlığını Bilmeden Malı Satın Almış Olmalıdır
Alıcı akdin kurulması anında ayıpları biliyorsa, bunları kabul etmiş sayılır ve satıcı sorumlu tutulmaz(B.K. madde 197 1.fıkrası). yalnız alıcının bu ayıbın ilerdeki sonuçlarını da yeterli derecede bilmesi lazımdır; mesela topal hayvanın niçin topalladığını, ilerde iyileşemeyeceğini bilmelidir[22].
T.K.H.M. ’da, ayıplı olduğu bilinerek satın alınan mallarda bu yasa hükümlerinin, yani tüketicinin korunmasına ilişkin hükümlerin uygulanmayacağını belirtmiştir(madde 4/IV). Tüketici malı alırken ayıplı olduğunu görüyor ve biliyorsa bunu bile bile satın almışsa, arık ayıp yüzünden satıcının sorumluluğu yoluna başvurulamaz. Malın ayıplı olduğunu bile bile alan tüketici, satıcının sorumluluğu yoluna başvuramayacağından, kendisine Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 4. maddesinin ikinci fıkrası ile tanınmış olan seçimlilik haklarından da yararlanamaz. Alıcının ayıbı bilmesi, maldaki eksiklikten (maddi, hukuki ya da ekonomik ayıp hallerinden birinin bulunduğundan) haberdar olması demektir. Böyle bir ayıbın somut olarak bilinmemesi halinde bir takım varsayım ve kuşku uyandıran olgulardan yola çıkarak, alıcının ayıbı bildiği ileri sürülemez. Örneğin satış bedelinin düşük olması her zaman malın ayıplı olduğu ve alıcının bunu bildiği anlamını taşımaz[23].
B.K. madde 197/II’ye göre; “Alıcının satılana olağan (yeterli) dikkati sarf etmekle farkına varabileceği ayıplardan dolayı da satıcı kural olarak sorumlu tutulamaz, meğer ki bunların mevcut olmadığını temin etmiş olsun”. Bu hükmün uygulanması alıcının akitten önce şeyi muayene etmesi halinde söz konusu olur. Özel bir anlaşma veya adet olmadıkça alıcının satımdan önce usulüne uygun muayene yükümlülüğü yoktur.; fakat muayene etmiş olabilir veya şeyi sadece görmüş bulunabilir veya şeyi görmeden onun taşınmayacağını bilebilir. Dikkatin yeterlilik derecesi satım konusunun niteliğine(mesela , orijinal ambalajın içine bakılamaz) ve alıcının mesleğine, bu gibi işlere alışık olup olmadığına göre değişir; bir kumaş taciri kumaştaki veya tecrübeli bir makinist bir makinedeki ayıbı kolaylıkla bulup anlayabileceği halde meslekten olmayan bir kişi için bu ayıbı bulmak güç hatta imkansız olabilir. Alıcıdan yeterli dikkati göstermesinin beklenmesinin onun için ağır sonuçlar doğurması, satıcının ayıbı kasten g izlemiş olması halinde alıcının ihmalinin göz önüne alınmaması gerektiği yolundaki Federal Mahkeme kararıyla bir ölçüde önlenmiştir[24].
Doktrinde genellikle gizli ayıp- görünür(açık) ayıp ayrımı yapılarak satıcının ayıbın gizli olması halinde sorumlu tutulabileceği kabul edilmektedir. Gizli ayıplar, sözleşmenin oluşmasında, alıcının bilmediği ve satılan şey üzerindeki mutad dikkati sarf etse bile bilemeyeceği vasıf noktaları olarak; görünür ayıplar ise, gizli ayıp teşkil eden hallerin dışında kalan ve derin, etraflı bir muayene lüzum hissettirmeyen başka bir deyimle, ilk bakışta bilinebilen, görülebilen vasıf noksanları olarak tanımlanmaktadır. Fakat tüketicinin muayene yükümlülüğü yoktur. Aksine satıcıya bazı yükümlülükler yüklenmiştir. Tüketicinin malın ayıplı olduğunu biliyor sayması için satıcı veya imalatçı tarafından kullanılmış, tamir edilmiş veya ayıplı mal üzerine veya ambalajına, alıcının kolayca okuyabileceği şekilde “Özürlüdür” ibaresini içeren bir etiket konulması zorunludur. Bu durum, tüketiciye verilen fatura, fiş veya satış belgesi üzerinde gösterilir(madde 4/7). Bu hüküm karşısında B.K.‘nun 197. maddesinin tüketim sözleşmelerinde uygulama kabiliyeti yoktur. Tüketicinin satın aldığı malın ayıplı olduğunu bildiği veya bilmesi gerektiği satıcı tarafından ve ancak 4/7. maddeye göre fatura, fiş gibi satış belgelerine açıkca yazmak suretiyle kanıtlanabilecektir[25].
