Guest | TEMEL HAK VE HÜRRİYETLER (2) HAK KAVRAMI Hak kelimesi hem günlük dilde hem felsefi-ahlaki söylemde hem de hukuk terminolojisinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Konuşma dilinde "hak"tan söz ettiğimiz zaman, bilerek veya bilmeyerek, hak sahibi olduğu varsayılan kişinin bir şeye yetkili olduğunu veya onun bir şeyi meşru olarak talep edebileceğini anlatmak isteriz. Bir şeye hakkımız olduğunu söylediğimizde, o şeye yönelik iddiamızın tartışılmazlığını ve herkesçe tanınması gerektiğini kastederiz. Aslında "hak" kelimesinin bu şekilde kullanılması içinde ahlaki meşruluk düşüncesini barındırmaktadır. Yani, günlük dildeki hak kelimesinin arkasında bir "ahlakilik" düşüncesi, ahlaki bir haklılık doğruluk iddiası saklıdır. Hakkın, varlığı tartışılmaması gereken meşru bir yetki veya talep olarak anlaşılması bunu açıkça göstermektedir. Bu tür bir hak iddiası, aynı zamanda, hakkın sonucu olan negatif veya pozitif taleplerin gerektiğinde zora başvurmayı meşru kıldığı anlamını da taşımaktadır. Bunu şöyle de ifade edebiliriz: Her "hak" iddiası, belli bir somut durumda başkasının özgürlüğüne müdahale edebilmek için ahlaken yetkili olunduğunun kısaltılmış bir formülüdür. Hukuk dilindeki hak kavramı da özünde böyle bir yetki veya meşru talebin hukuki biçimde ifade edilmesinden başka bir şey değildir. Yalnız burada, iddianın, talebin veya müdahale yetkisinin arka planında ahlaki meşruluk anlayışı bulunsa da, bunların doğrudan veya görünüşteki kaynağı hukuktur. Hukuk bilimi bakımından hakkın önemli bir özelliği, onun hak sahibi yönünden bir izin durumunu ifade etmesidir. Hakkın unsurları Hakla ilgili bu açıklamaları hakkın unsurlarına ilişkin bir formülasyonla bitirebiliriz. Sonuç olarak hakkın varlığından anlamlı olarak söz edebilmek için, şu unsurların bulunması gerekir: Yetki: Hakkınözü bir şeyi yapabilme yetkisidir; o şeyi yapıp yapmamak konusunda hak sahibi serbesttir. Kişi hakkını kullanmaya zorlanamaz. Talep:Her hak, sahibine olumlu veya olumsuz bir talepte bulunma yetkisi verir. Daha açık bir ifadeyle, bir hak başkalarına sırf bir kaçınma yükümlülüğü yükleyebileceği gibi, bir edim veya yerine getirme yükümlülüğü de yükleyebilir. Hukuki haklar hem negatif hem de pozitif taleplere dayanak oluşturabilirler. Genellikle "özgürlük hakkı" ve özgürlükten türeyen haklar negatif taleplerin kaynağıdır. Saygı gösterilme zorunluluğu: Bir hak iddiası, hakkın konusundan yararlanma yetkisinin genel olarak veya bir ilişkiye bağlı (özel) olarak tanınmasını istemek, ona saygı gösterilmesini meşru olarak beklemek demektir. Sırf ahlaki haklarda bu unsur sadece talebin ahlaken meşru olduğuna ilişkin inanç şeklinde ortaya çıkarken, hukuki haklar söz konusu olduğunda bu "zorla yerine getirme"yi gerektirir. Yani, hak sahibi hakkını tanımayan veya ihlal edenlere karşı hakkına saygı gösterilmesini veya hakkın konusundan yararlanmasını ; hukuki yaptırım yoluyla sağlatabilir. Sırf bir ahlaki hak durumunda ise hakkı ihlal edilen kişi buna ancak (en fazla) ahlaki iddiayla karşı koyabilir. İnsan Hakkı İnsan hakkı niteliği bakımından herhangi bir ahlaki haktan da farklıdır; bu farklılık onun diğer bütün ahlaki haklardan üstün olmasında kendisini gösterir. Başka bir ifadeyle, insan hakları en üstün ahlaki talepleri ifade eder. İnsan haklarının üstünlüğünün pratik anlamı, bu haklara dayanan iddia ve taleplerin başka bütün hak iddiaları karşısında öncelikli olmasıdır. Bu üstünlüğünü kaynağı, insan hakkının koruduğu temel değerin en üstün ahlaki değer olmasıdır. İnsan hakları düşüncesinin öncülü ahlaki eşitliktir. Bu demektir ki, aralarındaki farklılıklar ne olursa olsun, bütün insanların ahlaki değeri eşittir. Bireyler özel durumlardaki kişisel, liyakat ve hakedişleri bakımından farklı olabilirler. Ama bütün insanların kişi olarak saygı gösterilmesi gereken ahlaki kapasitesi eşittir, yani hepsi aynı saygıyı hak eder. İnsan Hakları ve “Temel Haklar” İnsan hakları literatüründe son yıllarda göze çarpan başlıca tartışma konularından biri de insan hakları ile “temel haklar” ilişkisidir. Bazı yazarların bir kısım insan haklarının “temel” nitelikte olduklarını ileri sürerek, bunların listeleme yoluna gittikleri görülmektedir[1]. Bu temel haklar anayasamızda da yer almaktadır: KİŞİNİN HAK VE HÜRRİYETLERİ Bilim ve Sanat Hürriyeti (27. Madde) Bilim ve sanat, toplumların gelişmişlik göstergesidir. Toplumların sanat, bilim ve teknoloji alanında çağdaş standart ve göstergelere sahip olması, vatandaşlarının bilim ve sanatta faaliyet göstermeleri ile mümkündür. Ancak bu faaliyetler hoşgörü ve hürriyet ortamında gelişebilir. Hürriyetin olmadığı yerde bilim ve sanat faaliyetleri isten gelişmeyi sağlayamaz[2]. Bilim ve hürriyetin olmadığı bir memlekette gerçek manada bilim adamı değil unvanlı dalkavuklar yetişir. "NE OLURSA OLSUN İTAAT" DEĞİL DÜŞÜNEREK BİLEREK YAPMAK! Türkiye en çok siyaseti konuşuyor, siyasetin alanı daraltılıyor, sosyal bilimler toplumu tanımak için değil, bir yöne sevk etmek için kullanılmak isteniyor. Bu mantık eğitim sistemini, yüksek öğretime varıncaya kadar duraklattı ve hatta dumura uğrattı. Türkiye düşünmekten ve düşünmeyi bilmekten kaçıyor. Düşünce hürriyeti olmadan zengin bir fikir hayatı, bilim hürriyeti olmadan ilim ve teknikte gelişme olabileceği sanılıyor. Susan, baş eğen, tasvip eden, komuta altına giren makbul tutuluyor. Ne bugünkü dünyanın, ne de toplumumuzun talepleri bu zihniyetle karşılanamaz. Türkiye iletişmeyi bilmeden, teknikle muhtevayı kendi ölçüleriyle uyumlaştırmadan, estetikleştirmeden iletişim patlaması yaşıyor. Tarihten kopamayan, yakın tarihi tekrar tekrar yaşatmaya çalışan bir ülkede, yakın tarih tabulaştırılıyor, bilimsel araştırma ve incelemenin dışına çıkarılıyor ve neredeyse yasaklı bir alan haline getiriliyor. Türkiye dinden kaçıyor, bilmeden; dine koşuyor, bilmeden! Kavram kargaşası, kapsam kargaşası almış başını gidiyor. Kimse düşüncesini "ağyarını mâni, efradını câmi" ifade edemiyor. Daha da kötüsü, bunun ne demek olduğunu da bilmiyor. |