2.5. Satıcının Ayıbın Varlığını Bilmesi Gerekmez
Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunun 4. maddesinin ikinci fıkrasının son cümlesinde, “Satılan malın ayıplı olduğunun bilinmemesi, bu sorumluluğu ortadan kaldırmaz” denilmektedir. Borçlar Kanunda da benzeri(“satıcı, bu ayıpların mevcudiyetini bilmese bile onlardan mesuldür“ biçiminde) bir düzenleme yer almaktadır(B.K. 194/II). Hatta Yargıtay, bilmeme halini daha da genişleterek, “satıcının, ayıbın meydana gelmesinde kusuru bulunmasa bile bundan sorumlu olacağına” karar vermiştir[26].
Kısacası satıcı ayıbın varlığını bilse de, bilmese de sorumlu tutulur. Bilmesi hilesi bakımından önemlidir. Hile halinde sorumluluğunu kaldıran kayıtlar geçerler değildir, gecikmiş ihbara rağmen seçimlilik haklar kullanılabilir, zamanaşımı süresi uzundur, tazminat daha fazla olabilir[27].
2.6. Sözleşme İle Sorumluluğun Kaldırılması ya da Sınırlanması Geçerli Değildir
Borçlar Kanunun 196. maddesine göre, satıcı ayıbı alıcıdan hile ile gizlemediği sürece, sorumluluğu kaldıran ya da sınırlayan koşullar geçerli olur. Yani satıcı ile alıcı arasındaki sözleşmede, satıcının ayıptan sorumlu olmayacağı ya da belirli koşullar altında, belirli miktara kadar sorumlu olacağı kararlaştırılmışsa, satıcı ayıbı hile ile gizlemediği sürece, bu koşullar gereğince sorumlu olmaz[28].
Sınırlama, örneğin yalnızca belli ayıplar için tekeffülü kabul etmemek suretiyle olabilir. Tekeffülü açıkça kaldıran “mal, bulunduğu hal üzere satılmıştır”, “hasarlı mal” kayıtları kullanılabilir. Tekeffül zımmen de bertaraf edilebilir: çok düşük fiyatla satış, malın hurda olduğu belirtilerek satış gibi. Buna karşılık satılan mal geri alınmaz diye tek taraflı bir ilan yeterli değildir. Sözleşmede satıcı sınırları belirtilmiş bir garanti verse de, bu yalnız başına tekeffülü ortadan kaldırıldığını göstermez, böyle bir kaldırma açıkça ifade edilmelidir[29].
T.K.H.M da böyle bir düzenlemeye yer vermemiştir ve bu yasanın uygulanması açısından sorumluluğu kaldıran ve sınırlayan bu gibi şartlar geçerli değildir. Gerçi yasada bu doğrultuda açık bir hüküm yoktur. Fakat yasanın genel gerekçesinde, bu yasanın hazırlanmasında, Avrupa Birliği Konseyinin ve Avrupa Birliği Bakanlar Konseyinin program ve ilke kararlarının temel alındığı belirtilmiştir. Avrupa Birliği Konseyinin benimsediği 25 Temmuz 1985 tarihli direktifin 8. maddesinde malda bulunan ve üçüncü kişilerin eyleminden doğmuş olsa bile, ayıbın yol açtığı zararlardan sorumluluğu kaldıran ya da sınırlayan koşulların geçersiz olduğu düzenlenmiştir. Aynı düzenlemeye göre, ayıp, tüketicinin ya da eylemden sorumlu olduğu kişilerin kusurundan doğmuşsa, bu gibi ayıplardan sorumlu olunmayacağı hakkındaki koşullar geçerli olur(madde 8/I,II). Sonuç olarak, satıcının sorumluluğunu kaldıran ya da sınırlayan koşullar Borçlar Hukukunun uygulanması açısından geçerli olduğu halde, Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunun uygulanması, yani “tüketici sözleşmeleri” açısından geçerli değildir. Bu gibi koşullar öngörülmüş bulunsa da, tüketici yine de satıcının sorumluluğu yoluna başvurulabilecektir[30].


T.C. YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞI

ESAS : 1998/477
KARAR :1998/2521
KONU :Ayıplı mal

Taraflar arasındaki tüketiciyi koruma davasının yapılan yargılaması sonucunda ilamda yazılı nedenlerde dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün davalılar avukatınca duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde davalı vekili avukat Hasan Gürel ile davası asil Mustafa Aksakal’ın gelmiş olmalarıyla duruşmaya başlanılmış ve hazır bulunan sözlü açılamaları dinlenildikten sonra karar için başka güne bırakılmıştı. Bu kez temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak dosya incelendi gereği düşünüldü:
KARAR
Davacı, davalı Zamanlar AŞ.nden 17.10.1996 tarihinde diğer davalı A.Ş. tarafından imal edilip piyasaya sürülen 1997 model araç satın aldığını, araçta sola çekme görüldüğünü, bu sorunun kabin montaj hatasından kaynaklandığını ileri sürerek, satın aldığı 1997 model Reno 19 Kaloriferli Tip binek otonun aynı tip ve markada başka bir araç ile vergiler, sigortası, taşıt pulu harcamaları da yapılarak davalılar tarafından aynen değiştirilmesine, bu mümkün olmadığı taktirde, otomobilin dava tarihindeki perakende satış değeri ile ödenmesine, şimdilik 2.100.000.000 TL. ile 100.000.000 TL. manevi tazminatın davalılardan dava tarihinden itibaren reeskont faizi ile birlikte alınmasını istemiştir. Davalılar, davanın reddini dilemişlerdir. Mahkemece, davalılardan, Reno 19 DİE RN. kaloriferli 1997 model aracın aynen değiştirilmesine, plaka dahil davacının satın almadan itibaren yaptığı masrafların davalılardan alınmasına, aracın aynen değiştirilmesi ve masrafların verilmesi mümkün olmadığı taktirde 2.088.273.610TL.nın dava tarihinden itibaren reeskont faizi ile birlikte davalılardan alınıp davacıya verilmesine, davacının manevi tazminat talebinin reddine karar verilmiş, hüküm davalılar tarafından temyiz edilmiştir. Uyuşmazlık satılan malın ayıplı olmasından dolayı 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanuna göre açılmış bir davadır. Anılan kanunun 4. maddesi hükmüne göre, satın alınan malın ayıplı olduğunun anlaşılması halinde, tüketici malı teslim aldığı tarihten itibaren 15 gün içersinde, bu malları satıcı firmaya geri vererek, değiştirilmesini veya ödediği bedelin iadesini veya ayıbın neden olduğu değer kaybının bedelden indirilmesini ya da ücretsiz olarak tamirini talep edebilir. Tüketici bu taleplerden herhangi birini tercihte serbesttir. Alıcı bu seçimlik haklardan ayıpsız çeşidiyle değiştirilmesini istemiştir. Davalı, davacının tercihini yerine getirmekle yükümlüdür, onu bir başka seçeneği tercih etmeye doğrudan ya da dolaylı olarak zorlayamaz. Davacı aracı dava süresince kullanmaya devam etmiştir. Davacının seçimlilik hak olarak talep ettiği, aracın değiştirilmesini talep edebilmesi için, ayıplı malı iade etmesi şarttır. Davacı, satılan aracın ayıbının sonradan ortaya çıktığını ve ayıbın gizli olduğunu ileri sürerek tespit yaptırmış olmasına rağmen, malın ayıplı olduğu anlaşıldıktan sonra iade etmediğinden veya davalı tarafın aracı geri almaktan imtina etme nedeni ileri sürülerek, davacı mahkemeden tevdii mahalli tayini talep ederek 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunda kararlaştırılan iade borcundan kurtulmamıştır. Bu şart, davacı tarafından yerine getirilmediğine göre artık aracın ayıpsızı ile değiştirilmesi talebinde bulunamaz. Bu durumda, davacı daha önce onarım yönünde tercihini belirtmiş olduğundan ve onarımın da sonuç vermemesi halinde, ayıbın neden olduğu değer kaybının bedelden indirilmesini talep edebilir. Mahkemece, yasanın bu hükmü gözetilerek inceleme yapılması ve ona göre hükmün kurulması gerekirken, bu hükümler gözetilmeksizin genel hükümlere göre, davanın kabul edilmiş olması da usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. 2-4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunun 23. maddesinin 3. fıkrasında tüketici mahkemeleri nezdinde tüketiciler, tüketici örgütleri ve Bakanlıkça açılacak davaların her türlü resim ve harçtan muaf olduğu belirtilmiştir. Bu hüküm tüketicilerin ve tüketici örgütlerinin kolaylıkla dava açmalarını sağlama amacına yönelik olup, dava açarken, kanunda adı geçenler harçtan muaf tutulmamışlardır. Dava sonunda davalı hüküm edildiği taktirde, davanın değerine göre davalının harçtan sorumlu tutulması gerekir. Davanın reddi halinde ise, davaca harçtan muaf olduğu için harç alınmaması gerekir. Mahkemece, bu yön gözetilmeden harç alınmasına gerek olmadığına karar verilmesi de bozma nedenidir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın açıklanan nedenle davalılar yararına BOZULMASINA, 6.000.000 lira duruşma avukatlık parasının davacıdan alınarak davalılara ödenmesine, istek halinde peşin harcın iadesine, 19.3.1998 gününde oy birliği ile karar verildi.
T.C. YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞI

ESAS :1998 2273
KARAR :1998/3034
KONU :Ayıplı mal

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılama sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği düşünüldü:
KARAR
Davacı, davalıdan satın aldığı fayanslar evinin müteaddit yerlerinde kullandığını, daha sonra bu fayanslarda çatlama ve ufalanmalar bulunduğunu, Hakem Heyetine başvurduğunu, Hakem Heyeti Kararında davalının sorumlu bulunduğunun tespit edildiğini ileri sürerek 300.000.000 TL. tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davalı, davanın reddini dilemiştir. Mahkemece, fayanslardaki çatlamanın binanın esnemesinden kaynaklandığını, ufalanmada ise fabrikasyon hatası olup, usta hatasının bulunmadığını gerekçe gösterilerek davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir. Dava, dilekçesine ekli olarak sunulan Erzurum Tüketici Sorunları İl Mahkeme Heyeti kararında da açıkça belirtildiği üzere fayansların çatlaması binanın esnemesi nedeniyle, ufalanması ise fabrika hatasına bağlanmaktadır. Binanın esnemesi sonucu oluşan zarardan davalı satıcıyı sorulu tutmaya olanak yoktur. Ancak, fabrika hatasından dolayı ufalanma mevcut ise bu satış, 4077 Sayılı Tüketiciyi Koruma Hakkındaki Kanunun 4. maddesi hükmüne göre ayıplı mal satışı niteliğinde olup bundan doğan zarardan tüketiciye karşı bilirkişi incelemesi yaptırılmış ise de, bilirkişi, zarar miktarını tespit etmekle yetinmiş, zararın ne miktarının çatlamadan, ne miktarının ufalanmadan meydana geldiğini açıklamamıştır. O halde bu raporun hükme esas alınmasına olanak yoktur. Bu durumda mahkemece, yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılıp satışa konu fayanslarda ufalanmadan dolayı bir zararın mevcut olup olmadığını, zarar mevcut ise, miktarının saptanılması ve bunun ödetilmesine karar verilmesi gerekir. Mahkemece, bu yönün gözetilmemiş olması usul ve yasaya aykırıdır. Bozma nedenidir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz olunan davacı yararına BOZULMASINA , istek halinde peşin harcın iadesine, 13.4.1998 gününde oybirliği ile karar verildi.


T.C. YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞI

ESAS :1998/974
KARAR :1998/1603
KONU :Ayıplı hizmet

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılanması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı mahkemenin görevsizliği nedeniyle dava dilekçesinin reddine yönelik olarak verilen hükmün davalı avukat tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
KARAR
Davacı, oturmakta olduğu dairenin mutfak dolabının aniden çökmesi sonucu yaralandığını, bir kısım eşyalarının kırıldığı, mutfak dolabının ve kırılan eşyalarının yenilenmesi ve yaralanması dolayısıyla uğradığı, davalının müteahhit firma olarak mutfak dolabının montesine inşaat ihmali ve özensizliği sebebiyle zararından sorumlu olduğunu öne sürerek 1.000.000.000 TL. manevi 200.000.000 TL. maddi zararın fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla ödetilmesine karar verilmesini istemiştir. Davalı “Serakent” sitesindeki inşaatların kendisi tarafından yapıldığını, bu site içindeki davacının oturduğu dairenin 25.11.1994 tarihinde Hürriyet Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş ne satıldığını onun da Gülbahar Hamamcı adındaki kişiye temlik ettiğini davacının bu dairede hangi sıfatla oturmakta olduğunu bilemediğini, davacı ile aralarında herhangi bir hukuki işlem bulunmadığını çöktüğü bildirilen mutfak dolabının kendisi tarafından yapılıp monte edilen mutfak dolabı olmadığını, beyanla davanın reddine karar verilmesini savunmuştur. Mahkemece, davanın 4077 sayılı tüketicinin korunmasıyla ilgili maddi ve manevi tazminata ilişkin olması gerekçesiyle dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar verilmiş hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir. 8.3.1995 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak 8.9.1995 tarihinde yürürlüğe giren 4077 sayılı Tüketicini Korunması Hakkındaki Kanunun amaç başlıklı 1. maddesinde yasanın amacı açıklandıktan hemen sonra kapsam başlıklı 2. maddesinde bu kanunun 1. maddede belirtilen amaçlarla mal ve hizmet piyasalarında tüketicinin taraflardan birini oluşturduğu her türlü hukuki işlemi kapsar hükmüne yer vermiş, 3. maddesiyle de tüketici mal ve hizmetin tanımı yapılmıştır. Hemen belirtelim ki, aksine bir hüküm bulunmadığı taktirde yasalar, ancak yürürlüğünden sonraki olaylara uygulanabilirler. 4077 sayılı yasaya da aksine bir hüküm bulunmadığına göre kapsamında olan ve yürürlük tarihinden sonra gerçekleşen hukuki işlemlere uygulanabilecektir. Değişik bir anlatımla 8.9.1995 tarihinden önceki hukuki işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıklara bu kanun hükümlerinin uygulanmasına hukuken olanak bulunmamaktadır. Öte yandan bir hukuki işlemin, 4077 sayılı yasa kapsamına kapsamında kabul edilebilmesi için yasada tanımlanan mal ve hizmet olması zorunludur. Yasanın 3. maddesindeki tanımıyla mal “ticaret konusu taşır veya” hizmet ise bir ücret veya menfaat karşılığında yapılan bedeni ve/veya fikri faaliyettir. Öyle ise taşınmaz mülkiyetin nakline ilişkin hukuki işlemlerin tüketicinin korunması hakkındaki kanun kapsamı dışında bırakıldığı açıktır. Kaldı ki bu bağlamda M.K. nun 619 ve 621 madde hükümleri de göz ardı edilmemektedir. Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun kapsamında bulunmayan hukuki işlemlerden kaynaklanan uyuşmazlıklara bakma görevinin Genel Mahkemelere ait olduğunda ise duraksamaya gerek yoktur. Somut olayda, davacının mutfak dolabının çöktüğü dairede malik ve ise taşınmazı hangi tarihte kimden satın aldığı, satın alırken mutfak dolabının dairede monteli olup olmadığı sonradan taşınmaz üzerinde bulunan binadan ve daireden tamamen ayrı ve bağımsız olarak yaptırılıp monte edilip edilmediği sonradan monte ettirilmiş ise kim kim tarafından kime hangi tarihte yaptırılmış montesi ile ilgisinin ne olduğu konularında dava dilekçesinde ve mahkeme kararı gerekçesinde bir bilgi bulunmamaktadır. Oysaki, bu bilgiler Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunun gerek zaman gerekse kapsam itibariyle davada işlem uygulanabilirliği dolayısıyla mahkemenin görevini tespitte zorunludur. Hal böyle olunca mahkemece belirtilen konularla ilişkin olarak inceleme ve araştırma yapılmalı, ileri sürülüşe göre davadaki uyuşmazlığın 4077 Sayılı tüketicin Korunması Hakkındaki Kanun kapsamında bir uyuşmazlık olup olmadığı saptanmalı sonuca göre bir karar verilmelidir. Mahkemenin hiçbir araştırma yapmadan ve hiçbir gerekçe göstermeden yazılı şekilde dava dilekçesinin görev yönünden reddinde karar verilmesi usul ve kanuna aykırı olup bozma nedenidir. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle temyiz olunan mahkeme kararının temyiz eden davalı yararına BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine, 23.2.1998 gününde oybirliği ile karar verilmelidir.
  Alıntı ile Cevapla